15 Mayıs 2015 Cuma

Evren gitti, 12 Eylül bitti (mi)?



Bir dönemin tek adamı, astığı astık, kestiği kestik; bir işaretiyle idam sehpasını kurduran, işkenceler; gece baskınları, idamlar, yurt dışına iltica, göç vs. ile milyonlarca insanın yaşamını altüst eden 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren, krallar gibi bir yaşam sürdükten sonra 97 yaşında öldü.
17. Genelkurmay Başkanı ve 7. Cumhurbaşkanı” şapkalarını taşıyan Evren’in cenazesi hayli dramatikti. 
Sadece muhalefet değil, iktidar partisi de cenazeye katılmadı.  
Memlekette yüzde 91’den fazla oy alan Evren’in cenazesinde, aile fertleri ile varlığını ona borçlu olan birkaç isimden başka kimse yoktu.
Ama “devlet” oradaydı… Evren’e “devlet töreni” düzenlendi. Tedavi gördüğü GATA’dan cenaze namazının kılındığı cami ve mezarlığa kadar, bütün yol ve tören boyunca neredeyse tam bir sıkıyönetim ilân edilmiş gibiydi… Cenaze aracı uzun bir polis eskortuyla gitti...

Yoğun güvenlik önlemi dikkati çekti ve her taraf üniformalı üniformasız görevlilerle doluydu. Cami avlusundaki cenaze töreninde bir avuç sivil vardı. İçlerinden iki kadın imamın “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” sözüne “Haram olsun!” diye bağırarak yanıt verdi. 12 Eylül mağdur yakını bu iki kadın neredeyse toplumun vicdanını temsil eder gibiydi. Tabi anında derdest edildi.  
Evren’in cenazesinde halk yoktu, siyasiler yoktu, iktidar yoktu, muhalefet yoktu…
Sağcısı da yoktu, solcusu da…
İslamcısı da yoktu, ulusalcısı da…
Pek çok kişi beddua etti.

Gizli Evren sevgisi mi? 

Ancak dikkat çekici olan şu: Toplumda hatırı sayılır bir kesimin Evren ve yaşananlar konusunda kafası karışık. Bu insanların “darbeci”, “cuntacı” durumuna düşmemek için Evren ve 12 Eylül karşıtıymış gibi göründüğü; ama aslında bal gibi 12 Eylül’ü halkı bulduğu, Evren ve temsil ettiği “kadro”yu da yürekten desteklediği anlaşılıyor.
Evren ve askeri darbenin memleketi “12 Eylül öncesi”nden, “sağ-sol kavgasından”, “anarşiden” kurtardığını düşünüyor.
Bu kesim orta sınıftan, olabildiğince “apolitik” veya her dönem iktidara yakın, “çeşmenin başında” olmaya çalışan kesim diye düşünüyorum.
12 Eylül’de canı yanan kesimlere “12 Eylül beni niye hapsetmedi kardeşim? Demek ki doğru insanlar değilsiniz” gözüyle bakanlar…   
Açıkçası kişisel olarak o dönem kısa gözaltılar dışında hapis, işkence vs. yaşamadım.
Ama bu milyonlarca insanın canını yakan acı gerçekleri gizlemiyor.  
Resmi belgelere geçmiş haliyle 18 bine yakın “faili meçhul cinayet”li bir memleketteyiz…
Meğer gün ışığına çıkarılmamış; en azından adını bile duymadığım ne acılı öyküler varmış.

Mezbaha bile işkencehaneye çevrilmiş!

Evren’in ölümünden bir gün önce, Ankara’nın Ayaş ilçesinde 60 yaşlarında bir emekliyle karşılaştım.
Nerelisin, muhabbetinden sonra Amasya'nın Suluova ilçesinde askerlik yaptığını söyledi ve bir askerlik anısı anlattı.
Anlattıkları akla mantığa; daha doğrusu insanlığa uymuyor…
Ama adamın bana yalan borcu olmadığını düşündüm ve anlattıklarını aynen facebook’ta arkadaşlarımla paylaştım. Aynen şöyle:
"Ya kardeş, Suluova çok güzel bir yerdi. İnsanları da iyiydi, arazisi de çok verimliydi. Ama Suluova aklıma gelince içime afakanlar basıyor. Aradan onca sene geçti, yaşlandım ama hala Suluova aklıma gelince kabuslar görüyorum.
Suluova'da bir mezbaha var. Normal hayvan kesimi yapılan belediye mezbahası.
Bir gün komutan 'Takımı topla Mezbaha Nöbetine gideceksiniz' dedi. Yav ben jandarmayım, belediyenin mezbahasında neyi bekleyecem... Ama 12 Eylül dönemi. Ne olacağı belli olmuyor.
Tabi emir, emir. 'Emredersiniz' dedim, gittim.
Bizden önce de buraya asker görevlendirildiğini duymuştum, ama üzerinde durmamıştım.
Kardeşim, yav o neydi öyle... Akşam güneş batıp ses seda çekilmeye başlayınca içeriden acayip sesler duymaya başladım.
Önce içerde hayvan kesiyorlar, onların sesidir diye düşündüm.
Ama baktım hiç sığır, koyun, keçi sesine benzemiyor.
Resmen insan sesi!..
Derinden derinden inlemeler, acı, şiddetli çığlıklar, öğürmeler, iniltiler...
Bar bar bağırıyorlar...
Binanın dış çevresini koruyoruz. İçeri giriş yasak.
Giren çıkan da yok, ama bu iniltiler neyin nesi...
İyiden huzursuz oldum. Sonunda başımızdaki subaya gittim.
‘Yok birşey, kulağın her şeyi duymasın!’ falan diyor.
‘Gir şu kulübede otur. Sadece dışarından kimseyi sokma, ötesine karışma’ diyor.
Uzatmayayım, en sonunda komutan ‘Gel’ dedi. ‘Bak içerdeki kapıdan içeriye bakmana izin vereceğim. Ama sadece bakıp çıkacaksın. İçeri girmeye kalkmayacaksın. Burada gördüklerini de hiç kimseye söylemeyeceksin, yemin et’ dedi. Tamam, dedim kabul ettim.
Kocaman demir kapıyı bir açtı ki, içerisi resmen kasap dükkanı gibi... Zincire vurulup, askıya alınanı mı dersin, suratı kandan tanınmayanları mı dersin, yatırılıp falakada ayakları kan içinde kalan mı dersin... Elektrik verilenleri mi dersin... Yemin ederim, normal hayvan kesimhanesi orası. Kesim sırasında kanların dökülüp toplantığı kanaldan öyle kıpkırmızı kan akıyordu... Kadın bile vardı içlerinde. Çırılçıplak… Çocuk yaşta olanlar vardı. Çığlıkları, iniltileri, hırıltıları yeri göğü inletiyordu.
Tabi yapacağım birşey yok. Elim kolum bağlı. Senelerdir kimseye de tek laf etmedim. Ama Allah biliyor ki, insanlığa sığmayan bir işti. Suç işlemişse cezaevi var kardeşim. Yazık günah bu millete... Allah o Evren Paşayı yerinde yatırmasın. Bu insanların ahını nasıl çekecek bilmiyorum."

İnternette bu iletiyi okuyan bir meslektaşım “Yüzde yüz yalandır. Ben o zaman Günaydın gazetesinde polis muhabiriydim. Böyle bir şey olsa mutlaka haberim olurdu. Bu lafları yayımlaman ayıp” minvalinde bir yorum yazdı.
Amasyalı iki arkadaşım ise Suluova’daki mezbahanın kötü ününden haberdar olduklarını, yakın  ve tanıdıklarının burada işkence gördüğünü yazdılar. Yani olayı doğruladılar.
Duruma Ankara’nın deneyimli gazetecilerinden meslektaş ve arkadaşım Hıdır Göktaş açıklık getirdi. Meğer bu konuda haberler vs. yazmış, basında çıkmışmış. Benim haberim yokmuş. Suluova’da bu mezbaha çok ünlüymüş. Burası belediye değil Et Balık Kurumu’na ait bir mezbahaymış. Mamak ve Diyarbakır cezaevlerindeki gibi ünlü bir işkencecileri varmış. Atasoy Fitos denen bu işkencecibaşı hakkında pek çok dava açılmış. Mahkeme 30 yıl hapis cezası vermiş, ama adam tek bir gün bile hapis yatmamış… 
İşkenceleriyle ünlü hapishaneler duymuştum. 
Meğer işkenceleriyle ünlü mezbahalarımız bile varmış!
Tabi 12 Eylül sadece Kenan Evren’den ibaret değildi.  Atasoy Fitos gibi pek çok ünlü isim vardı. 

Lafta herkes 12 Eylülcülere karşı, ama...

12 Eylül’ün üzerinden bir sürü hükumet geçti.
Her ne hikmetse Turgut Özal dahil hepsi “12 Eylülcü” olmadığını söyledi, "demokrasi" için oy istedi, seçildi...
Ama hiçbirisi Kenan Evren’in başında olduğu ekibin kurduğu çarkı değiştirmeye kalkmadı.
Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu, yüzde 10 seçim barajı, ilköğretimde zorunlu din dersi; işçi, sendika ve solu şiddetle bastırma politikasının doğal mirasçısı olmakta bir sakınca görülmedi.
Başta İtalya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde soğuk savaş artığı “Gladyo”, “kontr-gerilla” yapıları açığa çıkartılıp dağıtıldı, ama bizde ufak vitrin değişikliği ile aynen korundu.
Ve Ahmet Hakan’ın “put”a benzettiği şu durum:
“Türkiye’yi anarşiden Evren kurtardı”!
Pek çok kişinin bilinçaltındaki bu algı…
Sağ sol çatışması” olarak sunulan binlerce cinayet…
Bir türlü aydınlanmayan Çorum, Kahramanmaraş, Sivas, Taksim 1 Mayıs gibi büyük katliamlar…
Galiba “12 Eylül öncesinde ne oldu”yu  anlamadan,  ne 12 Eylül’ü, ne bugünkü apoletsiz paşaları  anlayabileceğiz.
Ve Kenan Evren ölmüş de olsa ruhu bizi yönetmeye devam edecek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder