Bir dönemin tek adamı, astığı astık, kestiği kestik; bir
işaretiyle idam sehpasını kurduran, işkenceler; gece baskınları, idamlar, yurt
dışına iltica, göç vs. ile milyonlarca insanın yaşamını altüst eden 12 Eylül
darbesinin lideri Kenan Evren,
krallar gibi bir yaşam sürdükten sonra 97 yaşında öldü.
“17. Genelkurmay
Başkanı ve 7. Cumhurbaşkanı” şapkalarını taşıyan Evren’in cenazesi hayli
dramatikti.
Sadece muhalefet değil, iktidar partisi de cenazeye katılmadı.
Memlekette yüzde 91’den fazla oy alan Evren’in cenazesinde, aile fertleri ile varlığını ona borçlu olan birkaç isimden başka kimse yoktu.
Memlekette yüzde 91’den fazla oy alan Evren’in cenazesinde, aile fertleri ile varlığını ona borçlu olan birkaç isimden başka kimse yoktu.
Ama “devlet”
oradaydı… Evren’e “devlet töreni”
düzenlendi. Tedavi gördüğü GATA’dan
cenaze namazının kılındığı cami ve mezarlığa kadar, bütün yol ve tören boyunca
neredeyse tam bir sıkıyönetim ilân edilmiş gibiydi… Cenaze aracı uzun bir polis eskortuyla gitti...
Yoğun güvenlik önlemi
dikkati çekti ve her taraf üniformalı üniformasız görevlilerle doluydu. Cami
avlusundaki cenaze töreninde bir avuç sivil vardı. İçlerinden iki kadın imamın “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” sözüne
“Haram olsun!” diye bağırarak yanıt
verdi. 12 Eylül mağdur yakını bu iki kadın neredeyse toplumun vicdanını temsil
eder gibiydi. Tabi anında derdest edildi.
Evren’in cenazesinde halk yoktu, siyasiler yoktu, iktidar
yoktu, muhalefet yoktu…
Sağcısı da yoktu, solcusu da…
İslamcısı da yoktu, ulusalcısı da…
Pek çok kişi beddua etti.
Gizli Evren sevgisi mi?
Ancak dikkat çekici olan şu: Toplumda hatırı sayılır bir
kesimin Evren ve yaşananlar
konusunda kafası karışık. Bu insanların “darbeci”,
“cuntacı” durumuna düşmemek için Evren ve 12 Eylül karşıtıymış gibi
göründüğü; ama aslında bal gibi 12 Eylül’ü halkı bulduğu, Evren ve temsil
ettiği “kadro”yu da yürekten
desteklediği anlaşılıyor.
Evren ve askeri darbenin memleketi “12 Eylül öncesi”nden, “sağ-sol
kavgasından”, “anarşiden” kurtardığını düşünüyor.
Bu kesim orta sınıftan, olabildiğince “apolitik” veya her dönem iktidara yakın, “çeşmenin başında” olmaya çalışan kesim diye düşünüyorum.
12 Eylül’de canı yanan kesimlere “12 Eylül beni niye hapsetmedi kardeşim? Demek ki doğru insanlar
değilsiniz” gözüyle bakanlar…
Açıkçası kişisel olarak o dönem kısa gözaltılar dışında
hapis, işkence vs. yaşamadım.
Ama bu milyonlarca insanın canını yakan acı gerçekleri
gizlemiyor.
Resmi belgelere geçmiş haliyle 18 bine yakın “faili meçhul cinayet”li bir
memleketteyiz…
Meğer gün ışığına çıkarılmamış; en azından adını bile
duymadığım ne acılı öyküler varmış.
Mezbaha bile işkencehaneye çevrilmiş!
Evren’in ölümünden bir gün önce, Ankara’nın Ayaş
ilçesinde 60 yaşlarında bir emekliyle karşılaştım.
Nerelisin, muhabbetinden sonra Amasya'nın Suluova
ilçesinde askerlik yaptığını söyledi ve bir askerlik anısı anlattı.
Anlattıkları akla mantığa; daha doğrusu insanlığa uymuyor…
Ama adamın bana yalan borcu olmadığını düşündüm ve
anlattıklarını aynen facebook’ta
arkadaşlarımla paylaştım. Aynen şöyle:
"Ya kardeş, Suluova çok güzel bir yerdi. İnsanları
da iyiydi, arazisi de çok verimliydi. Ama Suluova aklıma gelince içime
afakanlar basıyor. Aradan onca sene geçti, yaşlandım ama hala Suluova aklıma
gelince kabuslar görüyorum.
Suluova'da bir mezbaha
var. Normal hayvan kesimi yapılan belediye mezbahası.
Bir gün komutan
'Takımı topla Mezbaha Nöbetine gideceksiniz' dedi. Yav ben jandarmayım, belediyenin
mezbahasında neyi bekleyecem... Ama 12 Eylül dönemi. Ne olacağı belli olmuyor.
Tabi emir, emir.
'Emredersiniz' dedim, gittim.
Bizden önce de buraya
asker görevlendirildiğini duymuştum, ama üzerinde durmamıştım.
Kardeşim, yav o neydi
öyle... Akşam güneş batıp ses seda çekilmeye başlayınca içeriden acayip sesler
duymaya başladım.
Önce içerde hayvan
kesiyorlar, onların sesidir diye düşündüm.
Ama baktım hiç sığır,
koyun, keçi sesine benzemiyor.
Resmen insan sesi!..
Derinden derinden
inlemeler, acı, şiddetli çığlıklar, öğürmeler, iniltiler...
Bar bar
bağırıyorlar...
Binanın dış çevresini
koruyoruz. İçeri giriş yasak.
Giren çıkan da yok,
ama bu iniltiler neyin nesi...
İyiden huzursuz oldum.
Sonunda başımızdaki subaya gittim.
‘Yok birşey, kulağın
her şeyi duymasın!’ falan diyor.
‘Gir şu kulübede otur.
Sadece dışarından kimseyi sokma, ötesine karışma’ diyor.
Uzatmayayım, en
sonunda komutan ‘Gel’ dedi. ‘Bak içerdeki kapıdan içeriye bakmana izin vereceğim.
Ama sadece bakıp çıkacaksın. İçeri girmeye kalkmayacaksın. Burada gördüklerini
de hiç kimseye söylemeyeceksin, yemin et’ dedi. Tamam, dedim kabul ettim.
Kocaman demir kapıyı
bir açtı ki, içerisi resmen kasap dükkanı gibi... Zincire vurulup, askıya
alınanı mı dersin, suratı kandan tanınmayanları mı dersin, yatırılıp falakada
ayakları kan içinde kalan mı dersin... Elektrik verilenleri mi dersin... Yemin
ederim, normal hayvan kesimhanesi orası. Kesim sırasında kanların dökülüp
toplantığı kanaldan öyle kıpkırmızı kan akıyordu... Kadın bile vardı içlerinde.
Çırılçıplak… Çocuk yaşta olanlar vardı. Çığlıkları, iniltileri, hırıltıları
yeri göğü inletiyordu.
Tabi yapacağım birşey
yok. Elim kolum bağlı. Senelerdir kimseye de tek laf etmedim. Ama Allah biliyor
ki, insanlığa sığmayan bir işti. Suç işlemişse cezaevi var kardeşim. Yazık
günah bu millete... Allah o Evren Paşayı yerinde yatırmasın. Bu insanların ahını
nasıl çekecek bilmiyorum."
İnternette bu iletiyi okuyan bir meslektaşım “Yüzde yüz yalandır. Ben o zaman Günaydın
gazetesinde polis muhabiriydim. Böyle bir şey olsa mutlaka haberim olurdu. Bu
lafları yayımlaman ayıp” minvalinde bir yorum yazdı.
Amasyalı iki arkadaşım ise Suluova’daki mezbahanın kötü
ününden haberdar olduklarını, yakın ve
tanıdıklarının burada işkence gördüğünü yazdılar. Yani olayı doğruladılar.
Duruma Ankara’nın deneyimli gazetecilerinden meslektaş ve arkadaşım
Hıdır Göktaş açıklık getirdi. Meğer bu konuda haberler vs. yazmış, basında çıkmışmış. Benim
haberim yokmuş. Suluova’da bu mezbaha çok ünlüymüş. Burası belediye değil Et
Balık Kurumu’na ait bir mezbahaymış. Mamak ve Diyarbakır cezaevlerindeki gibi
ünlü bir işkencecileri varmış. Atasoy Fitos denen bu işkencecibaşı hakkında pek
çok dava açılmış. Mahkeme 30 yıl hapis cezası vermiş, ama adam tek bir gün bile
hapis yatmamış…
İşkenceleriyle ünlü hapishaneler duymuştum.
Meğer işkenceleriyle ünlü mezbahalarımız bile varmış!
Meğer işkenceleriyle ünlü mezbahalarımız bile varmış!
Tabi 12 Eylül sadece Kenan Evren’den ibaret değildi. Atasoy Fitos gibi pek çok ünlü isim vardı.
Lafta herkes 12 Eylülcülere karşı, ama...
12 Eylül’ün üzerinden bir sürü hükumet geçti.
Her ne hikmetse Turgut
Özal dahil hepsi “12 Eylülcü”
olmadığını söyledi, "demokrasi" için oy istedi, seçildi...
Ama hiçbirisi Kenan Evren’in başında olduğu ekibin kurduğu çarkı değiştirmeye kalkmadı.
Ama hiçbirisi Kenan Evren’in başında olduğu ekibin kurduğu çarkı değiştirmeye kalkmadı.
Anayasa, Siyasi Partiler Kanunu, yüzde 10 seçim barajı, ilköğretimde
zorunlu din dersi; işçi, sendika ve solu şiddetle bastırma politikasının doğal
mirasçısı olmakta bir sakınca görülmedi.
Başta İtalya
olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde soğuk savaş artığı “Gladyo”, “kontr-gerilla”
yapıları açığa çıkartılıp dağıtıldı, ama bizde ufak vitrin değişikliği ile
aynen korundu.
Ve Ahmet Hakan’ın
“put”a benzettiği şu durum:
“Türkiye’yi anarşiden
Evren kurtardı”!
Pek çok kişinin bilinçaltındaki bu algı…
“Sağ sol çatışması”
olarak sunulan binlerce cinayet…
Bir türlü aydınlanmayan Çorum,
Kahramanmaraş, Sivas, Taksim 1 Mayıs gibi büyük katliamlar…
Galiba “12 Eylül
öncesinde ne oldu”yu anlamadan, ne 12 Eylül’ü, ne bugünkü apoletsiz paşaları anlayabileceğiz.
Ve Kenan Evren ölmüş de olsa ruhu bizi yönetmeye devam
edecek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder