20 Eylül 2019 Cuma

İhsaniye, Elmalı, Sansarak: Yoksulluk doğaya tezat…


Doğa yürüyüşlerimizde 15 Eylül 2019 Pazar günü İznik’e bağlı İhsaniye ile Elmalı ve Sansarak köyleri arasında, Keltepe’den itibaren Kafkas Gürcü ve Yörük Türk kültürlerinin farklılıklarına tanık olunan elma diyarında yürüdük. Ağaçlarda tonlarca elmanın öylece duruyor olması, çarşıda pazarda kilosu 2-3 liranın altına inmeyen bu meyvelerin çürümeye terkediliyor olması hayli şaşırtıcı. Üstelik bu çürümeye terk edilen meyveler, adı değil kendisi “organik” olan, neredeyse yabani elmalar, erikler, armutlar…


Koza Dağcılık Kulübü
rehberliğinde 75 doğaseveri taşıyan minibüslerimiz Kestel-Yenişehir üzerinden İznik’e, oradan 16 kilometre uzaklıktaki
İhsaniye köyüne ulaştı.  Yürüyüşe buradan başladık.
Birkaç hafta önce keşif gezisi için gittiğimizde İhsaniye’de yoğun sis vardı ve doğrusu ne köyü ne de çevreyi seyredebilmiştim. Ama bugün hava güllük güneşlik.

İhsaniye, iki yandan aşağıya, İznik ovasına doğru bakan bir tepenin üzerinde küçük ve yoksul bir köy. Yoksulluğu, yoksunluğu çıplak gözünüzle görebiliyor, hatta burnunuzla koklayabiliyorsunuz…

Ağaç ve kerpiçten geleneksel köy evleri.

Manzara beni yıllar öncesine götürdü. Tanıdık şeyler canlandı hayalimde. Galiba bu “mahalle (!)” de kanalizasyon ve içmesuyu şebekesi yok. 
Bunu kokudan anlayabiliyorsunuz.

Yoksulluk ve yoksunluk, doğanın zenginliği ile tezat içinde…
Köye kadar asfalt yol var, elektrik de var. Ancak ilkokul, sağlık ocağı vs. yok. Tabi bunlar olmadığı için mi köy boşaldı, yoksa köy boşaldığı için mi bunlar yok anlamadım, sonuçta köyde nüfus 2017’de 30 kişi, 2018’de 44 kişi görünüyor.
Köyde küçükbaş hayvancılık yapan birkaç aile kalmış. Dışarıda pek kimseyi göremedik. Nüfustaki bu göreli artışı ben anlamadım. Galiba şehirden dönenler olmuş. Tepenin arka cephesinde üç yeni/beyaz badanalı ev görünüyor. “Yeni İhsaniye” bu tarafta der gibi…

Bizi köyün girişinde karşılayıp, çıkışında uğurlayan  kangal köpekleri bugün daha bir uysal. Sisli havadaki gibi ürkek, tedirgin ve saldırgan değiller. Tabi biz de çok kalabalığız…
Köyün yukarısından “Keltepe”ye doğru yükseliyoruz.
Bu tepelerden İznik tarafına doğru, aşağıdaki çoğu zeytinlik verimli tarım alanları görülüyor. Tabi İznik’e yaklaştıkça zeytinlikler, uzaklaştıkça tarlalar…

Merakla tarlalara bakıyorum. 
Mevsim sonbahar. Yani hasat bitti, bitecek…
Ama ekilebilir tarım alanları olduğu yukarıdan çok bariz görünen alanların yaklaşık yarısı terk edilmiş. Yani bu sene ekilip dikilmemiş, öylece kalmış.
Güzergahımızda koyun sürüleri otlamış,  belli. Sağda solda alıç ağaçları görüyoruz. Meyveler artık olgunlaşmaya, yumuşamaya, sararmaya başlamış. Küçük ama lezzetli. Birer ikişer yiyerek gidiyoruz.
Tepeler malum kıraç. Aşağıda orman var.  Bazı yerlerin eskiden tarla olup olmadığını anlayamıyoruz.

Elmalı köyü sınırlarına girince bir anda sağda solda elma ağaçlarının sayısı artıyor.
Ormanlık bölgelerde patikalardan, traktör yollarından ilerliyoruz.
Yol boyu elma ağaçları deyim yerindeyse “yıkılıyor”
 Ağaçlarda tonlarca elma var.
Erikler savmış (meyveler olgunlaşmış, yere dökülmüş, ağaçta kalmamış). Yere dökülmüş, kaybolmuş.
Elmalar da dökülmeye başlamış. Anlaşılan bu ağaçlardaki meyveleri toplayan yok.

Keza “ahlat”, “çörtük” dediğimiz armut türü meyveler…
Kızılcıklar…
Kızılcıklar toplamak için tam kıvamında.
Kuşburnu, böğürtlen ha keza…
Köyde birisine “Niye bu meyveleri toplamıyorsunuz” dediğimde, “Kim toplayacak birader. Evin önünde bahçedeki ağacı topladık da onlar mı kaldı” demişti. 
Malum, köylerde genç kalmamış. Ahali yaşlı, emekli takımı..
Elmalı’ya çok yakın, yanında çeşme olan küçücük bir “mescit”in yanındaki çayırda öğle molası veriyoruz.

Çayırda bir inekle dolaşan köylüye “Bu çayır senin mi” diye sorduğumda “Evet”, “Peki çayırı gütmüşsün de kışın otu nereden bulacaksın” dediğimde, “Biz çayırı ilkbaharda biçiyoruz. Otu alıp kuruttuktan sonra salıyoruz hayvanı” yanıtı alıyor, seviniyorum.
Buralarda çayırlar “orta malı” değil. Her ailenin yeri, çayırı ayrı.
Elmalı köyünde yeşil fasulye ve barbunya hasadı son demlerini yaşıyor.
Fasulye gecinlerinin (yeşil fasulyenin
gövdesi, yaprakları vs. ) sararması, sonbaharın habercisi…
Köyün içinden geçerken çöten var, çevrede mısır ekili tarlalar da var, ama çötenlerin  içi boş, içi mısır koçanı ile dolacağa da pek benzemiyor. Çötenler tarihi esere dönmüş!
Çötenin önüne oturmuş bir yaşlı, bize doğru sesleniyor.  Tam ne dediğini ben anlamadım.
Yakında, evin önündeki yaşlıca, ak sakallı bir köylü ise bizi kalabalık görünce hayli sevinmiş olmalı ki, “Hay maşallah be.. Bir tabur asker geliyor..” diye seslendi bize doğru..

Amca biz asker değiliz, sivil vatandaşız” demiş bulundum. Amcanın yüzündeki coşku bıçak gibi kesti..

Güneş, yağmur…

Elmalı köyünden Sansarak’a doğru yöneldiğimizde bir anda yağış başladı. Yağış riski olduğu için yağmurluğumu almıştım, ancak  bazı arkadaşlar hazırlıksız yakalandı. Neyse ki hava soğuk değildi, biz de hareket halinde olduğumuz için üşümedik. Hatta ormanın içinde üstten yağmur, alttan terleme ile karşı karşıya kaldım.

Doğa gezilerinde koyun sürüleri görmek, hele keçi ve koyun sürüsünü bir çayırda keyifle otlanırken görmek, çevresinde kangallarla….
Tam hatıra fotoğrafı çekilecek an…
Yağış, yaz sıcağı… Hayret çevrede mantar göremiyoruz.
Derken, tam Sansarak’a yaklaşırken, kocaman gösterişli bir mantar bulduk. Ancak mantarı kimse tanımıyor.
Köye girerken, elimde özellikle, göstere göstere taşıyorum…

Aman yemeyin onu zehirlidir” dedi, evin önünde çay sohbet halinde olan aileden bir kadın…
Tam da beklediğim bu.. Mantarın yenip yenmeyeceğini köylülere soracağız.
Köy kahvesinin önünde ise net bir sonuca varamadık. “Yenir", "çok lezzetlidir” diyen de oldu, “Zehirli olabilir” diyen de. 
Mantar da sizin, karar
da sizin diye mantarı masanın üzerine bırakıp, yaşlı bir köylünün heyecanla, bir plastik  kovayla satış için getirdiği kurufasulyeden satın almak için kuyruğa girdik.
Sansarak ile Elmalı iki sınır köy. Ancak hem köylerin yerleşimi, hem ilişki ve alışkanlıkların hayli farklı olduğu anlaşılıyor. Elmalı’da evler birbirinden uzak. Kafkas, Karadeniz tipi yerleşim..
Sansarak ise Yörük Türk köyüymüş.  Evler iç içe. Örneğin çayır ve mera kullanımı farklı. Meralar, çayırlar Sansarak’ta ortak…

Hatta Elmalı’dan yaşlı bir çobanın “Yav kardeşim, şu çayırları Sansarak’ın hayvanlarından, çobanlarından kurtaramıyoruz” diye yakınmasına bile tanık oldum. Yörüklerin, göçerlik, kök salmama durumu iliklerinde var…

Dağları, köyleri, ormanları, yaylaları velhasıl memleketi tanımaya devam…  


1 yorum: