Doğa yürüyüşlerimizde 15 Eylül 2019 Pazar günü İznik’e
bağlı İhsaniye ile Elmalı ve Sansarak köyleri arasında, Keltepe’den
itibaren Kafkas Gürcü ve Yörük Türk kültürlerinin
farklılıklarına tanık olunan elma diyarında yürüdük. Ağaçlarda tonlarca elmanın
öylece duruyor olması, çarşıda pazarda kilosu 2-3 liranın altına inmeyen bu meyvelerin
çürümeye terkediliyor olması hayli şaşırtıcı. Üstelik bu çürümeye terk edilen
meyveler, adı değil kendisi “organik”
olan, neredeyse yabani elmalar, erikler, armutlar…
Koza Dağcılık Kulübü rehberliğinde 75 doğaseveri taşıyan minibüslerimiz Kestel-Yenişehir üzerinden İznik’e, oradan 16 kilometre uzaklıktaki
Birkaç hafta önce keşif gezisi için gittiğimizde İhsaniye’de yoğun sis vardı ve doğrusu
ne köyü ne de çevreyi seyredebilmiştim. Ama bugün hava güllük güneşlik.
İhsaniye, iki yandan aşağıya, İznik ovasına doğru bakan
bir tepenin üzerinde küçük ve yoksul bir köy. Yoksulluğu, yoksunluğu çıplak
gözünüzle görebiliyor, hatta burnunuzla koklayabiliyorsunuz…
Ağaç ve
kerpiçten geleneksel köy evleri.
Manzara beni yıllar öncesine götürdü. Tanıdık şeyler
canlandı hayalimde. Galiba bu “mahalle
(!)” de kanalizasyon ve içmesuyu şebekesi yok.
Bunu kokudan anlayabiliyorsunuz.
Bunu kokudan anlayabiliyorsunuz.
Yoksulluk ve yoksunluk, doğanın zenginliği ile tezat
içinde…
Köye kadar asfalt yol var, elektrik de var. Ancak ilkokul,
sağlık ocağı vs. yok. Tabi bunlar olmadığı için mi köy boşaldı, yoksa köy
boşaldığı için mi bunlar yok anlamadım, sonuçta köyde nüfus 2017’de 30 kişi,
2018’de 44 kişi görünüyor.
Köyde küçükbaş hayvancılık yapan birkaç aile kalmış. Dışarıda
pek kimseyi göremedik. Nüfustaki bu göreli artışı ben anlamadım. Galiba
şehirden dönenler olmuş. Tepenin arka cephesinde üç yeni/beyaz badanalı ev
görünüyor. “Yeni İhsaniye” bu
tarafta der gibi…
Bizi köyün girişinde karşılayıp, çıkışında uğurlayan kangal köpekleri bugün daha bir uysal. Sisli
havadaki gibi ürkek, tedirgin ve saldırgan değiller. Tabi biz de çok
kalabalığız…
Köyün yukarısından “Keltepe”ye
doğru yükseliyoruz.
Bu tepelerden İznik
tarafına doğru, aşağıdaki çoğu zeytinlik verimli tarım alanları görülüyor. Tabi
İznik’e yaklaştıkça zeytinlikler,
uzaklaştıkça tarlalar…
Merakla tarlalara bakıyorum.
Mevsim sonbahar. Yani hasat bitti, bitecek…
Ama ekilebilir tarım alanları olduğu yukarıdan çok bariz
görünen alanların yaklaşık yarısı terk edilmiş. Yani bu sene ekilip dikilmemiş,
öylece kalmış.
Güzergahımızda koyun sürüleri otlamış, belli. Sağda solda alıç ağaçları görüyoruz.
Meyveler artık olgunlaşmaya, yumuşamaya, sararmaya başlamış. Küçük ama
lezzetli. Birer ikişer yiyerek gidiyoruz.
Tepeler malum kıraç. Aşağıda orman var. Bazı yerlerin eskiden tarla olup olmadığını
anlayamıyoruz.
Elmalı köyü sınırlarına girince bir anda sağda solda elma
ağaçlarının sayısı artıyor.
Ormanlık bölgelerde patikalardan, traktör yollarından
ilerliyoruz.
Yol boyu elma ağaçları deyim yerindeyse “yıkılıyor”…
Ağaçlarda tonlarca
elma var.
Erikler savmış (meyveler olgunlaşmış, yere dökülmüş,
ağaçta kalmamış). Yere dökülmüş, kaybolmuş.
Elmalar da dökülmeye başlamış. Anlaşılan bu ağaçlardaki
meyveleri toplayan yok.
Keza “ahlat”, “çörtük”
dediğimiz armut türü meyveler…
Kızılcıklar…
Kızılcıklar toplamak için tam kıvamında.
Kuşburnu, böğürtlen ha keza…
Köyde birisine “Niye
bu meyveleri toplamıyorsunuz” dediğimde, “Kim toplayacak birader. Evin
önünde bahçedeki ağacı topladık da onlar mı kaldı” demişti.
Malum, köylerde genç kalmamış. Ahali yaşlı, emekli takımı..
Malum, köylerde genç kalmamış. Ahali yaşlı, emekli takımı..
Elmalı’ya çok yakın, yanında çeşme olan küçücük bir “mescit”in
yanındaki çayırda öğle molası veriyoruz.
Çayırda bir inekle dolaşan köylüye “Bu çayır senin mi” diye sorduğumda “Evet”, “Peki çayırı gütmüşsün de kışın otu nereden bulacaksın”
dediğimde, “Biz çayırı ilkbaharda
biçiyoruz. Otu alıp kuruttuktan sonra salıyoruz hayvanı” yanıtı alıyor,
seviniyorum.
Buralarda çayırlar “orta
malı” değil. Her ailenin yeri, çayırı ayrı.
Elmalı köyünde yeşil fasulye ve barbunya hasadı son
demlerini yaşıyor.
Fasulye gecinlerinin (yeşil fasulyenin
gövdesi,
yaprakları vs. ) sararması, sonbaharın habercisi…
Köyün içinden geçerken çöten var, çevrede mısır ekili
tarlalar da var, ama çötenlerin içi boş,
içi mısır koçanı ile dolacağa da pek benzemiyor. Çötenler tarihi esere dönmüş!
Çötenin önüne oturmuş bir yaşlı, bize doğru
sesleniyor. Tam ne dediğini ben
anlamadım.
Yakında, evin önündeki yaşlıca, ak sakallı bir köylü ise
bizi kalabalık görünce hayli sevinmiş olmalı ki, “Hay maşallah be.. Bir tabur asker geliyor..” diye seslendi bize
doğru..
“Amca biz asker
değiliz, sivil vatandaşız” demiş bulundum. Amcanın yüzündeki coşku bıçak
gibi kesti..
Güneş,
yağmur…
Elmalı köyünden
Sansarak’a doğru yöneldiğimizde bir
anda yağış başladı. Yağış riski olduğu için yağmurluğumu almıştım, ancak bazı arkadaşlar hazırlıksız yakalandı. Neyse
ki hava soğuk değildi, biz de hareket halinde olduğumuz için üşümedik. Hatta
ormanın içinde üstten yağmur, alttan terleme ile karşı karşıya kaldım.
Doğa gezilerinde koyun sürüleri görmek, hele keçi ve
koyun sürüsünü bir çayırda keyifle otlanırken görmek, çevresinde kangallarla….
Tam hatıra fotoğrafı çekilecek an…
Yağış, yaz sıcağı… Hayret çevrede mantar göremiyoruz.
Derken, tam Sansarak’a
yaklaşırken, kocaman gösterişli bir mantar bulduk. Ancak mantarı kimse
tanımıyor.
Köye girerken, elimde özellikle, göstere göstere
taşıyorum…
“Aman yemeyin onu zehirlidir” dedi, evin önünde çay
sohbet halinde olan aileden bir kadın…
Tam da beklediğim bu.. Mantarın yenip yenmeyeceğini
köylülere soracağız.
Köy kahvesinin önünde ise net bir sonuca varamadık. “Yenir", "çok lezzetlidir” diyen de oldu, “Zehirli olabilir” diyen de.
Mantar da sizin, karar
da sizin diye mantarı masanın üzerine bırakıp, yaşlı bir köylünün
heyecanla, bir plastik kovayla satış
için getirdiği kurufasulyeden satın almak için kuyruğa girdik. Mantar da sizin, karar
Sansarak
ile Elmalı iki sınır köy. Ancak hem köylerin yerleşimi, hem ilişki ve
alışkanlıkların hayli farklı olduğu anlaşılıyor. Elmalı’da evler birbirinden uzak. Kafkas, Karadeniz tipi yerleşim..
Sansarak
ise Yörük Türk köyüymüş. Evler iç içe. Örneğin çayır ve mera kullanımı
farklı. Meralar, çayırlar Sansarak’ta
ortak…
Hatta Elmalı’dan
yaşlı bir çobanın “Yav kardeşim, şu
çayırları Sansarak’ın hayvanlarından, çobanlarından kurtaramıyoruz” diye
yakınmasına bile tanık oldum. Yörüklerin, göçerlik, kök salmama durumu
iliklerinde var…
Dağları, köyleri, ormanları, yaylaları velhasıl memleketi
tanımaya devam…
Yine enfes bir yazı kaleme almışsın üstadım. Saygılar.
YanıtlaSil