Dursun EROĞLU Başkentin orta yeri Kızılay’da “Gezi Parkı” gösterilerini izlerken maruz kaldığım envai çeşit gaz ve farklı içeriklerde, adam deviren TOMA suyunun etkisiyle midir bilmem, siyasi iktidarın çok fazla tahammülsüz ve herkesi dize getirmek isteyen bir haleti ruhiye içine girdiğini düşünür oldum. İş “hükumeti eleştiren” gazetecilerin teker teker işsiz kalmasından çıktı; artık kendi bireysel özgürlük alanı olarak kabul ettiğimiz twitter ve facebook’a yazılanlar da kapının önüne konulma gerekçesi oldu. |
Artık Mısır’da olanlar bile benim güzel ülkem Türkiye’de atmosferi germeye yetiyor…
Memleketin her yerinde protesto gösterilerine katılan her yaştan vatandaş, onlara hukuki yardımda bulunan avukatlar, yaralarını saran doktorlar… Yüzlerce kişi, gecenin bir saatinde evinden “kışkırtıcı” iddiasıyla gözaltına alınıyor.
En tuhaf ve kabul edilemez gelişmelerden birisi de Bursa’da birlikte uzun seneler gazetecilik yaptığımız arkadaşlarım Berhan Soner, İhsan Bölük ve Cihat Özkan’ın kişisel hesaplarından yazdıkları twitter notları nedeniyle işlerinden olmasıydı. Cihat Özkan, TRT Bursa Temsilciği’nden kendi isteği ile ayrıldığını açıklasa da, Gazeteciler Cemiyeti her üç arkadaşın ayrılmasının altında bu “twitter” notlarının olduğunu bildirdi.
Tahammülsüzlüğün de bir sınırı olması gerekmez mi?
Daha da vahimi…
Bu kritik dönemde, tam tersini yapmak, gündemi daha ayrıntılı takip etmek, daha çok, farklı haber ve yorumları kamuoyuna taşımak, halkın ve yönetimin daha sağlıklı ve sağduyulu kararlar vermesine katkı sağlamak gerekmez miydi?
Özellikle “ana akım medya” denilen büyük televizyon kanalları ve gazeteler, hızla hükümletin “halkla ilişkiler” ve propaganda aygıtı olmaya başladı.
Haber bültenleri sadece Başbakanın, bakanların konuşma ve icraatlarından ibaret olmaya başladı.
Her şey, iktidarın penceresinden görülüyor.
Televizyonlara bakarsanız, gençler ortalığı yakıp yıkıyor, kafayı yemiş, molotof atıyor… Meydanlara toplanan kalabalık darbe hazırlıyor, marjinal, dış komploların maşası… Kimine göre bunların hepsi PKK’lı… Hain!…
Evinden sokağa çıkıp tencere sesi çıkarmayı "suç" sayan, bunu yapan ev kadınlarına para cezası verenler, silahla uluorta cinayet işleyen bir polis memuruna özel koruma tahsis edebildi. İkide bir maddi hasarlardan söz edenlerde nasıl bir vicdan varsa, öldürülen, sakat bırakılan, şu anda hastanelerde can çekişen onca insan için tek bir söz sözlemiyor, gören gözleri kör, duyan kulakları sağır oluyor...
Eee İstanbul sokaklarında polisin, göstericilerin üzerine “Allah Allah” nidalarıyla gittiğini de gördük ya, pes!
Hepimizin güvenliğinden sorumlu “güvenlik güçleri”nin ruh halini gerçekten psikologlara analiz ettirmek lazım.
Neyse ki insanımız müthiş sağduyulu… Kışkırtmalara gelmiyor.
Herkes eline al yıldızlı bayrağımızı aldı, siyasi görüşüne, etnik kökenine, yaşına, cinsiyetine, dini inancına bakmadan, yan yana yürüyebilmenin erdemini gösterdiler. Yanındaki kişiyi tanımıyordun, ama biliyordun ki, o da senin gibi “hükümet sesime kulak ver” demek için oradaydı…
Başından beri, büyük ölçüde Başbakanın kişisel kibri nedeniyle tırmanan ve türlü komplo teorileriyle beslenen gerginlik, Mısır’daki “darbe” ile daha farklı bir tona evrildi…
Mısır'deki askeri darbeyi kınayanlar, Mısır ordusunun devrik Mursi'nin taraftarlarına yaptığını, polis aracılığı ile meydanları dolduran halka layık görmekte bir sakınca görmedi...
Türkiye’de ordunun darbe falan yapmayacağını, herhalde hükumet hepimizden iyi bilir.
O zaman bu “darbe korkusu” niye?
Türkiyeyi yönetenlere naçizane tavsiyem şu: Siz, 75 milyonun hükumeti olduğunuzu unutmayın… İsteklerini meşru yoldan dile getiren vatandaşla, hak bildiğini yazan gazeteciyle uğraşmak iktidara yakışmaz. Bence tam tersini yapın, meydanlara ve eleştiren gazetecilere kulak verin. Unutmayın ki, çoğu iktidarın sonunu getiren, sırf şahsi menfaati, mevki makamı için her gün hokkabazlık yapan “yalaka dostları” olmuştur.
Bir atasözümüz vardır: Doğru at, gözümden vur!
İyi pazarlar
…
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder