1 Temmuz 2013 Pazartesi

Komplo teorileri bir yönetim tarzı mı?


  01 Temmuz 2013, 

Komplo teorileri bana hep askeri rejim ve sıkıyönetim dönemlerini hatırlatır. Elinizde okuduğunuz bir kitap, yazdığınız bir şiir, hatta kıyafetiniz nedeniyle kendinizi bir anda hakimin/polisin karşısında buluverirdiniz ve size öyle suçlar isnat edilir ki “Vay bee.. Bunları ben mi yaptım” diye şaşkınlıktan küçük dilinizi yutardınız. 

Şu Gezi Parkı’nın yıkımına karşı başlayan ve ülke çapında  “Tayyip istifa” şeklinde yürüyen gösteriler, vatandaşın siyasi iktidara sesini duyurma çabası değil de,  meğer ne “büyük bir küresel komplo”ymuş!
Meğer Türkiye’nin son 10 yılda kaydettiği parlak başarılara kastetmişiz!
Sandıkta sonuç alamadığımız için milli iradeye şantaja kalkmışız!
Hükümet cephesinden neler dendi:
Gezi'nin ardındaki küresel komplo…”, “Yerli-yabancı büyük bir koalisyonun çirkin oyunu…”, “Para baronları, faiz lobisi…”, “Reklam tekellerinden Türk medyasına reklam sopası”, “Büyük firmalar kamyonlarla eylemcilere yiyecek-içecek taşıdı...”, “CIA destekli OTPOR örgütü…”
TOMA’lara karşı cesur Türk kadını denen kadın Amerikalı çıktı”…
Öldürülen E. Sarısülük’le ilgili şok fotoğraf “(Terör kampında çekildi dendi, asker hatırası çıktı).
Cami’de içki içildi”, “Bayrak yaktılar”!
Medya aracılığı ile yürüyen psikolojik harp....
Haftanın son günü Diyarbakır Lice’de karakol binası yapılmaması için gösteri yapan köylülere silahla müdahale ve ölüm haberi geldi…
Lice olayı büyük oyunun başlangıcı, açılım sabote ediliyor” açıklamaları…
Hangi olayın arkasında hangi şer güçler, yabancı devletler var bilmemem, varsa devlet araştırır, gerekeni yapar.
Bu olmadığına göre…
Bütün bu komplo teorilerinin, isteklerini silahsız, meşru yöntemlerle dile getirmek isteyen vatandaşları ezme, susturma yöntemi/bahanesi olduğunu düşünmeye başladım!
"Güvenlik görevlileri"nin, İstanbul'un göbeğinde her yaştan ve görüşten insanın yeraldığı barışçı bir gösteriye "Allah Allah" nidalarıyla saldırmasına şahit olduk!... 
Yiten canlar, gözünü kaybedenler, sakat kalanlar oldu. 
Bu komplo teorileri olmasa, toplumun vicdanı bu kadar kör sağır olabilir miydi? 
Başbakan "Polis tarih yazdı" dediğinde tek bir alkış alabilir miydi?
Yıldönümü nedeniyle hatırlayalım... Sivas Madımak'ta onlarca kişinin, meydanları dolduran kalabalığın tekbir sesleri arasında diri diri yakılmasını yaşadık... 
Meydanı doldurmuş bunca insanın beyni yıkanmamış olsa, kafasına oteldekilerin "öteki", "şeytan" olduğuna ilişkin, gözleri kör kulakları sağır eden o yargılar sokulmasaydı, bu mümkün olabilir miydi? 
İnsanlar alevler içinde can çekişirken, büyük bir huşu ile dua okuyup, bu yangını çıkardığı için Allah'ın kendisini cennetine alacağına inanabildiler! 

Kuşkusuz, siyasi iktidar veya yerel yönetimler vatandaşın oyunu alarak gelmişlerdir ve kendi programlarını uygulayacaklardır. 
Ancak vatandaşın bazı projelere gösterdiği tepkiye demokratik olgunluğa yakışır şekilde karşılık vermek, dinlemek, projeyi yeniden gözden geçirmek, gerekirse iptal etmek de sağlıklı bir demokrasinin vazgeçilmezi sayılmalı…
Başbakan, parkına, çevresine sahip çıkmak isteyen gençlerin isteklerini dikkate almayı  “zafiyet” sayıp biber gazı ve TOMA’larla dağıtmayı tercih edince iş büyüdü, hükümet karşıtı gösteriler hale geldi…
Muhtemeldir, Lice’de “Savaş değil barış istiyoruz” pankartı ile karakol inşaatını protesto eden köylünün sesine de kimse kulak vermeyecek,  göstericiye kurşun atan jandarma kahraman ilan edilecektir…
Nasılsa göstericiler falanca komplonun parçasıdırlar, "öteki"dirler!

Ve maalesef normalleşme ve toplumsal barış yerine gerginlik ve şiddet tarafında kalmaya devam edeceğiz, gibi görünüyor.
Bu tutum, “süreç” açısından da hiç hayra alamet değil.
Gezi şehidi” diye uğurlanan Ethem Sarısülük’ün ailesini ziyaret edenler arasındaydık.
Meğer Ethem’in babası Özal dönemi mağduru bir öğretmenmiş… Baba Muzaffer Sarısülük’ün,  Başbakan Turgut Özal’a yazdığı bir mektup yüzünden hayatı kararmış. Sonunda akıl sağlığını kaybetmiş adamcağız, köyünde sokakta yaşamaya başlamış… 
Öyküsü insanın yüreğini acıtıyor… 
Baba oğul, iki nesil, ceberut devletin mağduru olmuş
ABD ve AB’nin, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “Gelişen Ekonomi”leri istikrarsızlığa sürüklemek için bu tür “Barışçıl Gösterileri” kışkırttığı senaryosu da var.  
Bursa’da bir arkadaşım, olayların arkasında “OTPOR” diye bir örgüt olduğuna inanmış, bana bu kesimin düsturu sayılan Amerikalı Gene Sharp’ın “Diktatörlükten Demokrsiye/Kurtuluş için teorik bir çerçeve” adlı kitabını göndermiş. Merakla okudum.
Kitap, bir “Diktatör ”ün demokratik, tamamen barışçıl gösterilerle nasıl koltuğundan edileceğini anlatıyor…
Şimdi İstanbul’da, Ankara’da, Diyarbakır’da somut bazı taleplerle başlayıp yönetime tepkiye dönüşen bu gösterilerin arkasında CIA destekli esrarengiz örgüt bağlantıları keşfetmek bana aşırı kurgu geliyor…
Zira, insanlar Türkiye’de “diktatörü yıkmak” için sokağa çıkmadı; meşru somut istekler için çıktı; ama iktidar bunları kale almayıp “diktatörleşti”… 
Bu yüzden ne “Türk baharı” yorumları gerçekçi, ne de “OTPOR Tezgâhı”…
Ve ekonomi…
Evet Türkiye’de ekonomi çok iyi görünüyor, adaletsiz de olsa büyüme var. Fakat gözden kaçırılmak istenen başka bir şey var: 
Dış borçlanmaya ve ithalata dayanan bu çark uzun vadede sürdürülebilir değil…
Yılın ilk 5 ayında ihracat 62 milyar dolarda kalmış, ithalat 104 milyar doları geçmiş…
Yapısal cari açıkları kapatmak adına memlekette para eden ne varsa satışa çıkarıldı.
Her ciddi proje dış kredi ile yapıldığından borç kartopu gibi çoğalıyor.
İş Gezi Parkı gibi, insanların ortak yaşam alanlarına kadar dayandıysa, bir yerden nasıl olsa patlayacaktı…

İyi pazarlar…
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder