Dursun EROĞLU |
Toplumsal mücadeleler tarihinin bize öğrettiği en yalın şeylerden birisi şu: Demokrasi, insanların daha özgür, daha saygın, çağdaş, rahat ve mutlu yaşamaları için bilinen en iyi model. “Demokrasi”, adı üzerinde “halkın söz sahibi olduğu” rejim, yönetim… Demokrasi tarihi de, yönetenle yönetilenler arasındaki mücadelelerin tarihi…
Yönetilenlerin kendi arasındaki kavganın değil!
Halk arasındaki kavgadan demokrasi çıkmaz…
Her ileri adım, “Yönetenler” ile “yönetilenler” arasındaki mücadelelerin sonunda atılabilmiş…
Örneğin, günlük çalışma saatlerinin 8'e inebilmesi için şu yalan dünyada kaç kişinin, patronların kiralık katilleri veya idarenin kolluk kuvvetlerinin, polisin, jandarmanın kurşunlarıyla can verdiği araştırmaya değer…
Meşruiyet, ilerleme; yönetenlerle, yönetilenler arasındaki mücadele…
Yönetilenlerin, halkın, vatandaşların birbirini boğazlamasıyla tarihte kaydedilmiş, zırnık kadar bir ilerleme yoktur!
Vatandaş, günlük yaşamını kolaylaştırmak için, kendisi, kenti, çolu çocuğu için vs. vs. hükümetlere, yerel yönetimlere “şunu yap”, “şunu yapma”, “şunu istiyoruz”, “şunu istemiyoruz”, diyecek, isteyecek…
Yönetim de, madem bu memlekette demokrasi var deniyorsa, “milli irade” deniyorsa; vatandaşın sesine kulak verecek; uygulama gözden geçirilecek. Ya halkı ikna edecek şekilde bir orta yol bulacaksınız, ya da vatandaşın dediğini yapacaksınız…
Yönetim, seçilmiş siyasi iktidar, bunun yerine işi inada bindirip, vatandaşı dinlemeyi kibir meselesi yapıp, dikine gider, karşı çıkanı vatan haini ilan edip üzerine de polis sürmeye kalkarsa…
Üstelik de bunu siyasi bir kriz haline getirmeye, halkın kendisine oy veren bir bölümünü, diğerleri üzerine kışkırtmaya kalkarsa…
Vatandaş da birbirine düşerse..
İşte bu noktada “demokrasi” oyunu bitmiştir!
Buradan demokrasi adına zerre kadar güzel bir şey çıkmaz…
Ya iktidarın polisi ve kendine inanan halk kesimi, meşru demokratik hakkını kullanan diğer bir halk kesimini hunharca ezecek…
Ya da demokratik bir talep peşinde koşmaktan başka bir amacı olmaması gereken halkın bir kesimi, siyasi iktidarın gözden düşürecek, kumpasla darbe düşleri kuracak…
Al birini vur ötekine…
Öğrencilik yıllarımda yazları işçi olarak çalıştığımız yerlerde, ücret, sigorta, çalışma şartları veya ücretlerin ödenmesiyle ilgili olarak işçiler kendi arasında homurdanıp birlik olmaya, patrona “pazarlık” etmeye kalktığı günlerde, birileri gelir “siz gomonistmisiniz lan” diye saldırırdı.
“Soğuk savaş” yılları…
Nedense komplo teorileri, “dış mihrak” lafları ile canı yananlar hep ya kapı komşumuz olurdu, ya da köylümüz, hemşehrimiz!
Soğuk savaşın bu mücize keşfi, maalesef bugün de işe birilerini cezbedebiliyor.
AKP ile CHP, CHP ile BDP, MHP ile BDP veya AKP ile BDP vs. tabanları arasındaki düşmanlıklara, kavgaya umut bağlayan ne de çok “demokrat”ımız, “devrimci”miz, “milliyetçi”miz, “muhafazakar”mız var… Türk-Kürt, Alevi –Sünni düşmanlığını müslümanlık, vatanseverlik sananlar gibi.
Sermayesi kardeş kavgası olan bir siyaset!
Açıkçası, Gezi sürecinde birkaç sopalı, palalı tipi bir yana bırakırsak, halkı birbirine karşı kışkırtanlar hayal kırıklığına uğradı…
Sokaklarda, elinde çakı bıçağı bile olmayan göstericilere sopalarla öldüresiye saldıran coplu, gaz maskeli; “vatandaş tepkisi” gibi sunulan girişimlerin de sivil elbiseli polisler olduğu yolunda yangın bir kanı var.
Demek ki, halkımız siyasi iktidardan sağduyulu çıktı…
Ancak, iktidar partisi taraftarları, özellikle yazan, aydın geçinen kesiminde ciddi bir kafa karışıklığı var.
Olaylarda esnafın maddi kaybı, kırılan otobüs durağı camlarını dile getirirken, yaşamını yitiren gencecik insanlara adeta “oh olsun” denebilmesi kaygı verici.
İstanbul Okmeydanı’nda, tek suçu bakkaldan ekmek almak için o gün sokağa çıkmak olan 12 yaşındakiBerkin Elvan, polisin gaz fişeğiyle kafasından vuruldu, hastanede haftalardır can çekişiyor.
Bu çocuk gösterici bile değildi. Ama ne İstanbul Valisi ne de hükümetten tek bir kişi arayıp geçmiş olsun dememiş… Babasının maddi durumu iyi değilmiş. Annenin sağlık sorunları varmış. Aile aylardır oturduğu evin kirasını ödeyemiyormuş. Şimdi bu fakir ailenin boynuna evlat acısı ekleniyor… Buna bir de hastane haczi eklenirse şaşırmamak lazım.
Müslümanlığı kimseye vermeyen Başbakanın, mübarek Ramazan gününde bile vicdanının harekete geçmesine engel olan bu ruh halini nasıl anlamalı, bilmiyorum…
Hadi o bir başbakan, devleti idare ediyor, algı kodları farklıdır.
Peki sizler, bu partiye oy vermiş insanlar, siz nerdesiniz?
Vatandaşın kederde tasada bir olması değil midir, aslolan?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder