Başkentin meydanları, sokakları ve parkları başka bir hareketli… Bir yanıyla, insanlar hiç olmadığı kadar barışçı, aralarında hiçbir etnik, din, ideoloji farkı gözetmeden bir araya geliyor, daha fazla demokrasi talep ediyor. Bir yanıyla da insan, iktidar dili, hukukun işlememesi, güvenlik güçlerinin “oransız şiddet”i, sokak aralarına öldüresiye adam dövme, terör estirmeler, gece yarısı ev baskınlarını düşününce, memleketin bir arpa boyu ilerleyemediğini düşünüyor. |
Ankara’da Temmuz sıcağı bu yıl çok farklı… Kente serinlik verecek “Gölbaşı” dışında yer yok. Onun adı da zaten “Gölbaşı”, yani ortada öyle büyük bir göl yok. Gazetelerdeki “Gölbaşı’nı gören tepe manzaralı” konut ilanlarına şaşıran yok.
Dağı, denizi yok; ama akşam serinliğinde balkonda, park ve bahçelerde, sokaklarda yapılan sohbeti de, her yerde bulamazsınız. Zira burada nem yok.
Ancak bugünlerde özellikle Kızılay, Kurtuluş, Bakanlıklar, Kuğulu ve Dikmen civarı tekin olmamaya başladı. Gaz ve tazyikli su, alışkanlık, bağışıklık yapmak üzere…
Akşamları Gezi Direnişi kapsamında parklarda “forum”lar yapılıyor.
Bu “forum”lar, başkentin 15-20 parkında var. Yanından geçtiğiniz bir parkta bir anda kümelenmiş 50-100 kişilik bir grubu görebiliyorsunuz. Genç-yaşlı, kadın-erkek, ayaklarına terlik, ev kıyafetiyle mahalle sakinleri…
İlk defa insanlar bu kadar yaygın bir şekilde, sorunlarını tartışıyor, memleketin gidişatına ve çarelere kafa yoruyor.
Beni heyecanlandıran şu ki, baştan “Tayyip istifa”, hükümete, daha çok da polis şiddetine tepki, suçluların yargılanmamasına öfke ile bir araya gelen insanlar, birkaç akşam sonra sokağının, mahallesinin sorunlarını tartışmaya başlıyor.
Başkent “yerel duyarlılık” ve “yerel inisiyatif”lerle tanışıyor!
“Platformlar” oluşuyor…
Meğer ne büyük eksiklikmiş…
Taksimlilerin Gezi Parkı yıkılmasın, diye başlattıkları direnişin başkentte neden anlaşılmadığını fark ediyorum…
Anlatmaya çalıştığında, burada, durum durup “Bunlar hangi grup, hangi parti, kimi destekliyor” diye sorarlar.
Çünkü burada hükümet, devlet var… Ya onların isteği ile bir şey yapılır, ya da onlara karşı bir şey yapılır… Her kıpırtının altında bir art niyet, ille de siyaset arama yaygın. Bu yüzden de siyasi iktidarın başı zora girince, zalimden mazlum çıkarmada çok kullanışlı olan “komplo teorileri”ne sığınması, bu algının üzerine, usta terzinin elinden çıkmış gibi oturuyor…
Mesela, Ankaralıların çoğu Ankara Valisi’nin adını bile bilmez… Çünkü valilik gündelik yaşamda hissedilmez. Burada borusu öten, hükümet ve bakanlardır… Diyelim ki, metro yokken istasyonların rant yeri edilmesinden şikayetçiysen, arabanı koyacak park yeri bulamıyorsan, kapısını çalacağın yer belediye değildir; burada metroyu Ulaştırma Bakanlığı yapar.
Gazetecilerin burada izlediği “Meclis Toplantısı” sadece TBMM’deki toplantılardır.
Örneğin Bursa’da “Mahvel”, “Cargill”, “Bursa Cezaevi”; hatta işte Yenişehir’e Çimento Fabrikası olmasın, Nilüfer kirlenmesin, Uluabat Gölü kıyısında yapılaşma olmasın gibi kaygılarla onca mücadele verildi.
Gayet iyi hatırlarım, çoğuna esnaf ve iş dünyası, iktidar partisine oy verenler de destek verdi. Zira “Nilüfer Çayı temiz kalsın” diye gösteri yapan insanların hangi partiye oy verdiğinin ne önemi olabilir?
Doğa ve çevre sadece muhalif siyasi görüşte olanlara mı lazım?
AKP’ye oy veren insanlar Gezi Parkı’na neden sahip çıkmadı?
Ben, Gezi Parkı direnişi, özel yaşama saygı ve polis şiddetini protesto gösterilerine iktidar partisine oy vermiş insanların katılmamasını, en büyük talihsizlik olarak not ediyorum!…
Memlekette 40-50 yılda olanlara tanık sayılırım…
Nice yoksunluklardan geldik…
Ama iş demokrasiye gelince, bir arpa boyu gidememişiz…
Meşru yollarla sesini duyurmak isteyenlere, 70’li yıllarda ne yapıldıysa, 2013’de de aynı şey yapıldı… 12 Eylül rejimi dahil!
Halk yine, “bunlar, onlar”, “dış mihrak”, “cami-kuran”, “anarşist, çapulcu, sermaye düşmanı”, “büyük oyunun figüranları”… Şimdi de “darbeci” sıfatı eklendi.
Yine gençleri sokak aralarında sıkıştırıp Allah yarattı demeden dövme, yine adalet ve hukuktan uzaklık, yine failleri “meçhul” edip katilleri yüreklendirme…
Demokrasi, sadece hükümetin sandıkla değişmesi değildir.
Demokrasi, halkın yönetimde söz sahibi olması, sesini duyurabilmesidir.
Bir parkı kurtarma, semte, Taksim'e sahip çıkma çabasını, seçilmiş siyasi iktidarı kumpasla yerinden etme anlama/öyle gösterip bastırma yolunu seçip, müthiş bir fırsatı krize çevirdik ya...
İşte ibretlik tablomuz bu...
Daha önce de değişik versiyonlarını çokça izlediğimiz filmin yeni versiyonu!
Mum ışığında adalet arayışı…
Yenilik, sadece bibergazı, plastik mermi ve TOMA…
Akşamları Başkentin cadde ve sokaklarda, başıma ne gelir diye kaygılanmadan dolaşacağımız günler dileğiyle, iyi pazarlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder