
Olağanüstü
verimli topraklar, tertemiz hava ve deniz manzaralı köyleri gezerken, bir
yandan insanların büyük şehrin kirliliğinden kaçıp “cennetten bir köşe” yaratmak için gösterdiği çabalara, bir yandan
da memleketin kaynaklarının aslında nasıl da hovardaca kullanıldığına, insanların
daha iyi yaşam arayışlarının nasıl da “sahipsiz
kaldığına” tanıklık ettik.
İçimden “Keşke” dedim, “Keşke Bursa Büyükşehir Belediyesi veya ilçe belediyeleri
emekliliklerini doğanın kucağında geçirmek isteyen insanlara uygun seçenekler
üretse de, ne böyle hayal kırıklıkları,ne emek zaylığı olsa, ne de verimli
topraklar böyle heba olmasa”!
Koza Dağcılık rehberliğindeki minibüslerimiz Mudanya yolu Geçit ve Bademli Kavşağı’ndan
sonra Hasköy’e vardı ve biraz
ileride araçlardan inerek yürümeye başladık. Bölgede ağırlıkla zeytin ve incir
başta olmak üzere meyve bahçeleri dikkat çekiyor.
ÇİFTÇİNİN GÖZDESİ ZEYTİN, İNCİR, ÜZÜM…
Zeytin galiba
Bursa’da çiftçinin en sıkı sarıldığı meyvelerin başında geliyor. Pek çok meyve,
tıpkı patates, kurusoğan, domates, pancar vs. sebzelerde olduğu gibi “zarar yazması” yüzünden terk edilmiş, ediliyor; ancak
zeytinlikler ayakta.
Zeytinde budama
ve ilaçlama mevsimi…
Köylüler
zeytini önce buduyor, ardından
ilaçlıyor.
Tabi bütün
zeytinliklerin bakımı aynı değil. Bazı zeytinliklerin zemini traktörle
sürülerek ot mücadelesi yapılırken, bazılarında her türlü ot öylece duruyor.
Bazı zeytinliklerde ise ot bitmesin diye “ot
ilacı” atıldığı ifade ediliyor.
Yol boyunca bazı
zeytinliklerin traktörün arkasındaki krank miline bağlanmış 4’lü, 5’li
bıçaklarla otların sürüldüğünü, bazılarında ise yine traktörün arkasında
bağlanmış pülverizatörle ilaçlama (çoğunlukla
göztaşı kullanılıyor. Ağaçlardaki yapraklar ve zemindeki otlar, çiçekler
masmavi bir tona dönüyor) yapıldığını gördük. Birkaç yerde de bakır ilacı (Onların
rengi bakırı andıran, kiremit rengine benziyor) atılmıştı. Ot ilacı atana
rastlamadık.
Zeytinden sonra
en gözde ağaç da incir olmalı. Hasadı kolay olsun diye ağaçların daha çok yatay
büyümesine özen gösteriliyor, budama ona
göre… Ayrıca incir ağaçlarının kocaman dallarının budanmasına ilk kez tanık
oldum. Köylüler bildiğin kışlık odun ihtiyacını karşılıyor!
Ve tabi gayet
bakımlı üzüm bağları dikkatimizi çekiyor. Onlar da tel kafeslere alınmış,
budamaları yapılmış, çevresi telle çevrilmiş, bakımlı görünüyor.
Bakımlı meyve
bahçelerini gördükçe mutlu oluyoruz…
Ve Ülkü Köyü’nün önündeki Ayvacık Deresi üzerinde yapılan Dedeköy Sulama Göleti bölgeye ayrı bir
güzellik katmış. Sadece çevredeki arazileri sulamakla kalmıyor, Ülkü ve çevresinde
harika göl manzaraları oluşmasına neden oluyor.
Uzaktan, Ülkü
tarafında, “göl manzaralı” gayet
lüks villalar gördük.
Sulama göleti
önünden geçerken, hatıra fotoğrafları çektikten sonra ilk durağımız Dedeköy
(Mahallesi) oldu.
Dedeköy, yaklaşık 430 nüfuslu bir yer. Resmi adı “Mahalle”, yani şehirli sayılıyorlar. Ancak yaşam hala “köy” gibi. Bizde “şehirli”olmanın en belirgin işareti haline gelen “kilitli parke” taşları, köyün
yakınlarında istiflenmiş. Anlaşılan sokaklar daha yeni düzenleniyor. Ülkü’de ilkokul varmış, ama Dedeköy’de yok.
Dedeköy, Bursa şehir merkezine çok yakın… Bademli’den
sonra “kangren gibi” yayılan
yapılaşma bölgesinin hemen kıyısında.
‘DOĞANIN KUCAĞI’ VE HAYAL KIRIKLIKLARI…
Arkadaşlarla Dedeköy kahvehanesinde sabah çayı içerken
orta yaşın üzerindeki insanlarla sohbet ettim.
“Burası merkeze çok yakın. Ev, bahçe vs.
almak için talep var mı?” dediğimde şu yanıtı aldım:
“Talep olmaz olur mu. Çok insan geldi, yer
aldı, ev, baraka gibi şeyler yaptı. Ama birkaç sene sonra satıp gitti. Tutunan
pek yok”.
“Nasıl yani…” diyorum. Gerçek ortaya çıkıyor:
-
Arazinin dönümü 100 bin lira falan. Adam
şehirde, durumu iyi, emekli olmuş. Basıyor parayı, 1-2 dönüm bahçe alıyor.
Üzerine de konteyner ya da villa gibi ev yapıyor. Bahçesinde domatesini,
biberini yetiştirecek, zeytini, inciri, üzümü olacak, kendi şarabını yapacak,
kendi tavuğunun yumurtasını yapacak, doğal beslenecek falan… Hayali böyle...
Ama hem adam genç değil, hem ziraattan anlamıyor. Ne yapsa olmuyor… (Eliyle önümüzde duran traktörü işaret ediyor) Aha bu olmadan iş yapamazsın. Beğenmezsiniz ama sadece kelle (traktör)
yüz bin kağıt (lira). Eee emekli adam nerden alacak? Birkaç sene sonra bakıyor
ki yine meyve sebzeyi satın alıyor. Hayaller suya indi mi… Bir de yaşlanıyor,
hastane, ilaç yakın olacak… Burada ha dedin mi ambulans gelmez. Yollar bozuk. İşte
o zaman ucuz pahalı, ne denk getiriyorsa, satıp gidiyor.”
KOOPERATİF ‘TOPRAK AĞASI’ MI OLMUŞ!
Kahvehanenin
karşısında Dedeköy Tarımsal Kalkınma
Kooperatifi levhası dikkatimi çekiyor. Kapıyı açıyorum, içeride kimse yok.
Ama
şanslıyım, kahvehaneye döndüğümde
kooperatifin kurucu başkanlarında birine denk
geliyorum.
“Gazeteci seninle görüşmek istiyor” deyince, aramızda çok matrak ama veciz,
çok özet, öğretici bir sohbet başlıyor.
-
“Bu kooperatif ne iş yapıyor?
-
Bak basına açıklama, öyle
bedava değil... (Hasatta öderim, hesaba yaz, deyip gülüşüyoruz) Ben kooperatifin kurucularındanım. Ta 1978’de kurduk. Şu an hiçbir şey
yapmıyor. Şu an sadece varlıklarını, gayrimenkullerini kazanca çeviriyor.
Arazileri kiraya veriyor.
-
Ooo… Toprak ağası oldunuz
yani..
-
160
dönüm civarında arazimiz var. 60 dönümü zeytinlik. 68 dönüm yoncalık. 10
parsel. Bu kahvehane de kooperatifin. Zeytinlik ve yoncalıklar ihale ile kiraya
veriliyor. 3’er 5’er seneliğine. Sen ihaleye giriyorsun, o bahçeleri
işletiyorsun, kooperatife kira ödüyorsun.
-
Ağalık dışında ne var?
-
Mesela
bahçesinde incir üretiyor vatandaş.
İnciri sen bana veriyorsun, ben de kooperatif olarak satışına ön ayak
oluyorum. Buradan ihracat çıkar mı, ne kadar, kaç liradan olur. Kooperatifin
deposu var. Malını koyuyorsun. İhracatçı ile bağlantı kurarız. Bize başvuran
ihracatçı olursa da onlara mal tedarik ederiz. Tabi arada komisyonumuzu alırız.
Maksat üreticiye pazarlama için yardımcı olmak.
-
Üreticinin malını kooperatif
olarak satın alıp tüketiciye satmayı düşünmüşsünüzdür…
-
Eee sadece incir, zeytin değil. Sütü
var, başka meyveler, sebzeler var. Ama o dediğin, sermaye ile olur. Bizde nerdeee onu yapacak para...
Adamın malını aldın mı tık parasını ödeyeceksin. Parasız kimse selam bile
vermez. Sonra çalışanın maaşı, sigortası…
‘SAT, YAT, YE DEVRİ…
-
1978’de kooperatifi her
halde büyük hayallerle kurmuşsunuzdur. Bugün hayalleriniz gerçek oldu mu?
-
Oldu tabi, ama olmayanlar yerler de var. Mesela bir soğuk hava deposu kurma
hayalimiz vardı. Meyve sebzeler için. İstedik, olmadı. Şimdi de yaş geldi 70’e...
Yaş yetmiş, iş bitmiş derler…
-
Köylerde yaşlı ve emekliler
yaşıyor. İnsanlar üretimden kopmuş. Gençler köyde kalmıyor. Dedeköy nasıl?
-
Şimdi en kolayı tarlayı
bahçeyi satmak… Şimdi insanlar çalışmayı sevmiyor. Yat, sat, ye devri… Devir bu.
‘HER HASTALIKTAN 100 GRAM VAR!’
-
Çalışmak niye gözden düştü?
-
Her hastalıktan yüz gram var bizde… Kolera istiyorsan, çabuk ölmek
istiyorsan, para etmeyen malı ekeceksin... Yok olup gidersin… Azıcık para eden
malı yaparsan, biraz daha yaşarsın… Çok talep olan malı üretirsen, bülbül gibi
konuşursun… Talep edilen mal çalışanı, milleti zengin eder. İstenmeyen mal da
adamı batırır. Biz bu köyde daha gençlere iş verebiliyoruz. Henüz kaybetmedik.
Ama işler zoralıyor.
‘KOLAY PARA ADAMIN AŞINI, İŞİNİ, EŞİNİ ALIR BE!’
-
Kolay, çalışmadan paraya
sahip olmak insanı mutlu mu ediyor?
-
Olur mu yav! Kolay para,
adamın aşını, işini, eşini elinden alır. Satarsın malı yatar yersin... Eve
gidersin karıyı aramazsın. Gider gider dışarıda köfte yersin. Sonra eşini
kaybedersin. Yaşam hakkın var, istediğini yaparsın… Fakat bir şey üretmeyen
insanın yaşama gayesi de artık yoktur. O adam sadece ölümü bekler... Çalışmayan, üretmeyen adam ölüme mahkûmdur… Ben
seni beslersem, iki sene sonra ya ben tekmeyi atarım, ya da sen çekip gidersin.
Ama sen kendin üretirsen, hem maliyetin ucuzdur hem de yaşama nedenin vardır.”
Hayat dersleriyle
dolu cümleleri dinledikten sonra, Dedeköy’den
Akköy’e doğru yürürken yol boyunca “dışarından” gelip yazlık görünümünde,
bahçe içinde ev, baraka, villa, prefabrik… farklı yaşam arayışlarını izleyerek yürüyoruz.
Pazar günü, hava
güzel, ama kimisinin kapısı kilitli, çevrede kimse yok. Kiminde ise yaşlı karı
koca bahçede bir şeyler yapıyor, güneşliyor…
Genellikle
traktör yolarından yürüyoruz. Aslında zemin kuru ve toprak yol hayli tozlu… Ancak
pek fazla seçeneğimiz yok; zira çevre zirai alan. Ara sıra çamlıklardan
yürüyoruz.
Akköy’de sadece bir tek koyun sürüsüne rastlıyoruz. Sürünün peşinde, bu işe pek
alışık görünmeyen, okul çağında bir çocuk var.
Akköy, Çepni’ye hayli yakın, nüfusu 400 civarında bir mahalle.
O tarafa ilerledikçe yolun sağında solunda bahçeli evler çoğalıyor.
Çepni 640 nüfusu ile daha büyük, ilkokulu olan bir mahalle. Çok güzel panoramik
bir manzarası var. Yolları daha düzgün, asfaltlı.
Hayli başarılı
bir “Keçi Çiftliği” varmış, ama
sadece uzaktan görüyoruz.
Halı saha dikkat
çekiyor. Uzakta koskocaman, çifte minareli bir cami.
Çepni’de mola vermeden ilerledik, bir koyun sürüsünün otladığı “kır manzarası”nın ardından, bir çeşmenin başında öğle molası verdik.
Biraz ilerideki
koyun sürüsünün çobanı ise orta yaşın üzerinde bir kadındı.
İlkbaharda
çayırlarda koyun otlaması her zaman içime garip bir huzur vermiştir. Ancak bu
bölgede de ağıllarda, ne ahırlarda “altlık”
yapmayı beceremiyoruz anlaşılan. Hayvanlar sanki mandanın batakta yuvarlanması
gibi dışkı ile boyanmış görünümünde… Düşünün koyunun sırtındaki bembeyaz yün, simsiyah olmuş!
Yürüyüşümüzün Çepni’den sonraki bölümünde, Trilye yakınlarına kadar ekili dikili
olmayan ormanlık diyebileceğimiz bir bölgede geçiyor.
Traktör yollarında toz
dumandan uzaklaşmak, ota, taşa, gazele, çayıra basmak hepimize iyi geliyor.
Yol boyunca,
kuzukulağı, kuşkonmaz, yaban pırasası, sarımsağı, turp otu, ebegümeci, yaban
nanesi gibi otlara rastlıyoruz… Kaptığımızı çantaya atıp ilerliyoruz.
Ha unutmadan,
doğasever dostlarımızdan birisi “hardal”
otu topladı. Bu benim “turp otu”diye
topladığım ota çok benziyor, ya da aynısıydı. Sadece hayli büyümüş, tepede
tohuma durmuştu. Galiba yeni bir ot cinsi daha öğrenmiş oldum.
İlk fark etiklerimden
birisi de “sarıpapatya” oldu.
ZENGİN TARİH, DOĞA, SAHİL…
Trilye’ye yaklaştığınızı hem sağda solda çok katlı bina ve “site”lerden, hem de kalın taş duvarları ve hala ayakta duran
kapıları, duvarları ile tarihi eserlerden, eski kilise veya zeytin
tesislerinden anlıyorsunuz.
Marmarabirlik’in zeytinleri baremine (büyüklüğüne) göre
ayırmada kullandığı tesis ve depolar ile geçmiş asırlarda büyük ölçüde Rumlar
tarafından kullanılan kalın kerpiç, taş duvarlı zeytin, zeytinyağı tesislerini
yan yana görebiliyorsunuz.
TRİLYE’DE TRAFİK FELÇ…
Trilye merkeze inerken, gürül gürül akan bir çeşmeye eğilip su içtik.
Sağda soldaki çay
ocaklarında, kafelerde oturanların pek çoğu orta yaşın üzerinde…
Galiba burası da
bir emekli ve yaşlılar kenti.
Ancak sahil tarafına yürüdükçe müthiş bir trafik kargaşası dikkat çekiyor. Jandarma bazı yolları trafiğe kapatmış.
Ancak sahil tarafına yürüdükçe müthiş bir trafik kargaşası dikkat çekiyor. Jandarma bazı yolları trafiğe kapatmış.
“Giriş yasak” diyor.
‘KÖYLÜ PAZARI’NA GEELLL’
Anlaşılan, hafta
sonu Bursa’da pek çok insan Trilye’ye gitmek, bu tarihi sahil
kasabasında deniz manzarasında dinlenmek, yemek içmek istiyor.
Ancak bu talep ve
de potansiyelin gerektirdiği hazırlık yok…
Trilye’nin denize bakan her noktasına işyerleri açılmış! Hepsi de “hizmet” sektörü!
Yani buraya hayli
kalabalık ve de cebinde parası olan insanlar bekliyorlar…
İyi de kardeşim,
senin bu dediğin insanlar hep arabasıyla gelecek…
Peki nereye park
edecek bu insanlar araçlarını?
Aylar önce,
sahilde çay içelim diye eşimle birlikte Mudanya’ya
gidip, aracı bir yere park etmeyi başaramayınca, sinirlenip geri Bursa’ya döndüğüm gün geliyor aklıma…
Sahilde “Köylü Pazarı” levhası yazılan ve zeytin
ürünleri satılan yere uğradım.
“Köylü müsünüz” diye sorduğum satıcı
bayanın yanıtı, “Biz hepimiz zeytin
üreticisiyiz. Yani bu mallar bizim kendi malımız” oldu.
Zeytin
memleketinde, zeytinin daha kalitelisini, daha uygun fiyattan alırım gibi
hayaliniz varsa, unutun. Bizde mutat olduğu veçhile, üretici bölgesine
yakınlaştıkça birden bütün gıda maddeleri “doğal,
organik” ve “Köyden” oluyor ve fiyatı da artmaya başlıyor!
Sütünü fabrikaya
1,5 liraya satmaya çalışan köylümüz, sana 3 liradan aşağı süt vermiyor!
Trilye Plajında, 18-20 kilometre yürüdükten sonra yorulan
ayaklarımızı, deniz suyuna sokup biraz dinlendikten sonra, yürüyerek kent
merkezine sokulmayan minibüslerimizin yanına yürüyoruz.
Trilye’den Mudanya yoluna düşünce,
sahil boyu yazlık siteler, birbirinden farklı konutlar, hayatlar gözünüzün
önünde…
Yürümeye, doğayı,
köyleri, sahilleri, dağları, ovaları velhasıl memleketi tanımaya devam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder