8 Nisan 2019 Pazartesi

DEDEKÖY’DEN TRİLYE’YE: ZEYTİN ÜLKESİNDE BAŞKA ‘CENNET’ ARAMAK…



Doğa yürüyüşlerimizde dün (7 Nisan 2019 Pazar)  Mudanya’ya bağlı Hasköy ve Dedeköy’den Çepni’ye uzanan alanda büyük ölçüde zeytin, incir bahçeleri arasında yürüdük. Yaklaşık 20 kilometrelik rotanın ilk bölümünde Dedeköy Sulama Göleti manzarası ve ilkbaharda uyanan doğanın güzelliği ön plana çıkarken, yürüyüşümüzü, yorulan ayaklarımızı Trilye Plajı’nda henüz buz gibi deniz suyuna  sokarak sonlandırdık.
Olağanüstü verimli topraklar, tertemiz hava ve deniz manzaralı köyleri gezerken, bir yandan insanların büyük şehrin kirliliğinden kaçıp “cennetten bir köşe” yaratmak için gösterdiği çabalara, bir yandan da memleketin kaynaklarının aslında nasıl da hovardaca kullanıldığına, insanların daha iyi yaşam arayışlarının nasıl da “sahipsiz kaldığına” tanıklık ettik.

İçimden “Keşke” dedim, “Keşke Bursa Büyükşehir Belediyesi veya ilçe belediyeleri emekliliklerini doğanın kucağında geçirmek isteyen insanlara uygun seçenekler üretse de, ne böyle hayal kırıklıkları,ne emek zaylığı olsa, ne de verimli topraklar böyle heba olmasa”!  
Koza Dağcılık rehberliğindeki minibüslerimiz Mudanya yolu Geçit ve Bademli Kavşağı’ndan sonra Hasköy’e vardı ve biraz ileride araçlardan inerek yürümeye başladık. Bölgede ağırlıkla zeytin ve incir başta olmak üzere meyve bahçeleri dikkat çekiyor.

ÇİFTÇİNİN GÖZDESİ ZEYTİN, İNCİR, ÜZÜM…


Zeytin galiba Bursa’da çiftçinin en sıkı sarıldığı meyvelerin başında geliyor. Pek çok meyve, tıpkı patates, kurusoğan, domates, pancar vs. sebzelerde olduğu gibi “zarar yazması  yüzünden terk edilmiş, ediliyor; ancak zeytinlikler ayakta.
Zeytinde budama ve ilaçlama mevsimi…
Köylüler zeytini  önce buduyor, ardından ilaçlıyor.
Tabi bütün zeytinliklerin bakımı aynı değil. Bazı zeytinliklerin zemini traktörle sürülerek ot mücadelesi yapılırken, bazılarında her türlü ot öylece duruyor. Bazı zeytinliklerde ise ot bitmesin diye “ot ilacı” atıldığı ifade ediliyor.

Yol boyunca bazı zeytinliklerin traktörün arkasındaki krank miline bağlanmış 4’lü, 5’li bıçaklarla otların sürüldüğünü, bazılarında ise yine traktörün arkasında bağlanmış pülverizatörle ilaçlama (çoğunlukla  göztaşı kullanılıyor. Ağaçlardaki yapraklar ve zemindeki otlar, çiçekler masmavi bir tona dönüyor) yapıldığını gördük. Birkaç yerde de bakır ilacı (Onların rengi bakırı andıran, kiremit rengine benziyor) atılmıştı. Ot ilacı atana rastlamadık.
Zeytinden sonra en gözde ağaç da incir olmalı. Hasadı kolay olsun diye ağaçların daha çok yatay büyümesine özen  gösteriliyor, budama ona göre… Ayrıca incir ağaçlarının kocaman dallarının budanmasına ilk kez tanık oldum. Köylüler bildiğin kışlık odun ihtiyacını karşılıyor!

Ve tabi gayet bakımlı üzüm bağları dikkatimizi çekiyor. Onlar da tel kafeslere alınmış, budamaları yapılmış, çevresi telle çevrilmiş, bakımlı görünüyor.
Bakımlı meyve bahçelerini gördükçe mutlu oluyoruz…
Ve Ülkü Köyü’nün önündeki Ayvacık Deresi üzerinde yapılan Dedeköy Sulama Göleti bölgeye ayrı bir güzellik katmış. Sadece çevredeki arazileri sulamakla kalmıyor, Ülkü ve çevresinde harika göl manzaraları oluşmasına neden oluyor.
Uzaktan, Ülkü tarafında, “göl manzaralı” gayet lüks villalar gördük.

Sulama göleti önünden geçerken, hatıra fotoğrafları çektikten sonra ilk durağımız Dedeköy (Mahallesi) oldu.
Dedeköy, yaklaşık 430 nüfuslu bir yer. Resmi adı “Mahalle”, yani şehirli sayılıyorlar. Ancak yaşam hala “köy” gibi. Bizde “şehirli”olmanın en belirgin işareti haline gelen “kilitli parke” taşları, köyün yakınlarında istiflenmiş. Anlaşılan sokaklar daha yeni düzenleniyor. Ülkü’de ilkokul varmış, ama Dedeköy’de yok.
Dedeköy, Bursa şehir merkezine çok yakın… Bademli’den sonra “kangren gibi” yayılan yapılaşma bölgesinin hemen kıyısında.


‘DOĞANIN KUCAĞI’ VE HAYAL KIRIKLIKLARI…

Arkadaşlarla Dedeköy kahvehanesinde sabah çayı içerken orta yaşın üzerindeki insanlarla sohbet ettim.
Burası merkeze çok yakın. Ev, bahçe vs. almak için talep var mı?” dediğimde şu yanıtı aldım:
Talep olmaz olur mu. Çok insan geldi, yer aldı, ev, baraka gibi şeyler yaptı. Ama birkaç sene sonra satıp gitti. Tutunan pek yok”.

“Nasıl yani…” diyorum. Gerçek ortaya çıkıyor:

-          Arazinin dönümü 100 bin lira falan. Adam şehirde, durumu iyi, emekli olmuş. Basıyor parayı, 1-2 dönüm bahçe alıyor. Üzerine de konteyner ya da villa gibi ev yapıyor. Bahçesinde domatesini, biberini yetiştirecek, zeytini, inciri, üzümü olacak, kendi şarabını yapacak, kendi tavuğunun yumurtasını yapacak, doğal beslenecek falan… Hayali böyle... Ama hem adam genç değil, hem ziraattan anlamıyor. Ne yapsa olmuyor…  (Eliyle önümüzde duran traktörü işaret ediyor) Aha bu olmadan iş yapamazsın. Beğenmezsiniz ama sadece kelle (traktör) yüz bin kağıt (lira). Eee emekli adam nerden alacak? Birkaç sene sonra bakıyor ki yine meyve sebzeyi satın alıyor. Hayaller suya indi mi… Bir de yaşlanıyor, hastane, ilaç yakın olacak… Burada ha dedin mi ambulans gelmez. Yollar bozuk. İşte o zaman ucuz pahalı, ne denk getiriyorsa, satıp gidiyor.”


KOOPERATİF ‘TOPRAK AĞASI’ MI OLMUŞ!

            Kahvehanenin karşısında Dedeköy Tarımsal Kalkınma Kooperatifi levhası dikkatimi çekiyor. Kapıyı açıyorum, içeride kimse yok.
            Ama şanslıyım, kahvehaneye döndüğümde
kooperatifin kurucu başkanlarında birine denk geliyorum.
            “Gazeteci seninle görüşmek istiyor” deyince, aramızda çok matrak ama veciz, çok özet, öğretici  bir sohbet başlıyor.

-          “Bu kooperatif ne iş yapıyor?
-          Bak basına açıklama, öyle bedava değil... (Hasatta öderim, hesaba yaz, deyip gülüşüyoruz) Ben kooperatifin kurucularındanım. Ta 1978’de kurduk. Şu an hiçbir şey yapmıyor. Şu an sadece varlıklarını, gayrimenkullerini kazanca çeviriyor. Arazileri kiraya veriyor.

-          Ooo… Toprak ağası oldunuz yani..
-           160 dönüm civarında arazimiz var. 60 dönümü zeytinlik. 68 dönüm yoncalık. 10 parsel. Bu kahvehane de kooperatifin. Zeytinlik ve yoncalıklar ihale ile kiraya veriliyor. 3’er 5’er seneliğine. Sen ihaleye giriyorsun, o bahçeleri işletiyorsun, kooperatife kira ödüyorsun.
-          Ağalık dışında ne var?
-           Mesela bahçesinde incir üretiyor vatandaş.  İnciri sen bana veriyorsun, ben de kooperatif olarak satışına ön ayak oluyorum. Buradan ihracat çıkar mı, ne kadar, kaç liradan olur. Kooperatifin deposu var. Malını koyuyorsun. İhracatçı ile bağlantı kurarız. Bize başvuran ihracatçı olursa da onlara mal tedarik ederiz. Tabi arada komisyonumuzu alırız. Maksat üreticiye pazarlama için yardımcı olmak. 

-          Üreticinin malını kooperatif olarak satın alıp tüketiciye satmayı düşünmüşsünüzdür…
-          Eee  sadece incir, zeytin değil. Sütü var, başka meyveler, sebzeler var. Ama o dediğin, sermaye  ile olur. Bizde nerdeee onu yapacak para... Adamın malını aldın mı tık parasını ödeyeceksin. Parasız kimse selam bile vermez. Sonra çalışanın maaşı, sigortası…
‘SAT, YAT, YE DEVRİ…
-          1978’de kooperatifi her halde büyük hayallerle kurmuşsunuzdur. Bugün hayalleriniz gerçek oldu mu?
-          Oldu tabi, ama olmayanlar yerler de var. Mesela bir soğuk hava deposu kurma hayalimiz vardı. Meyve sebzeler için. İstedik, olmadı. Şimdi de yaş geldi 70’e... Yaş yetmiş, iş bitmiş derler…
-          Köylerde yaşlı ve emekliler yaşıyor. İnsanlar üretimden kopmuş. Gençler köyde kalmıyor. Dedeköy nasıl?
-          Şimdi en kolayı tarlayı bahçeyi satmak… Şimdi insanlar çalışmayı sevmiyor. Yat, sat, ye devri… Devir bu.

‘HER HASTALIKTAN 100 GRAM VAR!’
-          Çalışmak niye gözden düştü?
-          Her hastalıktan yüz gram var bizde… Kolera istiyorsan, çabuk ölmek istiyorsan, para etmeyen malı ekeceksin... Yok olup gidersin… Azıcık para eden malı yaparsan, biraz daha yaşarsın… Çok talep olan malı üretirsen, bülbül gibi konuşursun… Talep edilen mal çalışanı, milleti zengin eder. İstenmeyen mal da adamı batırır. Biz bu köyde daha gençlere iş verebiliyoruz. Henüz kaybetmedik. Ama işler zoralıyor.
‘KOLAY PARA ADAMIN AŞINI, İŞİNİ, EŞİNİ ALIR BE!’
-          Kolay, çalışmadan paraya sahip olmak insanı mutlu mu ediyor?

-          Olur mu yav! Kolay para, adamın aşını, işini, eşini elinden alır. Satarsın malı yatar yersin... Eve gidersin karıyı aramazsın. Gider gider dışarıda köfte yersin. Sonra eşini kaybedersin. Yaşam hakkın var, istediğini yaparsın… Fakat bir şey üretmeyen insanın yaşama gayesi de artık yoktur. O adam sadece ölümü bekler...  Çalışmayan, üretmeyen adam ölüme mahkûmdur… Ben seni beslersem, iki sene sonra ya ben tekmeyi atarım, ya da sen çekip gidersin. Ama sen kendin üretirsen, hem maliyetin ucuzdur hem de yaşama nedenin vardır.”
             

Hayat dersleriyle dolu cümleleri dinledikten sonra, Dedeköy’den Akköy’e doğru yürürken yol boyunca “dışarından” gelip yazlık görünümünde, bahçe içinde ev, baraka, villa, prefabrik… farklı yaşam arayışlarını  izleyerek yürüyoruz.
Pazar günü, hava güzel, ama kimisinin kapısı kilitli, çevrede kimse yok. Kiminde ise yaşlı karı koca bahçede bir şeyler yapıyor, güneşliyor…
Genellikle traktör yolarından yürüyoruz. Aslında zemin kuru ve toprak yol hayli tozlu… Ancak pek fazla seçeneğimiz yok; zira çevre zirai alan. Ara sıra çamlıklardan yürüyoruz.
Akköy’de sadece bir tek koyun sürüsüne rastlıyoruz. Sürünün peşinde, bu işe pek alışık görünmeyen, okul çağında bir çocuk var.

Akköy, Çepni’ye hayli yakın, nüfusu 400 civarında bir mahalle. O tarafa ilerledikçe yolun sağında solunda bahçeli evler çoğalıyor.
Çepni 640 nüfusu ile daha büyük, ilkokulu olan bir mahalle. Çok güzel panoramik bir manzarası var. Yolları daha düzgün, asfaltlı.
Hayli başarılı bir “Keçi Çiftliği” varmış, ama sadece uzaktan görüyoruz.
Halı saha dikkat çekiyor. Uzakta koskocaman, çifte minareli bir cami.
Çepni’de mola vermeden ilerledik, bir koyun sürüsünün otladığı “kır manzarası”nın ardından,  bir çeşmenin başında öğle molası verdik.
Biraz ilerideki koyun sürüsünün çobanı ise orta yaşın üzerinde bir kadındı.

İlkbaharda çayırlarda koyun otlaması her zaman içime garip bir huzur vermiştir. Ancak bu bölgede de ağıllarda, ne ahırlarda “altlık” yapmayı beceremiyoruz anlaşılan. Hayvanlar sanki mandanın batakta yuvarlanması gibi dışkı ile boyanmış görünümünde… Düşünün koyunun  sırtındaki bembeyaz yün, simsiyah olmuş!
Yürüyüşümüzün Çepni’den sonraki bölümünde, Trilye yakınlarına kadar ekili dikili olmayan ormanlık diyebileceğimiz bir bölgede geçiyor.
Traktör yollarında toz dumandan uzaklaşmak, ota, taşa, gazele, çayıra basmak hepimize iyi geliyor.
Yol boyunca, kuzukulağı, kuşkonmaz, yaban pırasası, sarımsağı, turp otu, ebegümeci, yaban nanesi gibi otlara rastlıyoruz… Kaptığımızı çantaya atıp ilerliyoruz.
Ha unutmadan, doğasever dostlarımızdan birisi “hardal” otu topladı. Bu benim “turp otu”diye topladığım ota çok benziyor, ya da aynısıydı. Sadece hayli büyümüş, tepede tohuma durmuştu. Galiba yeni bir ot cinsi daha öğrenmiş oldum.
İlk fark etiklerimden birisi de “sarıpapatya” oldu.
ZENGİN TARİH, DOĞA, SAHİL…
Trilye’ye yaklaştığınızı hem sağda solda çok katlı bina ve “site”lerden, hem de kalın taş duvarları ve hala ayakta duran kapıları, duvarları ile tarihi eserlerden, eski kilise veya zeytin tesislerinden anlıyorsunuz.

Marmarabirlik’in zeytinleri baremine (büyüklüğüne) göre ayırmada kullandığı tesis ve depolar ile geçmiş asırlarda büyük ölçüde Rumlar tarafından kullanılan kalın kerpiç, taş duvarlı zeytin, zeytinyağı tesislerini yan yana görebiliyorsunuz.

TRİLYE’DE TRAFİK FELÇ…

Trilye merkeze inerken, gürül gürül akan bir çeşmeye eğilip su içtik.
Sağda soldaki çay ocaklarında, kafelerde oturanların pek çoğu orta yaşın üzerinde…
Galiba burası da bir emekli ve yaşlılar kenti.
Ancak sahil tarafına yürüdükçe müthiş bir trafik kargaşası dikkat çekiyor. Jandarma bazı yolları trafiğe kapatmış.
“Giriş yasak” diyor.


‘KÖYLÜ PAZARI’NA GEELLL’
Anlaşılan, hafta sonu Bursa’da pek çok insan Trilye’ye gitmek, bu tarihi sahil kasabasında deniz manzarasında dinlenmek, yemek içmek istiyor.
Ancak bu talep ve de potansiyelin gerektirdiği hazırlık yok…
Trilye’nin denize bakan her noktasına işyerleri açılmış! Hepsi de “hizmet” sektörü!
Yani buraya hayli kalabalık ve de cebinde parası olan insanlar bekliyorlar…
İyi de kardeşim, senin bu dediğin insanlar hep arabasıyla gelecek…

Peki nereye park edecek bu insanlar araçlarını?
Aylar önce, sahilde çay içelim diye eşimle birlikte Mudanya’ya gidip, aracı bir yere park etmeyi başaramayınca, sinirlenip geri Bursa’ya döndüğüm gün geliyor aklıma…
Sahilde “Köylü Pazarı” levhası yazılan ve zeytin ürünleri satılan yere uğradım.
Köylü müsünüz” diye sorduğum satıcı bayanın yanıtı, “Biz hepimiz zeytin üreticisiyiz. Yani bu mallar bizim kendi malımız” oldu.  
Zeytin memleketinde, zeytinin daha kalitelisini, daha uygun fiyattan alırım gibi hayaliniz varsa, unutun. Bizde mutat olduğu veçhile, üretici bölgesine yakınlaştıkça birden bütün gıda maddeleri “doğal, organik” ve  Köyden” oluyor ve fiyatı da artmaya başlıyor!

Sütünü fabrikaya 1,5 liraya satmaya çalışan köylümüz, sana 3 liradan aşağı süt vermiyor!
Trilye Plajında, 18-20 kilometre yürüdükten sonra yorulan ayaklarımızı, deniz suyuna sokup biraz dinlendikten sonra, yürüyerek kent merkezine sokulmayan minibüslerimizin yanına yürüyoruz.
Trilye’den Mudanya yoluna düşünce, sahil boyu yazlık siteler, birbirinden farklı konutlar, hayatlar gözünüzün önünde…
Yürümeye, doğayı, köyleri, sahilleri, dağları, ovaları velhasıl memleketi tanımaya devam…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder