30 Nisan 2019 Salı

Orhaneli Kabaklar, Kocasu: Doğu’ya rahmet okutan yoksulluk..


Doğa yürüyüşlerimizde 28 Nisan 2019 Pazar Orhaneli’de Kabaklar-Kocasu-Şelaleler Vadisi-Taşmektep arasında “dağ yöresi”nin harika manzaralarına tanık olduk. Kâh, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dakilere rahmet okutan yoksulluk ve yoksunluğa tanıklık ettik, kâh coşkun akan Ornaneli Çayı boyunca doğanın cömertliğine; kâh bir çınar ağacının altında define arayan ya da ormanın içine arabayla moloz, çöp taşıyan yurdum insanı hallerine tanıklık ettik.
Öylece terk edilen canım meyve bahçeleri, ormanda birbiriyle ayrılan, keşisen yüzlerce patika.. patika… Yakın zamana kadar bu toprakların cıvıl cıvıl bir yaşama tanıklık ettiklerinin, keçi, koyun ve sığır sürülerinin, köpeklerin, çobanların, ayağının altında duran canlı tanıkları…  
Koza Dağcılık rehberliğindeki yürüyüşümüzde minibüslerle ulaştığımız Orhaneli’de bizi, doğa dostu “360 Derece Orhaneli Tanıtım ve Doğa Gönüllüleri”nden Oktay hocamız (Oktay Tüfekçi) karşıladı ve bu da bölgeyi tanımakta bize büyük avantaj sağladı.
60 civarında doğaseverle Orhaneli merkezinde sabah çayını içtikten sonra Belenoluk ile Kabaklar köyleri arasındaki “Söğüoğlu
Çeşmeleri” mevkiinde Harun (Harun Bayram) ve Oktay hocaların peşine düşerek başlayan yürüyüşümüzde Kavacık, Yel Deresi, Klise Çeşmesi mevkii üzerinden Kabaklar köyüne indik.

İNSAN SESİNE HASRET KUŞLAR!

Bu bölgede yürürken niyeyse çocukluk yıllarıma gittim ve elli sene önce çobanlık yaptığımız zamanları hissettim.  Yürüdüğünüz patika, “cılga”, at, katır, eşekten ibaren taşıma zamanının yol biçimi…
Ekip biçmeye engel olmasın diye tarlaların ortasında biriken taş yığınları…
Hayvanları tuzlamak için düzgün yüzeyleri üste getirilmiş taşlar…
Ağaçları oyarak yaptığımız sulaklar…
Ağaçların arasında her sıkıştığınızda imdadınıza yetişen patikalar…
Sayfan taşları, yakın zamana kadar kullanılan birkaç çoban kulübesi…
Ama artık bunların hepsi öksüz!
İnsansızlaşma öyle net ki…
Seslerden, kuşların bizi görünce coştukları hissine kapıldım…
Rehberimiz Oktay hoca, Kabaklar köyünü tepeden gören “Kilise Çeşmesi” denen yerde, “Buraya aracınız, karavanınızla gelip kamp yapabilirsiniz. Sadece bir tek koyun sürüsü var, ama çobanı bir kadındır. Köpekleri de size hiç
zarar vermez” dediğinde, buralarda in cin top oynadığını düşündüm.
Kabaklar köyü, (resmi adı Mahalle, ama ben kentsel bir şey göremediğim için köy demeyi tercih ediyorum) 80 civarına nüfusu ile eski canlılığını çoktan yitirmiş bir köy.
Köyün ortasında bir belediye otobüs durağı ile köy merkezinde birkaç sokağa döşenmiş kilitli parke dışında buraya “mahalle” denilecek bir şey görmeyi ben beceremedim!
Arazi çok meyilli. Genelde meyve bahçeleri var. 
Döngel dahil, ceviz, kiraz, elma gibi pek çok meyve yetişiyor.
Aslında el gücüyle yapıldığı görülen sulama havuzları, bahçelerin ortasındaki gölgelikler bu insanların hayatın keyfini çıkarmasını sevdiğini gösteriyor. Ama bu köylerden geçerken tek bir müzik sesine rastlamamaya alıştık.

TAŞDUVAR SAMANLIKLAR…

Bu sefer köy içine girmedik.
Elinde çapa ile bahçede bir şeyler yapan birkaç yaşlı insana el işaretiyle selam verdikten sonra “Harmanlar” mevkiinden aşağı yürüdük.
“Harmanlık”, yani eskiden harman yapılan yer. Buğdayın, arpanın sapının tanesinden ayrıldığı yer. Ancak patozun olmadığı dönemlerde bu iş, yeni neslin hiç tanımadığı öküz ya da atların peşindeki düvenle taneleri başağından ayrılan samanı, yabayla rüzgara savurarak yapılırdı. Tane ile samanı rüzgar ayırdığı için, yer olarak köyün en çok rüzgar alan bölgesi seçilirdi.
Doğal olarak samanlık da oraya yapılırdı.
İlginçtir, en az 30 senedir işlevini yitiren bu eski samanlıkların taş duvarları, tarihi esermiş gibi dimdik ayakta.  
Rehberimiz Oktay hoca, Erecik  ile  Kabaklar’ın 1987 yılında elektriğe kavuşabildiğini hatırlatırken, “O zaman Mardin Kızıltepe’nin köyünde görev yapıyordum. O köyde sağlık ocağı, ilkokul, içmesuyu şebekesi bile vardı” derken bu bölgede yoksulluğun Doğu ve  Güneydoğu Anadolu’ya rahmet okutacak  boyutlarda olmasına dikkat çekiyordu.
Okul derken, Kabaklar’da ilkokul, hatta okul yaşında çocuk olmadığını da tahmin ederken, Orhaneli’nin 53 köyünden sadece 9’ünda ilkokul olduğunu öğreniyoruz.
Bu sayının yıldan yıla azaldığını da kaydetmemiz gerekiyor.
Kabaklar’daki Harmanlar mevkiinden aşağı, meyve bahçeleri  arasındaki yolları kullarak Kocasu’ya iniyoruz. Buralarda üst kotlar 650, Kocasu 400 metre rakımlı yerler.
Kocasu, Orhaneli Çayı, Kirmastı… çok alakasız şeyler değil…
Kütahya Tavşanlı civarında doğan bu çay üzerinde yer yer setler, sulama göletleri yapılmış.
İlkbaharda hayli  coşkun akan bu “Kocasu”, Mustafakemalpaşa, Devecikonağı civarında Kirmastı adını alıyormuş.
Gürül gürül akan Orhaneli Çayı’nın iki kıyısındaki terk edilmiş ceviz ve diğer meyve ve sebze bahçelerinde yürümek, insana sanki deniz kıyısında yürüyormuşsun hissi veriyor.

ÇINAR AĞACININ DİBİNDE DEFİNE KAZISI!

“Kuzugöbeği” mantarı bulma, “Balık ağzı” denen bir akarsu kavşağında balıkların koşuştuğunu görme gibi hoş sürprizlerle Kabaklar Kayası altından geçtik.
Bu kayanın ilginç bir yanı var. Kayanın orta yerinde kocaman bir mağara görünüyor. Ancak bu mağara,  bölgede sıkça gördüğünüz mağaralardan farklı. İnsanlar buraya zincir merdiven yerleştirmiş ve çıkıp define arayanlar olmuş!
Hani eski yerleşim merkezi, bina, mezar vs. yerlerde define aranmasını anlayabilirim de, bu gezide ilk kez dev bir çınar ağacının tam ortasında define kazısı yapıldığına tanıklık ettik!
Yine terk edilmiş ormanlık bölgelerde dev sarmaşıkların koca koca ağaçları boğduğunu, kurutup çökerttiğine tanık olmuştum. Ama bu derenin kenarında ilk kez kocaman bir sarmaşık kökünün kocaman bir kayayı ortadan ayırıp dereye yuvarladığına tanıklık ettik!

KELES-ORHANELİYİ KAVUŞTURAN BONCUKÇU KÖPRÜSÜ…

Çay üzerindeki “Kocabük” civarında “Boncukçu Köprüsü” denen bir köprü var. 
Demirden yapılan bu köprünü öyküsünü de sevgili rehberimizden öğreniyoruz: “Bu köprüyü bir boncukçu, yani çerçici (eskiden at, eşek üzerinde dolaşıp çeşitli eşyalar satan seyyar tüccar) yapmış. Ve bu köprü sayesinde Ormaneli ve Keles’in yakın köyleri arasında gidiş gelişler başlamış. Bir anlamda Orhaneli ve Keles’i birbirine kavuşturmuş.  
Oktay hoca tarafından açılan yeni bir parkur akarsu manzaralı yürüyüşümüzün tadını artırırken, üzerinde yürüdüğümüz ve tarihi kalıntıları andıran eski bir sulama kanalının adının “Yazıcıoğlu Su Kanalı” olduğunu, taşıdığı su ile “Konak Ovası’nın sulandığını, kanalı yaptıran Yazıcıoğlu’nun de dönemin tahsildarı olduğunu öğreniyoruz..

SUYU KURUYAN ŞELALELER VADİSİ …

Deliballar köyünün karşısındaki terk edilmiş bağ evlerini görüp, yeraltı su pompasından su içtikten sonra Şelaleler Vadisi’ne tırmanıyoruz.
Şelaleler Vadisi’nde şelale diyebileceğimiz 5 ayrı teras var. Ancak yeterli su olmadığı için bu şelalelerin çoğu yosunlu kayalıklara dönüşmüş.  İçlerinden en çok ilgi çekeni, “Mağaralı Şelale” denilen, içinde mağara olan şelaleydi.
Bu mağaralarda ilginç sarkıtlar oluşmuş.
Yukarıda küçücük göletleri andıran travertenler de kendine özgü bir yapıya sahip.
Öğle molamızı Boncukçu Köprüsü’nde vermiş, bazı noktalarında balıklar gördüğümüz coşkun Kocasu’yu dinleyerek dinlenmiş, yemek yemiştik.  Bu Şelaleler Bölgesi’ni tırmandıktan sonra bir anda kendimizi yüksek bir yerde bulduk ve buradan Orhaneli Taşmektep’e doğru yola koyulduk. Yaklaşık 22 kilometrelik yürüyüşümüz Taşmektep’ten ilçe merkezindeki kahvehanede sona erdi. 
Taşmektep” 1800’lü yılların sonunda yapılmış bir okul. Kendine özgü bir mimarisi var. Ancak buranın kullanımı konusunda sanki bir karmaşa var. Güzelim bina kapalı görünüyor. Üniversiteye verilmiş de onlar henüz bir formül bulamamış mı nedir, öyle bekliyor.

TARIMLA UYUMLU ŞEHİRCİLİK!

Orhaneli “Dağ Yöresi”, tarım ve hayvancılıktan kopamayan bir yer.
Ama “modern, çağdaş şehir” olmak için tarımdan, hayvancılıktan kopmak gerekmiyor.
Tam tersine, modern şehircilik tarımın ve de hayvancılığın birbirini destekleyen, güzelleştiren, zenginleştiren bir şekil ve içeriğe sahip olmaktan başka bir şey değil!  
İşte beceremediğimiz şey bu…
Daha tarihi Taşmektep’in elli metre ilerisindeki evin zemin katının koyun ağılı olması, bana hiç şirin gelmiyor…
Mahallenin dışında planlı, adam gibi ağıllar planlanamaz mı?
İnsanlarla hayvanların yaşam alanlarının ayrılması, her iki taraf için de en hayırlısı değil mi!
Orhaneli Termik Santralı’nın bacasında ilk kez hem sabah, hem akşam kirli kömür dumanları görmedim. Santral mı kapalıydı, başka bir nedeni mi  vardı bilmiyorum.
Ancak Orhaneli halkı bu santralın kirliliğinden şikayetçi olmaya devam ediyor.
Mesele yine bacadan çıkan pis dumanlar. Gazetelerde senelerce yazıp “Desülfürizasyon Ünitesi” yapılmasına vesile olmuştuk. Biraz da kurucu taraf olan Rusların etkisiyle bu tesis kurulmuştu. Ancak santralın özelleşmesinden
sonra, “Bu ünite ürettiğimiz elektriğin yüzde 8’in harcıyor” diye bu tesis çalıştırılmamış. Hükümet de, size “3 sene müsaade” demiş, ardından süre 5 seneye çıkarılmış falan…
Orhaneli’de Çelikler şirketi para kazansın diye biz zehir soluyoruz” yakınmasını sıkça rastlamanız mümkün.
Ha unutmadan, güzelim ormanlara pikaplarla, kamyonlarla moloz, çöp vs. götürüp dökülmesi…
Bunu durduracak, önlem alacak… Ya da bir el uzatacak kişi, makam…

Yürümeye, doğayı, köyleri, dereleri, kayaları, velhasıl memleketi tanımaya devam.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder