Doğa
yürüyüşlerimizde 28 Nisan 2019 Pazar Orhaneli’de
Kabaklar-Kocasu-Şelaleler
Vadisi-Taşmektep arasında “dağ
yöresi”nin harika manzaralarına tanık olduk. Kâh, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dakilere rahmet okutan yoksulluk ve
yoksunluğa tanıklık ettik, kâh coşkun akan Ornaneli
Çayı boyunca doğanın cömertliğine; kâh bir çınar ağacının altında define
arayan ya da ormanın içine arabayla moloz, çöp taşıyan yurdum insanı hallerine
tanıklık ettik.
Öylece terk
edilen canım meyve bahçeleri, ormanda birbiriyle ayrılan, keşisen yüzlerce
patika.. patika… Yakın zamana kadar bu toprakların cıvıl cıvıl bir yaşama
tanıklık ettiklerinin, keçi, koyun ve sığır sürülerinin, köpeklerin,
çobanların, ayağının altında duran canlı tanıkları…
Koza Dağcılık rehberliğindeki yürüyüşümüzde minibüslerle
ulaştığımız Orhaneli’de bizi, doğa
dostu “360 Derece Orhaneli Tanıtım ve Doğa
Gönüllüleri”nden Oktay hocamız
(Oktay Tüfekçi) karşıladı ve bu da bölgeyi tanımakta bize büyük avantaj sağladı.
60 civarında
doğaseverle Orhaneli merkezinde
sabah çayını içtikten sonra Belenoluk
ile Kabaklar köyleri arasındaki “Söğüoğlu
Çeşmeleri” mevkiinde Harun (Harun Bayram) ve Oktay hocaların peşine düşerek başlayan yürüyüşümüzde Kavacık, Yel Deresi, Klise Çeşmesi mevkii üzerinden Kabaklar köyüne indik.
Çeşmeleri” mevkiinde Harun (Harun Bayram) ve Oktay hocaların peşine düşerek başlayan yürüyüşümüzde Kavacık, Yel Deresi, Klise Çeşmesi mevkii üzerinden Kabaklar köyüne indik.
İNSAN SESİNE
HASRET KUŞLAR!
Bu bölgede
yürürken niyeyse çocukluk yıllarıma gittim ve elli sene önce çobanlık yaptığımız
zamanları hissettim. Yürüdüğünüz patika,
“cılga”, at, katır, eşekten ibaren taşıma zamanının yol biçimi…
Ekip biçmeye engel
olmasın diye tarlaların ortasında biriken taş yığınları…
Hayvanları
tuzlamak için düzgün yüzeyleri üste getirilmiş taşlar…
Ağaçları oyarak
yaptığımız sulaklar…
Sayfan taşları,
yakın zamana kadar kullanılan birkaç çoban kulübesi…
Ama artık
bunların hepsi öksüz!
İnsansızlaşma
öyle net ki…
Seslerden,
kuşların bizi görünce coştukları hissine kapıldım…
Rehberimiz Oktay hoca, Kabaklar köyünü tepeden gören “Kilise
Çeşmesi” denen yerde, “Buraya
aracınız, karavanınızla gelip kamp yapabilirsiniz. Sadece bir tek koyun sürüsü
var, ama çobanı bir kadındır. Köpekleri de size hiç
zarar vermez” dediğinde, buralarda in cin top oynadığını düşündüm.
zarar vermez” dediğinde, buralarda in cin top oynadığını düşündüm.
Kabaklar köyü, (resmi adı Mahalle, ama ben kentsel bir şey göremediğim için köy
demeyi tercih ediyorum) 80 civarına nüfusu ile eski canlılığını çoktan yitirmiş
bir köy.
Köyün ortasında
bir belediye otobüs durağı ile köy merkezinde birkaç sokağa döşenmiş kilitli
parke dışında buraya “mahalle”
denilecek bir şey görmeyi ben beceremedim!
Arazi çok
meyilli. Genelde meyve bahçeleri var.
Döngel dahil,
ceviz, kiraz, elma gibi pek çok meyve yetişiyor.
Aslında el
gücüyle yapıldığı görülen sulama havuzları, bahçelerin ortasındaki gölgelikler
bu insanların hayatın keyfini çıkarmasını sevdiğini gösteriyor. Ama bu
köylerden geçerken tek bir müzik sesine rastlamamaya alıştık.
TAŞDUVAR SAMANLIKLAR…
Elinde çapa ile
bahçede bir şeyler yapan birkaç yaşlı insana el işaretiyle selam verdikten
sonra “Harmanlar” mevkiinden aşağı
yürüdük.
“Harmanlık”, yani eskiden harman yapılan yer. Buğdayın, arpanın sapının tanesinden ayrıldığı
yer. Ancak patozun olmadığı dönemlerde bu iş, yeni neslin hiç tanımadığı öküz
ya da atların peşindeki düvenle taneleri başağından ayrılan samanı, yabayla
rüzgara savurarak yapılırdı. Tane ile samanı rüzgar ayırdığı için, yer olarak köyün
en çok rüzgar alan bölgesi seçilirdi.
Doğal olarak samanlık da oraya yapılırdı.
İlginçtir, en az
30 senedir işlevini yitiren bu eski samanlıkların taş duvarları, tarihi esermiş
gibi dimdik ayakta.
Rehberimiz Oktay hoca, Erecik ile Kabaklar’ın
1987 yılında elektriğe kavuşabildiğini hatırlatırken, “O zaman Mardin Kızıltepe’nin köyünde görev yapıyordum. O köyde sağlık
ocağı, ilkokul, içmesuyu şebekesi bile vardı” derken bu bölgede yoksulluğun Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya rahmet okutacak boyutlarda olmasına dikkat çekiyordu.
Okul derken, Kabaklar’da ilkokul, hatta okul yaşında
çocuk olmadığını da tahmin ederken, Orhaneli’nin 53 köyünden sadece 9’ünda ilkokul
olduğunu öğreniyoruz.
Bu sayının yıldan
yıla azaldığını da kaydetmemiz gerekiyor.
Kabaklar’daki Harmanlar mevkiinden aşağı,
meyve bahçeleri arasındaki yolları
kullarak Kocasu’ya iniyoruz. Buralarda üst kotlar 650, Kocasu 400 metre rakımlı
yerler.
Kocasu, Orhaneli Çayı, Kirmastı… çok alakasız şeyler değil…
Kütahya Tavşanlı civarında doğan bu çay üzerinde yer yer setler,
sulama göletleri yapılmış.
İlkbaharda
hayli coşkun akan bu “Kocasu”, Mustafakemalpaşa, Devecikonağı civarında Kirmastı adını alıyormuş.
Gürül gürül akan Orhaneli
Çayı’nın iki kıyısındaki terk edilmiş ceviz ve diğer meyve ve sebze
bahçelerinde yürümek, insana sanki deniz kıyısında yürüyormuşsun hissi veriyor.
ÇINAR AĞACININ
DİBİNDE DEFİNE KAZISI!
“Kuzugöbeği” mantarı bulma, “Balık ağzı” denen bir akarsu
kavşağında balıkların koşuştuğunu görme gibi hoş sürprizlerle Kabaklar Kayası altından geçtik.
Bu kayanın ilginç
bir yanı var. Kayanın orta yerinde kocaman bir mağara görünüyor. Ancak bu
mağara, bölgede sıkça gördüğünüz
mağaralardan farklı. İnsanlar buraya zincir merdiven yerleştirmiş ve çıkıp
define arayanlar olmuş!
Hani eski
yerleşim merkezi, bina, mezar vs. yerlerde define aranmasını anlayabilirim de,
bu gezide ilk kez dev bir çınar ağacının tam ortasında define kazısı
yapıldığına tanıklık ettik!
Yine terk edilmiş
ormanlık bölgelerde dev sarmaşıkların koca koca ağaçları boğduğunu, kurutup çökerttiğine
tanık olmuştum. Ama bu derenin kenarında ilk kez kocaman bir sarmaşık kökünün kocaman
bir kayayı ortadan ayırıp dereye yuvarladığına tanıklık ettik!
KELES-ORHANELİYİ
KAVUŞTURAN BONCUKÇU KÖPRÜSÜ…
Çay üzerindeki “Kocabük” civarında “Boncukçu Köprüsü” denen bir köprü
var.
Demirden yapılan
bu köprünü öyküsünü de sevgili rehberimizden öğreniyoruz: “Bu köprüyü bir
boncukçu, yani çerçici (eskiden at, eşek üzerinde dolaşıp çeşitli eşyalar satan
seyyar tüccar) yapmış. Ve bu köprü sayesinde Ormaneli ve Keles’in
yakın köyleri arasında gidiş gelişler başlamış. Bir anlamda Orhaneli ve Keles’i birbirine kavuşturmuş.
Oktay hoca
tarafından açılan yeni bir parkur akarsu manzaralı yürüyüşümüzün tadını
artırırken, üzerinde yürüdüğümüz ve tarihi kalıntıları andıran eski bir sulama
kanalının adının “Yazıcıoğlu Su Kanalı”
olduğunu, taşıdığı su ile “Konak Ovası’nın
sulandığını, kanalı yaptıran Yazıcıoğlu’nun
de dönemin tahsildarı olduğunu öğreniyoruz..
SUYU KURUYAN
ŞELALELER VADİSİ …
Deliballar köyünün karşısındaki terk edilmiş bağ evlerini
görüp, yeraltı su pompasından su içtikten sonra Şelaleler Vadisi’ne tırmanıyoruz.
Şelaleler Vadisi’nde şelale diyebileceğimiz 5 ayrı teras var.
Ancak yeterli su olmadığı için bu şelalelerin çoğu yosunlu kayalıklara
dönüşmüş. İçlerinden en çok ilgi çekeni,
“Mağaralı Şelale” denilen, içinde
mağara olan şelaleydi.
Bu mağaralarda
ilginç sarkıtlar oluşmuş.
Öğle molamızı Boncukçu Köprüsü’nde vermiş, bazı
noktalarında balıklar gördüğümüz coşkun Kocasu’yu dinleyerek dinlenmiş, yemek
yemiştik. Bu Şelaleler Bölgesi’ni tırmandıktan sonra bir anda kendimizi yüksek
bir yerde bulduk ve buradan Orhaneli
Taşmektep’e doğru yola koyulduk. Yaklaşık 22 kilometrelik yürüyüşümüz Taşmektep’ten ilçe merkezindeki
kahvehanede sona erdi.
“Taşmektep” 1800’lü yılların sonunda
yapılmış bir okul. Kendine özgü bir mimarisi var. Ancak buranın kullanımı
konusunda sanki bir karmaşa var. Güzelim bina kapalı görünüyor. Üniversiteye
verilmiş de onlar henüz bir formül bulamamış mı nedir, öyle bekliyor.
TARIMLA UYUMLU
ŞEHİRCİLİK!
Orhaneli “Dağ Yöresi”, tarım ve hayvancılıktan kopamayan bir yer.
Ama “modern, çağdaş şehir” olmak için
tarımdan, hayvancılıktan kopmak gerekmiyor.
Tam tersine,
modern şehircilik tarımın ve de hayvancılığın birbirini destekleyen,
güzelleştiren, zenginleştiren bir şekil ve içeriğe sahip olmaktan başka bir şey
değil!
İşte
beceremediğimiz şey bu…
Daha tarihi Taşmektep’in elli metre ilerisindeki evin
zemin katının koyun ağılı olması, bana hiç şirin gelmiyor…
İnsanlarla
hayvanların yaşam alanlarının ayrılması, her iki taraf için de en hayırlısı
değil mi!
Orhaneli Termik Santralı’nın bacasında ilk kez hem sabah, hem akşam kirli
kömür dumanları görmedim. Santral mı kapalıydı, başka bir nedeni mi vardı bilmiyorum.
Ancak Orhaneli halkı bu santralın
kirliliğinden şikayetçi olmaya devam ediyor.
Mesele yine
bacadan çıkan pis dumanlar. Gazetelerde senelerce yazıp “Desülfürizasyon Ünitesi” yapılmasına vesile olmuştuk. Biraz da
kurucu taraf olan Rusların etkisiyle
bu tesis kurulmuştu. Ancak santralın özelleşmesinden
sonra, “Bu ünite ürettiğimiz elektriğin yüzde 8’in harcıyor” diye bu tesis çalıştırılmamış. Hükümet de, size “3 sene müsaade” demiş, ardından süre 5 seneye çıkarılmış falan…
sonra, “Bu ünite ürettiğimiz elektriğin yüzde 8’in harcıyor” diye bu tesis çalıştırılmamış. Hükümet de, size “3 sene müsaade” demiş, ardından süre 5 seneye çıkarılmış falan…
Orhaneli’de “Çelikler şirketi para kazansın diye biz zehir soluyoruz”
yakınmasını sıkça rastlamanız mümkün.
Ha unutmadan,
güzelim ormanlara pikaplarla, kamyonlarla moloz, çöp vs. götürüp dökülmesi…
Yürümeye, doğayı,
köyleri, dereleri, kayaları, velhasıl memleketi tanımaya devam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder