![]() |
Foto: Sema Aksoy |
Doğa
yürüyüşümüzde dün (14.04.2019 Pazar)
İznik’e bağlı Derbent ile Aydınlar köyü
üzerinden İznik Gölü kıyısındaki Göllüce’ye yürüdük. Yaklaşık 19
kilometrelik rotamızın pek çok noktasında İznik
Gölü manzarası vardı. Ancak havanın kapalı ve sabah saatlerde sisli olması
yüzünden bu manzarayı seyretme şansımız, akşam saatlerine kadar olmadı.
Beni en çok
şaşıran, bölgenin en büyük yerleşim birimlerinden olan Derbent’in de pek çok köy gibi tamamen yaşlı ve emeklilere kalması
oldu.
Göllüce ise İznik Gölü kenarında,
zeytine ve sahilde yaratılan “Göl
kenarında yaşam” arayışlarına tutunarak nüfusu bin civarında tutmayı
başarmış.
![]() |
Foto: Yusuf Yıldız |
Zeytin, bölgede üreticinin
tek tutunduğu zirai üretim.
Yüksek kesimlerde
ise nüfus kaybı ile birlikte hem tarım hem hayvancılığın iyice dip yaptığını
görmek üzücü.
Koza Dağcılık kulübü rehberliğinde, “ha yağdı ha yağacak”, kapalı ve sisli bir Pazar sabahında
minibüslerimiz yaklaşık 60 doğasever ile Bursa-Yenişehir
yoluna düştü. Yenişehir’e varmadan
girdiğimiz Yenişehir-İznik
karayolunda, yol üzerindeki Derbent köyüne
ulaştık ve sabah çaylarımızı buradaki kahvehanede içtik.
Derbent, bir yanında Yenişehir ovası,
diğer yanında İznik Gölü’nü
görebileceğiniz dağların zirvesine yakın bir yerde.
Aynı kotlardaki
köylerden Beypınarı Yenişehir, Mecidiye
de İznik’e bağlı.
Yani burası Yenişehir ile İznik arasında sınır gibi…
DERBENT YAŞLI VE EMEKLİLERE KALMIŞ!
Derbent’in ortasındaki kahvehanede, sabah saat 9 civarında 15-20 kişiyi görmek benim
için sürpriz oldu. Yaş ortalaması 60’ın üzerinde olan bu insanlarla kısa
sohbetimizde, “köyde emekli olmayan kimse
olmadığını” öğrendim.
Keza, nüfus 400
civarında olmasına rağmen köyde ne ilkokul var,
ne de okul çağında çocuk kalmış.
Derbent köyünü 1924 yılında, ünlü Mübadele
Kanunu ile Yunanistan’ın Selanik bölgesinden gelen insanlar
kurmuş. Yeni hepsi “muhacir”.
“Burada nasıl geçiniyorsunuz” soruma verilen yanıta şaşırdım: Zeytin!…
Çünkü ben çevrede
zeytin ağacı falan göremedim.
Ama anlaşılan İznik Gölüne yakın yerlerde pek çoğunun
zeytin bahçesi var.
Tabi köyde “emekli olmayan kimse yok” lafını
duyduktan sonra aslında geçimin nereden sağlandığını anlamış olmalıydım. Asıl gelir, belli ki, emekli maaşları.
‘BİZDEN İŞ GEÇTİ ARTIK BEYA!’
Mesela Derbent’te, hiçbir evde ahır, hayvan
yokmuş. Galiba sadece ufak çaplı tavuk kümesleri var.
“Tarlada, bahçede çalışacak kimse kalmadı”diyor bir Derbentli.
Devam ediyor:
“Burası havadar, serin bir yer. Tam yaşanacak yer
aslında. Eskiden merkez köydü. Bak, karşımızdaki masada oturan, eli bastonlu
komşu tam 92 yaşında. Köyü hepimizden daha iyi bilir.
Burada herşey olur. Her
türlü meyve yetişir, sebze olur. Ama şimdi tarlalar, bahçeler boş. Çünkü
çalışacak adam kalmadı. Bu yaşta ben nasıl ağaca çıkıp budama yaparım? Ya da
traktörle tarla sürer, hasat yaparım? Bizden bu işler geçti artık beya... Benim çocuklar Bursa’da
yaşıyor, çalışıyor. Burası artık sadece bayramlarda kalabalık oluyor.
Akrabalarımız gelir. Derbent’in nüfusunun en az iki katı adamımız, akrabalarımız
var Bursa’da, İznik’te…”
“Ya hiç merak edip Selanik’e gittiniz mi,
büyüklerinizin yaşadığı yerlere..” diye soruyorum.
Cevap tahmin
ettiğim gibi:
“Büyüklerimiz anlatırdı ama onlar da hiç gidip
görmediler bir daha eski köylerini. Biz hepimiz burada doğmuşuz. Hiç gidip de
görmedik. Hiçbir bağımız kalmamış.”
TOPRAK YOLDA ÇAMUR…
Sahiden de
denizden yüksekliği 600 metre civarında olan bölgede toprakların gayet verimli
olduğunu çıplak gözle de görebilirsiniz. Tabi bugün hava yağışlı olduğu için
arazide, tarlaların arasından giden toprak yollar müthiş çamur olmuş. İyi ki
dizden altını kapatan tozluklar var ve ayağımızda da su geçirmez botlar. Yoksa
bu çamurda yürümek de imkânsız.
Derbent, Bursa il
merkezine 75, İznik’e 11 km imiş.
‘GÖNÜLLÜ İFTAİYE TEŞKİLATI’!
Derbet’te ilkokul yok, ancak “Gönüllü
İtfaiye Teşkilatı” diye bir levhayı ilk kez burada gördüm. Muhtarlık
ofisinin üzerindeki tabela şöyle: “Bursa Büyükşehir Belediyesi İtafiye
Dairesi Başkanlığı Derbent Gönüllü İtfaiye Teşkilatı”
Bir de “İznik Müftülüğü Derbent Mahallesi Okuma
Salonu”… Buranın demir kapısı kapalı.
Köydeki tek
kütüphanenin, Müftülük tarafından
kurulan ve caminin bir bölümü gibi yapılması ne derece normal bilmiyorum.
Kütüphanelerin
belediyelere ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olması gerekmiyor muydu?
Çocukların
olmadığı köyde plastik oyuncaklarıyla çocuk parkı dikkat çekiyor.
Ayrıca köyde genç
kalmasa da futbol sahası mevcut.
Sohbetin ardından
yürümeye başladık ve köyden, önce yükseklere doğru çıktık. Ardından dağların
İznik yamacında, Aydınlar’a doğru
yer yer yatay, yer yer inişlerle devam ettik.
ATİYE’DE DAVUL ZURNA SESLERİ!
Aydınlar (eski adı Atiye imiş, orta yaşın üstündeki herkes
oraya Atiye diyor) köyüne girmedik. Köyün üst kotlarındaki çam ağaçlarının altında
önemli bir türbe gibi duran su deposunun
yanından, Batıya doğru ilerledik.
Cami ve minarelerle evlerinin bir bölümü
görünen Aydınlar ile aramızda, kocaman selvi çamlarının dibindeki mezarlık
vardı.
Civarda kimseye
rastlamadık. Ancak burada sis nispeten kalkmıştı ve çam ağaçlarıyla, yemyeşil çayır ve çeşmenin yanında
uzaklaşırken, duyduğumuz tek ses davul zurna sesiydi. Aydınlar’da, birkaç yüz metre uzağımızda iki gencin yaşamını
birleştirmesine, mutluluklarına tanıklık ediyorduk.
Aydınlar köyü
önündeki sulama göleti de buraya hoş bir manzara katmış.
Nüfusu 200
civarında olan Aydınlar, İznik’e 9
kilometre uzaklıkta. Burası da “muhacir
köyü” imiş.
1880'li yıllar da
Bulgaristan’dan gelen göçmenler
tarafından kurulmuş. 1908 Yıllığı'na göre Yenişehir'e bağlı Atiye adlı köymüş.
Anlaşılan
buralar, ta Roma döneminde de yerleşim birimi olmalı ki, Roma hamamı diye bir yer
varmış.
Demek ki, Atiye’nin tarihi Roma-Bizans dönemine
kadar geriye gidiyor.
Köyün doğusunda “Destan pınarı” diye biryer var. Köy
camisi 1999 depreminde yıkılmış, cami aynı yere yeniden yapılmış.
DAĞLARDA ERKEN İLKKBAHAR MANZARASI
Aydınlar’dan (Rakım 400 metre) sonra, biraz yükselerek bolca su kaynağı, çeşmeler
olan bir bölgeye ulaştık. Yaklaşık 600 metre rakımlı bu ormanlık bölgede, bir
çeşmenin çevresinde öğle molası verildi. Karnımızı doyurduk, biraz dinlendik,
ateş yaktık ve herşey 40 dakika içinde, tamamlanıp yola koyulduk.
Öğle molasından
sonra kısa bir süre inişli çıkışlı yolları, patikaları, ormaniçi rotayı
izledikten sonra inişe geçtik…
Yer yer Orman İşletmesi’nin odun depolarına
rastladığımız ormanlık bölgede hakim ağaç türü meşeydi. Meşe ağaçları
tomurcuklanıp yaprağa dururken, uzakta yeşile duran orman da,
yemyeşil çam
ağaçlarının rengi, hoş bir “erken
ilkbahar” manzarası yaratıyordu. Zeminde ise başta sarıpapatyalar olmak üzere çiçekler aceleyle baharı karşılıyor gibiydi.
Ve tabi bir
yandan yürürken, bir yandan da yol boyunca önümüze çıkan balıkotu,
ısırganlardan koparmadan edemedim. Ebegümeci de ekleyince birkaç günlük
yeşillik, poşetimi ağzına kadar doldurmuştu… Günün hasılatı hazırdı!
Yukarıdaki
ormanlık bölgeden aşağı indikçe önce mera-yayla diyebileceğiniz otlaklar,
ardından meyve bahçelerinden geçiyorsunuz. Pek çoğuna boru döşenip suları
aşağıya yönlendirilse de bir zamanlar buraların canlı birer yaşam alanı
olduğunu hissediyorsunuz. Ve tabi her bir mevkiin de adları olabileceğini…
Ancak sadece
arazide yürümek, çevreyi seyretmekle yetiniyoruz.
SARIKAYA’NIN ZİRVESİ…
Mustafalı’da olduğu gibi İznik Gölü kıyısındaki Göllüce’ye
doğru indikçe, dev sivri kayalıklar görüyorsunuz. Bunlardan birisinin tepesine bir direk
dikilmiş ve al yıldızlı bayrağımız dalgalanıyordu. Artık zeytin bahçelerinin
arasından geçmeye başlayan traktör yollarından, merakla kendimizi bu Sarıkaya’nın zirvesinde bulduk.
NERON’DAN ROMA YOLU!
Rivayete göre,
bizim zirvesine tırmandığımız Sarıkaya
ile biraz yukarısındaki kayalık arasından bir zamanlar “Roma Yolu” geçermiş.
Peki bu iki
kayalık arasına yolu kim yapmış?
“Romayı yakan adam” diye bildiğimiz ünlü
hükümdar Neron!
Kayaları yarıp
arasından yol açan Neron için burada
mermer taştan bir yazıt varmış. Ancak bu yazıt 1970’li yıllarda yol yapımı
sırasında yok edilmiş. Köyün eski yerinde bir hamam ve ahşap cami varmış, ancak
biz ortada bir şey göremedik.
Bayrak asılı
zirvede harika bir manzara var. Sadece Göllüce değil, önünüzde İznik Gölü, iki yanda da geniş bir alan ayağınızın
altında kalıyor.
MÜMBİT TOPRAKLAR…
Aşağılara
indikçe, çevredeki meyve bahçelerinin bakımlı olmasını görmek insanı keyiflendiriyor.
Örneğin oldukça
büyük bir erik bahçesinde zemin traktörle sürülmüş, ilaçlaması yapılmış,
ağaçlar da meyveye durmuştu. Düşündüm de
erik şu günlerde kilosu 40 liradan satılıyor. Birkaç hafta sonra buradaki onlarca
ton erik pazara kilosu 15-20 liradan çıkabilirse, sahibine çok iyi bir gelir
kazandıracaktır.
Zeytinliklerde
ağaçların bakımı, galiba her bahçede değişik. Çoğunda budama, taban otunu sürme
ve göztaşı atma işi tamamlanmış. Ancak bazı bahçeler sanki öylece bakımsız
duruyor gibi.
Aşağıya,
Göllüce’ye yaklaştıkça ilk gördüğümüz zeytinlikler içinde “bahçeli ev”ler; bu insanların köylü değil de, gelip arazi satın
alıp yerleşmiş “şehirli” tipler
olduğunu çağrıştırıyor. Telle çevrili, içinde köpekleri, birden fazla otomobil,
garaja dönen avlularıyla yaz aylarında deniz kenarlarındaki manzaraları andırıyor.
KENDİYLE BARIŞIK SAHİL KASABASI: GÖLLÜCE
İtiraf edeyim,
bunca senedir İznik’e gidiş
gelişlerde Göllüce’nin sadece içinden geçmişim!
Buranın kendine
has, hoş bir tatil kasabası olduğunu fark edememişim.
Yazılı kaynaklara
göre, Göllüce’nin eski adı “Balarım”.
Daha doğrusu, daha yukarıda bulunan eski Balarım
köyü buraya inmiş. İznik Gölü’nün
güney kıyılarında.
Çay bahçeleriyle
sahille birleşmiş.
Köyde Bizans
döneminden kalma kalıntılar varmış. Köyün eski adı, “bal-arım" gibi olduğuna göre, öteden beri zengin bir doğası
olmalı. “Göllüce” adı da her halde
göl kıyısında olmasındandır.
“Eski Köyler” olarak anılan mevkide Roma dönemine ait kalıntılar varmış.
Göl kenarına
inince ilk işimiz göl kıyısına koşup, dize kadar çamura bulanan ayakkabıları
yıkamak oldu. Bulutlar yükselince göl manzarası daha bir güzelleşmiş ve kıyıda
yazları cıvıl cıvıl olan çay bahçesi de açılmıştı.
Burada sohbet
etme şansı bulduğum bir Göllüce’liyi
hayli endişeli gördüm:
“Çok üzgünüz. Mustafa Bozbey’in kazanmasını çok
istiyorduk. Adam İznik Gölü ve
çevresinde ne güzel şeyler yapacaktı. Şu anda hiçbir hizmet alamıyoruz. Göl
berbat oldu. İsrail sazanı, gümüş diye birşeyler çıktı, gölü mahvetti. Balık
bakımından çok bereketli bir göldü burası. Harika yayınlar tutardık. Balığın en
kıymetlisi… Şimdi bir şey kalmadı. Ayrıca sahile herkes kafasına ne eserse onu
yapıyor. Talan ediliyor her taraf. Tek umudumuz Bozbey’in Büyükşehir Belediye
Başkanı olmasıydı.”
Göllüce, çevrede
ilk ve ortaokulu olan, nüfusun büyük ölçüde zeytin ve kıyıdaki işyerleri sayesinde
tutunabildiği, zengin tarihe, doğaya ve turistik potansiyele sahip bir yer.
Göllüce’de en çok hoşuma giden sözlerden birisi de şu oldu:
“Burada halkın yarısı Bektaşi, yarısı Sünni.
Buradaki uyum, iyi komşuluk her yere örnek olmalı”…
Yürümeye, doğayı,
köyleri, dağları, ovaları velhasıl memleketi tanımaya devam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder