15 Nisan 2019 Pazartesi

Derbent’ten Göllüce’ye zengin tarih ve doğa…

Foto: Sema Aksoy


Doğa yürüyüşümüzde dün (14.04.2019 Pazar) İznik’e bağlı Derbent ile Aydınlar köyü üzerinden İznik Gölü kıyısındaki Göllüce’ye yürüdük. Yaklaşık 19 kilometrelik rotamızın pek çok noktasında İznik Gölü manzarası vardı. Ancak havanın kapalı ve sabah saatlerde sisli olması yüzünden bu manzarayı seyretme şansımız, akşam saatlerine kadar olmadı.
Beni en çok şaşıran, bölgenin en büyük yerleşim birimlerinden olan Derbent’in de pek çok köy gibi tamamen yaşlı ve emeklilere kalması oldu.
Göllüce ise İznik Gölü kenarında, zeytine ve sahilde yaratılan “Göl kenarında yaşam” arayışlarına tutunarak nüfusu bin civarında tutmayı başarmış.
Foto: Yusuf Yıldız 
Zeytin, bölgede üreticinin tek tutunduğu zirai üretim.
Yüksek kesimlerde ise nüfus kaybı ile birlikte hem tarım hem hayvancılığın iyice dip yaptığını görmek üzücü.
Koza Dağcılık kulübü rehberliğinde, “ha yağdı ha yağacak”, kapalı ve sisli bir Pazar sabahında minibüslerimiz yaklaşık 60 doğasever ile Bursa-Yenişehir yoluna düştü. Yenişehir’e varmadan girdiğimiz Yenişehir-İznik karayolunda, yol üzerindeki Derbent köyüne ulaştık ve sabah çaylarımızı buradaki kahvehanede içtik.

Derbent, bir yanında Yenişehir ovası, diğer yanında İznik Gölü’nü görebileceğiniz dağların zirvesine yakın bir yerde.
Aynı kotlardaki köylerden Beypınarı Yenişehir, Mecidiye de İznik’e bağlı.
Yani burası Yenişehir ile İznik arasında sınır gibi…  

DERBENT YAŞLI VE EMEKLİLERE KALMIŞ!

Derbent’in ortasındaki kahvehanede, sabah saat 9 civarında 15-20 kişiyi görmek benim için sürpriz oldu. Yaş ortalaması 60’ın üzerinde olan bu insanlarla kısa sohbetimizde, “köyde emekli olmayan kimse olmadığını” öğrendim.

Keza, nüfus 400 civarında olmasına rağmen köyde ne ilkokul var,  ne de okul çağında çocuk kalmış.
Derbent köyünü 1924 yılında, ünlü Mübadele Kanunu ile Yunanistan’ın Selanik bölgesinden gelen insanlar kurmuş. Yeni hepsi “muhacir”.
“Burada nasıl geçiniyorsunuz” soruma verilen yanıta şaşırdım: Zeytin!…
Çünkü ben çevrede zeytin ağacı falan göremedim.
Ama anlaşılan İznik Gölüne yakın yerlerde pek çoğunun zeytin bahçesi var.
Tabi köyde “emekli olmayan kimse yok” lafını duyduktan sonra aslında geçimin nereden sağlandığını anlamış olmalıydım.  Asıl gelir, belli ki, emekli maaşları.


‘BİZDEN İŞ GEÇTİ ARTIK BEYA!’

Mesela Derbent’te, hiçbir evde ahır, hayvan yokmuş. Galiba sadece ufak çaplı tavuk kümesleri var.
“Tarlada, bahçede çalışacak kimse kalmadı”diyor bir Derbentli.
Devam ediyor:
“Burası havadar, serin bir yer. Tam yaşanacak yer aslında. Eskiden merkez köydü. Bak, karşımızdaki masada oturan, eli bastonlu komşu tam 92 yaşında. Köyü hepimizden daha iyi bilir.
Burada herşey olur. Her türlü meyve yetişir, sebze olur. Ama şimdi tarlalar, bahçeler boş. Çünkü çalışacak adam kalmadı. Bu yaşta ben nasıl ağaca çıkıp budama yaparım? Ya da traktörle tarla sürer, hasat yaparım? Bizden bu işler  geçti artık beya... Benim çocuklar Bursa’da yaşıyor, çalışıyor. Burası artık sadece bayramlarda kalabalık oluyor. Akrabalarımız gelir. Derbent’in nüfusunun en az iki katı adamımız, akrabalarımız var Bursa’da, İznik’te…”
“Ya hiç merak edip Selanik’e gittiniz mi, büyüklerinizin yaşadığı yerlere..” diye soruyorum.
Cevap tahmin ettiğim gibi:
“Büyüklerimiz anlatırdı ama onlar da hiç gidip görmediler bir daha eski köylerini. Biz hepimiz burada doğmuşuz. Hiç gidip de görmedik. Hiçbir bağımız kalmamış.”


TOPRAK YOLDA ÇAMUR…

Sahiden de denizden yüksekliği 600 metre civarında olan bölgede toprakların gayet verimli olduğunu çıplak gözle de görebilirsiniz. Tabi bugün hava yağışlı olduğu için arazide, tarlaların arasından giden toprak yollar müthiş çamur olmuş. İyi ki dizden altını kapatan tozluklar var ve ayağımızda da su geçirmez botlar. Yoksa bu çamurda yürümek de imkânsız.
Derbent, Bursa il merkezine 75,  İznik’e 11 km imiş.

‘GÖNÜLLÜ İFTAİYE TEŞKİLATI’!


Derbet’te ilkokul yok, ancak “Gönüllü İtfaiye Teşkilatı” diye bir levhayı ilk kez burada gördüm. Muhtarlık ofisinin üzerindeki tabela şöyle:  “Bursa Büyükşehir Belediyesi İtafiye Dairesi Başkanlığı Derbent Gönüllü İtfaiye Teşkilatı”
Bir de “İznik Müftülüğü Derbent Mahallesi Okuma Salonu”… Buranın demir kapısı kapalı.
Köydeki tek kütüphanenin, Müftülük tarafından kurulan ve caminin bir bölümü gibi yapılması ne derece normal bilmiyorum.
Kütüphanelerin belediyelere ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olması gerekmiyor muydu?

Çocukların olmadığı köyde plastik oyuncaklarıyla çocuk parkı dikkat çekiyor.
Ayrıca köyde genç kalmasa da futbol sahası mevcut.
Sohbetin ardından yürümeye başladık ve köyden, önce yükseklere doğru çıktık. Ardından dağların İznik yamacında, Aydınlar’a doğru yer yer yatay, yer yer inişlerle devam ettik.

ATİYE’DE DAVUL ZURNA SESLERİ!

Aydınlar (eski adı Atiye imiş, orta yaşın üstündeki herkes oraya Atiye diyor) köyüne girmedik. Köyün üst kotlarındaki çam ağaçlarının altında önemli bir türbe gibi  duran su deposunun yanından, Batıya doğru ilerledik.
Cami ve minarelerle evlerinin bir bölümü görünen Aydınlar ile aramızda, kocaman selvi çamlarının dibindeki mezarlık vardı.
Civarda kimseye rastlamadık. Ancak burada sis nispeten kalkmıştı ve çam ağaçlarıyla,  yemyeşil çayır ve çeşmenin yanında uzaklaşırken, duyduğumuz tek ses davul zurna sesiydi. Aydınlar’da, birkaç yüz metre uzağımızda iki gencin yaşamını birleştirmesine, mutluluklarına tanıklık ediyorduk.
Aydınlar köyü önündeki sulama göleti de buraya hoş bir manzara katmış.
Nüfusu 200 civarında olan Aydınlar, İznik’e 9 kilometre uzaklıkta. Burası da “muhacir köyü imiş.

1880'li yıllar da Bulgaristan’dan gelen göçmenler tarafından kurulmuş. 1908 Yıllığı'na göre Yenişehir'e bağlı Atiye adlı köymüş.
Anlaşılan buralar, ta Roma döneminde de yerleşim birimi olmalı ki, Roma hamamı diye  bir yer varmış.
Demek ki, Atiye’nin tarihi Roma-Bizans dönemine kadar geriye gidiyor.  
Köyün doğusunda “Destan pınarı” diye biryer var. Köy camisi 1999 depreminde yıkılmış, cami aynı yere yeniden yapılmış.

DAĞLARDA ERKEN İLKKBAHAR MANZARASI

Aydınlar’dan (Rakım 400 metre) sonra, biraz yükselerek bolca su kaynağı, çeşmeler olan bir bölgeye ulaştık. Yaklaşık 600 metre rakımlı bu ormanlık bölgede, bir çeşmenin çevresinde öğle molası verildi. Karnımızı doyurduk, biraz dinlendik, ateş yaktık ve herşey 40 dakika içinde, tamamlanıp yola koyulduk.
Öğle molasından sonra kısa bir süre inişli çıkışlı yolları, patikaları, ormaniçi rotayı izledikten sonra inişe geçtik…
Yer yer Orman İşletmesi’nin odun depolarına rastladığımız ormanlık bölgede hakim ağaç türü meşeydi. Meşe ağaçları tomurcuklanıp yaprağa dururken, uzakta yeşile duran orman da,
yemyeşil çam ağaçlarının rengi, hoş bir “erken ilkbahar” manzarası yaratıyordu.
Zeminde ise başta sarıpapatyalar olmak üzere çiçekler aceleyle baharı karşılıyor gibiydi.
Ve tabi bir yandan yürürken, bir yandan da yol boyunca önümüze çıkan balıkotu, ısırganlardan koparmadan edemedim. Ebegümeci de ekleyince birkaç günlük yeşillik, poşetimi ağzına kadar doldurmuştu… Günün hasılatı hazırdı!
Yukarıdaki ormanlık bölgeden aşağı indikçe önce mera-yayla diyebileceğiniz otlaklar, ardından meyve bahçelerinden geçiyorsunuz. Pek çoğuna boru döşenip suları aşağıya yönlendirilse de bir zamanlar buraların canlı birer yaşam alanı olduğunu hissediyorsunuz. Ve tabi her bir mevkiin de adları  olabileceğini…

Ancak sadece arazide yürümek, çevreyi seyretmekle yetiniyoruz.
SARIKAYA’NIN ZİRVESİ…
Mustafalı’da olduğu gibi İznik Gölü kıyısındaki Göllüce’ye doğru indikçe, dev sivri kayalıklar görüyorsunuz.  Bunlardan birisinin tepesine bir direk dikilmiş ve al yıldızlı bayrağımız dalgalanıyordu. Artık zeytin bahçelerinin arasından geçmeye başlayan traktör yollarından, merakla kendimizi bu Sarıkaya’nın zirvesinde bulduk.

NERON’DAN ROMA YOLU!


Rivayete göre, bizim zirvesine tırmandığımız Sarıkaya ile biraz yukarısındaki kayalık arasından bir zamanlar “Roma Yolu” geçermiş.
Peki bu iki kayalık arasına yolu kim yapmış?
Romayı yakan adam” diye bildiğimiz ünlü hükümdar Neron!
Kayaları yarıp arasından yol açan Neron için burada mermer taştan bir yazıt varmış. Ancak bu yazıt 1970’li yıllarda yol yapımı sırasında yok edilmiş. Köyün eski yerinde bir hamam ve ahşap cami varmış, ancak biz ortada bir şey göremedik.
Bayrak asılı zirvede harika bir manzara var. Sadece Göllüce değil, önünüzde İznik Gölü,  iki yanda da geniş bir alan ayağınızın altında kalıyor.


MÜMBİT TOPRAKLAR…

Aşağılara indikçe, çevredeki meyve bahçelerinin bakımlı olmasını görmek insanı keyiflendiriyor.
Örneğin oldukça büyük bir erik bahçesinde zemin traktörle sürülmüş, ilaçlaması yapılmış, ağaçlar da meyveye durmuştu.  Düşündüm de erik şu günlerde kilosu 40 liradan satılıyor. Birkaç hafta sonra buradaki onlarca ton erik pazara kilosu 15-20 liradan çıkabilirse, sahibine çok iyi bir gelir kazandıracaktır.
Zeytinliklerde ağaçların bakımı, galiba her bahçede değişik. Çoğunda budama, taban otunu sürme ve göztaşı atma işi tamamlanmış. Ancak bazı bahçeler sanki öylece bakımsız duruyor gibi.
Aşağıya, Göllüce’ye yaklaştıkça ilk gördüğümüz zeytinlikler içinde “bahçeli ev”ler; bu insanların köylü değil de, gelip arazi satın alıp yerleşmiş “şehirli” tipler olduğunu çağrıştırıyor. Telle çevrili, içinde köpekleri, birden fazla otomobil, garaja dönen avlularıyla yaz aylarında deniz kenarlarındaki manzaraları andırıyor.

KENDİYLE BARIŞIK SAHİL KASABASI: GÖLLÜCE

İtiraf edeyim, bunca senedir İznik’e gidiş gelişlerde Göllüce’nin sadece içinden geçmişim!
Buranın kendine has, hoş bir tatil kasabası olduğunu fark edememişim.  

Yazılı kaynaklara göre,  Göllüce’nin eski adı “Balarım”. Daha doğrusu, daha yukarıda bulunan eski Balarım köyü buraya inmiş. İznik Gölü’nün güney kıyılarında.
Çay bahçeleriyle sahille birleşmiş.
Köyde Bizans döneminden kalma kalıntılar varmış. Köyün eski adı, “bal-arım" gibi olduğuna göre, öteden beri zengin bir doğası olmalı. “Göllüce” adı da her halde göl kıyısında olmasındandır.
“Eski Köyler” olarak anılan mevkide Roma dönemine ait kalıntılar varmış.
Göl kenarına inince ilk işimiz göl kıyısına koşup, dize kadar çamura bulanan ayakkabıları yıkamak oldu. Bulutlar yükselince göl manzarası daha bir güzelleşmiş ve kıyıda yazları cıvıl cıvıl olan çay bahçesi de açılmıştı.

Burada sohbet etme şansı bulduğum bir Göllüce’liyi hayli endişeli gördüm:
“Çok üzgünüz. Mustafa Bozbey’in kazanmasını çok istiyorduk. Adam İznik Gölü ve çevresinde ne güzel şeyler yapacaktı. Şu anda hiçbir hizmet alamıyoruz. Göl berbat oldu. İsrail sazanı, gümüş diye birşeyler çıktı, gölü mahvetti. Balık bakımından çok bereketli bir göldü burası. Harika yayınlar tutardık. Balığın en kıymetlisi… Şimdi bir şey kalmadı. Ayrıca sahile herkes kafasına ne eserse onu yapıyor. Talan ediliyor her taraf. Tek umudumuz Bozbey’in Büyükşehir Belediye Başkanı olmasıydı.”

Göllüce, çevrede ilk ve ortaokulu olan, nüfusun büyük ölçüde zeytin ve kıyıdaki işyerleri sayesinde tutunabildiği, zengin tarihe, doğaya ve turistik potansiyele sahip bir yer.
Göllüce’de en çok hoşuma giden sözlerden birisi de şu oldu:  
“Burada halkın yarısı Bektaşi, yarısı Sünni. Buradaki uyum, iyi komşuluk her yere örnek olmalı”…

Yürümeye, doğayı, köyleri, dağları, ovaları velhasıl memleketi tanımaya devam…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder