26 Aralık 2016 Pazartesi

Bedrettin Dalan'dan Fetö, eğitim, Türkçe...



ANAP'ın kurucularından, İstanbul'un belediye eski başkanlarından Bedrettin Dalan geçtiğimiz günlerde Bursa'da Bursa Genç Sanayici İşadamları ve Yöneticiler Derneği (GESİAD) konuğu oldu, genç işadamlarına hitaben bir konuşma yaptı.

Bedrettin Dalan deyince aklımıza belediyecilik geldi, Haliç geldi, ama öyle olmadı, Dalan hiç beklemediğim bir alana girdi: Türkçe dili!

Yeditepe Üniversite ve İstek Vakfı'nın kurucusu, sahibi olduğunu duymuştum ama patrondan ziyade bir uzman havası vardı Dalan'da.
Türkçe'yi anlattı, 1950 sonrası hakim olan "milliyetçi" siyaset görüntüsüne karşın alttan alta Türk kültürüne ciddi bir saldırı olduğu anlattı Dalan. Meğer bize "atalarımız", "müslüman Türk devleti"nin simgesi olarak sunulan Osmanlı, adeta bir Türk düşmanıymış. Osmanlı döneminde Türkler sürekli aşağılanmış, ticaretten, ekonomiden, bilimden teknolojiden uzak tutulmuş, Türklere sadece tarlada çalışmalarını veya gidip cephede ölmelerini dayatmış!
Dalan'ın anlattığına bakılırsa, Atatürk'ün liderliğindeki ulusal kurtuluş ve kurulan laik Türkiye Cumhuriyeti Türkleri ilk defa yüceltip, Türklüğü yüceltirken, 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş ile başlayan süreç her yönden Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Türklüğe karşı tezgaha dönüşmüş.
Örneğin, 1949 yılında Milli Eğitim Talim Terbiye Kurulu ABD'den gelen bir görevliye emanet edilmiş ve sözde batının, Amerikanın "hür düşüncesi" adı altında Türk kültürü geriletilmiş, çocuklarımız yabancılar nasıl istiyorsa öyle yetiştirilmiş.
Yani "Milliyetçi", "Muhafazakar", "Türk-İslam", "Yerli ve Milli" vs. sağ yelpaze olduğu gibi soğuk savaş dizaynı ve koca bir sahtekarlıktan ibaretmiş!

Neyse, uzatmayayım, Dalan'ın çarpıcı değerlendirmeleri sizlerle paylaşmak istedim.
İşte söylediklerinden bazı bölümler:


"Türk millteti onurlu, dik duran insanlar yetiştirir. Ben de onlardan birisiyim. Kara bulutlarla kaplı bu ülkemde bu topluluğu görmek... Demek ki arkadan çok güzel bir nesil geliyor. (GESİAD üyesi işadamlarına hitaben)
1918'de Atatürk'ün arkadaşı Ruşen Eşref Ünaydın'a, ülkenin işgal edildiği o kara yıllarda yazdığı şu satırlara bakın: 'Azizim Ruşen, herşeye rağmen bir nura doğru gidiyoruz. Bu benim ülkemde vatanını seven mükemmel bir gençliğin arkamızdan geldiğini görmemdir.'
Atatürk'ün bunu yazdığı yıllarda Türk insanının sadece yüzde 2'si okuma yazma biliyordu. Türk kadının yüzde 0,5'i ancak okuma yazma biliyordu. Büyük bir savaştan çıkmışız. İnsanlarımız aç, trahomlu, hastalıklıydı. O koşullarda bile o kadar optimist bakan bir kişinin evlatları olarak bugün karamsar olmak için hiç bir gerekçemiz yok. İşgal edilmiş bir Osmanlı, Orta Anadolu'da azıcık bir yer bırakılmış. O şartlarda bile geleceği görebilen Atatürk'ün yaşadığı zorluklar karşısında bizim zorluklarımız da ne oluyor ki?

... Anadolu'nun ismi kavimlar kapısı. Neden? Asya ile Avrupa arasında bir köprü. Güçlü olan bu köprüyü zaptetmiş, güçlü olmayan da geçip gitmiş. Batıya doğru. Biz Türkler bu toprakları tam bin yıldır kimseye vermemişiz. Bundan sonra da vermeye niyetimiz yok.

Emperyal güçler açıktan uğraşamadıkları için sinsice planlar yürütüyorlar. Bunların başında Türk kimliğini yok saymak.. Türk ve Türk ismine saldırmıyorlar, Türk tarihine, antropolojisine, kültürüne... 'Tarih boyunca barbar milletsiniz. Haksız gelip Anadolu'yu işgal ettiniz, işgalcisiniz gittiğiniz her yeri sömürdünüz'... Bu batının tarih tezidir.
Barbarmışız... Size söyleyeyim. Dünyanın en medeni milleti Türklerdir. Bunu ırkçılık için söylemiyorum.
Genetik milliyetçilik matematiksel bir aptallıktır. Bakın, niye. Bir insanın anası babası iki kişidir, dede, nine etti 4. onun annesi babası 8, onun annesi babası 16 kişi. 50 nesil öteye giderseniz bin 500 senede 2 üzeri 50 dedeniz nineniz olması lazım. Bu da matematik olarak 1.125 çarpı 10 üzeri 15. yani bir katrilyon... Yani size gelen gen Akdeniz'de bir damladır. Bin 500 sene evvel dünyada 250 milyon insan vardı. Demek ki şu salonda bulunan herkeste en azından bir tane gen müşterek. Yani beyaz adamın hepsinde bir gen müşterek. Yani genetik milliyetçilik matematiksel aptallıktır. Bunu en son Hitler yapmıştı, dünyayı kana buladı. Belki o zaman bu matematiği bilmiyorlardı.
Peki milletin esası nedir?
Gece rüyamı hangi dilde görüyorsam, o millete mensubumdur. Bu kadar basit.
İşte bunun için dilimiz bu kadar önemli.

BAŞKALARININ YAZDIĞI TARİH

Bizi barbar, bilgi üretmemiş barbarlar olarak niteleyen batının tarih anlayışı ki, onların yazdığı tarih bizim okullarımızda aynen okutuluyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kendi tarihini yazmadı. Başkalarının yazdığı tarih bize Türk tarihi diye okutuldu. O yüzen de biz sürekli kendi kendimizi aşağılar hale geldik.

Bakın o, işte hiç de bilim üretmemiş denen Türk milleti aslında dünya bilim ve medeniyetinin tam tamına beşiğidir, kendisidir. Adem aleynisselam, bilimsel adı homosapiesn doğu Afrika'da dünyaya geldi veya mutasyona uğradı. Din ile bilimi karışıtırmayalım, ama bilim ilk insanı kabul ediyor. Bundan 150 bin yıl kadar önce, ilk atamız Haberşiydi. Ne siyah ne de beyazdı. Bu insanlar dünyada ilk defa kuzey yarı kürede denizde, daha doğrusu buzlar eridiği zaman buzul çağında Ortaasyada iki tane iç deniz oluşmuştu. Tatlısu. Bugün oralar çöl. Gobi ve Taklamakan çölleri. 

'DEVLET KARŞIMA DİKİLDİ!'

Eğitimi baştan aşağı, sıfırdan sorgulamamız lazım. Ben işte 30 yıl kadar evvel, eğitimin bu açık tarafını gördüm, vakıf kurdum. İşim eğitim değil ama mecburen kurdum. Kurmaz olaydım demiyorum, ama çok acılar çektim. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti devleti karşıma dikildi.
Öteki arkadaşa da (F. Gülen'i kastediyor) T.C devletinin bütün başbakanları her türlü yardımı yaptılar. Başta benim abim, Turgut Özal.... Ve ondan sonra gelen bütün başbakanlar. Bana her türlü zorluğu yaşattılar, ona da her türlü desteği verdiler. Devletten verilecek ne varsa, mal mülk, beleş araziler, ne varsa... işin daha kötü tarafı belediye başkanlığımdan sonra, benden sonra gelen, kendini Atatürkçü diye tanıtanlar benim okulları yıkmak için ellerinden geleni yaptılar. Mahkemelere verdiler.
Neyse kurumumuzu, şerefimizi, namusumuzu, vatanımızı korur gibi koruduk. 39 yıl ayakta kaldık. Ama yanlış olan gitti.
Çünkü ben devletin Cumhuriyetin, Atatürk'ün bize emanet ettiği kutsal toprakları rejimi savunan çocuklar yetiştirdim.
Onlar da rejimi içten içe kemiren kurtlar yetiştirdiler.
Yazık günah değil mi ya. Kendilerine de bir yararı olmadı.
Bundan on sene kadar evvel, herşeyi düzgün yapıyorduk, ama herşeyi...
Üniversiteye (Yeditepe Üniversitesi'ni kastediyor)  müfettiş gönderdiler. Şehit çocuklarını ilk, orta, lise üniversite okutuyoruz. Bilabedel, hiç para almadan. İhtiyacı olana para da veriyoruz.
Vergi müfettişleri geldiler, kardeşim şehit çocuklarını KDV'si nerede?
Ne KDV'si kardeşim? Yav, bir iş yaptıysan bir KDV'si doğar, onu da sen bana ekstradan vermek zorundasın. 
Ya üniversite ticari bir kurum değil, fatura kesmez. Ayrıca şehit çocuğundan para mı alıyoruz da faturası olacak.
O günün şartlarında tam 40 trilyon lira ceza kestiler. Maliye evet, 5 misli ceza, faiz.. 40 trilyon lira... Uzlaşmaya gittik Defterdarlıkla, 7 trilyon liraya düşürdük. İmzalar atıldı.
Ertesi gün Defterdar Şükrü Dilaver'i görevden aldılar.
Dünyada her halde şehit çocuklarına burs verdi okuttu diye cezalandıran tek kişi benim. O da benim şerefim olsun. Yetmedi, beni Ergenekon'un başı ilan ettiler. Biliyordum, olaydan 6 evvel çekip gittim yurt dışına. Ne oldu, bize memleketi dar edenlerin bütün foyalarını, kalkıştıkları fetö darbesi gösterdi herkese..."





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder