Bursa'da
küçük bir havlu dokuma tezgahında iş hayatına başlayıp bugün
Türkiye'nin sayılı holdinglerinden birisini yaratan Hüseyin
Özdilek, Bursalı genç girişimcilerin üye olduğu GESİAD'da
başarı hikayesini anlattı, tavsiyelerde bulundu. Tekstilden,
perakende ve turizme, pek çok sektörde faaliyet gösteren Özdilek
Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Özdilek'in
anlattıklarını, Ekohaber olarak, iş dünyası ile paylaşmak
istedik.
İşte
başarılı işadamı Özdilek'in, yaşamı, projeleri, hayalleri ve
müteşebbis heyecanıyla anlattıkları:
“Tokat'ın
Erbaa kazasında doğdum. Yaşım 10 iken babam vefat etti. 3 kardeş
ve babaannem ile beraber geçim sıkıntısına düştük. Tütün
yapıyorduk. O zaman sanayi yok. Erbaa'da Marsilya denen iki tane
Avrupa tipi kiremit fabrikası vardı. Diğerleri de yerli denilen
kiremit üretiyorlardı, gayet iptidai şekilde. O Marsilya kiremidi
üreten fabrikaya, katip Hidayet Bey amcamızın torpiliyle girdim.
İki buçuk lira yevmiye ile. Yaşım 10. Tabi kış aylarında okula
giderken, cumartesi pazar tatillerinde de pazar yerlerinde çakmak
taşı satardım. Çakmaktaşının yüz tanesini 2,5 liraya alıp 5
liraya satardım ve 12,5 lira da cumartesi pazar günü kazanırdım.
Aç
kaldığınız zaman komşunuzdan bir ekmek isteyebilirsiniz.
Ödünçtür o. Devamlı isteyemezsiniz. Ödünç aldığınız
ekmeği geri vermediyseniz, o gece aç yatarsınız. Allah kimseyi
açlıkla terbiye etmesin.
İnsan
bu dünyanın en egemen gücüdür. En egemen gücü olarak Allah'a
inanıyorsak, Allah bizi yaratmış. Hatta meleklerden de üstünüz.
Çünkü onlarda nefis yok. Tabi onlar cennetlik, ama bizde nefis
var. Nefsi, insanların menfaatlerine, faydasına yönlendirmeliyiz.
Ülkemizi, TC devletini sevip, bizden önceki nesillerin bu güzel
ülkeyi ne şartlarda bize bağışladıklarını asla unutmamalıyız.
Çanakkale'de 450 bin şehit, Balkanlar’da, Galiçya'da,
Dumlupınar'da, Sakarya'da ve Sarıkamış'ta 90 bin askerimizin
donarak şehit olduğunu düşünürsek... Çoğumuz devletin
okullarında okurken, bizi vergileriyle okutan, yaptığı yollarda
yürüten, hastanelerinde tedavi ettiren insanlara borcumuz,
yükümlülüklerimiz ve sorumluluklarımız var. Bizden sonraki
nesillere daha güzel bir Türkiye bırakmak mecburiyetimiz var. O
yüzden insan onuru ile çalışırken, usanmadan, bıkmadan, şekil
insanı olmadan, gerekirse akşama kadar sırtında çamur taşısın;
taşımaktan gocunmamalı ve yaptığı işten haz duymalıdır. Eve
girdiği zaman kendi kazancıyla eve ekmek getirmenin gururunu
duyacaktır.”
'ÇALIŞMIYORSAN
SEN ASALAKSIN KARDEŞİM!'
“Bakıyorsunuz çevrede bazı insanlar ‘Ben bu işi beğenmem, bu maaşla çalışmam’ diyor. Kardeşim, sen daha iyisini bulduysan, vizyonun varsa, misyonun varsa, çalışmak istiyorsan, git çalış... Ama bunlar olmadığı halde çalışmıyorsun, evdeki çalışanlara da yük oluyorsun. Sen o zaman asalaksın! Parazitsin! Önce çalış, çalışmak mecburiyetindesin. Efendim, 'Maaşı az...' diyor. Buna kimse bakmamalı. Dolayısıyla muhannete muhtaç olmadan, kendi ayaklarının üzerinde durabilmelisin. İstersen kendi araban olmasın, işe yaya git gel. İstersen pazardan aldığın fileleri dolmuş parası vermeden elinde taşı... Hiç kimseden gocunma. Seni hakir gören varsa, sen ona bakma, uzak dur. Sana değer veren insanlarla, seni sen olduğun, çalıştığın, insan ilişkisine baktığın, insanları sevdiğin, kimsenin hakkını yemediğin ve dik duruşun için seven insanlarla birlikte ol. En önemli hadise budur. İnsanı insan yapan değerlerdir bunlar.”
'ÜCRETİ
GÜNÜNDE ÖDEYECEKSİN'
“Bir
işyeri açıyorsan, işe alacağın insanlara karşı
yükümlülüklerini yerine getireceksin. Ücretini gününde
ödeyeceksin. Enflasyon karşısında ezdirmeyeceksin. Kendini iyi
anlatacaksın. Neleri teşvik edersin, neleri etmezsin, bunları iyi
anlatacaksın. Ve çalışma arkadaşlarını seçerken, hasta
olduğunda ona destek olacaksın. Acı gününde yanında olacaksın.
İşe göre adam alacaksın. Adama göre iş vermeyeceksin.
Akrabalarına şirketlerinde iş verenler oluyor. Eğer akraba doğru
kişiyse, işi iyi yapıyorsa, hiyerarşiye uyuyorsa, kabul... İşe
alınan akraba problem yaratacaksa, o işe uygun değilse ve işe
zarar veriyorsa onu değil; hamalın oğlu dahi olsa işi en iyi
yapanı işe alacaksın. Yetki, sorumluluk vereceksin ve göle
atılan taş gibi dalga dalga o da diğerlerini yetiştirecek. İlk
adamın size güvenmesi çok önemli. Ondan sonra kurum kültürü
oluşacak. Kesinlikle vefadan ödün vermeden yolunuza devam
edeceksiniz.”
'ÇOK
PARA KAZANMAK DEĞİL, ÖNEMLİ OLAN NİTELİKLİ İŞLER YAPMAK'
“Bu
işleri kurarken ilk önemli olan çok para kazanmak değil, rekabet
piyasası içinde rakipler iyi inceleyerek, rakipten daha nitelikli
hangi işler yapabilirsin; bulmak, yapmak, uygulamak ve devam
ettirmek önemlidir.
Mikro
bazda şirketini, makro bazda da piyasadaki rekabeti göreceksin.
İyice bir inceleyeceksin, ona göre, tedbirlerini alacaksın ve
altyapını oluşturacaksın. Özdilek'te aldığımız ISO 9000
belgelerinin hepsini içi doludur. Hepsinin yetkilisi vardır.
Yetkililer bunların her ay sunumu yapar ve toplantılarda her şey
dile getirilir. Özdilek'teki 8500 kişinin 1500 kişisi üniversite
mezunu. Hepsi işini geliştirmek için de çaba sarf eder. Yetki
verilir, sorumluluk verilir. Her şey kayıt altındadır. Özdilek'te
biz hırsızlık yapılan ürünün bile vergisini ödüyoruz. Yılda
1-1,5 milyon lira hırsızlık malı çıkıyor. Kimin çaldığını
belgeleyemediğimiz için devlet vergisini istiyor, onu da ödüyoruz.
'HAYATINIZ
RAHAT OLSUN, AMA...'
Bursa'ya
geldik, bir süre sonra baba evini 18 bin liraya sattık, 14 bin
lirası ile bir dükkan açtık. Evinize üç öğün ekmek
götürebilecek kabiliyete geldikten ve ailenizi geçindirdikten
sonraki para, biraz daha hayatınızı rahatlatmak için olacak. İki
gözlü odada oturuyorsanız 4 gözlü odada veya bir villa tipi
bahçeli evde oturabilirsiniz. Arabanız yoksa bir araba
alabilirsiniz veya varsa iyi bir marka ile değiştirebilirsiniz. Bu
seviyeye geldikten sonraki para önce Allah’ın sonra TC'nin
parasıdır. Biz bunların emanetçisiyiz.
Ve
bundan haz almak lazım. Bunu yaparken vizyon ve misyon lazım.
Örneğin alışveriş merkezlerinde bahşiş alınmaz. Yıl 1983-84.
İlk alışveriş merkezini açtığımızda çay parası bile
almıyorduk. Bir gün 70 yaşlarında birisi öğle yemeğine geldi.
'Bir poğaça yiyor, bir
çay içiyoruz, ailece geliyoruz; güler yüzü, hijyeni, kurumsal
yapısı çok güzel' diyor. 'Bunca yıldır geliyoruz, bizden sonra
da çocuklarım gelmeye devam edecek',
dedi.
'REKABETTEN
ÇEKİNMEYİN'
1996
senesinde Afyon'a gittiğimizde, alışveriş merkezi yoktu. İlk
başlatan Özdilek'tir. Yalova yolundaki merkezi açınca, 8 bin 500
metrekare yerde, bu büyüklükte bir alışveriş merkezi açtığımız
için Vehbi Koç gelip bizi tebrik etmişti. Migros'lar ondan sonra
gelişti. Carrefour, Migros mağaza açtılar. Mağaza açarken,
bizden elemanları iki misli maaşla götürdüler. İsmail diye şef
bir arkadaşımız vardı. İki katı maaş verdiler, eğitim de
verdiler. Alman Genel Müdür gelmiş, demiş ki, 'Biz
Türkiye'ye ilk geldiğimizde, önce rakibimiz var mı diye
araştırdık, bulamadık. Bizi Kapalıçarşı'ya götürdüler.
Oradaki insan selini gördük, o kadar büyük talep karşısında
insanların rahat alışveriş yapamadığını gördük ve onun
üzerine Türkiye'de iş yaparız deyip geldik. İlk mağazamızı
Güneşli'de açtık. Gayet güzel iş yaptı, Kozyatağı’na
geldik. Şimdi Bursa'ya geliyoruz. Burada haklı bir rakibimiz var…’.
Yüz yıl önce kurulmuş bir Alman şirketinin bizi rakip görmesi,
örnek alması güzel bir şeydi. Aramızdan ayrılmış 30
arkadaşımız var, 'Alman
disiplini ile bizim disiplinimizi birleştirerek gayet başarılı
olacağımızdan eminiz' demiş.
Vali
Ali Fuat Güven, dostumdu. Dedi ki, 'Almanlar
Yalova yolu üzerinde alışveriş yeri açıyor, yol geçiş izni
istiyor. Ne diyorsun?'
Dedim ki, 'Yabancı
sermaye gelmiş ülkemize yatırım yapıyor. Ne güzel, rekabet
bize sinerji verir.
Hiçbir zaman rahatsız
olmayız'. Vali Ali Fuat
Güven, Real açılınca gelmiş ki, önü araba dolu, kalabalık.
'Gidin Özdilek'in önüne
bakın' demiş, bakıp
gitmişler. 'Efendim
Özdilek'in önü de dolu' demişler.
Çünkü insanların ihtiyacı var. Real sonunda rekabete dayanamadı
gitti, yerine Metro açıldı. Dersini iyi çalışan olursa, yerli
yabancı olması önemli değil.
Tabii
ki bizim için yerli olması daha önemli.
'BAŞARILI
OLMAYANI TUTMAYIZ'
Özdilek
bugün 18 noktada var, yakın zamanda 21 olacak. Eskişehir, Bolu,
Uşak, Turgutlu, İzmir, İstanbul vs. alışveriş noktalarımız
var. Genelde dolaşırım ve arkadaşlarla sohbet ederim. Mağazanın
dış görünümüne, tuvalet temizliğine bakarım. Yemekhane
temizliğine bakarım. Görünmeyen yerlerin görünen yerler kadar
önemli olmasını isterim, arkadaşları cesaretlendiririm. Güzel
yaptığımızı şeyleri de vurgularım, tenkit de ederim. Ve
başarılı olmayan insanı biz işte tutmayız. Çalışanlarımız
kesinlikle başarılı olmak mecburiyetindedir. Hastalık gibi
durumlar ayrı tabii ki... Başarılı olan kişiyi oraya getirmek
mecburiyetindeyiz. Görev tanımını iyi anlamak ve uygulamak
önemlidir.
Aramızda
Yaşar Ali Badoğlu var. Aramıza iplik fabrikasına şef mühendis
olarak girdi. 25 yıldır birlikte çalışıyoruz. Yakın çalışma
arkadaşımızdır. Özdilek'in kurumsal yapısı içinde inşaatlarla
ilgili Genel Müdür olarak görev yapıyor. İlk işe girerken,
Oylat İplik Fabrikası diye bir fabrika açılıyor. Şu anda UÜ'de
rektör olan Yusuf hoca (Yusuf Ulcay), 'Orada
çalışma imkanı bulabilirsiniz'
demiş. O sayede Yaşar bizim fabrikaya müraacat etti ve başarılı
oldu. Önce oranın müdürü oldu sonra tekstil operasyonlarının,
ardından da inşaat bölümünün başına geçti.
Özdilek'teki
bütün çaba, daha güzel bir Türkiye'nin oluşmasına katkıda
bulunmak içindir. Vergi ödemek, istihdam yaratmak, ülkenin
gayrisafi milli hasılasını artırmaya yöneliktir. Bununla ilgili
bütün kaynaklar Türkiye Cumhuriyeti'nde mevcuttur. Bunları en iyi
şekilde sevk ve idare etmek için kesinlikle kendinize güvenmeniz,
önünüzde yaptığınız işi severek ve isteyerek yapmak
mecburiyetindesiniz.
LÜKS
YAŞAMA SEVDASINA DİKKAT!
Belli
bir noktaya gelince, daha lüks yaşayacağım diye para
kazanıyorsanız, kesinlikle işinizi büyütemezsiniz. Ben ilk
arabaya 1984-85 yılında bindim. Bindiğim zaman bizim fabrikada ilk
özel arabası olan da bendim. Onu 1990'da 35 bin liralık bir
Mercedes ile değiştirdiğim zaman binmekte tereddüt ettim. Acaba
fazla göze batar mıyım, işçi arkadaşlar tarafından kınanır
mıyız diye düşündüm.
Ama şu anda Özdilek'te araba koyacak yer yok. Ve bu bana büyük
bir haz veriyor. 2 bin 500 kişi sadece Yalova Yolu’ndaki
Özdilek'te çalışıyor. İstanbul'da River Plaza iş merkezi ve
oteli yaptığımızda herkes nasıl
olacak bu iş, nasıl başaracak
dedi. Çünkü çevrede Kanyon ve Metrocity var. İki koca alışveriş
merkezinin ortasına bir deli geliyor, büyük bir alışveriş
merkezi daha yapıyor. Ama biz nitelikli olduğumuza, müşteriye iyi
hizmet verdiğimize inanıyoruz. Fevkalade bir ekip ruhuyla açtık,
ekibi kurduk. Temizliğe ve güvenliğe, binayı yaparken estetiğine,
iç donanımına, otomasyonuna çok önem veririz. Hiçbir masraftan
kaçmayız. Çünkü rakiple rekabet edebilmek için kesinlikle
rakipten daha başarılı sunum yapacaksın, sonra içini insan
kaynağı ile dolduracaksın. Bu insan kaynağı da işletmeye
yürekten bağlı olacak. Ve sürdürülebilir şekilde firmaya
inanacak, firmanın koyduğu görev tanımlarını, kural ve
kaideleri düzenli bir şekilde devam ettirecek ki işletme gelişip,
fark yaratabilsin.
'İNSAN
KAYNAĞI SERMAYEDEN ÖNEMLİ'
Ben
diyorum ki, insan kaynağı sermayeden daha önemlidir, daha
yararlıdır. Bankalar bile karşısındakinin vizyonuna, misyonuna
kredi veriyor. Bakıyoruz, hırsı mantığının önüne geçen
arkadaşlarımız var. Hırs mantığın önüne geçiyor. Daha fazla
iş yapayım, toplama insan kaynağı ile yapayım diyor. Toplama ile
de iş olmaz, olmuyor. Ekibi kendin yetiştireceksin. Kadrolar sizden
yetişecek. Oradan oraya futbolcu transferi gibi kadrolarla sağlam
kadrolar ve firma kültürü oluşmaz. Onun kafasında oluşan başka
düşünce ve duygular vardır, öbüründe başka duygular
düşünceler vardır. Ondan ancak aşure olur, o aşure de yılda
bir defa yenilebilir. Her öğün yiyemezsin.
BORÇLANMADA
SINIR...
Firmaların
kısa vadeli borçlarının, cironun yüzde 20'sini geçmemesi lazım.
Çünkü bankacı sıkıştırdığı zaman 1-2 yıl içinde o borcu
ödemek mecburiyetindesin. Bakıyorum ben, bazı şirketlerin borcu
cirosu kadar... Kardeşim bunu hiç hesapladın mı? Ya o işi
yapamazsan ne olacak? Banka gelip kasanın başına oturacak. O da
yetmeyecek. Ondan sonra işler kötüye gideceği, döndürülemeyeceği
için kapıya kilidi vurmak zorunda kalacaksın. Peki değer mi? Yola
çıkarken amacın neydi? Sen aileni geçindirmek, muhannete muhtaç
olmamak için yola çıkıyorsun, bu ne hırs, bu ne plansızlık?
İlkokulu da bitirsen, üniversiteyi de bitirsen, Allah sana bir akıl
vermiş. Bu aklı doğru sevk ve idare et. Hırs mantığının önüne
geçmesin. Nitelikli iş yapıp, takdiri Allah'a bırakacaksın.
Yıllar
önce, bir A. firması var. Hollanda'da. 2 bin tedarikçisi var. Biz
de tedarikçisiyiz. Oraya gittik. Genel Müdür’ün son cümlesi
şöyle bitti: 'Doğru
malı, doğru rafta, doğru zamanda, doğru satıcı ile
birleştireceksin; bir de kısmetin olacak...'
Demek ki dünyanın neresine gidersen git, doğrular değişmiyor.
Doğruların hepsini ortaya koyacaksın, sonra iş yok veya var,
diyeceksin.
Sabri
Ülker, yarım çuval unla başlamış. Sirkeci'de poğaça
yaparak... Alıp kitabını okuyun. Bugün herhalde 15 milyarın
üzerinde cirosu var. Sabri Ülker'e diyorlar ki, 'Eti
fabrikası satılıyor.'
O da diyor ki; 'Ben
almam'. 'Neden'
diyorlar. 'Benim
en yakın rakibim ve takipçim Eti Bisküvi' diyor.
'Ben Eti'yi satın
alırsam kendime rakip olarak kimseyi bulamayacağım için nasıl
bir kalite ürettiğimin farkına varamam. Onun için onun yaşamasını
isterim' diyor. Evet
rakip de şart. Rakip olmadan olmaz. Mesela Ahmet Zorlu benim en
yakın arkadaşlarımdan birisidir. Her zaman saygı duyarız. Toplu
çarşaf sattığı günleri de unutmaz. Bugün Türkiye'nin en
büyük, en iyi noktaya gelen holdinglerinden birisinin, Vestel'in
Yönetim Kurulu Başkanı olduğunu da unutmaz.
GÜNDE
8 SAAT ÇALIŞMAK, ÇALIŞANA GÜVENMEK...
Bütün
mesele insanların vefalı olması, güler yüzlü olması, insan
ayırımı yapmaması, buğday veren başak gibi eğilmesini bilmesi
ve devlete millete karşı görevini yapmasıdır. Bunları
yaptığınız zaman hayat su gibi akıp gidiyor. Zaman üçe
ayrılıyor. Bir çalışma hayatı zamanı, bir dinlenme hayatı
zamanı, bir de uyuma hayatı. Gün 24 saatten ibaret. Bazı günler
çok çalışabilirsin. İşin gerektiriyorsa 24 saat da uyumazsın.
Ama bu hep böyle olmaz. Devamlı 16 saat çalışıyorsan, işinde
bir organizasyon noksanlığı var demektir. Doğrusu günde 8 saat
çalışmaktır. Hele işiniz büyümüşse, yetki ve sorumlulukları
dağıtmamışsanız, insanlara güvenmiyorsunuz, demektir. Herkes
size danışmanlarla gelip soru soruyorsa, o işler yarım yürüyor
demektir. İnisiyatif vereceksiniz. Güveneceksiniz. Efendim, 'Hırsız
çıktı. Çıkarsa
çıksın! İnsanların
hepsi hırsız değil ki… Hırsız olan kendisine yapar. Sizin
paranız gider, onun da kariyeri gider. İtibarı gider. Siz para
bulabilirsiniz, ama o kaybettiği itibarı bulamaz. Kariyerini de bir
daha bulamaz. Onun için insanlara güveneceksin.
'DEVLETİNE
GÜVENECEKSİN'
Türkiye
Cumhuriyeti devletine güveneceksin. Yasama, yürütme ve yargının
saygınlığına güveneceksin. Her ne kadar problemler, sorunlar
olsa dahi... Aklınızı kimseye kiraya vermeyeceksiniz. Sizi okutan
devlete saygılı olacaksınız. İşinizi düzgün yapacaksınız.
Ve yolunuza devam edeceksiniz. Bu 8 saatleri düzenli yaşayacaksınız.
Eşinize dostunuza saygılı olacaksınız. Verdiğiniz taahhütlere
harfiyen uyacaksınız, yerine getireceksiniz. Devleti seveceksiniz.
Atatürk'ün
varlığından mutlu olacağız, çünkü cumhuriyeti bize emanet
etti. Atatürk bir vecizesinde diyor ki: 'Yorulmadan,
çalışmadan, öğrenmeden rahat yaşamanın yollarını alışkanlık
haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini, sonra
hürriyetlerini, sonra da bağımsızlıklarını kaybetmeye
mahkumdurlar.'
Afyon'un
girişinde askeri birlik var. Oraya dağın eteğine askerler
yazmışlar: 'Vatanını
en çok seven, işini en iyi yapandır'.
En önemli söz bu.
İtalya'nın
ilk cumhurbaşkanı, ekonomist, devlet adamı Einaudi, şöyle diyor:
“Binlerce insan onları
taciz etmemize, engellemelerimize, cesaretlerini kırmamıza, her
şeye rağmen çalışıyorlar, üretiyorlar, yatırım yapıyorlar.
Onları çalışmaya iten kesinlikle para hırsı değil. Çalışma
tutkularıdır. Kendi firmalarının gelişmesini görmeleri,
müşterilerinin daha çok güvenini, sevgisini kazanmak, tesisleri
genişletmek, işyerlerini güzelleştirmek, bir ilerleme hırsı
yaratmaktadır ki, bu para kazanmaktan çok daha güçlüdür. Eğer
öyle olmasaydı, müteşebbislerin başka işlerden, daha rahat ve
emin para kazananlardan, yani
rantiyecilik, arsa süpekülatörlerinden bahsediyor, daha
riskli bir şekilde kendi firmalarındaki bütün enerjilerini ve
kapasitelerini daha çok yarar sağlamak için harcamaları
açıklanamazdı.'
ÖZDİLEK
LOGOSU
'Özdilek'
yazı karakteri için, 1967'de ilk dükkanı açtığımda, 50 lira
para verdim. O yazıyı yazan arkadaşın kızı bizde sekreterlik
yaptı. Güzel bir yazı karakteriydi. O amblemin bu noktaya
geleceğini biz de düşünmemiştik. Değiştirmeyi düşünmüyoruz.
2017'DEN
BEKLENTİLERİ
Terör
hiç kimsenin istediği bir şey değil. Yatırımcı huzur ortamı
arar. Sorunlara rağmen ülkemize güveniyorum. Bunların üstesinden
kesinlikle gelecektir. Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası çok
önemlidir. Tartışmalar olumlu neticelenecektir. Ama seçilmiş
milletvekillerinin her birisinin bu ülkeyi yürekten sevmesi
şarttır. Hepimiz bu devlete hizmet için varız. Düzeleceğine
inanıyorum. Çünkü bizim bin yıllık bir devlet geleneğimiz var.
ABD yokken biz vardık. Akdeniz iç deniz iken, Amerika bize 25 yıl,
25 bin altın koruma ve kollama için vergi ödemiş. Biz de
kendimize göre bir devletiz, ülke bizim ülkemiz.
ALLAH
ÇOCUKLARI ANA BABAYA MUHTAÇ ETMESİN
Geriye
bakarsan aç kalırsın. Fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak
için 18 yaşını doldurduğun zaman annene babana bile muhtaç
olmayacaksın. İhtiyaçları varsa, daha erken yaşta da
çalışabilirsin. Ben diyorum ki, Allah anne babayı çocuğuna
muhtaç ederse de, çocukları anne babasına muhtaç etmesin. Kendi
yetiştirdiği evladın kendi ayakları üstünde durması, işi
nitelikli kurum kültürüne inandığınızda, mücadelenizi veren,
haklı olduğunda mahkemeye giden bir girişimci olsun. Tabi Allah
iyilerle karşılaştırsın. Zaman zaman karşınıza problemli
insanlar çıkabilir. Problem sizde değilse uzak duracaksınız,
problemin kaynağı da siz olmayacaksınız. Yolunuza devam
edeceksiniz. Hasta olunca dinlenin. Ama hastayken de işlerin
yürümesi lazım. Bunun için de kurumsallaşma, bunun için güven,
güven için kafa lazım. Ve ana baba terbiyesi lazım. Kuşku
içindeki bir ailede güven oluşturmak çok zor.
EĞİTİM
ALIYOR MU?
İşletme
mezunuyum, 10 senede bitirdim. Derslerime çalıştım. Medeni Hukuk
ve Borçlar Hukuku'nu Yusuf Ziya Binatlı'dan aldım. Yüksek
matematiği Musa hocadan aldım. Ve bunların hepsinin mantığını
en iyi şekilde kavradım. Zeyyat hocadan beşeri ilişkiler dersi
aldım. Hatta işe dalmışım, sözlü sınavı kaçırmışım. Ne
olacak dedim? 'Sen geçtin.
Sözlü
yapıyorum, haleti
ruhiyeni, nasıl anladığını, hepsini biliyorum.’ dedi.
En son organizasyon şeması konusunda kurs aldık. Şemamızı
yeniledik. Noksan noktalara yeni arkadaşlar atadık.
Bütçede en
önemli şey, para kazanmadan önce, bakım onarım işidir. Ana
yatırımdan önce bakım ve onarımdır. Mağazanın rafları
düzenlenecekse bu önceliklidir. Teknolojiye yatırım yapıyoruz.
SAP kullanıyoruz. Türkiye'de en büyük şirketlerden 10'da dokuzu
SAP sistemi kullanıyor. 3 milyon Euro para yatırdık. Hatanın
neresinden dönersen kârdır. Yaptığınız hataları tespit edin.
Ancak sokma akılla değirmen dönmez. Önce inanacaksınız.
Söylenenler, sizin fiili uygulamanıza uygun mu değil mi ona
bakacaksınız. Teori ile pratiğin birleşmesi lazım. Her teori
birebir bünyeye uymayabilir. Çok hantallaşırsanız da kontrol
elden kaçar. Verimli çalışma, optimal maliyet olmalı. Her bölüm
kendi içinde verimli olup olmadığı tespit etmeli.
HAYAL EDİP DE
GERÇEKLEŞTİREMEDİĞİ BİR ŞEY VAR MI?
Allaha şükürler
olsun, hiçbir şey yok. Yediğim önümde yemediğim arkamda. Ve 8
bin 500 kişiyi çalıştıracağım noktaya geleceğimi hiç tahmin
etmezdim. Ama devlete inandım, ülkemi seviyorum. Dünyanın
neresine gidersek gidelim, işte burada uzun yıllardır
arkadaşlarımız var, dünyayı dolaşıyorsunuz, ABD'de yıllık
3-5 milyon dolar geliri olmasına rağmen yine Türkiye'ye dönüyor.
Çünkü buradaki hasletler, gelenek görenekler hiç bir yere
benzemez. Bunu hissetmek, yaşamak lazım. Sokağa çıktığınız
da birine rastladığınızda derdinizi anlatırsınız. Küçük
yerdeyseniz herkes birbirini tanır. Bunlar batının özenip de
bulamadığı değerler. Bugün ABD'de yanılmıyorsam 35 milyon
insan metro istasyonlarında yaşıyor. Gerek ayyaşlıktan, gerek
işsizlikten, gerek beceriksizlikten... Veya başka sebepleri var.
Sağlığınız yerindeyse bu büyük hazine. Tek bir böbrek
çalışmıyorsa günde 8 saat diyaliz cihazındasınız. Her gün 8
saat makineye bağlı. Düşünebiliyor musunuz? O nedenle sağlığın
değerini bilmek lazım. Fazla kilolu olmamak lazım.
RANDEVU
HASSASİYETİ
Günde 8 saat
yatakta kalırım. Randevularımı aksatmam. Erkense saat 6'da da
kalkarım, hiç önemli değil. Akşam bir boks maçı olursa
televizyonda saat 2'lere kadar izlerim. Ya da güzel bir filme
takılırsam oturur izlerim. Dostlarla da olur. Ama kesinlikle
randevumu bir dakika geciktirmem. Gecikecekse mutlaka arar söylerim.
Çünkü benim zamanım kıymetliyse, karşımdakinin zamanı daha
kıymetlidir. Karşımdaki insanın kafasında soru işareti
bırakmaya hakkım yok.
'İŞE YARAMAYAN
ADAM OLMALISINIZ!
Şirketinizin
başına genel müdür koymuş, ona vizyon vermişseniz, kadrolar
uygun seçilmişse... Bizim insan kaynakları bölümü var. Her
alışveriş merkezinde devamlı bir eğitmen var. Her personelin
alacağı eğitim 40 saattir. Uşak mağazası açılırken, orada
200 kişi işe başladı, 250 kişi de onlara destek için gitti. Bir
ay boyunca tezgahları dizdiler, malları yerleştirdiler, işin
nasıl sevk ve idare edileceğini gösterdiler. Ekip ruhunu görünce
yeni ekip de daha az fire ile bizden ayrılıyor. Yani alışveriş
merkezlerinde yıllık eleman sirkülasyon oranı genelde yüzde
50'dir. Bizde yüzde 36'lardadır. Dolayısıyla firmaya güven çok
önemli. İş büyüdükçe sizin küçülmeniz lazım. 'İşe
yaramaz adam'
olmalısınız. Bunun için de her şeyi idare edecek kadroları
oluşturacaksınız. Yönetim Kurulu'na kararlar gelecek, o
kararların analizini dinleyeceksiniz, ama makro açıdan böyle.
Mikro açıdan diyelim restorana gittiğinizde kesinlikle mutfağa
gireceksiniz. Yemeklerin düzgün pişip pişmediğini, temiz olup
olmadığını göreceksiniz. Çalışanların kılık kıyafetine
dikkat edeceksiniz. İsmen hitap edeceksiniz. Hastası varsa soracak,
düğünü varsa, nişanı varsa, bizzat çağırıyorsa kesinlikle
gideceksiniz. Böbürlenmeyeceksiniz. İnsan sevgisi ile dolu
olacaksınız. Hedef para kazanmak değil, insanı kazanmaktır. Para
da arkasından geliyor. İş, ortam, ekipman; böyle
düzenli, amatör ruhla yaklaşan bir girişimcinin altında
çalışmaktan büyük haz duyarım
diye oradaki çalışanlar da coşku duyacak.
'ELİME
SÜPÜRGEYİ ALIR... '
İnsanı
problemler yıkmaz, problemin çözülememesi yıkar. Çalışanların
haleti ruhiyesini bozan bunlardır. Nerede problem varsa herkes oraya
odaklanacak. Antalya alışveriş merkezinde yangın çıkmış.
Atladık, uçakla gittik. Bakıyorum ne yapacaklar diye. Sen
hiç karışma,
dediler. Ekibi getirdiler. 4 saat sonra yenileyerek mağazayı açtık.
Ben sadece seyrediyorum. Ama biliyorlar ki, ben de elime süpürgeyi
alır yaparım, o noktaya geldik artık. Çabayı biliyorlar,
mücadeleyi biliyorlar. İşi birlikte yapmaktan haz alıyorlar. Bu
işler bugünden yarına olmaz. Bu yolda ya varsınız ya yoksunuz.
Varsanız yüreğinizi koyacaksınız. Parayı ikinci planda
düşüneceksiniz. Birinci planda insana yatırım. Borç
alacaksınız, işçinin maaşını ödeyecek, geciktirmeyeceksiniz.
Kayıt dışı olmayacak. Bugün berber dükkanına yeni çalışanlar
gelmiş, sohbet ediyorum. Kaç
yaşındasın?
43. Sigortan
var mı?
Yok. Diyor ki: ‘Abim
yıllar önce girdi çıktı yaptı, öyle kalmış.’ Ama
bize girer girmez sigortası brüt ücreti üzerinden hesaplanır,
yatırılır. Tam gösterilir ve eksiksiz ödenir. Hiçbir zararı
yok. Çünkü şeffaflık her zaman başarının temelidir.
'OĞLUM NACİ
BEY'E ABİ DER, CEKETİNİ İLİKLER'
Annem sağ, 88
yaşında. İki kız kardeşim bir oğlum var. Ben herkese saygılı
bir insanım, öyle olmaya devam edeceğim. Oğlum (Murat) şu anda
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı. Zaten anne baba terbiyesini 7
yaşına kadar verirsiniz. Önce nasıl yetiştiğine, saygısına
bakarız. İşyerinde mesela Naci beye abi diye, önünde ceketini
ilikleyerek konuşur. Çok güzel bir şey. İnsanı sevmek insana
bağlı olmak güzel şey. Her şey para değil. Belli bir noktadan
sonra oğlunuzun, kızınızın düşüncesi penceresinden de bakmak
zorundasınız. Sadece babanın bakış açısı değil. Yani ben
babayım, büyüğüm, tecrübem var, benim sözümü dinlemek
zorundasın diye yaklaşırsanız, onun iç dünyasına giremezsiniz.
O da reşit olmuş, okumuş, aile babası olmuş. Ondan sonraki
yaşamından kesinlikle bunlara güveneceksiniz. Hata yapsa bile
vereceksiniz. Hata yaparak doğruyu öğrenecek. Önemli olan pasif
olmaması, iyi niyetli olması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder