14 Temmuz 2025 Pazartesi

 

Denizleri temizlemede yeni yöntem:

‘YÜZER BİTKİ ADALARI’

 

Çapraz Çayı üzerine yerleştirilen 
Yüzer Bitki Adaları...


BUÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşegül Akpınar Marmara Denizi’ne ulaşan derelerdeki kirletici maddeleri azaltmak için ilham verici bir projeye imza attı: “Yüzer Bitki Adaları”… İlk örnekleri Nilüfer Çayı’nın denize döküldüğü yere yakın bir bölgede kuruluyor. Suyun yüzeyine yerleştirilen yeşil bitkilerin sudaki azot, fosfor gibi kirleticilerle beslenerek suyu temizlemesi sağlanıyor. Türkiye’de bir ilk olan uygulamanın dikkat çekici yanı düşük maliyetle kurulan bir tür biyolojik arıtma sistemi olması. 

Sevgili okurlar, birkaç gündür hayli heyecanlıyım. Düşünsenize, her fırsatta söylenen “Nilüfer Temiz Akacak” sloganına rağmen koskoca akarsuyun hala simsiyah, zehir halinde Marmara Denizi’ne akması hepimizi karamsarlığa iterken, Nilüfer’in temizlenmesi için bir ışık doğuyor! Gayet pratik ve düşük maliyetli bir bilimsel yöntemin keşfini duyuyorsunuz! Sizce de heyecan verici değil mi?

İlk müjdeyi KOZA Dağcılık bünyesindeki doğa yürüyüşlerinden, dağcılık faaliyetinden tanıdığım yol arkadaşımız Hasan Çekiç’den aldım. “Haberin yok mu senin? Biz Karacabey Hayırlar köyü vardı ya, orada suyu temizlemek için suyun üstüne yüzer ada faaliyetine katılıyoruz, KOZA’yı temsilen” dedi, davet etti.

Burası, Hayırlar köyü, Nilüfer Çayı’nın Susurluk Çayı ile birleştikten ve “Çapraz Çay” adını aldıktan sonra Karacabey Longoz’u kıyısında Marmara’ya dökülmeden önce geçtiği yer. Çayın öte yakasında da Akçasusurluk köyü var.

Yüzer Bitki Adası Prottokolü'ne katılanlar.Bakanlık, DOSAB
Başkanı Levent Eski,BUÜ Rektör Yrd.. Prof.Dr.İrfan Kırıştıoğlu
Doç.Dr.Ayşe Akpınar ile diğer katılmcılar.

Bursa dışında olduğum için yüzer ada gönüllüleri grubuna katılma şansım olmadı ama durumu, bu projenin sahibi bilim insanı Ayşegül hocadan öğrenip sizlerle paylaşmak; özellikle de ilgili kişi ve kurumları, çevre duyarlılığı olan bütün Bursalıları bu projeye desteğe davet etmek istiyorum.

 

‘YÜZEN BİTKİ ADALARI…’

 

Önce nereden çıktı bu “Yüzen Bitki Adası”, onu anlatalım.

Projenin sahibi Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Park ve Bahçe Bitkileri Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ayşegül Akpınar. Ayşegül hocanın verdiği bilgiye göre, Marmara Denizi’nde “müsilaj” ortaya çıkmasının ardından, 2021’de, TÜBİTAK’ın bir çağrısı üzerine harekete geçiliyor. Ve pilot çalışma ile derelerde oluşan kirliliği tutmakla ilgili Türkiye’de ilk çalışma, kendisi tarafından başlatılıyor.

İlk denemelerin başarılı sonuç vermesinin ardından bu yöntemin daha büyük, yaygın uygulanması hedeflenerek, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, BUÜ ve Demirtaş OSB arasında bir protokol imzalanıyor. Böylece TÜBİTAK 1001 projesiyle gerçekleşen çalışmanın uygulamaya konulması ve yaygınlaştırılması sağlanıyor. Doç. Dr. Akpınar önderliğinde yürütülen bu projede Marmara’ya akan derelerden gelen kirliliği azaltmak amacı ile çok sayıda “yüzer bitki adası” kurulması sağlanıyor.

 

Yüzen bitki adası hazırlama


HEDEF ‘YAYILI KAYNAKLİ KİRLETİCİ’
 

Doç. Dr. Akpınar, Marmara’ya akan kirleticileri “yayılı kaynaklı” ve “noktasal kaynaklı” diye ikiye ayırıyor.

“Noktasal kaynaklı” dediği, endüstriyel deşarj gibi kaynağı belli olan kirleticiler. Bu yüzer adaların hedefi sadece “yayılı”, kaynağı belli olmayan, evsel, organik kökenli, tatlı su kaynakları aracılığı ile gelen azot, fosfor gibi müsilaja neden olabilecek kirleticiler.

Yani suyun üzerinde büyüyen bitkiler ağır zehirli, kimyasal atıkları vs. arıtmıyor, dolayısıyla da bu proje büyük arıtma tesislerinin bütün işini yapmıyor, ona alternatif değil.

Ayşegül hoca durumu şöyle açıklıyor:

Doç. Dr. Ayşegül Akpınar


“Marmara Denizi’ne kaynağı belli olmayan (yayılı) kirleticiler, tarım arazilerinde kullanılan azotlu ve fosforlu gübreleri ya da hayvancılık faaliyetlerini ve aynı zamanda evsel endüstriyel faaliyetlerle gelen kirliliği ifade etmektedir. Bu yayılı kaynaklı kirleticiler, dereler gibi tatlı su kaynakları aracılığıyla denizlere kirliliği taşımaktadır. Nehirler ve tatlı su kaynakları aracılığıyla denize taşınan azot ve fosfor yükü müsilaj gibi ekolojik dengenin bozulduğunu gösteren çeşitli sorunlara neden olmaktadır. Biz, tatlı su kaynaklarından denize ulaşan bu kirlilik yüklerini azaltmak için bitki temelli bir arıtma yöntemi üzerinde çalışıyoruz. Başta azot ve fosfor olmak üzere çeşitli kirleticileri kendi bünyesinde tutabilen bu bitkiler ile çevreye zarar vermeden arıtım sağlanıyor ve su kalitesi korunmaktadır. Bu çalışmalar alana özgüdür ve çalışacağınız alanın kirlilik durumunu belirledikten sonra bitki seçiminin doğru yapılması gerekir, bu konuda bir uzmanlık ister. Bu nedenle şu an seçtiğimiz bitkiler, mevcut lokasyonda ilk aşama için uygun olan bitkilerdir.”


Doç. Dr. Ayşegül Akpınar, proje kapsamında 1.000 adet yüzer adayı planladıklarını söyledi. Bursa Uludağ Üniversitesi öğrencileri ve akademik personel ile KOZA Dağcılık topluluğundan gönüllülerin de desteğiyle bunun yarısı şimdiden tamamlanmış. Tabi Bursa’nın en uzun ve pek çok kolu bulunan Nilüfer’in temizlenmesi için bu çok küçük bir miktar. Ayşegül hoca Bursa kamuoyunun, özellikle organize sanayi bölgeleri ve belediyelerin desteği ile uygulamayın yaygınlaştırılmasının yararına vurgu yapıyor.

Neden olmasın?

Örneğin başta Bursa Büyükşehir Belediyesi olmak üzere belediyelerimiz, Organize Sanayi Bölgeleri olarak NOSAB, BOSB, Gürsu, Kestel, Hasanağa, Kayapa, Çalı OSB’leri…


Ve, tek tek sanayi kuruluşlarımız…

Bu projeye destek verseler, çok düşük maliyetli bir yöntemle akarsuların temizlenmesine katkı sağlasalar ne de güzel olmaz mı?

27 Mart 2025 Perşembe

 Eğitimci, şair Ahmet Özer’in gözünden

’68 Kuşağı, Kızıldere..

 

Dursun EROĞLU


’68 Kuşağı” deyince pek çoğumuzun aklına Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi sol gençlik liderleri, 12 Mart, Kızıldere gibi zor dönemler, acılar geliyor. Ancak aynı dönemin gençlerinden eğitimci, şair Ahmet Özer ile tanışınca, aslında bu kuşağın salt siyasal başkaldırı ruhundan ibaret olmadığını; kültür sanat alanında da hatırı sayılır bir ’68 Kuşağı olduğunu fark ettim. Dahası, Nazım Hikmet’ten Sabahattin Ali’ye, Aziz Nesin’e, Yaşar Kemal’e insanların kalbinde taht kuran pek çok şair ve yazarın ‘68 Kuşağı ile aynı damardan beslendikleri gibi bir düşünceye kapıldım.

Sevgili dostlar, çocuk yaştaki tanıklığım çerçevesinde yazdığım Çocukluk Anılarımda Kızıldere kitabının yayınlanması benim için yayın dünyasına merhaba demek gibi bir anlam taşıdı. Gazetecilikte 40 yılı doldurmuş olamama rağmen tamamen yepyeni bir ortam ve çevre ile tanışmış oldum.

Şair Ahmet Özer ile tanışmamız kitabım üzerine oldu. Ankara’da yaşayan Özer ile tanışmamızı üniversiteden arkadaşım sevgili Sema Gözükara sağladı. En son Bilkent Üniversitesi ile Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda dersler veren Ahmet hocaya kitabımı takdim edince telefonla aradı ve dopdolu, uzunca bir konuşma yaptık. Onlarca kitabı yayımlanan bir aydın, “Aynı yaşlarda olduğu devrimci gençlerin kapana kıstırılıp öldürülmelerinin” anlatılmasından, belli ki hayli etkilenmiş, duygulanmış. Yine de bu denli üretken bir yazın ustasının daha ilk kitabını zorlukla bastırabilmiş, popüler birisi de olmayan bir gazeteci olarak beni telefonda araması; duygu ve düşüncelerini paylaşması büyük incelikti.



Ahmet hocam, sohbetin ardından aylık kültür sanat ve edebiyat dergisi Berfin Bahar’da Gazeteci Dursun Eroğlu’nun Çocukluk Anılarında Kızıldere” başlıklı bir yazı kaleme aldı. 3 sayfa tutan yazıda Özer, yüreğinde ‘68 Kuşağı’nın haklı isyanını ve hazin sonlarını hissederek kitabın içeriğini anlatıyor.

1946 yılında Trabzon Maçka’da doğan, okullarda yaklaşık 30 yıl Türkçe öğretmenliği yaptıktan sonra 19 yıl Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Ahmet Özer, pek çok sanat ve edebiyat dergisinde yazar ve yöneticilik yapmış.

Bütün bunları yaparken şiirden röportaja edebiyatın farklı alanlarında tam 50 kitabı okurla buluşturabilen (50. son kitabı Damara Dokunmak yeni çıktı) bir aydından söz ediyoruz!

Bu derece verimli, üretken, aydın duyarlığına sahip bir ismin, kitabım hakkında kaleme aldığı satırlar önemliydi. İşte bazı değerlendirmeleri:

“Bir çocuk yüreğine sığınarak kaleme alınan yapıt, 51 yıl önce gerçekleştirilen bir toplu ölümün etkileyici bir fotoğrafını koyar önümüze. İçten, şaşırtıcı, ürpertici bir tanıklığın ifadesidir bu. Daha da önemlisi tarihe not düşmektir.”………

“Dursun Eroğlu’nun Kızıldere’de doğan bir çocuk olması, o coğrafyadan çıkıp gazetecilik eğitimi görmesi, tarihin alnında kanayan bir yara olan bu büyük olaya tanıklık etmesi, onu bu konuda yazmaya yöneltmiş. Aynı yaşlarda olduğumuz devrimci gençlerin kapana kıstırılıp öldürülmelerinin acısını 51 sonra önemli bir tanığın kaleminden okumak içimizi sızlatıyor. 30 Mart 1972’de basın ve radyonun verdiği haberlerden öğrendiğimiz bu kuşatma ve imha planını, bir çocuk gözünün ışıltısı ile okumak ülke yöneticilerinin gençlere bakışındaki acımasızlığı da sergilemeye yetiyor.

Eroğlu, “Kızıldere olayı”nı, bir başka kanaldan görmemize ışık tutuyor.”

(Ahmet ÖZER, Berfin Bahar, Sayı: 304, Sayfa: 62)

Usta yazarımız kitabımda birkaç maddi yanlışlığı da tespit etmiş. Bu yüzden kendisine özel bir teşekkürüm var ve ilk yeni baskıda düzeltme mutlaka yapılacaktır.

 

EDEBİYATTA ‘68 RUHU… 

 

Özer’in yazılarına ve röportajlarına bakınca onun dünyasında 68 kuşağının ruhunu, izlerini görebiliyorsunuz.

Ahmet hocayı anlamak için, kendisiyle yapılan bir röportajdaki sözlerini sizlerle paylaşmak istedim:


 Kuşak olarak dönem gereği bireysel tarihimizden evrensele açıldığımızda yaşanılan her şeyi gözlemlediğimiz ortada. Dünyada olan her olayın, her olgunun, her anın diyalektik bir akışla birbirine eklemlendiğini iyi biliyorduk. Bu noktadan hareket ettiğimizde düşüncenin, yazılanın, yaşanılanın izlenilenin önemli bir tanığıydık.

Bu tanıklık, bizi toplumsal sorumluluğun eşiğine getirmiştir. Özellikle şiir yazmaya başladığımız 60’lı yılları düşündüğümüzde dönemin dünya halklarının büyük isyanıyla karşılaşırız. O günleri kayıt altına alan dergilerde, gazetelerde, belgesellerde anlatılanlar; bugün çoğu kişiye bir masal gibi gelir. Sanki bir başka ülkeden, bir başka dünyadan buralara gelmiş gibiyiz.

… 1961 Anayasasının getirdiği özgürlükler, DİSK, TİP ve TÖS’ün ortaya koyduğu mücadele azmi, 68 Kuşağının dünyayı fethetme cesareti ve Nâzım Hikmet’in Yön Dergisi’yle zincirlerini kırması, Ant, Türk Solu gibi dergilerle ortaya konulan siyasal bilinç ve pırıl pırıl yüreklerin attığı kimi yayın organları, bizi bu düşünsel akışın içine aldı.

Dönemin, bugün hiçbiri yaşamda olmayan değerlerinin üretimde bulunduğu yılları kapsadığını düşünelim. Şairlerin şiirleriyle yazarların değişik türdeki ürünleriyle, devrimci içerikteki oyunlarla, bir uzun yürüyüşteydik.

Bu coşku emperyalizmin gücü ve yerli işbirlikçilerinin ortaklığıyla bilindiği gibi 12 Mart’ta yerini karşı devrime bıraktı. Binlerce insanın yaşamı karartıldı. Gencecik insanlar asıldı. Toplumsal uyanışın önü kesilmeye çalışıldı.

İşte bizim kuşağımız bu yaşananların içinden hem kendini hem de sorumlu olarak duyumsadığı kesimi, sınıfsal bilinciyle aşmanın yolunu aradı. Bunun en iyi başarılacağı yöntem de şiirdi. Aşkı da ölümü de ayrılığı da hapishaneyi de doğayı da toplumu da, daha doğrusu yaşamın bütün gerçekliğini şiirle ifade etmenin yarışındaydık.” (Gamze Akdemir, Cumhuriyet Kitap eki, 29 Haziran 2021)

Anlaşılan '68 Kuşağı sadece darağacında asılan Deniz'lerden, topluca katledilen Mahir ve arkadaşlarından vs. ibaret değilmiş... "68 Ruhu" diye henüz dipdiri olan birşey varmış.!