Ağaçhisar-Kabaklar:
Kocasu kıyısında terk edilmiş tarla ve bahçeler, harabe değirmenler, şifalı kaplıcalar...
Doğa yürüyüşlerinde dün (9 Haziran 2019 Pazar) Bursa’nın Orhaneli ilçesine bağlı Ağaçhisar
ile Kabaklar köyleri arasındaki
dağları, özellikle de Orhaneli Çayı
civarını gezdik.
“Tükürsen meyve
biter” denen mümbit toprakları, şifalı kaplıcaları ile yemyeşil doğa…
Hızla nüfus kaybederek, iyiden boşalmaya yüz tutmuş köyler...
Terk edilen tarlalar, sebze ve meyve bahçeleri, su değirmenleri…
Terk edilen tarlalar, sebze ve meyve bahçeleri, su değirmenleri…
Sahipsiz kalıp adeta küsen ve dallarında pek meyve
göremediğim ulu ceviz ağaçları... Yakınlarında yaşlı, yorgun köylülerin büyük bir
umutla sulamaya çalıştığı taze ceviz fidanları…
Koza
Dağcılık rehberliğinde üç minibüs dolusu doğasever ile ilk
durağımız Orhaneli merkez.
Bugün bizim için özel bir gün. Zira bu yürüyüş, Orhaneli ve
yöresinin
“doğal rehberi” diyebileceğim 360 Derece Orhaneli Tanıtım ve Doğa Gönüllüleri’nin kurucusu
değerli dostumuz Oktay Tüfekçi’ye
atfedilmiş.Orhaneli’de rahmetli Oktay hocasız ilk gezimiz…
Bugün rehberliğimizi, kadim rehberimiz Harun hoca ile birlikte Oktay hoca sayesinde tanıştığımız Ahmet bey yapacaklar. Ahmet beyi aldıktan sonra doğru Ağaçhisar’a gidiyoruz.
SÜSLÜ SÖZLERİN SAHİPLERİ NEREDE?
Orhaneli’ye
her gidişimde, bu kentin canlılığını biraz daha yitirdiği hissine kapılıyorum.
Bu
hissiyat, yürüyüşün Oktay hocanın cenazesinde sokakların insan seli haline gelmesinin ardından yapılmasının etkisinden midir
bilmiyorum.
Ama sadece bu değil. Orhaneli’de
köyler dâhil 2007’de 25 bine yakın olan nüfus 19 binlere düşmüş…
İlçe merkezi nüfusu 6 bine doğru çekiliyor.
İlçe merkezi nüfusu 6 bine doğru çekiliyor.
Onca krom, linyit ve mermer ocağı mantar gibi çoğalırken,
“Orhaneli’de göç duracak, istihdam
gelecek, insanlar köylerinde para kazanacak” gibi süslü laflar edenlerin şimdi
nerelere saklandığını merak ediyorum.
Gözümüzle gördüğümüz şey, yıllarca yer altındaki
zenginlikleri elde etmek için her şeyin altını üstüne getirenlerin köylüye sadece
tahrip olmuş bir doğa bırakması…
Tabi insanlar da evini, köyünü terk edip gitmiş, gidiyor...
Tabi insanlar da evini, köyünü terk edip gitmiş, gidiyor...
Ağaçhisar köyü
ilçenin 16 km. güneydoğusunda. Beton şarampollü, hayli düzgün asfalt yolu
görünce bir sıra dışılık hissetmiştim. Galiba, bu farkı yaratan köyden bir
siyasinin kişisel çabasıymış.
Burası çok eski bir köy.
Taa 530 yılı tahrir defterinde köyde 5 hane yaşıyor yazılmaktaymış. 1908
Yıllığı’na göre 79 hane varmış. Köyde nüfus, 1927’de 400, 1990’da 316 kişi.
Şimdilerde ise sadece 150...
Tahmin edeceğiniz gibi ilkokul falan kalmamış.
Köyün çevresinde bir tahta çit olduğu için adı “Ağaçkale” olmuş.
OKTAY TÜFEKÇİ ANISINA…
Orhaneli
Çayı vadisi manzaralı bir dağ köyü. Köyün merkezi bir cami ve
küçük bir fıskiye havuzu ile oldukça manzaralı bir avlu. Burada Koza’nın kurucularından sevgili Ayhan
Kazancı ve bugünkü rehberimiz Ahmet’ın (Uğuroğlu) günün önemi ile ilgili kısa bir açıklama yapmasından sonra Orhaneli Çayına doğru inmeye
başlıyoruz.
Köy civarında evinin önünde bir şeyler yapan birkaç insan
görüyoruz. Gönlü zengin insanlar.
Geçerken, bir ablanın sesini duyuyoruz. ‘Alın
alın, yiyin, afiyet olsun’ diyor.
Dut ağaçlarındaki meyveler olgunlaşmış.
İlginç, bu sene kiraz görmüyorum. Kirazlar ya
toplanmış,
ya da don vurmuş vs. olmalı. Dallarda kiraz yok.
Yol boyu patikalardan, eski traktör yollarında yürürken
sağımızda solumuzda terk edilip meraya dönmüş eski tarlalar, meyve bahçeleri
görüyoruz.
ŞİFALI KAPLICALAR…
Aşağıda Orhaneli
Çayı ya da namı diğer Kocasu... Çaya
çok yakın bir yerde Ağaçhisar Ilıcası var.
Ilıca suyu ile çamurunun deri hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor.
Ilıcanın
hemen üzerindeki tepede ise bir kale kalıntısı varmış. Bu tepe son derece sarp
bir kayalığın üzerinde. Köyün adı bu kaleden de gelmiş olabilir deniyor. Buralarda öğütme taşı ve oluğunun bir bölümü gazel, ot ve sarmaşıkların altında tarihi harabe
gibi duran bir su değirmeni yıkıntısı var.
Kaplıca çevresinde de yıkık duvarlar…
Basit, ama kullanılmayan
tuğla-beton yapımı bir baraka…
Anlaşılan bu kaplıca uzun süredir kullanılmıyor. Vücut sıcaklığına yakın bir suyu ile hemen soyunup girebileceğiniz basit bir
havuzu var.
Birkaç kilometre ileride bir kaplıca daha…
Bunun adı “Haydar
Kaplıcası” imiş. Civarda Haydar
köyü var. Su sıcaklığı Ağaçhisar Kaplıcası’na benziyor. Kadın ve erkekler için iki ayrı bölüm halinde yapılmış.
Birkaç metre
aşağısında çamurlu bölüm var. Buradaki çamurun cilt hastalıklarına iyi geldiği
ileri sürülüyor. Yani insanlar burada çamur banyosu yapıyormuş.
Hemen Orhaneli Çayı’nın kenarında. Öyle ki,
kaplıcanın suyu ile çayın suyu burada birbirine karışıyor. Kaplıca suyunda
dinlenirken, arada iki adım atıp buz gibi Kocasu’ya
geçebilirsiniz.
Bizim grup oraya varınca kadınlı erkekli birkaç kişilik bir
grubun uzaklaştığını fark ettim. Anlaşılan seyrek de olsa burayı kullananlar
var. Özellikle de avcıların vs. ilgi gösterdiği bir mekan haline gelmiş. Ancak
civardaki taşların üzerinde bırakılmış sabun artıklarını görünce temizlik
deyince ilk ve sadece akla deterjanların geldiğini fark ediyor, şaşırıyorsunuz…
Şifalı çamurun bulunduğu yerde sabunla yıkanma çok tuhaf, bencilce, bilgisizce bir şey...
Şifalı çamurun bulunduğu yerde sabunla yıkanma çok tuhaf, bencilce, bilgisizce bir şey...
Birkaç arkadaşla, biraz ilerideki yemek molasında
harcayacağımız zamandan fedakârlık edip yarı çıplak, dalıyoruz kaplıca havuzuna…
Yarım saat kaplıcada dinlenmek yürüyüşün geri kalan bölümü için inanılmaz enerji ve dinginlik sağlıyor.
Yarım saat kaplıcada dinlenmek yürüyüşün geri kalan bölümü için inanılmaz enerji ve dinginlik sağlıyor.
Bugünkü yürüyüşümüz büyük ölçüde Orhaneli
Çayı kenarında
geçiyor. Kırkkilit otu, adını bilmediğim (yılan yastığı diyen oldu, ama ben
öyle bir çiçek hiç görmemiştim) çiçekler, devasa büyüklükteki çınar ağaçlarına
sarılıp ağaçlarla birlikte devrilip kuruyan sarmaşıklar…
ÖLDÜREN AŞK!
Doğa sevgisine bakın...
Bir arkadaş, sarmaşıklarla adeta boğulup devrilen, yerde uzanmış kocaman
ağaca bakarken şöyle diyor: “Aşk bu işte…
Öyle bir sarılmış ki, ölesiye!…"
Sahiden hem çınar ağacı hem de onu çepeçevre saran sarmaşıklar,
ağaç yere devrilince ölmüş, kurumuşlar!
Uzun süre eski değirmen ve bahçe arklarının kenarında
yürüyoruz.
Bir zamanlar buradaki yaşamın merkezinde duran bu
arkların bazı bölümlerinin son dönemde onarıldığını ve artık suyla doğu
olduğunu görmek sevindirici.
Hatta, bu arklardan birisinde su, hala iskeleti ayakta
duran eski bir su değirmeninin arkasında, tam da ortadan ikiye kırılıp yere
uzanan oluğun üzerinden akıyor. Değirmende yaşlı karı koca görüyoruz. Pencerede perdeyi aralayıp, kapıdaki bir dut ağacından birer ikişer dut almamıza izin veren teyze, cep telefonu ile fotoğrafını çekmeye çalıştığımı fark edince, alelacele perdeyi kapatıp içeri giriyor.
Değirmen çalışmıyor.
Değirmen çalışmıyor.
Anlaşılan bu su sadece değirmenin
önündeki bahçeyi sulamak, orada
bir şeyler yapmak için akıyor…
Yine ileride, bahçeyi taraçalayan, kimi fideler ekmiş,
onları çapalayan, sulayan… Birkaç yıl önce diktiği ceviz fidanlarının altındaki
yaban otlarını kazan, orta yaş üzeri insanları görüyoruz.
Sanki son bir gayretle umudu ayakta tutmaya çalışıyorlar
gibi.
Otomobilleri ile ailece Pazar günü Kocasu kıyısında piknik yapmak için gelenler de var. Bunlardan birisi,
geçerken bize odun ateşinde pişirdiği “pişi”den
ikram ediyor.
Ve Kabaklar
köyünün aşağısında Kocasu üzerindeki köprünün yanına gelen
minibüslerimize biniyoruz.
MARKETLE YARIŞAN FİYATLAR…
Orhaneli civarında hayli kaliteli çilekler
yetiştiriliyor.
“Dağ
çileği” bunlar.
Yani bu yöredeki bahçelerde yetişiyor.
Ancak “Orhaneli’ye
gitmişken, çileğin en iyisini en ucuza alırım” diyorsanız, yanıldınız…
Çilek Bursa’da, çarşıda pazarda kaç lira ise, orada da
aynı fiyat.
Satan tüccar değil, üreticinin kendisi bile olsa fark
etmiyor.
Keza, et fiyatı da aynı…
Bu konuyu burada tartışmayacağım, ama sadece marketlerle
yarışan fiyatların ve “Biz enayimiz ki
ucuza verelim” kafasının, şu karşımızdaki güzel doğanın, köylerin,
toprakların birer birer terk edilmesinin bir parçası olduğuna inandığımı
belirtmekle yetineceğim!
Hava hayli sıcak ve gezdiğimiz yerler nemli. Yorulduk ve
16-17 km yürüdükten sonra neredeyse minibüse yığıldık.
Kabaklar
köyüne hiç girmeden devam ediyoruz. Kabaklar
Ağaçhisar’ın neredeyse yarı nüfusuna sahip. Daha bozuk bir asfalt yol ve bu nedenle mi bilmem, Kabaklar köyü çevrenin en fakir köyü gibi geliyor bana. Yol buyunca
pek hayvan sürüsüne rastlamıyoruz.
Belenoluk’tan
geçerken yol kenarında iki tane “güneş
tarlası” görüyoruz.
Buralarda “Alım
garantili” elektrik üretiliyormuş. Ama sahiplerini tanıyan yok. “Ankara’dan izin alıp gelip yaptılar,
bizimle bir alakası yok. Herhalde çok torpilli adamlar” durumu…
Yürümeye, dağları, ormanları, ormanları, köyleri velhasıl
memleketi tanımaya devam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder