29 Mart 2019 Cuma

Üçkayalalar’dan İznik Gölü ve Gemlik Körfez manzarası


Bu kayanın arkasında dönünce kendini uçuyor sanırsın..

Doğa yürüyüşleri kapsamında dün (27 Mart 2019 Çarşamba) aynı anda hem İznik Gölü hem Gemlik Körfezi’ni görebildiğiniz Üçkayalar tepelerine çıktık. 1880’li yıllarda Artvin Borçka’dan gelenlerin kurduğu Hamidiye ve Fevziye köyü civarında dağları, eski yaylaları yürüdük. Köylerin çoğunda ilkokul kalmadığını görmüştüm, ancak ilk kez hiç çocuk bulunmayan, tamamen yaşlı ve emeklilerin yaşadığı bir köyün varlığına tanık oldum.
Afişteki "umut" yazısı ile koyün terk edilmiş hali.. 

Koza Dağcılık’ta bizim kılavuzumuz, yol göstericimiz Harun hoca (Harun Bayram) ve gruptan 5 kişi, “rota keşfi” için Bursa-Yalova yolunda Engürücük civarındaki Güleryüz Cobra otobüs fabrikasının ilerisindeki yol ayrımından Katırlı köyüne, ardından Hamidiye’ye vardık. Aracımızı burada bıraktıktan sonra, önce traktör yolu, ardından patika yolları izleyerek dik yamaçlara doğru tırmanmaya başladık.
Hamidiye köyünden yukarı çıkarken, hemen ormana girmiyorsunuz. Önce bir zamanlar ekilip dikilen yerler olduğu
Hamidiye'de büyükşehir'in yaptırdığı çeşme...
anlaşılan terk edilmiş tarla ve bahçeler, ardından meralar; yukarıya çıktıkça da yaylaları yürüyorsunuz.
Örneğin “Belengür Yayla” bir zamanlar bölgenin önemli yaylalarından, hayvan sürülerini otlatma alanlarından birisiymiş. Hamidiye köyüne aitmiş. Tabi şimdi sadece adı yayla!
Birkaç çeşme ve erik ağacı ile ufak tefek taş duvarlar dışında buranı bir zamanlar yayla olduğunu, oba kurulduğunu gösterecek kanıtlar da kalmamış sayılır.

Orman içinde yürürken, ara sıra ilginç patikalara rastlıyorsunuz… Bunlar traktör yolu değil. Muhtemelen taşımacılıkta at, eşek vs. kullanılan dönemlere ait yollar. Ortalık gazel ve şife karışsa da meyil farklılıkları eski patikaları ele veriyor.

BURSA’NIN ÜZERİNDE KİRLİ SARI BULUTLAR…

Belengür Yaylası’ndan, aşağıdaki Şükriye, Fındıcak, Ericek köyleri görünüyor. Biraz ötesinde, tepelerde bembeyaz karla kaplı Uludağ manzarası.
Arkada karlı tepeler Uludağ zirvesi...

Uludağ ile önümüzdeki tepelerin arasındaki kirli gri-sarı bir bulut…
Egzoz ve bacaların çıkardığı bu “bulut” Kestel’den Görükle’ye kadar uzanıyor… Bursa, işte bu kirli bulutların altında, görüyorsunuz!
Aşağılarda kar yok. Toprak ve çayır kıştan uyanıyor. Üzerinden koca bir kış geçen çayırlarda geçen senenin otları kuruyup, yere uzanmış. Biraz aşağılarda kuru otlar tırpanla biçilebilecek boyutlarda.
Bölgede yürürken, bir anda samanlıkta geziyor hissine hissiye kapıldım.
Bu kadar güzel, ama kuruyup üzerinden kış geçmiş otların üzerinde yürümek…
Ayağınız taşa toprağa değmiyor, konforlusunuz da…
Ama binlerce hayvanın karnını doyuracak bu güzelim otların böylesine heder edilmesine kayıtsız kalamıyorsunuz.
Belengür Yayla’nın ortasındaki çeşmenin yapılış tarihi: 2013…
Çeşme, yaylacılık çoktan bittikten sonra yapılmış.
Galiba, yöre insanı buraya “nostalji” amaçlı çıkıyor, piknik yapıyor.
Belengür yaylası... 

Yol boyunca irili ufaklı hayli şelale gördük. Bunlardan birisi, galiba gördüğüm en renkli şelaleydi… Suyu fazla coşkun değil, ancak yeşilin her tonunu görebileceğiniz bir görselliğe sahip. Hepimiz o güzelliği kalıcı kılmak için yanında fotoğraf çekindik.

ÇOR GÖLÜ SUYLA DOLU

Bir traktör yolundan inerek çevresini dolaştığımız “Çor Gölü” bir tür doğal “sulama göleti” gibi duruyor. Büyük kamış ve bataklık otlarıyla kaplı.
Biz mi çok şanslıydık, yoksa köydekiler uzun süredir bu göle çıkmıyorlar mı anlamdım.
Aslında bu Çor Gölü, DSİ tarafından bir ara rehabilite edilmek istenmiş. Önüne dolgu yapılarak su miktarı artırılmak ve buradaki suyla Adliye, Güvenli ve Karsak  civarında bin 600 dönüm civarında arazinin borulu sulama sistemi ile sulanması falan planlanmıştı.  Ancak bunlar sadece lafta kalmış. Sadece gölün biraz yukarısındaki kayalıkta sanki mermer ocağı işletilme girişimi olmuş da, istedikleri kalitede mermer bulamamışlar gibi bir izlenim edindim. Zira dev elmaslarla kesilen kayaların çoğu “damarlı”, çatlak çıkmış ve öylece bırakılmış.
Bursa’nın dört bir yanında, canım sulama kanaları bir bir sökülen DSİ 1. Bölge Müdürlüğü, belki de tarlaların bomboş bırakıldığı yerde yeni sulama göleti yapmayı  fuzuli masraf saymış olabilir.
Çor Gölü 

Bu Çor Gölü’ye yakın yerlerde gördüğümüz birkaç tane, içi beton pvc boruların bir işaret gibi dikildiğini gördük, ama ne olduğunu anlamadık.
Biraz yukarılara çıktıkça bembeyaz çiçek açmış erik ağaçları dikkat çekici. Köylüler buralara “Kadılık mevkii” diyorlar. Hani “Kadıyayla” gibi buranın da kadılar (eski hakim) ile bir bağlantısı olmalı ama, bilgi edinemedim..
Eriklerin yanı sıra, adını bilmediğim bazı yaban meyveleri de çiçek açmış.
Burada hayli yaban meyvesi olduğunu birazdan, Üç Kayalar’da rastladığımız bir ayı bokundan da anlamak mümkündü! Sindirilemeyen sert kabuklar öylece dışkıyla boşalmıştı.
Bu bir işaret galiba. Ama ne olduğunu anlamadım.

Yukarılara çıkarken, karın üzerinde taze bir ayı izi gördük.  Ama ayıyı göremedik.

ÜÇKAYALAR: UÇMA HİSSİ VERİYOR!

Karlı kayın ormanı”nda yürüyerek bölgenin en yüksek tepeleri olan Üçkayalar’a çıktık.
Sahiden birbirine çok uzak olmayan üç tepe ve üçünün de üzerinde kayalar…
Hani Gürle köyünün tepesinde, kocaman bir bayrak direği ve ay yıldızlı bayrağımız sallanan “Gürle Kaya” nın üstündeki tepeler…
Rakım 1250 metre.
Favori otlarımdan balıkotu...

Yürüyüşün en heyecanlı anı Üçkayalar’ın zirvesi oldu.
Ağaçların arasından yürürken adımınızı attığınız son yerde, kendinizi bir anda gökyüzünde gibi hissedebilirsiniz! Herşey ayağınızın altında…
Sanki birazdan planör havalanacak Orhangazi ovasını üzerinde…
Kuş gibisiniz…
Hemen aşağınızda Gürle, Karsak… Orhangazi..
Sol tarafta Gemlik Körfezi
Sağ tarafta İznik Gölü
Fotoğrafı cep telefonu ile çekiyorum. Aynı anda hem İznik Gölü, hem Gemlik Körfezi’nden Marmara’nın sularını görüyorum.
Ama fotoğrafı aynı kareye sığdıramıyorum.
Şansızlık, hava da kapalı. Üzerimizde sis var.
Gemlik ile Orhangazi arasındaki alanın dörtte birisi güneşle aydınlanıyor, net.
Sağdaki göl İznik Gölü. Hemen önünüz Gürle..

Ancak geri kalanı bulut altında, flu.
Karsak, Gemiş, Gürle net görünüyor.

VERİMLİ OVA ‘TARIM DIŞI’…

Asilçelik, Componenta (eski DÖKTAŞ), Cargill fabrikaları. Karşıda mermer ocakları, Orhangazi KSS…
Ovanın bir bölümü zeytin ağacı. Ancak aşağıdaki toprakların ne kadar verimli olduğunu düşününce ovada çorak, beton, moloz renkleriyle görülen “tarım dışı” alanların genişliği gözünüze batıyor.  
Solda Gemlik Körfezi

Elbette sanayi, eyvallah. Örneğin, her ne kadar özelleştirildikten sonra ne yaptıklarını pek anlamasam da Asil Çelik, memleketin yegane “vasıflı çelik” üreticisi, pek çok stratejik ürün üreten değerli bir tesis. Keza yabancılara satılan Döktaş motor bloğu üretiminde dünya çapında bir değer.  Amerikalıların Cargill’i de kendi alanında dünya lideri…
İyi de kardeşim, bunların o verimli ovaya kurulması zorunlu muydu? Birkaç kilometre arkada kaya gibi sert zeminlerde kurulamaz mıydı?
Hem deprem korkusu olmazdı. Hem de o güzelim ovalarda bereket fışkırır, kuru soğana mahkûm olmazdık!
iplik gibi akan sularıyla şelaleyi andıran güzellik...

Orhangazi’nin yerleşimi görece daha iyi. Tepenin yamacında, ovaya fazla girmemiş gibi.
Ama Gemlik’te ova beton yığını olmuş.   
Deprem korkusunu ranta çevirmeyi amaçlayan, “Gemlik taşınacak” haberleri, projeler ne oldu merak ediyorum.
Ama bu ovaları kurtarmadıkça, üretime sokmadıkça ne depremden korunabiliriz, ne de soframıza koyacak şey bulabiliriz diye geçiyor içimden.
Yukarıdaki “Üçkayalar”ın üçüne de çıktıktan sonra doğu yönünde inişe geçiyoruz. Hava yağışlı değil, ama oldukça soğuk. Bunu, rüzgârın etkili olmadığı bir kuytu yerdeki öyle molasından sonra anlıyoruz. Üşümemek için, biraz önce çantamıza koyduğumuz giyecekleri çıkarıp yeniden giyiyoruz.
Bu ağaç ağaçkakanların eğitim alanı galiba!

Yükseklerdeki karlı kayın ormanlarını geride bırakınca adını bile bilmediğimiz ama bir zamanlar yayla, mera olarak kullanılan yerlere rastlıyoruz.
Ancak dikkat…
Şimdiki yürüdüğümüz yer yayla değil, eski ekili dikili alanlar… Bunu sınır taşlarından anlıyoruz. 
Ve tabi bahçeler…
Dağda güzel bir ceviz bahçesi görmek de varmış…
Pek çok insanın hayallerini süsleyen kocaman ceviz bahçesi işte karşımızda...
Sahipsiz gibi görünüyor… En azından senelerdir gidip gelen olmadığını anlamak zor değil.
Köye inince bu bahçeyi sordum. Sahibi varmış, ama şehirde yaşıyormuş. “Gelince arada bir uğruyor” dediler.
Fevziye köyüne doğru iniyoruz. Sadece Fevziye değil,  çevre köylerin tamamında araziler büyük ölçüde terk edilmiş gibi duruyor.

Fevziye köyüne indiğimizde ilk gördüğümüz 80 yaşlarında, elinde çekiçle evin girişinde bir şey yapmaya çalışan kişi oluyor.
Ben Bursa’da yaşıyorum. Yazları buraya geliyorum. Evin sağını solunu biraz onarmak için geldim” diyor.
Evin önünde otomobil var. Ev eski mimari, ahşap ve kerpiç. Terk edilmiş gibi görünüyor, ama arka traftaki odaları kullanıyorlarmış.
Fevziye köyü kahvesinde çay içip köylülerle sohbet ediyoruz.

‘ORASI GÂVUR KÖYÜ’

Arada soru soruyor, Fevziyelileri  dinliyorum:
“Ben 1950 doğumluyum. Yukarıda derelerde koyun yıkardık. Koyun güttüm ama daha çok sığır güttüm. 1959’lerde çocuğum, sığır güdüyordum. Kendi
Taze bir ayı izi.. 
hayvanlarımız tabi. Dağda gittik, çıktım bir kayanın üzerine. Bir baktım aşağıda, bir köy var.
O kadar yakın görünüyor ki bana, bir taş atsam çatının kiremidine düşürürüm diye düşünüyorum. Ahmet Dayı, vardı yanımızda, Allah rahmet etsi. ‘Ahmet dayı’ dedim, ‘Burada bir köy var’. ‘Orası gâvur köyü ula’ dedi.  ‘Burada gâvurlar mı oturuyor’ dedim. ‘Yok, yok…’ dedi ‘Oturanlar gâvur değil de, eskiden gâvur köyüymüş’. Rum mu Ermeni mi, onlar otururmuş. Aşağı Gürle’nin tepesine gelmişik. Yukarı Sölöz’de Ermeniler oturuyormuş.”

ÜÇ KÖYÜ BORÇKA’DAN GELENLER KURMUŞ

“Türkler buraya gediği zaman, Bizans zamanı Rumlar burada otuyorlarmış” diyor birisi.
Lehçeleri Kadenizli gibi. Soruyorum, açıklıyorlar:
Yaylalar samanlık gibi... Demek ki hayvancılık bitmiş

“Biz Karadeniz’deniz. Fevziye, Şükriye laz. Hamidiye falan Gürcü. Ama hepimiz Artvin’den gelmişiz. Aynı anda gelmişler. 1885 senesinde. 1961’de 262 biz bu köyde hane saymıştık. Buralarda adamdan geçilmiyordu. Celal Bayar’ın köyü Umurbey’de Medrese yokken bu köyde vardı. 1945’lerde. Dedelerimiz Borçka’dan gelmiş..”
“Geçim nasıl”, diyorum.

ÇOCUK OLMAYAN KÖY

“Arpa, buğday, mısır, yulaf… Ne ekersen
Terk edilen ceviz bahçesi
olur. Burada tarım var. Ama öyle gidip de dışarı satacak kadar kimse yapmıyor artık. Herkes kendi ihtiyacı kadar ekip dikiyor. Hayvancılık da öyle. Burada herkes emekli, yaşlı. Köyde okul yok. Taşımacılık da yok. Çünkü çocuk yok. Çok güzel fasulye oluyor burada. Fakat bahçeler ayı ve domuzdan zarar görüyor. Domuzlar cevizleri yiyor
‘Ya domuz nasıl daldaki cevizi yer. Başını kaldıramaz o..’ diyorum.
“Yok yok, yere düşeni affetmiyor” diyor.
“Eskiden büyüklerimiz ormanda ağaçlara aşı yaparlardı. Yaban eriği, elmaları… Yaban hayvanı onları yer dağda kalırdı. Şimdi ağaç yok, indiler bizim bahçeye” diye ekliyor.

“Çor Gölü’nde balık oluyor mu?” diyorum.
Onlar soruya, ben aldığım yanıta şaşırıyorum:
“Ne balığı, ne gölü? Orada su yoktu… Ama gitmeyeli kaç sene oldu. Eskiden o göldeki suda sülük olurdu. İnsanlar vücuttaki kirli kanı temizlemek için o  sülükleri toplardı”..
 “Belediyeden memnun musunuz” soruma ne cevap vereceklerini şaşırıyorlar:
“Belediye, yollara taş döşedi, Gemlik’e belediye minibüsü koydular. Çöp
Feyziye köyü. Genç  olan kahvehaneci. 
toplanıyor. İyi hoş da suyu artık parayla içiyoruz. Su buradan, depodan, uzaktan gelmiyor. BUSKİ müdürü bizim köylüdür, sağolsun köye yardımcı oldu falan ama Bursa merkezde su kaç liraysa, burada da aynısı... Şimdi evlere, tarla bahçeye emlak vergisi de başlarsa nereye gideceğiz bilemiyorum”

ZEYTİNCİ İSRAİL’DEN ŞİKAYETÇİ…
Fevziye’den son durağımız olan Hamidiye’ye yürüyoruz. Yol boyunca rastladığımız bir koyun sürüsünün köpekleri galiba bizden tedirgin oldu. Ama “tazı”lar hemen havayı yumuşatıyor, sağolsunlar!

“Gürcü köyü” denilen Hamidiye’de zeytincilik ana gelir kaynağı.  Ama konuştuğumuz vatandaş hayli dertli: “Giden sene 8 bin 500 lira masraf ettim, bin 500 liralık zeytin satabildim. Burası biraz yüksek kalıyor. Hava şartları değişti mi sorun var. Şimdi bu sene de öyle olursa, ne olacak? Gelecek sene tarlayı öyle bırakacağım. Zaten bahçe tarla işi bitti” diyor.
Ama ilaç konusu galiba, kangren: “Zeytine 4-5 çeşit ilaç atarız. Eskiden bir ilacın etkisi iki ay sürerdi. Şimdi ilacı atıyorsun, 3-5 gün sonra bir şey
Feyziye'nin sakinlerinden 80 yaşındaki bir amca
kalmıyor. İsrail ilaçları zeytinciliği bitiriyor. Adamlar İsrail’den haber gönderiyorlarmış. ‘Türkiye’de zeytinler hala kurumadı mı’ diye… Bu ilaçlar zeytini yıldan yıla bozuyor. Demek ki zeytinlerin kökünü kurutmakta kararlılar” diye tepki gösteriyor. Zirai ilaçların hahalı, kalitesiz ve ithal oluşuna tepki var.

TEŞVİK VAR DA İSTEK KALMADI!

Bileyi taşı... Balta, bıçak vs. içn. Antika  eşya gibi asılmış.

Mahalle” statüsünde olmalarına karşılık fiilen “köy” olmaya devam eden vatandaşlarla, belediyenin hayvancılığa karşı tutumunu konuştuk.
Dinlediklerimin özeti şu:
“Mesela köy çeşmesinde hayvan sulamak yasak. Hatta birisi sokağa hayvan çıkardı, ya da koku yapıyor diye şikayet ederse ceza yersin. Belediye mahalle içinde hayvan istemiyor. Tabi yekten, hayvancılık yapmayın, yasaklıyorum demiyor ama sonuç oraya varıyor. Sadece devlet, mahalle dışında hayvancılık tesisi kurarsan sana kredi

Hamidiye köyü
veriyor. Kredinin şartları iyi, bir kısmı da hibe, ama hayvancılık para etmiyor. Köylü ne sütten ne etten para kazanabiliyor. Bu yüzden de hayvancılığa teşvik var, ama kimsede  istek kalmadı.”
Bu tabela "Feyziye" yazıyor

BURANIN ADI NE?

Şaka gibi...
Bursa Büyükşehir Belediyesi, "mahalle"nin orta yerinde, muhtarlığın önünde kocaman levha asmış: "FEYZİYE MAHALLESİ"...
Sokak tabelalarında "FEVZİYE MAHALLESİ" yazıyor.
Doğrusu "Fevziye" mi, "Feyziye"mi?
Neyse, nüfus müdürlüğünün kayıtlarında "Fevziye" yazdığı için onu doğru kabul edip, Fevziye adını tercih ettim.

Bu da "Fevziye"...

Hamidiye köyüne ait yaylaya kimisi "Belengül", kimisi "Belengüç", kimisi "Belengür" diyor.
Halk arasında "belen", orta yükseklikte tepe, genellikle en yüksek tepelerin altında, rüzgârdan koruyan, kendi içinde korunaklı noktaları olan orta yükseklikte tepelere denir. "Erikbelen", "Belençimen" gibi adları görürüz. Anlaşılan burası gür akan çeşmeleri ile "Belengür" olabilir, diye Belengür'ü tercih ettim.

Bir de "Çol Gölü", "Çöl Gölü", "Çor Gölü" olarak herkesin farklı ifade ettiği bir yer var.
Bana "Çor Gölü" mantıklı geldi. Zira "çor", tuzlu su, hayvanlara tuz verme, tuzlama işidir. "Koyunu çorladım" dediğinde, tuzları düz taşların üzerine döktüğün ve koyunların o tuzları yaladığı anlaşılır. Hayvanlar "çorlandıktan" sonra suya koşarlar. Adı geçen yerde kayaların bulunduğu bir alan var. Muhtemelen burası hayvanlara tuz verilen yerdi. Ve hayvanlar, hemen yanındaki bu göle ve dereye su içmeye koşuyordu. Bu yüzden "Çor Gölü" adını tercih ettim.


Yürümeye, dağları, köyleri velhasıl memleketi tanımaya devam…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder