Doğa yürüyüşlerimizin dünkü (16 Aralık 2018, Pazar) bölümünde kent merkezine arabayla 15-20 dakikada ulaşılabilecek harika doğa manzaraları gezdik. Bursa'nın içme suyunu sağlayan en önemli kaynak olan Doğancı Barajı civarındaki "Kapıyaka" mevkiinden Kadriye köyüne, oradan Atlas köyü ormanların üzerinden İnegazi köyüne (mahalle) yürüdük. Yaklaşık 16 kilometrelik yürüyüş hattında 60 doğaseverle "burnumuzun dibindeki" güzelliklere tanıklık ettik.
Koza Dağcılık'ın organizasyonunda yürüyüş çise altında başladı. İtiraf edeyim, su geçirmeyen ayakkabı, pantolon ve yaümurluk giyerek yağmura karşı hazırlıklı gidiyoruz; ama bu "aptal ıslatan" hallerine henüz iyi bir çare bulduğumu söyleyemiyorum. En önemli sorun, sugeçirmez olarak giydiğim yağmurluk aynı zamanda nemi de içeride tutuyor ve bu durum terlemeyi hızlandırıyor. Bir süre sonra içeriden ter, dışarıdan yağmur ile sırılsıklam olma durumları yaşıyorum.
![]() |
Deliklitaş Mağarası'nın çıkışı...Aşağısı uçurum. |
Kadriye köyü (mahalle), ilkbahar başlarında karlı bir ortamda yanından geçtiğimiz bir köydü. Köy içine ilk kez girmiştim. Köy kahvehanesinde mola verip çayımızı içtik.
Kadriye, Nilüfer'e bağlı; diğer bütün köyler gibi nüfus kaybeden, geleneksel mimariyi simgeleyen eski ağaç-kerpiç-taş evlerin büyük ölçüde bakımsız ve terk edilmiş halde olduğu bir yer.
Kadriye'de de pek çok köy gibi ilk okul yok sanırım.Çevrede çol çocuk, hatta genç filan görmedik.
Köy çevresinde, köy dışından gelenlere ait olduğu anlaşılan birkaç bahçeli, "villa" tipi evin yanından geçerek yürüyüşümüze devam ettik ve yaklaşık 3 kilometre uzaklıktaki "Deliklitaş Mağarası"na vardık.
Deliklitaş Mağarası içinden bir dere akan ve bu haliyle bir tür tüneli andıran, sert kayalıklardan oluşan bir alan. Oldukça geniş bir mağara alanında, suyun aktığı yöne değil de karşıdan yukarı çıktığınızda sizi bir "delik" bekliyor. Kayaların arasındaki bu "delik"ten çıktığınızda ise kendinizi metrelerce yüksek bir kayanın kenarında, adeta uçurumun tepesinde buluyorsunuz.
![]() |
Deliklitaş Mağarasının içinden.. |
Anlaşılan bizim grupta kimsenin günahı yokmuş! Pek çoğumuz denedi, delikten dışarı çıktık ve daracık alanda kayalara tutunarak hatıra fotoğrafı çekindik.
Kadriye, Misi'ye (Gümüştepe) yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta. Orada tertemiz suyu akan dereleri, çevresinde harika piknik, dinlenme alanlarını, otuzbeş senedir bu kette yaşaya bir insan olarak yeni keşfetmiş olmak değişik bir duygu oldu.
Kadriye'den sonra Atlas köyü civarındaki ormanlardan Dikilitaş'a, oradan da İnegazi'ye vardık ve yürüyüşümüzü orada tamamladık; minibüslerimize binerek Çalı'ya indik.
Öncelikle hatırlatayım ki, Nilüfer İlçesine bağlı bu "mahalle"ler, günübirlik yürüyüş, piknik vs. için yem yakınlığı hem de bakir kalabilen doğası nedeniyle çekici.
"Bakir" dediysem, buralar maalesef şehire yakın olmanın olumsuz etkilerine de maruz. Düşünün insanlar, (muhtemelen şehirde) moloz, çöp vs. atıklarını yüklemiş kamyona, götürmüşler ve yol kenarlarına "tenha" diye atıvermişler!
![]() |
Sokaklar bizden sorulur :) |
Kadriye, Atlas, İnegazi bu anlamda şehre yakın olmanın bedelini ödüyor.
Bu mermer ocaklarının köylere bir faydası yok gibi... Ne söylendiği gibi köylülerin yaygın olarak bu ocaklarda istihdamı sağlanıyor, ne de ocaklarda kazanılan paradan bölge halkına bir destek, pay, katkı var.
En azından, şirketlerin köylülere mermeri biraz ucuza satmasını bekliyorsunuz. Ama nanay...
Zırnık koklatılmıyor!
Köyler, adı "mahalle" olup Büyükşehir Belediyesi'ne dahil edilseler de geleneksel köy olarak ne yapıyorlarsa, hayat aynen öyle devam ediyor.
Nilüfer Belediyesi'nin doğa yürüyüş rotalarının tespit edilmesi ve köylerde yön levhalarıı konulması hoş bir uygulama. Bazı yerlerde piknik alanları da düzenleniyor.
![]() |
Kuşlar yuvayı terk mi etmiş ne? |
Ama bu çağrının çok da etkili sonuçları olduğu gibi bir sonuca varamadım. Zira bu köylerde birkaç iyi düzenlenmiş çilek bahçesinden başka kaydadeler meyve bahçeleri, bağlar göremedim. Hayvancılık ise çok cılız ve "geçimlik aile işletmeciliği" düzeyinde. Mesela buraya gelmişken köy yumurtası alayım dersen, nafile...
Her ne kadar mevsim kış, aylardan eski adıya "Karakış" ayında olsak da hava hayli ılımandı ve bu havalarda köylülerin genelde sığır, koyun, keçi ne varsa araziye çıkarma eğiliminde olduklarını bilirim. Ancak bu köylerde keçi galiba sıfır, yani hiç yok. Az sayıda koyun sürüsü ve evin yanındaki ahırda sığır besleyen birkaç aile.
İnegazi'de küçük çapta bir yarış atı çiftliği de dikkatimi çekti.
Dağyenice, bilindiği gibi son yıllarda büyük ilgi görmüş, arazi fiyatları fırlamış, çevre inşaatlarla dolmuştu.
Şimdilerde Atlas köyünde, o ölçülerde olmasa da bir hareketlenme dikkat çekiyor. Köy civarında dışarından gelen insanlara ait villa tipi konutlar dikkat çekiyor.
Gerek Kadriye gerek İnegazi'de henüz Atlas kadar bir değişim yok. Ancak belli ki bu yönde bir beklenti var. Örneğin, İnegazi'de bir vatandaş, "Burada bir dönüm yer alıp bahçeli ev yapmak istesem, fiyatı nedir" dediğimde, "Yerine göre değişir, ama fiyat 100 bin liradan başlar" dedi. Elbette bu fiyat şehirdeki arsa fiyatlarının çok altında. Ancak, rakamlar köylerin Dağyenice ve Atlas'ın peşinden gitmeye tav olduklarını da gayet net ifade ediyor. Çünkü söz konusu olan yer "tarla" ve ekip dikilen, bahçe yapılan bir yeri kimse o fiyata satamaz.
Köyleri gezerken, belediyelere bir türlü sesimi duyuramadığım bir konu geldi aklıma: İmar...
Buralar "mahalle", sözde kentsel hizmet alıyorlar!
Ama...
Bizim belediyelerin yaptığı sadece sokakları kilitliparke taşı ile döşemek, her eve su saati takarak, köy çeşmelerlini bile saate bağlayarak su satmak, belediye otobüsü ile taşımacılık yapmak ve de birkaç koyneyner koyarak çöp toplamak...
![]() |
İnsanlarla hayvanlar hala aynı binada olmaya devam! |
... De arkadaş, neden buraların adam gibi imarı düşünülmez...
Tarım ve sanayideki gelişmelerle paralel, çevreye uyumlu, hijyenik, çağdaş, pırıl pırıl bir yerleşim, bir yaşam bu insanların hakkı değil mi?
Dikkat ediyorum, kent merkezlerine bu kadar yakın yerlerde bile insanar hala eski düzen, altı ahır üstü ev, yanı samanlık.. halleri yaşıyor.
İnsanlar ile hayvanların yaşadığı yer neden hala ayrılmaz!
Halbuki, mahallenin birkaç yüz metre kenarında herkesin ahırını, samanlığını yapacağı yerler planlansa... Hem hayvanlar evin altındaki gaz odalarından kurtulacak, hem de insanlar sabah akşam malboku koklamaktan kurtulacak!
![]() |
"Gezinsin" diye ahırdan çıkarılmış sığırlar. Belli ki karınları tok. |
Küçükken bizim köye yaklaştığımı gözüm kapalı da olsa anlardım. Çünkü kokardı! Hayvan ve insan dışkısı kokusundan "burnun düşüyorsa", anlarsın ki köye gelmişsindir...
Bir "ekonomi gazetecisi" ve de köy kökenli olarak hayli kafa yorup, köylerde ahırları evlerden ayıran bir imar ve yaşam üzerine çaba sarfetmişliğim vardır. Ama maalesef merkezi hükümetin "tarım" diye bir derdi olmadığı, defterden sildiği memleketlerde belediyeler de zinhar tarımla, hayvancıkla ilgilenmiyor. Bu haliyle de belediyeler, zaten can cekişen tarıma son darbeyi indiren kurumlar olmakta tereddüt etmiyor.
Sonuçta "Köy çeşmesinde hayvan sulamak yasaktır" ile başlayan "şehirleşme" sürecinde (!), insanlar "Bu köyde artık sadece parası olanlar yaşayabilir" oldu bittisi ile karşıya kalıyor. Ve önlerindeki tek yol, köyü terkenmek oluyor.
Dağ bayır yürümeye, memleketi, insanı ve doğamızı tanımaya devam..
Mükemmel bir yazı daha. Kaleminize sağlık
YanıtlaSil