20 Haziran 2015 Cumartesi

Baştopçu'nun kaleminden benim Demirel'in yasağını delme kaldırma maceram :)


Olay Gazetesi köşe yazarı arkadaşım Adnan Baştopçu, önceki gün ölen Süleyman Demirel'in üzerindeki "12 yasağı"nın kalkmasına yol açan haberimle ilgli yazısını sizlerle payşalmak istiyorum.
Selamlar..
Adnan Baştopçu










Demirel'e Demirel denemiyordu!
Tarih: 20-06-2015 04:00:00 Güncelleme: 20-06-2015 04:00:00


12 Eylül olmuş. Siyasi Partiler kapatılmış. Siyasetçiler yasaklanmış. O kadar ki adlarını anmak bile yasak.
Açık toplumun, iyi kötü özgür basının tadını almış, aksak- maksak demokrasinin nimetlerini yaşamış insanlar büyük cenderede.
Herkes bir yerlerden yırtmak istiyor bu karanlığı ama nasıl.
En başta da medya.
Tipik örnek olarak Süleyman Demirel'e 'Süleyman Demirel' demek bile yasak! Demirel'e yakınlığıyla bilinen kimi gazeteler ve gazeteciler haberlerde ve yazılarda 'direkt' Süleyman Demirel diyemiyorlar..
'Güniz Sokak Sakini' diyenler var. Demirel'e yakınlığıyla bilinen Nazlı Ilıcak da Demirel'e Demirel diyemiyor, 'Bir Bilen' diye yazıyor.
Şimdiki kuşaklara tuhaf ve garip gelebilir ama böyle.
Hikayemiz şöyle: Bursa Hakimiyet röportaj için deneyimli muhabiri rahmetli Kahraman Atılgan'ı Demirel'le röportaja gönderiyor. Atılgan'ın Demirel'le (ama adını anmadan) yaptığı röportaj gazetede yayınlanıyor. Başlık şöyle:
'Nassınız, eyi misiniz?'
Harika değil mi! Bu saçma yasakla ancak bu kadar güzel alay edilir!
Anadolu Ajansı'nın(AA) 'Bağımsız Bülten Yayınlama' diye bir uygulaması var o vakitler. Günlerden cumartesi ve o gün Ajans'ta arkadaşım Dursun Eroğlu nöbette.
Dursun, Kahraman Abi'nin haberini okuyor ve beğeniyor. Haberde Demirel, iktidardaki Özal'ın dış borç bulma ve bu yolla memleketi kalkındırma düşüncesini ağır ifadelerle eleştiriyor. 'Köylü tarlasında verimi artırmak için kredi alır. O krediyi oğlunu evlendirmek için harcarsa sonunda tarlasını da bankaya kaptırır' gibi örneklerin de verildiği haberi toparlayan Dursun, 'Borç Yiyen Kamçıyı Hak Eder' başlığını atıp haberi servise koyuyor.
Buraya kadar herşey normal. Sonuçta bir ekonomi haberi yapıldı.
Ama - buraya dikkat- haberin içinde Demirel'in adı geçiyor: Şöyle:
''Kamuoyunda 'Bir Bilen' diye söz edilen kapatılan Adalet Partisi'nin 'yasaklı' lideri Süleyman Demirel...''
Yandık, bittik, mahfolduk!
Çünkü Genel Kurmay da AA'nın abonesi. Dolayısıyla Ankara karışıyor.
(Dursun o günü, 'Bizim Ajans'ı arayan eden olmazdı, akşama kadar susmadı telefon' diye anlattı.)
Ertesi gün. Hiçbir gazete dış borç vs konusuna girmiyor. Bütün gazeteler Süleyman Demirel'e Süleyman Demirel denmesinin keyfini sürüyor!
Konu Milliyet'te manşet. Tercüman'da tam sayfa manşet, Güneş'de manşet.
Neredeyse bütün gazeteler konuyu birinci sayfadan değerlendirilmiş.
Boru değil: Demirel'e Demirel denmiş!!!
Bazı başlıklar şöyle: 'AA Demirel'i geçti', 'AA Demirel'e Demirel dedi'.
Korku İmparatorlukları işte böyle yıkılır!
Tahmin ve takdir edersiniz ki, bu olay milat oluyor, bundan sonra herkes Demirel'e Demirel diyebiliyor.
Bizim Dursun dönemin AA Genel Müdürü Hüsamettin Çelebi'den 'Evladım başka biri olsaydı ben ne yapacağımı biliyordum' şeklinde hafif övgülü bir fırça yedi geriçi ama... Demirel'e 'Demirel' diyebilen ilk gazeteci olarak basın tarihine geçti.

14 Haziran 2015 Pazar

CHP-MHP-HDP koalisyonu hayal (olabilir) mi?




MHP ile HDP’yi “düşman” gören algı maalesef, partilerin elini kolunu bağlıyor, siyaseti kilitliyor, muhalefetin işini zorlaştırıyor. 
Oysa ekonomi ve demokraside geldiğimiz nokta, mevcut siyaset paradigmasını bir yana bırakarak, dışarıdan güdümlü neoliberal, baskıcı AKP politikalarına karşı demokratik, barışçı, kalkınmacı bir hükümet alternatifi yaratmayı zorunlu kılıyor.
 
Bakınız, 7 Haziran seçimleri yeni bir meclis aritmetiği çıkardı. AKP birinci parti, ama tek başına iktidar olamıyor.  18 Milletvekiline ihtiyacı var. Kesenin ağzını açıp transfer pazarlığı ile muhalefetten 18 vekili ayartma dışında koalisyona mahkum…  
AKP, muhtemelen MHP ile anlaşıp yoluna devam edecektir. Ya da “üst akıl” AKP-CHP koalisyonu mu dayatır, bilmiyorum. Ama AKP, 13 yıldır tek güç olarak iktidarda olan bir parti olarak koalisyon ortağı kim olursa olsun, dediğim dedik yapısına devam edecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı frenleme, yolsuzluk dosyalarını tekrar açma vs. AKP ile olamaz…  Sonuçta ortalığa yayılan “restorasyon” da, despotik gidişin cilalanmasından başka bir şey olmayacak, bu da AKP ile koalisyona giren partiye hızla oy kaybettirecektir!
Ama daha önemlisi var: Şu anda sorun siyaset ve AKP yönetimi, Erdoğan-Davutoğlu-Gül etrafındaki tahterevallinin ötesinde: Ne ekonomi ne de toplumsal gerilim bu haliyle sürdürülebilir!  
Hükümetin ekonomi başarısı 2002-2009 döneminde sona erdi. Ondan sonra sürekli patinajdayız. Kişi başına milli gelir 10 bin dolar civarında sayıyor. Hatta son devalüasyonlarla 9 binin altına indi.
İthalata, yabancı sermaye girişine bağlı “cari açık ekonomisi” artık doğal sınırlarına çoktan ulaştı…
Ekonomideki tahribat, hızla toplumsal tahribata dönüşüyor.
Düşünebiliyor musunuz, bir Nükleer Santral yapılıyor. Santralın tamamı bir Rus firması olan Akkuyu Nükleer’e ait. Bu santral elektrik ihtiyacı için değil! Eğer elektrik ihtiyacı olsaydı Ovaakça gibi pek çok santral kapalı tutulmazdı. Bu santral 20 milyar dolarlık bir proje. Daha ilk ay Ruslar inşaat vs. için 3 milyar dolar getirdi. 
Hükümetin bütün derdi işte bu 20 milyar doları getirmek… Çünkü bununla cari açığa yama yapacak… İstanbul 3. Boğaz Köprüsü,  Havaalanı, Körfez Geçiş vs. bütün büyük projelerin hedefi bu…
Artık eskisi gibi yabancı sermaye de gelmiyor.
İhracat sürekli düşüşte…
Bütün komşularla kavgalıyız...
Suriye ve Irak’tan geçtik,  Güneydoğu Anadolu Hizbullah ve İŞİD yüzünden barut fıçısına döndü.
Bir yandan işsizler çoğalıyor, diğer yandan çalışanlar sürekli düşük ücret baskısıyla karşı karşıya. Madenlerde asgari ücretle, kölelik ilişkisiyle adam çalıştırıldığını öğrendik. Esnaf, sanatkar, çiftçi kesimi zaten defterden silinmiş.
Arabayla ufak bir kaza geçirmiştim. Kapı saçları yamuldu. Servise gittim. Şefin söylediğine bakın: “Abi bana kalsa, ben bu sacı söker çekiçle falan düzeltirim, yeniden yapardım. Hem senin işine gelir hem de benim.  Ama sigorta şirketleri işçiliğe para vermiyor.  Pahalı da olsa yeni kapı siparişi vermemiz lazım. Almanya’dan geliyor. Para Almanya’ya gidiyor.”
Sadece sanatkârlık ölmemiş ki… Ağzına kadar her yer ithal malla dolu.
Yerli üretim diye baktığınız fabrikalarda, çalışan gariban işçiden, mühendisten başka yerli bir şey kalmamış.
Daha neler neler…
Şimdi bu noktada, Türkiye’nin ihtiyacı sadece yeni hükümet değil, bu gidişe dur giyecek bir hükümeti kurabilmek.
Ülke kaynaklarını harekete geçiren, dışa bağımlılığı, dış borçlanmayı azaltan, kendi sanayicisini, işçisini, sanatkarını, çiftçisini koruyan; dağını, ovasını yerli yabancı para babalarına peşkeş çekmeyen…
Kısaca uluslararası finans çevrelerinin reçeteleriyle hareket eden neoliberal ekonomi ve baskıcı politikalara karşı demokrasiden, adaletten, yerli kalkınmadan, memleketin iç barışından yana bir hükümete ihtiyaç var.
Peki bunlar CHP-MHP-HDP ile olur mu?
Hiç kolay değil.
Engellerin en önemlisi, CHP’nin bile neoliberal politikalara karşı açık tutum takınmaması...
MHP’nin bunları sorguladığını bile sanmam.
Ama bu koalisyonun asıl engeli şu: MHP-HDP zıtlığı!
Dürüst olalım, MHP kuruluşundan beri kendisine “memleketi komünistlerden kurtarma” gibi misyon biçti… “Türk Milliyetçiliği”, “Ülkücülük” deyince sadece solcu gençlerle kavga; vatan millet, ezan kuran söylemi anlaşıldı. Örneğin Türkler için, Türkiye için bir şeyin derdinde olmak, hiç ilk planda olmadı.
Tabi, soğuk savaşın siyaset dizaynı, sadece MHP’de yoktu.  
Siyaset ve iktidar paradigması tamamen toplumu etnik, dinsel, bölgesel, olmadı cinsel çelişkileri diri tutmak üzerine kurulmuştu.
Türkler Kürtlere, Kürtler Türklere, Aleviler Sünnilere,  Sünniler Alevilere;  olmadı başı örtülüler başı açıklara,  başı açıklar türban takanlara; oruç tutanlar tutmayanlara; şehirliler köylülere…
Herkes birbirine karşı konumlandırıldı.
Vatandaş sürekli birbiriyle kapışsın, geçinemesin, biz de bu şeklide saltanatımızı sürdürelim!
İktidarların tek korktuğu şey vatandaşların birbiriyle dayanışması oldu!
“Kimlik siyaseti yapmayız” diyorlar ya… Yalanın kuyruklusudur!
Bakın hepsi bir kimliği temsil ettiği algısını yaratma peşindedir. Çünkü siyasette kolay başarının anahtarı maalesef bu!
Uzatmayalım…
MHP,  Milattan sonra (pardon, 80 sonrası) kendini “bölücük”e karşı konumlandırdı. Normal çağdaş insan haklarına dönük talepleri bile “bölücülük” sayan bir hatta yer aldı. Bu, Kürt sorununun normal demokratik yollardan halline de imkân vermedi. Sonuçta koskoca silahlı bir örgüt yaratıldı ve hepimiz toplum olarak çok büyük acılar çektik.
Şimdi HDP diye bir parti çıktı ve silahlı örgüt PKK’nın da desteğini alarak, bu gidişe son vermek; Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerine kavuşarak devletle barışmasını sağlamak, toplumdaki psikolojik bölünmeyi ortadan kaldırmak istiyor.
Hatta iş Kürtleri de aşmış, Ermeni, Hıristiyan, işçi-emekçi, kadın, eşcinsel, ateist bütün ezilip horlanan kesimlerin umudu olmuş ve 80 sandalye ile mecliste büyük bir grup kurmuş.
Şimdi, Türkiye’nin ve Türklerin iyiliğini, bu devletin iç barışını, kardeşliğini isteyen bir MHP’nin, sorunu mecliste, siyasetle, meşru yollardan halletme misyonu üstlenmiş bir HDP ile aynı masada oturmasında ne sakınca olabilir?   
Partiyi şiddet eğilimlerinden uzaklaştırmış Bahçeli yönetimine büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Eğer HDP ile kronik birkaç sorunun halli konusunda bir uzlaşmayı başarabilirse toplumda pek çok önyargı iflas edecek, Türkiye’nin önü açılacak, geleceğine daha umutla bakacaktır, diye düşünüyorum.
Mevcut aritmetikle, zaten ya CHP-MHP-HDP “hayali” kurulacak, ya da yıpranmış AKP, bir koltuk değneği ile devam edecek.