25 Haziran 2019 Salı

İnegöl Boğazova, Allıkayalar zirve… Yaylalar, yaylalar…




Türkiye’de siyasetin kalbinin İstanbul seçimlerinde attığı 23 Haziran 2019 Pazar günü Bursa İnegöl ve Keles ile Kütahya Domaniç arasındaki bölgede Boğazova Yaylası’ndan başlayıp,
Allıkayalar dağı, zirvesi ve çevresindeki ormanlarda, yaylalarda yürüdük.
20-30 sene öncesine kadar çok sayıda köyün yaylaya çıktığı, on binlerce hayvanın otladığı bu ıssız topraklarda mavi ile yeşilin tonları insanı büyülüyor.
Nemli yaz sıcakları ile boğuştuğumuz Bursa’dan çıkıp, yer yer karla kaplı,  serin rüzgarlı tepelerde yürümek…
Bir yandan tertemiz hava, masmavi mavi gökyüzünün, adını bile bilmediğimiz çiçeklerin, otların keyfini çıkarırken….
Bir yandan “neden”, “nedeeeennn”  diyorsunuz!

BELEDİYELER YAYLAYI NE ZAMAN GÖRECEK!

Neden on binlerce hayvanın yılın yarısında tek kuruş ot, yem parası vermeden, üstelik de tamamen doğal olarak beslenebileceği bu yaylalar, otlaklar bomboş…
Artık yaylaların adı bile unutulmuş. 
Bir yerin yayla olduğunu, çevresini ağ gibi ören patikalardan, yıkılmış duvar taşlarından, pınarlardan anlıyorsunuz…
Büyükşehirlerde belediye seçimlerini
kazanmak için birbirini boğazlayan siyasiler, bu dağları, bu ormanları, bu yaylaları, meraları ne zaman görecekler… Ne zaman buralar ıslah edilecek? Bizler ne zaman ucuza ve doğal beslenmiş et, süt, yoğurt yiyeceğiz?

“Büyükşehir”, “Bütünşehir” yasaları ile dağda taşta, dirhem rant elde edilecek yerlere bodoslama saldırma hakkı elde eden belediye yönetimleri, bu yaylaları, meraları ne zaman tarımsal üretimin, hayvancılığın hizmetine sokmak için bir adım atacak?
…Diye soruyorsunuz!
Koza Dağcılık rehberliğinde yürüyüşümüzde, minibüslerle İnegöl’den sonra İsaören üzerinden  Çayyaka’ya vardık.
Çayyaka, ortasından gür bir dere akan, çevresi orman, verimli toprağı olan şirin bir yer. 
Resmi adı “Çayyaka Mahallesi”.
Buranın “Şehirli” olmayı ifade eden “mahalle” statüsünde olduğunu düşündüren ne var diye bakarken, köyün orta yerinde, kapatılan derenin üzerinde bir çay bahçesi ve Atatürk büstü fark ettim.  Büstün yanındaki kocaman bir çınar ağacına ise ilginç bir estetik müdahale var… Ağacın ortasındaki koğuk, bir perde ile kapatılıp üzeri boyanmış.
Ve tabi belediye otobüs durağı, çöp konteyneri…
İlginçtir bu “mahalle”lerin hiç birisinde, belediyenin tarım ve hayvancılığa ilişkin bir etkinliğini göremiyorsunuz…
Belediyelerin bu alanda kitabında yazan tek sözcük “yasak”
Sonuçta Çayyaka da sürekli nüfus kaybediyor. Son on senede nüfus 670’de 500’e gerilemiş.
Burada kısa bir mola verip, kahvehanede sabah çayı içtikten sonra minibüslerle “Boğazova Yaylası”na gittik ve yürümeye orada başladık.
Boğazova, İnegöl Belediyesi’nin “turizm bölgesi” yapmayı hayal ettiği yerlerden birisi.  Burası yakın zamana kadar, adı üzerinde “yayla”  imiş.  Ama şu anda tam bir kaçak yapı cenneti görünümünde. Oldukça lüks bir villanın yanı başında tek katlı mütevazı  bir konut ya da tek odalı prefabrik yapı görebiliyorsunuz. 
Çevresi ormanla çevrili, ortasından dere akan bir yer. Dere boyunca alabalık üretilen tesislerin yanı sıra, hayli et mangal, “köy kahvaltısı” türünde yer var.
 Yürümeye başladığımız Boğazova Yaylası 1.140 metre rakımlı. İnegöl’ün bunaltıcı havasından kaçmak isteyenler için hayli ideal bir ortam sunuyor.
Boğazova’dan hemen sonra sağı solu kayın ağaçlarıyla kaplı orman yolunda, yokuşa doğru çıkmaya başladık.
Geçtiğimiz hafta şehirlerin altyapısını çökerten şiddetli yağışlar, burada orman yollarında dereleri taşırmış, menfezler tahrip olmuş. Sel toprağı sökmüş, menfez betonu açığa çıkmış, yer yer o da kırılmış. Tabi yol bozulunca yürümek de zorlaşıyor.

YAYLALAR… YAYLALAR… YAYLALAR…

7-8 kilometre sonra, dağın yukarılarına çıkıyor, geniş otlaklarla karşılaşıyorsunuz. 
Yani yaylalar başlıyor…
Ve ormanların sona erdiği 1800 metre yükseklikten itibaren karşınıza yer yer karla kaplı, yemyeşil kır çıkıyor…
Düşünün İnegöl’e bağlı Dipsizgöl, Karakadı, Kestanealan, Soğukdere, Eskiköy, İclaliye, Lütfiye, ÇayyakaKeles’e bağlı Gelemiç, Kocaovacık,
Düvenli, Hamidiye, Sorgun; Kütahya Domaniç’e bağlı Sarıot, Ortaca

ALLIKAYALAR ZİRVE…

Bu köylerin hepsinin yazları yayla olarak kullandıkları çok geniş bir alandan söz ediyorum…
Tabi çevrenin ne kadar geniş olduğunu, her tarafın irili ufaklı tepeler, yaylalar olduğunu, Allıkayalar’ın  2036 metre yüksekliğindeki zirvesine çıktığınızda görüyorsunuz…
Havanın güneşli, açık olması büyük şans…
Zirvede sağa sola bakarken, çocukluğumun geçtiği Tokat yaylalarını hatırlıyorum…
Demek ki, yaylalar da birbirine benziyor…
Yemyeşil ormanların bittiği yerden itibaren yerini yemyeşil çayır çimen, kır alıyor..
Yazın büyük bölümünde derelerden eksik olmayan, şırıl şırıl akan kar suları…
Koyunların serinlemek için çevresinde toplandığı kayalar…
Kırtıl, geven, yayla çiçeği, kekik…

‘SON ÇOBAN BENİM, ARKASI YOK…’

Allıkayalar’da zeminin çoğu yerde ardıç çalılarıyla kaplı olduğunu görüyorum.
Bu ilk kez gördüğüm bir şey.
Zirvede 80-100 baş civarında bir keçi-koyun sürüsü var.
 Çobanla sohbet ediyoruz, anlatıyor:
“20-30 sene evvel sadece şu bölgede (zirveden görülebilen alanın çeyreği gibi) 20  sürü olurdu. Uzaktaki yaylalar hariç… Şimdi hepsi hepsi 3-4 aile kaldı. Ben 60 yaşındayım. Köylerde genç kalmadı. Benden sonrası yok. Son çoban ben olacağım. Herkes şehire koşuyor. Adam asgari ücretle amelelik yapmayı, çoban olmaya tercih ediyor. Bizde sigorta yok...”

GÖÇ NEDEN Mİ SONUÇ MU?

Bütün köylerde hikâye aynı… Köyler yaşlı ve emeklilere kalmış.
Kimine göre tarımdaki çöküş göçe neden oluyor. Kimine göre ise tarımdaki çöküşün nedeni bu göçler…
Ancak Dipsizgöl köyü için biraz farklı bir şey söyleniyor.  Bu köye gitmedik. Sürü oradanmış.
Öğrenebildiğim kadarıyla, Dipsizgöl köyü, diğer köyler kadar göç vermiyor.  Köyden pek çok  insanın İnegöl’de
mobilya sektöründe çalıştığı söylense de köyün nüfusu son 5 yılda 760’dan 780’e çıkmış. Nüfusunu az da olsa artıran köye rastlamak çok zor. Köyde iki bakkal, üç kahvehane, bir kooperatif varmış.
1856’da, Bulgaristan’ın Tırnova kentinden göç eden 44 ailenin kurduğu bu köyde senede 410 ton kiraz,  2 bin  ton da şeftali üretilmekteymiş.
Allıkayalar’da öğle molası verip karnımızı doyurduktan sonra, uzun bir iniş başladı…
Erikli Yayla (1455 metre), Başalan Yaylası (1260 metre)…
Otlaklar, orman içi yollar…
Yolumuzun üzerinde iki yaylacıya rastladık.
Sürü köpekleri, kangallar, uzaktan gelişimizi sahiplerine bildirirken,
beklediğimizden uysal çıktı, sadece “yaklaşmayın” anlamında uyarmakla yetindi, gruba saldırmadılar…
Yol boyunca çok sayıda pınar gördük.
Ancak pınarların hepsine boru ile müdahale edilmiş.
Yukarıdaki yaylada çeşmenin suyu çobanın kulübesine bağlanmış boruyla….
Aşağıdaki ormanda ise su kaynakları, orman yollarına döşenmiş geniş borularla aşağıdaki yerleşim bölgelerine taşınıyor.
Yol boyunca gürgen (kayın), özellikle de çam ağaçları ormancıların deyimiyle hayli “vasıflı”.
Yürüyüşümüz, aşağıda derelerin birleştiği yer olan Çatak’ta sona erdi.
Çatak, çay kenarlarında insanların hafta sonu piknik yaptığı mekan haline gelmiş.
Araçları ile gelmiş, mangal yapan, örtülerin üzerinde dinlenen insanlar görüyoruz.
Belediyelerin her hangi bir düzenlemesi görünmüyor.
Çatak’taki minibüslerimize 19-20 kilometre yol tepmenin yorgunluğu ile binip, evin yolunu tutuyoruz…  
Dönüşte yine Çayyaka’dan geçiyor yolumuz. Köyden süt alma hayalimiz suya düşüyor.
Yumurta ile taze somun alabiliyoruz. Köy meydanında bir esnaf kiraz, erik vs. satıyor.
Fiyatlar, Bursa şehir merkezinde neyse, o… Kirazı bize 8 liradan satan vatandaş, “Üretici toptan 3 liraya ancak veriyor” sözünü duyunca küplere biniyor,  “Varsa getirin ben 4 liradan hepsini alacağım” diye bağırıyor…


Yürümeye, dağları, yaylaları, köyleri, ormanları, insanları velhasıl memleketi tanımaya devam…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder