Doğa
yürüyüşlerimizde dün (17.03.2019 Pazar günü) Keles’e bağlı Pınarcık
ve Dağdibi köyleri civarındaki çam
ormanı ve eski yaylalarda, belki de mevsimin son karlı yürüyüşlerinden birisini
gerçekleştirdik. Hava güllük güneşlik ve serindi.
Hani şair Nazım
Hikmet “…ve ben ömrümde ilk defa/gökyüzünün
bu kadar benden uzak/ bu kadar geniş/bu kadar mavi olduğuna şaşarak…” demiş
ya…
Elbette, “Pazar
günü güneşe çıkarılan” mahkûmlar değiliz. Ama büyük şehirlerin kirli
havasında geceleri binbir çeşit yıldızlı, gündüzleri masmavi gökyüzüne çoğu
zaman hasret kalışımız da aşikâr…
Parlak güneş, bembeyaz bulutlar, Uludağ’ın karlı
tepeleri, zümrüt yeşili çam ormanları, yeni uyanan çiğdemler, sümbül ve mor
menekşeler, karın altından çıkıp canlanmaya başlayan çayırlar, kabalaklar, coşan
çeşmeler, dereler…
Ama köylerde, insanlarda bu coşkuyu görmeyince biraz
içiniz burkuluyor. Bütün “dağlı”
yöreler gibi bu topraklar da artık yaşlı ve emeklilere kalmış.
Eski yaylalar mülkiyete açılmış. Bir zamanlar binlerce sığırın, koyun keçinin
otlanıp insanları bedava beslediği otlaklar, satışta, parayı basanın her şeyi
yapabildiği bir yer haline gelmiş. Bursa’ya
göç edenlerin bazılarının ise bir ayağı köyde olduğu anlaşılıyor.
![]() |
Pınarcık eski muhtarı. |
Koza
Dağcılık rehberliğinde yaklaşık 60 doğasever, Pazar
günü evde televizyon seyretme ya da AVM dolaşma yerine, erkenden minibüslere
dolduk ve Bursa-Keles yolunda, Baraklı’ya varmadan, soldaki Pınarcık yoluna düştük. Anayoldan ayrılınca
2 kilometre sonra Pınarcık köyüne vardık. Sabah çaylarını köy kahvesinde içtik.
Rastlantı bu ya, köyde uzun seneler muhtarlık yapan bir abiyle karşılaştım.
Biraz sohbet ettik.
Pınarcık, bir zamanlar bölgenin merkez köyü imiş. İlk ve Ortaokul, Sağlık Ocağı vs. varmış. Köyde binlerce keçi, binlerce
koyun, binlerce de sığır varmış.
Yaylalar mülkiyete açılmış. Arazilerin üçte ikisi terk…
![]() |
Bir zamanlar yayla, mera olan yerler bahçe, sayfiye yeri |
Tabi bugün sadece adı “yayla” kalan yerlerin sahiden yayla,
mera olduğu seneler…
O günler tarih olmuş. Bugün hayvancılık sadece insanların
kendi ihtiyaçlarına dönük yapılıyormuş.
“Şimdi
yayla kalmadı. Olsa da zaten onu güdecek çocuk kalmadı. Gençler şehre gitti.
Koyunlara bile ahırda bakıyoruz. Ot, saman, yem çok pahalı” diyor eski muhtar.
“Ya
niye parayla satın alıyorsunuz. Tarlalarınızda yetiştiremiyor musunuz otu,
yemi?” diyorum.
“Nerdeee” diyor.
“Kim
ekip dikecek…Köyde arazilerin üçte ikisi terk edildi. Ne yapsan zarar, ne
yapsan zarar.. En son çileğe özendi
millet. İhracat falan, iyiydi. O da bitti” diyor.
Pınarcık,
Uludağ’ın daha çıplak ve kar kitlesi daha net
görünen güney cephesinin dibinde, çam ormanı ve Uludağ manzaralı çok güzel bir yer.
Köyde eski mimari ağaç ve kerpiç üzerine. Bu yapılar
aslında hem depreme karşıda esnek ve güvenli; hem de ısı yalıtımı daha yüksek
görünüyor. Ancak köydeki eski evlerin neredeyse tamamı öylece yüzüstü
bırakılmış.
Herkes kendine beton-tuğla ev yapmaya başlamış. Dış
cephesi bile sıvanıp boyanamamış, yalıtımsız evler…
Buralar epeydir “mahalle”,
yani şehirli sayılıyorlar. Ay
sonunda belediye başkanı için oy kullanacaklar.
Eski muhtara, “Belediye
buraya ne kazandırdı” dediğimde belediye otobüs seferini, su ve
kanalizasyon altyapısının iyileştirildiğini anlatıyor.
Ama burası “köy”
iken nasılsa, “mahalle” iken de
öyle.
Mesela “Ahır ile
evleri hiç ayırma planı oldu mu” dediğimde bir anekdot anlattı:
“Sağlık ocağımızda
bir bayan doktor vardı. Demiş ki, ‘Bu ahırlarınızı evin altından kaldırın.
Hastalıktan kurtulamazsınız. Ev kadını ne yaparsa yapsın, hayvanlarla beraber
yaşamaya devam ederseniz pislik mikrop içinde kalırsınız. Hastalık bitmez…’
Doğru söylemiş ama buranın bir hayat şekli, gelenekleri var. Komşular ayak
diredi, ‘Olmaz, eski köye yeni adet mi getiriyorsun sen. Sen kim oluyorsun da
işimize karışıyorsun… İstemiyoruz seni’ dediler. Sonra doktor tayin istemiş, gitti...”
Dağlı yörelerde insanların daha içine kapalı, bağnazlığa
varan bir tarzı olduğu izlenimine kapıldım. Öreğin, gölgede düzenlenen bir
yemek şenliğinde bile yemekleri erkekler pişirip, erkekler konuklara servis
ediyordu. Hâlbuki yemekleri çoğu yerde kadınlar pişirirdi, şenlikte kadın erkek
herkes elinden geleni yapardı.
Pınarcık’ta
başlayan yürüyüşümüzde ilk hedef 5 kilometre yukarıdaki 1320 rakımlı Denizler Yaylaydı. Buraya, bazen hayli
yokuş traktör yolu, çoğu zaman da dik eğimli orman
içi serbest yollardan çıktık.
Ardından Küçükboğazova…
Burası, İnegöl’deki “Boğazova” değil, sadece isim
benzerliği.. Tabi bir de çevredeki yem yeşil ormanların arasında geniş
çayırlıklar, sahiden ortada bir dere ve dağ başında “ova” halleri ile benzemiyor değil.
Rakım burada 1600 metrelere çıkıyor. Yukarıda, 1720
rakımlı tepe var. Zemin kar. Kar kalınlığı en fazla 50 sentim, sertleşmiş. Gruptan
çoğumuz yukarıya çıkmak istiyoruz, ancak, sanırım biraz geç kalırız diye,
vazgeçildi. Çavuşdüzü’ne çıkma
hayalini bir başka sefere bırakarak, burada kısa bir mola verip aşağıya döndük…
Yine ağaçların arasından, patikalardan,
bazen traktör yolundan aşağı bir çeşmenin olduğu yere indik, öğle molası verdik.
Yemeğimiz yedik, sırt çantalarımızdaki çay kahvelerimiz içtik, ateş yaktık,
sucuklar kızardı…
Yukarı çıkarken, biraz da rotayı kısaltmak
için hayli dik yokuşlardan tırmanmıştık. İnişte patika ve ormaniçi serbest
yürüyüşle, Dağdibi köyüne indik.
Dağdibi köyü
Pınarcık’a çok yakın bir köy. Yürüme
mesafesinde olmalı ki, Pınarcık’taki
en son okulun girişinde “Pınarcık
Dağdibi İlkokulu” yazılıyordu.
Yaklaşık 15 kilometrelik bir yürümeden
sonra Dağdibi köyüne vardığımızda,
köy kahvesinde sıcak çaylarla, hafta sonu “hele
bir bahçeye gidelim” diye Bursa’dan
gelen köylülerle sohbet bizi bekliyordu.
Çıktığımız en üst noktadaki Küçükboğazova terk edilmiş bir mera,
yayla görüntüsü veriyor.
Bir ayağı şehir, bir ayağı köyde…
![]() |
Dağdibi. Delikanlı şehirde yaşıyor, arada köye gidiyor. |
Kahvehanede oturan orta yaşın üzerindeki
bir köylünün açıklaması şöyle oldu:
“Evet oralar çok eskiden yaylaydı. Yazın herkes malını
davarını oralara çıkarırdı. Çoktu o zaman sığır, koyun, keçi… Binlerce hayvan..
Şimdi köyde o hayvanın onda birisi bile kalmadı. Daha sonra yaylalardan
kadastro geçti. Birileri gitti yer satın aldı. Bağ bahçe yaptılar. Tabi yayla
işi de öldü. Büyükşehir olduktan sonra eski yaylacılık tamamen bitti.”
“Yabancılar aldı yerleri” sözlerinden, bu eski yaylalarda yer satın alıp, “tapulu
arazi” edinen, oraya yazlık evler yapan insanların çoğunun Erzurum, Kars, Artvin gibi değişik yörelerden Bursa’ya gelip yaşayan insanlar olduğunu anlıyorum.
Yürüdüğümüz rotanın yaklaşık yarısı
karlıydı. Ancak bu eski “yaylalar”da
kar kalmamıştı. Yol boyunca sadece iki
aile gördük. Birisi bahçesinde budama yapıyordu. Diğerinde de kadınlar
çocuklarıyla geziniyordu.
Köy merkezlerinde kar kalmamış. Ormanda
kerestelik çam ağaçları bizi büyülese de kayın ve meşe hayli yaygın. Yani evlerde
yakacak odun sıkıntısı olmadığı görülebiliyor.
![]() |
Dağdibi. Eski ziraat aletleri depolanmış. Müze gibi.. |
Dağdibi’ne
inince, yolumuzun üzerinde rastladığımız maden ocaklarına benzer çukurları
sordum. Meğer buralardan Epçeler ile
Dağdibi arasında yapılan sulama göletlinin önünü tutmak için dolgu
malzemesi ve killi toprak alınmış.
Dağdibi ve
Pınarcık’ta nüfus 300’er kişi
civarında. İki köyde de insanlar çilek
üretimine özenmiş. TIR’larla ihracat
yapılan seneler olmuş. Ancak son senelerde “para
etmiyor”muş.

Anlaşılan, sorun sadece köyde genç,
çalışacak insan kalmamış olması değil.
Çiftçi üst üste zarar ede ede, ekip dikmekten iyice soğumuş. Düşünün ki
köyün ekmek, süt ve yumurtası bile şehirden geliyormuş. Süt kooperatifine süt
satan birkaç aile dışında.
Dağdibi’nde
bir gençle karşılaşmak güzeldi. Açıklaması “Ben
Bursa’da yaşıyorum. Burada evimiz, bahçemiz var. Ona baklaya geldim. Bizim bir
ayağımız köyde olmak zorunda” diyor.
Tarım arazilerinin “yabancılara”,
dönümü 50 bin lira fiyatlardan satıldığı söylense de tarlanın, bahçenin, ekip
dikmenin iyice gözden düştüğü gayet açık.
Köylülerden birisi, eliyle işaret ederek, “Aha şu karşıdaki Gököz köyünde Recep Altepe
Doğa Parkı yaptırdı. Bungalov evler. Turistler için. Ondan sonra, buralarda da tarla
fiyatları artmaya başladı” diyor.
Yürümeye, doğayı, toplumu, velhasıl memleketi tanımaya
devam…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder