25 Ağustos 2015 Salı

Asker kanıyla siyaset nereye kadar...

Başkent  altyapı yüzünden her yağmurda sele gidiyor ama siyaset toz duman… Tek parti iktidarına son veren 7 Haziran seçimlerini de, göstere göstere gelen devalüasyon ve ekonomik krizi de “olağan” sayabilirdik. Bunların ipuçları vardı. Ama bu sefer ülke yönetiminde ilk kez bir “fiili durum”la karşı karşıyayız.

Muhalefetin “sivil darbe” dediği bir durum bu!
13 yıldır ülkeyi tek başına yöneten AKP, sandık sonuçlarına saygı göstererek bir koalisyon kurmaya ve iktidarı diğer partilerle paylaşmaya yanaşmıyor.
İnanılır gibi değil ama, AKP’nin Anayasanın öngördüğü 45 günlük sürede CHP ve MHP’ye koalisyon teklifi dahi götürmediği ortaya çıktı... Cumhurbaşkanı adeta AKP’nin mutlaka tek başına olmasını, kendisi için hayat memat meselesi yapıyor. Davutoğlu’dan sonra Kılıçdaroğlu’ya hükümet kurma görevi vermeyi reddetmesi, memlekette eski çamların artık bardak olduğunu gösterdi.
Muhalefetin kendi içinde uyum sağlayamaması bu durumu kolaylaştırırken, bir fark ettik ki, artık ipler tek bir kişinin eline geçivermiş! Ülkeyi, siyaseti; siyasi partiler, TBMM değil, tek başına Cumhurbaşkanı yönetiyor! Artık yönetim şeklimiz bile değişmiş!
Ve ilk defa Cumhurbaşkanı tarafından oluşturulan bir seçim hükümetimiz oluyor.  
Daha milletvekilleri doğru dürüst meclisteki odalarına yerleşip, Ankara’da ev kiralayıp taşınma işini tamamlamadan bu erken/tekrar seçim ısrarı neden?
Çünkü AKP mutlaka tek başına iktidar olmak istiyor! Yeni bir seçimle şansını deneyecek…
Tam bir kumar!
Şansı nedir?
1.       Bugüne kadar siyasi tarihimizde erken seçim isteyen birinci partilerden hiçbirisi oyunu artırmadı, hatta sandığa gömülenler (Örnek DSP) oldu.
2.       Kamuoyu araştırmalarına göre seçmenin eğilimlerinde 7 Haziran’dan bu yana, AKP’ye 276 sandalye getirecek bir değişim olmadı.
Yani AKP’nin Kasım’da hayal kırıklığına uğrayacağı aşikar görünüyor.
Ama yeni bir durum var: Savaş!
Şehit cenazeleri arttıkça, MHP’ye giden milliyetçi oylar AKP’ye gelir. HDP de iyice köşeye sıkışır, oyları düşer, hatta baraj altında kalır. Böylece AKP büyük farkla tek başına kazanır” gibi bir hesap…
7 Haziran’a kadar devam eden “çözüm süreci” ve çatışmasızlık ortamının hemen seçimlerden sonra bozulması; terörle mücadele”, “sonuna kadar savaş”, “kökünü kazıma” ve şiddetli “operasyon”lara dönüşmesinin bu hesaba dayandığı artık saraya yakın çevrelerce de ifade ediliyor.
Peki savaş, çatışma, asker, polis cenazeleri iktidara seçim kazandırır mı?
Öteden beri “güvenlikçi” politikaları savunan MHP seçmeninin, Kasım’da oyunu AKP’ye vermesi hiç kolay değil.  “Koalisyon görüşmesi”nde fark ettiğimiz bir durum var ki, “oy geçişkenliği”ni artık eski ideolojik kalıplarla açıklamak mümkün görünmüyor. Çok özel bir konjonktür olmadıkça MHP seçmeninden fazla oy alabileceğini sanmam.
Dindar muhafazakar Kürtlerden oy alma hesabına gelince…
Son 30-40 senede Doğu ve Güneydoğu’da yaşananlara bakınca, siyasi tercihlerin radikal bir şekilde değiştiğini görüyoruz. Bildiğimiz sağ-sol ayrımı farklı içeriğe büründü ve yöre halkı devletin kendilerine “Kürt” olmaktan kaynaklı ayrımcılık yaptığı kanısı edindi. CHP ve MHP bölgede,  bir tür ceberut devleti çağrıştırdığı için,  tabela partisi haline geldiler.   
AKP ise,  “şiir okuduğu için hapis yatan”, “laiklik karşıtı” (bunu devlet karşıtı olarak anlayın), “sisteme karşı”, “ezilenden yana”, “haksızlığa boyun eğmez” bir Erdoğan algısı ile sempati topladı…
AKP’liler seçim çalışmalarında,  yasaklı dönemde bile meydanlarda Kürtçe konuştu, “muhalif” imajı ile öne çıktı. Sadece dindar Müslüman değil, liberal merkez sağ, hatta sol, sosyal demokrat kesimlerin bile oyunu aldı. Habur olayı, Kürtçe televizyon kanalı, Kuzey Irak yönetimiyle kurulan ticari ilişkiler, Kürtlerin AKP’ye sempatisini yaygınlaştırdı.
“Çözüm süreci” de, sanılanın aksine AKP’ye oy kazandırdı. Çünkü insanlar artık kandan, çatışmadan bıkmıştı ve siyasi bir çözüm çok çekiciydi.
Ama büyük heyecan yaratan “Çözüm Süreci”nde ilerleme sağlanmaması, karşılıklı güvensizlik; masada süreç konuşulurken hem PKK’nın hem de devletin elaltından yeni çatışmalara hazırlanması, yığınaklar, kalekollar…
Dolmabahçe Mutabakatı’nın hükümeti açık “müzakere”ye zorlaması ile iktidar birden “masa”yı deviriverdi… Erdoğan’ın “Kürt Meselesi yoktur, terörle mücadele  vardır” yollu açıklaması filmi kopardı.   
AKP, kanımca, 7 Haziran’da “Çözüm süreci” nedeniyle değil, süreci “buzdolabına” koyması nedeniyle oy kaybetti…
HDP ise hem Kürt sorununun silahla değil, demokratik meşruiyet içinde, meclis yoluyla çözümünde öne çıkması hem de Türkiye’deki sol, alevi, çevreci vs. “itilip kakılan, ezilen” kesimlerin sözcüsü olmaya kalkması ile seçimlerde yüzde 13 gibi, partililerin de beklemediği kadar yüksek bir oy aldı.
Son bir aydır yaşanan operasyonlar, çatışmalar, peşpeşe şehit cenazelerinin iktidar partisine oy getireceğini düşünenlerin, olayları hiç anlamak istemediğini düşünürüm.
Zira, artık AKP bölge halkının gözünde “Devlet” olmuştur. Artık Hakkarili, Vanlı, Diyarbakırlı vatandaş AKP’ye bakınca; siyaseti, partiyi, ideolojiyi falan değil, sokaklarda terör estiren silahlı maskeli emniyet görevlileriyle ceberut devleti görüyor!
90’lara asla dönmeyeceğiz” diyor Başbakan…
Ama “terörle mücadele”de yöntemin değiştiğini söyleyebiliyor muyuz?   
Örneğin, bölgeden sık sık “Askerler orman yaktı”, “Helikopterden orman yangını çıkarıldı” haberi geliyor… Muğla’da, Antalya’da yangın söndüren helikopterler, Tunceli’de Hakkari’de yangın çıkarmakla anılıyor.
Yüzü maskeli, silahlı polisler…
Sokak ortasında tekbir getirip sağa sola ateş edeni mi sorarsın…
Bir sürü insanı Amerikan tarz plastik kelepçeyle bağlayıp yere yatırmış, “Size Türkün gücünü göstereceğim” diye nara atan mı dersin…
Sokak ortasında öldürülmüş kadının çıplak cesedini teşhir edeni mi dersin…
Lice, Varto, Silvan gibi ilçelerde çekilen resimler niyeyse “Kobani”yi andırdı. Devletin güvenlik görevlilerinin tank ve zırhlı araçlarla evleri, işyerlerini, köyleri taradığı, bombaladığı, yakıp yıktığı iddia ediliyor.
Belediye başkanından geçtik; kaymakamı, valiyi takmayan, astığı astık kestiği kestik özel birlikler varmış, “emri saraydan alır” mış…
Çok sayıda sivil/silahsız kişinin polis kurşunuyla öldürüldüğü, ama tek bir görevli hakkında soruşturma açılmadığı iddia ediliyor.  Uludere, Suruç, Diyarbakır bombalamaları da aynı torbada.
Binlerce insan evini, mahallesini terk etmiş.
Zaten 90’larda eleştirilen şey, hukukun dışına çıkma değil miydi?
Köy yakmalar, boşaltmalar, dışkı yetirmeler, faili meçhuller, gözaltında kayıplar, toplu mezarlar…
90’ladaki hukuksuzluğun, “terörle mücadele”yi çığırından çıkardığını, “terörle mücadele”nin kendisinin bizzat terör faaliyeti haline dönüştüğünü… 
Bunun halkı devlete isyan noktasına getirip silahlı örgüt PKK’ya destek ve katılımları artırdığını göremeyenlere ne demeli bilmiyorum!
Sonuç olarak, “terörle mücadele” denen, “düşük yoğunluklu” bu pis savaşın bu memlekete hiçbir faydası olmadı, olmayacak…
Kana oynayanlar oy kaybetti, edecek.
Bu çatışmalı ve umutsuz ortam sadece HDP’ye şans verir. Çünkü halk bu sorunların kansız, şiddetsiz, normal demokratik yollarla çözümünü istiyor ve HDP bunu varlık sebebi sayan tek parti görünümünde.
Tabi HDP’nin de işi zor. Hem PKK’ya, hem devlet tarafına “silahlar sussun” çağrısı yapıyor. Pek çok yerde partililer iki ateş arasında “Barış Nöbeti” ya da “Canlı Kalkan” eylemi yürütüyor.  Çatışma, ölüm olmasın diye insanlar canını tehlikeye atıyor.  Kelle koltukta bir siyasi faaliyet… Başarılı olabilirse ibre terör değil barıştan yana dönebilir.  
Şimdi benim merak ettiğim şu: Devletle bütünleşmiş koca bir partinin bunları öngörememesi pek akla yatkın değil.
O zaman, erken seçim ısrarı neden?
Yoksa bizlerin hesap edemeyeceği başka senaryolar mı var?
Ve yine merak ediyorum:
AKP Kasım’da da tek parti iktidarı çıkaramazsa, o zaman ne olacak?