Eğitimci, şair Ahmet Özer’in gözünden
’68 Kuşağı, Kızıldere..
Dursun EROĞLU
’68 Kuşağı” deyince
pek çoğumuzun aklına Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi sol gençlik
liderleri, 12 Mart, Kızıldere gibi zor dönemler, acılar geliyor. Ancak aynı
dönemin gençlerinden eğitimci, şair Ahmet Özer ile tanışınca, aslında bu
kuşağın salt siyasal başkaldırı ruhundan ibaret olmadığını; kültür sanat
alanında da hatırı sayılır bir ’68 Kuşağı olduğunu fark ettim. Dahası, Nazım
Hikmet’ten Sabahattin Ali’ye, Aziz Nesin’e, Yaşar Kemal’e
insanların kalbinde taht kuran pek çok şair ve yazarın ‘68 Kuşağı ile aynı
damardan beslendikleri gibi bir düşünceye kapıldım.
Sevgili dostlar, çocuk yaştaki tanıklığım çerçevesinde yazdığım Çocukluk Anılarımda Kızıldere kitabının yayınlanması benim için yayın dünyasına merhaba demek gibi bir anlam taşıdı. Gazetecilikte 40 yılı doldurmuş olamama rağmen tamamen yepyeni bir ortam ve çevre ile tanışmış oldum.
Şair Ahmet Özer ile tanışmamız kitabım üzerine
oldu. Ankara’da yaşayan Özer ile tanışmamızı üniversiteden arkadaşım
sevgili Sema Gözükara sağladı. En son Bilkent Üniversitesi ile Uğur
Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda dersler veren Ahmet hocaya
kitabımı takdim edince telefonla aradı ve dopdolu, uzunca bir konuşma yaptık.
Onlarca kitabı yayımlanan bir aydın, “Aynı yaşlarda olduğu devrimci
gençlerin kapana kıstırılıp öldürülmelerinin” anlatılmasından, belli ki
hayli etkilenmiş, duygulanmış. Yine de bu denli üretken bir yazın ustasının daha
ilk kitabını zorlukla bastırabilmiş, popüler birisi de olmayan bir gazeteci olarak beni
telefonda araması; duygu ve düşüncelerini paylaşması büyük incelikti.
Ahmet hocam, sohbetin
ardından aylık kültür sanat ve edebiyat dergisi Berfin Bahar’da “Gazeteci
Dursun Eroğlu’nun Çocukluk Anılarında Kızıldere” başlıklı bir yazı
kaleme aldı. 3 sayfa tutan yazıda Özer, yüreğinde ‘68 Kuşağı’nın haklı
isyanını ve hazin sonlarını hissederek kitabın içeriğini anlatıyor.
1946 yılında Trabzon Maçka’da doğan, okullarda yaklaşık
30 yıl Türkçe öğretmenliği yaptıktan sonra 19 yıl Bilkent Üniversitesi’nde
öğretim görevlisi olarak çalışan Ahmet Özer, pek çok sanat ve edebiyat
dergisinde yazar ve yöneticilik yapmış.
Bütün bunları yaparken şiirden röportaja edebiyatın
farklı alanlarında tam 50 kitabı okurla buluşturabilen (50. son kitabı Damara Dokunmak yeni çıktı) bir aydından söz
ediyoruz!
Bu derece verimli, üretken, aydın duyarlığına sahip
bir ismin, kitabım hakkında kaleme aldığı satırlar önemliydi. İşte bazı
değerlendirmeleri:
“Bir çocuk yüreğine sığınarak kaleme alınan yapıt, 51 yıl önce gerçekleştirilen bir toplu ölümün etkileyici bir fotoğrafını koyar önümüze. İçten, şaşırtıcı, ürpertici bir tanıklığın ifadesidir bu. Daha da önemlisi tarihe not düşmektir.”………
“Dursun Eroğlu’nun Kızıldere’de doğan bir
çocuk olması, o coğrafyadan çıkıp gazetecilik eğitimi görmesi, tarihin alnında
kanayan bir yara olan bu büyük olaya tanıklık etmesi, onu bu konuda yazmaya
yöneltmiş. Aynı yaşlarda olduğumuz devrimci gençlerin kapana kıstırılıp
öldürülmelerinin acısını 51 sonra önemli bir tanığın kaleminden okumak içimizi
sızlatıyor. 30 Mart 1972’de basın ve radyonun verdiği haberlerden öğrendiğimiz
bu kuşatma ve imha planını, bir çocuk gözünün ışıltısı ile okumak ülke
yöneticilerinin gençlere bakışındaki acımasızlığı da sergilemeye yetiyor.
Eroğlu, “Kızıldere olayı”nı, bir başka
kanaldan görmemize ışık tutuyor.”
(Ahmet ÖZER, Berfin Bahar, Sayı: 304, Sayfa:
62)
Usta yazarımız kitabımda birkaç maddi yanlışlığı da
tespit etmiş. Bu yüzden kendisine özel bir teşekkürüm var ve ilk yeni baskıda düzeltme
mutlaka yapılacaktır.
EDEBİYATTA ‘68 RUHU…
Özer’in yazılarına ve
röportajlarına bakınca onun dünyasında 68 kuşağının ruhunu, izlerini
görebiliyorsunuz.
Ahmet hocayı anlamak
için, kendisiyle yapılan bir röportajdaki sözlerini sizlerle paylaşmak istedim:
“Kuşak olarak dönem gereği bireysel tarihimizden
evrensele açıldığımızda yaşanılan her şeyi gözlemlediğimiz ortada. Dünyada olan
her olayın, her olgunun, her anın diyalektik bir akışla birbirine
eklemlendiğini iyi biliyorduk. Bu noktadan hareket ettiğimizde düşüncenin,
yazılanın, yaşanılanın izlenilenin önemli bir tanığıydık.
Bu tanıklık, bizi toplumsal sorumluluğun
eşiğine getirmiştir. Özellikle şiir yazmaya başladığımız 60’lı yılları
düşündüğümüzde dönemin dünya halklarının büyük isyanıyla karşılaşırız. O
günleri kayıt altına alan dergilerde, gazetelerde, belgesellerde anlatılanlar;
bugün çoğu kişiye bir masal gibi gelir. Sanki bir başka ülkeden, bir başka
dünyadan buralara gelmiş gibiyiz.
… 1961 Anayasasının getirdiği özgürlükler,
DİSK, TİP ve TÖS’ün ortaya koyduğu mücadele azmi, 68 Kuşağının dünyayı fethetme
cesareti ve Nâzım Hikmet’in Yön Dergisi’yle zincirlerini kırması, Ant, Türk
Solu gibi dergilerle ortaya konulan siyasal bilinç ve pırıl pırıl yüreklerin
attığı kimi yayın organları, bizi bu düşünsel akışın içine aldı.
Dönemin, bugün hiçbiri yaşamda olmayan
değerlerinin üretimde bulunduğu yılları kapsadığını düşünelim. Şairlerin
şiirleriyle yazarların değişik türdeki ürünleriyle, devrimci içerikteki
oyunlarla, bir uzun yürüyüşteydik.
Bu coşku emperyalizmin gücü ve yerli
işbirlikçilerinin ortaklığıyla bilindiği gibi 12 Mart’ta yerini karşı devrime
bıraktı. Binlerce insanın yaşamı karartıldı. Gencecik insanlar asıldı.
Toplumsal uyanışın önü kesilmeye çalışıldı.
İşte bizim kuşağımız bu yaşananların
içinden hem kendini hem de sorumlu olarak duyumsadığı kesimi, sınıfsal
bilinciyle aşmanın yolunu aradı. Bunun en iyi başarılacağı yöntem de şiirdi.
Aşkı da ölümü de ayrılığı da hapishaneyi de doğayı da toplumu da, daha doğrusu
yaşamın bütün gerçekliğini şiirle ifade etmenin yarışındaydık.” (Gamze
Akdemir, Cumhuriyet Kitap eki, 29 Haziran 2021)
Anlaşılan '68 Kuşağı sadece darağacında asılan Deniz'lerden, topluca katledilen Mahir ve arkadaşlarından vs. ibaret değilmiş... "68 Ruhu" diye henüz dipdiri olan birşey varmış.!