14 Mart 2015 Cumartesi

İşte ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ ve ‘10 Madde’nin anlamı!

PKK’nın desteğini alan HDP, İmralı ve Kandil ile görüşmelerden sonra hükümetle 10 maddenin “görüşülmesi” üzerinde anlaştı ve bunu “Dolmabahçe Mutabakatı” adıyla ve ilk kez hükümetin yetkili bakanları ile ortak bir toplantıda kamuoyuna duyurdu.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile İçişleri Bakanı’nın da bulunduğu toplantıda, HDP’li Sırrı Süreyya Önder, aslında bu 10 maddeyi tek tek okumuştu. 
Ama doğrusu sadece “konu başlıkları” gibiydi ve içinde ne olduğunu çoğumuz anlamamıştık.
İşte Cüneyt Özdemir, aldı karşısına Demirtaş’ı ve “Siz bu 10 maddenin ne olduğunu anladınız mı?” ile başlayan soruları ile çoğumuzun merak ettiği şeyleri sorup, gün ışığına çıkardı.
 “Çözüm Süreci”nin başarıyla sona ermesine yol açacak bu “Dolmabahçe Mutabakatı" ne anlama geliyor?
10 Madde üzerinde, Hükümet HDP ile anlaşırsa Türkiye bölünecek mi? 
Yoksa tersine, bölünme kaygıları ortadan kalkıp ortak vatan, ortak bayrak duygusu daha mı fazla güçlenecek? 
Memleketin hayrına, mı şerrine mi?
Buyrun okuyun, karar sizin.
Cüneyt Özdemir (C.Ö) soruyor, Selahattin Dermirtaş  (S.D) yanıtlıyor.

"BARAJ KALDIRILSIN, SİYASİ PARTİLER KANUNU DEĞİŞSİN"
“C.Ö.- Madde 1. ‘Demokratik siyasetin tanımı ve içeriği...’ Ne demek bu?
S.D.- Bu, Siyasi Partiler Kanunu, seçim barajı, siyasetin sadece siyasi partiler aracılığı ile yapılamayacağı, sivil toplum örgütlerinin güçlendirilmesi gereği, sivil toplumun serbest örgütlenme hakkı, ifade özgürlüğü…
C.Ö.- Mesela pratikte ne olması lazım?
S.D.- Siyasi Partiler Kanunu’nun değişmesi lazım. Seçim barajının düşmesi lazım. Demokratik siyasetin ne olduğu tariflenecek ve siyasetin demokratikleştirilmesi ve güçlenmesi için hangi maddelerin değişmesi gerektiğinin,  oranın altına yazılması lazım.
C.Ö.- Ne zaman yazılacak?
S.D.- Bunlar müzakereler başladığında konuşulmalı işte.
C.Ö.- Siz seçim barajının kaça indirilmesi gerekiyor?
S.D.: Sıfır. Bizce sıfıra inmesi lazım. Barajın hiç olmaması lazım.
C.Ö.- AKP ile bu konuda anlaştığınız, yüzde 10 seçim barajı ile ilgili hiç açıklama yapmadığınız iddiaları var.
S.D.- Olur mu... Bu konuda çok uğraştık, çok mücadele ettik. Parlamentoda defalarca teklif verdik. CHP ile birlikte teklifler verdik. Haksızlık yapılmasın. Ama uzlaşamadık sonuçta…
C.Ö.- En önemlisi seçim barajı anladığım kadarıyla…
S.D.- Siyasi Partiler Kanunu da çok önemli. Biliyorsunuz Genel Başkanlar milletvekili seçiyor... Bu olmaz. Halkın önseçimle adaylarını belirlemesi lazım.  İl kongrelerinin çarşaf listeyle olması lazım. Partilerde şeffaf mali yapı gibi mevzular var.

"DEMOKRASİYİ SADECE KÜRTLER İÇİN İSTEMİYORUZ"

C.Ö.- Madde 2: ‘Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması…’ Ne demek bu?
S.D.- Ulusal düzeyde, yani Türkiye’nin tamamını ilgilendiren bazı düzenlemelere ihtiyaç var.
C.Ö.- Ne gibi?
S.D.- Yani şu anda katı merkezi bir devlet yönetimimiz var. Tek başına hükümet, hatta tek başına bir kişi bütün ülkeye ilgili kararlar alabiliyor. Ulusal düzeyde bunun ele alınması lazım. Ulusal düzeyde yönetim modeli ne olmalı? Bunu tartışmalıyız. İşte AKP Başkanlık istiyor. Biz yanlış, hayır diyoruz. Tam tersine bizim demokratik parlamenter sistemi güçlendiren bir yönetim modelini ulusal düzeyde inşa etmemiş lazım.
C.Ö.- Özerklik mi?
S.D.- Ulusal düzeyde demokratik parlamenter rejimi inşa etmemiz lazım. Yerel düzeyde de bütün belediye meclisleriil genel meclislerine yetki veren, tamamından onların bütçelerini, kararlarını  özerk hukuka dayanarak alabilecekleri, yereldeki tarım, ticaret, turizm, sosyal faaliyetler, spor , eğitim, sağlık ve benzeri konularda yerelin yetkisinin olduğu bir özerklik hukukunu tartışalım. Biz bunları savunuyoruz.
C.Ö.- Yani ulusal düzeyde mesela başkanlık sistemine karşı mısınız? Seçim sonrasında böyle bir şey gelirse siz, hayır mı diyeceksiniz?
S.D.- Kesinlikle hayır oyu vereceğiz. Bu konuda tavrımız nettir. Biz başkanlık sisteminin bu ülkede uygulanamayacağını düşünüyoruz. Tam tersine ciddi handikaplar, sıkıntılar var.
C.Ö.- Bu sözleriniz çok önemli. Çünkü bu en çok eleştirildiğiniz konu bu. ‘Bak, işte HDP AKP ile başkanlık sisteminde anlaştılar’ iddiaları var.
S.D.- Maalesef bunu çok söylüyorlar. Bir anlaşma olmadığını söyleyelim. Ama buna rağmen bu teklif gelirse de biz kesinlikle hayır oyu kullanır, reddederiz.
C.Ö.- Madde 3: ‘Özgür Vatandaşlığın yasal ve Anayasal güvenceleri…’
S.D.- Vatandaşlık şu anda Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda şöyle tanımlanmıştır: Türkiye Cumhuriyeti’nde herkes Türk’tür… Her vatandaş Türk’tür. Bu, etnisiteye dayalı bir tariftir. Bunu, hiçbir etnik kimliği inkar etmeyen anayasal vatandaşlığa dönüştürmekte fayda var. Bu konuda pek çok parti de teklif sunuyor. Uzlaşmak çok kolay belki bu konularda. TC vatandaşı herkes eşit yurttaştır, vatandaştır gibi daha soyut bir tanım yapılmalı.
C.Ö.- Bunun yansımaları ne olur?
S.D.- Bu, tek başına aidiyet duygusunu güçlendirir. Bu ülkenin her yurttaşı, herkes kendisini Anayasa karşısında eşit haklara sahip bir vatandaş gibi hissedebilir.
C.Ö.- Madde 4: ‘Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına yönelik başlıklar…’
S.D.- Yani şu anda bütün devleti siyaset yönetiyor. Siyasi partiler yönetiyor ve makro düzeyde politik aktörler devletin her kademesine, her şeyine hakim…
C.Ö.- Mesela?
S.D.- Batılı devletler şöyle çözmüşler. Sivil toplum veya yerel halk meclislerinin devlet kurumlarında karar alma süreçlerine katılımı var. Devleti tek başına siyasi partiler yönetmiyor. Siyaset tek başına egemenlik kurumu olmuyor. Halk tabana doğru devlet kuruluşlarının yönetimine katkıda bulunuyor. Sadece bürokratlar karar vermiyor. O maddeye göre bunun mekanizmalarının tartışılması lazım.
C.Ö.- Madde 5: ‘Çözüm sürecinin sosyoekonomik boyutları…’ Neyi kastediyorsunuz?
S.D.- Bölgeler arası gelişmişlik farkı, yoksulluk, işsizlik, istihdam.. Bütün bunlar nasıl çözülecek. Yoksul bir ülkeyiz… Bu sadece Kürtler için geçerli değil. Karadeniz, Güneydoğu’nun pek çok yerinden daha yoksulİnsanlara hak ve özgürlük vereceğiz de, bu sorunları nasıl çözeceğiz? Karınlarını nasıl doyuracağız? Çünkü demokrasi ve ekonomi birbiriyle iç içe geçmiş mevzulardır. Çözümün sosyoekonomik boyutlarının da tartışılması lazım...

KAMU GÜVENLİĞİ VE ÖZGÜRLÜKLER...

C.Ö.- Madde 6. ‘Çözüm sürecinde özgürlük-güvenlik ilişkisinin kamu düzeni ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması…’
S.D.- Yani devletin kamu düzenini sağlarken özgürlüklere, İç Güvenlik Paketi örneğinde olduğu gibi, müdahalede bulunmaması, ama kamu düzenini tehlikeye sokacak silahlı ve benzeri unsurların da tedbirinin alınması gerekir. Silahsızlanmaya dair tartışma da bu maddede yürüyecektir. Yani  bir yandan PKK silahsızlanacak, bir yandan da devlet de kamu güvenliğini sağlayacağım adı altında özgürlüklere müdahale etmeyecek.
C.Ö.- İç güvenlik Yasası ile ilgili tartışmalar bu maddede mi kilitleniyor?
S.D.- Olması lazım.  Tartışma başlamadığı için o madde ile ilgili bir şey tartışmış değiliz.
C.Ö.- Pervin Buldan bu konuda bir açıklama yaptı, sonra onu düzeltti…
S.D.- Şunu açık söyleyeyim. Bu 10 ilke tartışılmaya başlanmadı. Bu yüzden güvenlik paketini o maddede mi tartışacağız, bilmiyoruz.  Fakat parlamentoda tartışılan güvenlik yasası, biz istiyoruz ki, tümüyle komisyona geri çekilsin. AKP ile aramızda bir uzlaşma yok. Pervin hanımın metni önümde. Biz uzlaşma istiyoruz. Dört grup bir araya gelsin. Komisyondan geri gelsin. Şu haliyle oradan uzlaşma çıkmaz. Uzlaşma için AKP’den bir arayış, bir çaba da yok.
C.Ö.- Madde 7: ‘Kadın kültür ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri…’
S.D.- Kadın özgürlüğü bizim açımızdan özel bir mevzudur. Biliyorsunuz partimiz bunu özel olarak ele alır. Eş başkanlık sistemi var. Kadın haklarına duyarlıyız. Demokrasiden özgürlüklerden konuşurken kadını özel bir başlık olarak ele almaz, o pozitif ayrımcılığı uygulamazsanız maalesef ki bu konuda ilerleme olmuyor. O nedenle kadın özgürlüğü açısından ne tür önlemler alınabilir, o konuda tartışmak lazım. Ekoloji, çevre sorunları, hiç de sıradan bir mevzu değildir. Hani bunun demokrasi ile Kürt sorunu ile ne alakası var denemez. Çok doğrudan alakası var. Tarihimizi, kültürümüzü, doğamızı, yaşadığımız ortamı zehirliyorsak, biz ifade özgürlüğüne sahipsek bunun ne kıymeti olabilir ki? Boğulduğumuz bir çevrede yaşıyorsak, özgürce konuşmanın ne anlamı var. Kürtçe konuşmanın ne anlamı var, Türkçe konuşmanın ne anlamı var? HES’lerle tarihimiz, kültürümüz, ağaçların katliamı ile doğamız bitiriliyorsa, orada Kürtçe ağıt yakmak ile Türkçe ağıt yakmak arasında bir fark yok. Dolayısıyla dil, kültür ve tarih, çevre ve ekoloji ile ayrılmaz bir bütün olarak ele alınmalı. Maddenin özü bu.
C.Ö.- Madde 8: ‘Kimlik kavramı ve tanımlanmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi…’ Kimlik kavramından kastınız sadece Kürt kimliği mi?
S.D.- Etnisite… Türkiye’de Türk ve Kürt dışında çok sayıda kimlik var. Anayasa’da hepsi tek tek sayılabilir mi, bu da bir yöntemdir. Ya da Türkiye’de yaşayan bütün kimlikler diye Anayasa’ya genel bir atıf yapılabilir. Fakat insanların birçok kimliği vardır. Etnik kimliği, mezhep kimliği, inanç, cinsiyet kimliği… Bütün bu kimlikler ancak çoğulcu, çok kültürlü bir anlayış içinde Anayasa’da ona uygun tariflenirse, herkes kendini özgür ve güvencede hissedebilir.  Şu anda Anayasa’da tanımlanan tek bir kimlik vardır. O da Türk kimliğidir. Onun dışında hiçbir kimlik tanımlanmamıştır. Kabul de edilmemiştir. Yani Türk kimliğini tartışmaya açan, yok sayan, öteleyen bir öneri değil o.  Onu da kapsayan ama  dğer kimlikleri de yok saymayan bir tarife ihtiyaç var.

"ORTAK VATAN İSTİYORUZ. BU MEMLEKET HEPİMİZİN" 

C.Ö.- Madde 9Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve cumhuriyetin demokratik ölçütlerde tanımlanması, çoğulcu yaşam, içinde yasal ve Anayasal güvencelere kavuşturulması…’  Burada üniter yapının devamına mı bir vurgu var?
S.D.- Tabi ki… Burada üç kavram var. Birincisi Cumhuriyetin demokratikleşmesi.Cumhuriyete bir itiraz yok. Evet yönetim şekli cumhuriyet. Ama bu haliyle içini demokrasiyle doldurmamız lazım. Suriye de bir cumhuriyetti, dünyanın birçok diktatöryal yönetiminin adı da işte cumhuriyet… Türkiye de bir cumhuriyet. Ama kurulduğundan bu yana revize edilememiş, içi demokrasi ile doldurulamamış bir cumhuriyet olarak kaldı. Dolayısıyla yönetim modeli olarak cumhuriyet, ama demokratikleştirmek… Ortak vatan. Yani toprağın ne bölünmesi ne sınırlar çekilmesine gerek var. Ama burası bir etnik kimliğin vatanı değil, hepimizin ortak vatanıdır. Dolayısıyla bu topraklar üzerinde yaşayan hepimiz eşitiz, asli unsuruz. Bu vatanı da ortak vatan olarak bellemişsek, bunu da Anayasa’da tarifleyelim kardeşim. Bu topraklar hepimizin ortak vatanıdır. O duygu aidiyetini de geliştirelim. Oradaki son kavram ulus kavramı. Etnisiteye dayalı tekçi ulus yerine demokratik ulus diyebileceğimiz, yani bağrında bütün kimlikleri barındıran, hiçbir kimliği yadsımayan, ortak ulus tanımına da ihtiyaç var. Bunun adından çok içeriği önemlidir.  Şu anda içerik itibariyle Türk ulusu deniyor. Biliyoruz ki Türk ulusu denildiğinde Orta Asya’dan bu yana bir tarihi ve bir serüveni olan etnisiteye dayalı bir ulusu tariflemiş oluyoruz. İçeriği çoğulculukla doldurulamamıştır.  Dolayısıyla o maddede başka kimlikleri de reddetmeyen bir tanıma ihtiyaç var.  O madde de onu tartışmak için konuldu.   
C.Ö. Madde10: ‘Bütün bu hamlelerin içselleşmesini hedefleyen yeni bir Anayasa…’ Şimdi bu 10 maddeye bakınca siz aslında Kürt sorununu çözmüyorsunuz aslında. Siz Türkiye’de yeni bir Anayasa yazalım diyorsunuz.
S.D.- Elbette ki… Sadece Kürt sorunu çözmek değil. Anayasa yapacağız  değil, bunları tartışacağız dendi. Tartışma başladığında bizim görüşlerimiz benim bu açıkladığımı görüşler olacak. AKP’nin bu maddelerde ne diyeceğini bilmiyoruz. Onlar da görüşlerini açıklayacak. Tabi bu iş İmralı’da tartışılıp da bitmeyecek. Sonuçta İmralı’da yasa, Anayasa falan çıkmıyor. Sayın Öcalan da devlet, hükümet de görüşlerini açıklayacak. Bu tartışmalar tümüyle bittikten sonra, ortak bir protokolle, ‘Biz şu şu konularda ortak karara vardık’şeklinde bir protokol ile çıkılırsa,  o protokol getirilip parlamentoya sunulacak. Kardeşim biz yürüttüğümüz müzakereler sonucunda Kürt sorununu da çözen şöyle bir şey çıkardık diyeceğiz.
C.Ö.- HDP ile AK Parti birlikte mi?
S.D.- Tabi… Parlamento da, ‘Tamam biz de bir uzlaştırma komisyonu ile bu işe katılıyoruz’derse, parlamentonun da taraf olması lazım. Sonuçta parlamentodan geçmeyen bir şeyi uygulama şansınız yok. Gerekirse referanduma gidilir. İşte bu 10 Madde’nin görüşülmeye başlanması ile birlikte, eş zamanlı olarak PKK’nin silah bırakma tartışmasını da başlatması lazım… Yöntemi, yasası, çerçevesi neyse müzakere edilmesi lazım. Dolmabahçe Mutabakat Metni’nin nihai hedefi budur.”
Ne diyelim, Demirtaş’ın söylediklerinden, “çözüm”den illa da bir “bölücülük” çıkarma çabası boşuna gibi görünüyor.
Tam tersine, bu görüşler doğrultusunda hükümetle uzlaşmayla meclisten çıkacak yeni Anayasa tek vatan tek bayrak fikrinin daha da güçlenmesine yol açar diye düşünüyorum.
Ayrıca, bu 10 madde, Demirtaş'ın düşündüğü gibi kabul edilir yasalaşırsa, sadece Kürt sorunu değil, pek çok kronik sorunun da hal yoluna gireceğini düşünebiliriz. 

11 Mart 2015 Çarşamba

Site yönetimi, siyasetin aynası…

Başkent Ankara, bugünlerde müthiş bir “siyaset turizmi” yaşıyor… Parti merkezleri, meclis ve otel odaları tıka basa, cıvıl cıvıl… Milletvekili olmak isteyen binlerce kişi kesenin ağzını açmış. Herşey listede “seçilecek sırayı” kapmak için… Hayalleri süsleyen tek şey meclisteki 550 kişi arasında olabilmek.  




Ama sıkı durun, herkesin seçilebilmek için etek etek para döktüğü bir dönemde bendeniz,  seçildiğim  “Site yöneticisi” görevinden bir an önce kurtulmak için gün sayıyordum… Nihayet Olağanüstü Genel Kurul’u topladık ve iki yıl için seçildiğim “Başkan” görevini tam bir yıl sonra başkasına devrederek derin bir oh çektim!…
Sevgili okurum, şimdi site yöneticiliği ile memleketi yönetmenin ne alakası var, diyeceksiniz;  ama inanın hiç de öyle değilmiş… 
Hatta daha ileri gidip şu iddiada bulunuyorum: Sitelerde, apartmanlarda, muhtarlık ve belediyelerde adam gibi bir işleyiş kuramadan memleketi doğru dürüst yönetme şansı yok…  Ve yönetme tarzı değişmeden,  sadece yöneticilerin isimlerinin değişmesi ile gidilecek bir yer de yok…
Öykü şöyle: Ankara Batıkent’te 300 konutluk bir sitede yaşıyorum. Konutların üçte biri dubleks, kalanı apartman dairesi.  Bana sorarsanız Batıkent’in en sakin, sabahları kuş sesiyle uyanabildiğin, çevresinde hızla yeni AVM’ler vs., çarşı pazar derdi olmayan, ferah konut mimarisi olan, buna karşılık dar ve sabit gelirlilerin çoğunlukta olduğu, aylık 20 lira ile Batıkent’te en düşük site aidatı ödenen yer. Galiba Batıkent’in en ucuz sitesiyiz. 
Site “karizması”nın yerlerde olmasının nedeni,  kotunun düşük olması yüzünden, zaman zaman yaşanan sel baskınları… Coğrafi konumuna, ISKİ vs. altyapı kurumlarının hatalı uygulamaları da eklenince sitemiz her an sel baskınına açık hale gelmiş.
Hani sorun çözücüyüm, fedakarım, kafaya taktığımı yaparım ya… Bir yıl önce yapılan Genel Kurul’da bu işi halletmek üzere aday oldum ve üç kişilik Yönetim Kurulu beni başkan seçti…
Planı yaptım. Ev sahiplerinden bir yıl boyunca ayda 20 lira yerine 50 lira toplayacağız ve toplanacak 100 bin lira civarındaki ek parayla sel baskınına maruz kaldığımız 200 metrelik yere ortalama 3,5 metre yükseklikte istinat duvarı yapacak, site dışından gelen selin siteye girmesini önleyeceğiz…
Siteyi sel baskınından kurtarmakta kararlıyız, ama stres o biçim... Zira 30 liralarla bu işi halletmek mümkün değil.  Bu yüzden bizde “kemer sıkma” son gaz... Para biriktirme derdindeyiz. Kim bir şey istese, “para yok” deyip savıyoruz…  
Biz pintilik yaptıkça da görüntü, “20 lira öderken yönetim bir şey yapmıyordu, şimdi 50 lira ödüyoruz, yine bir şey yapmıyor” minvalinde…
Sokakları temizleyen bir işçimize maaş ödüyoruz, sokak lambaları için elektrik faturası ödüyoruz, kanalizasyon, içme suyu vs. altyapıda oluşacak arızaları gideriyoruz (Belediyeler, ASKİ vs. sitenin kapısından içeri girmiyor, altyapı işleri hep site yönetimine yıkılmış). Yani zorunlu işler dışında tek kuruş harcamıyoruz.
Hoşnutsuzluk tepkiye dönüşüyor… Orta yaşlı bir kadın, hiç unutmam, yüzüme karşı şöyle dedi:“Aylık 15 lira aidat ödüyordum. Yönetici paraları yedi, siteye bir şey yapmadı. Şimdi 50 lira ödüyorum yine bir şey yapılmıyor. Demek ki siz daha büyük hırsızsınız!”
“Hanımefendi, işte banka hesabı, para biriktiriyoruz” falan pek ikna etmiyor gibi.
Elin sitelerinde ne güzel girişte güvenlik var, kameralar var, tertemiz, çocuk oyun yerleri, parklar var. Siz hep yatıyorsunuz…”  (O sitelerde aidatın ne olduğunu merak bile etmiyor.)
Ve asıl bomba…  Sitede yalıtım işini kendi firmasına vermedik diye yönetimi düşman belleyen birisi çıktı. Tehdit, küfür, hakaret, fiziki şiddet, iftira… Site sakinlerini üzerimize kışkırtıyor…
Adam gayet pişkin, parasını site yönetiminin ödediği sokak lambalarından kaçak elektrik alıyor. Kaçak hattı tespit edip kesmeye kalktığınızda sizi tehdit ediyor. Aynı gün apartmandan bir grup kadın baskın gibi site yönetimine gelip “Bizim apartmanın girişi karanlık. Niye bir elektrik direği dikmiyorsunuz” diye çıkışıyor... Kaçağın üzerine gidemiyorsunuz..
Sitenin otopark alanına kamyonlarla moloz döktürüyor, “Kaldır” dediğinizde bir yandan yönetim kurulu üyelerini asılsız iddialarla üzerine kışkırtıyor, bir yandan “o molozları başkan istediği için döktüm” diyebiliyor.
Emlakçı bir komşu, satılık-kiralık evler için kendisine başvurmadığımız veya gönderdiği taşeronlara istedikleri  fiyattan iş vermediğimiz için gelip açıkça tehdit edebiliyor.
Ve tabi  asıl görevimiz, istinat duvarı…  Firmalardan teklif aldık. Anlaşıldı ki, bizim toplayacağımız parayla bu işin yapılması mümkün değil… Tek yol Yenimahalle Belediyemizden destek almak… Bu, aslında mevzuata uygun değil. Ancak Haziran’da yaşadığımız sel felaketi, Belediye Başkanımız Sayın Fethi Yaşar’ın olay gecesi gelip sefilliğimizi bizzat görmesi durumu esnetti.  Ve Yenimahalle Belediyesi, Fen İşleri’nin olumlu tutumları sayesinde bir ışık doğdu. Sonuçta belediyenin beton, hafriyat desteği ile bir işi bir firmaya ihale ettik.
Siteyi selden koruyacak istinat duvarı,  hayal ettiğimin de üzerinde bir kaliteyle ve yaklaşık üçte bir maliyet ödeyerek hallettik.
Genel Kurul’da, bana verilen görevi başarıyla yerine getirmenin mutluluğu ile yönetimi bırakmak istedim. 
O da ne!…
Genel Kurul’da  teşekkür yerine bir dövülmediğim kaldı!  Efendim, “Duvarı belediye yaptı, bizim para nerede?”, “Site duvarını zaten belediye yapmak zorundaydı. Siz işten anlamıyorsunuz”…
Ya arkadaş, toplanan para şudur, yapılan iş budur, faturası şudur, paranın nereye gittiği yer bellidir…
Şahsi çıkarlarına uygun davranmadığım için gürültü koparan kişi sayısı sadece 2 (iki)...
Ama onların kafasını bulandırdığı kişi sayısı 12’yi bulmuş!
Neyse ki elini vicdanına koyanların sayısı ile bizim yönetim aklandı ve inanın, kabustan uyanma gibi bir şey hissettim!
Analizim şu:
1. İnsanlar “güven” denen şeyi yitirmiş.  Ne kendilerine ne de karşılarındaki herhangi birisine… 
2. Herşeyin arkasında bir “hinlik” arama ve önyargı çok yaygın.  Düşünün, maliyetinin üçte birisine yaptırılan bir iş için bile “soyulduğu” hissine kapılabiliyor.
3. Bencillik tavan yapmış. 4. Katta oturan kişi,  apartmanın zemin katının tamamen suyla dolmasına “bana ne” diyebiliyor. Ya da sırf falanca kişiyi rahatsız etmek için gelip bir talepte bulunabiliyor. Üç kuruşluk çıkar için akla gelmedik soytarılıklar görüyorsun.
4. Bunlar her türlü soygun, usulsüzlük, zimmet vs. için çok uygun bir ortam yaratmış. Birileri “Alem buysa kral benim” deyiveriyor.
5. Sadece kişisel çıkarı için çalışanlar az sayıda ama aktif, örgütlü, deli cesaretine sahip. Topluluğun, herkesin ortak yararını düşünen, paylaşımcı, dürüst, mantıklı, aklıselim ve iyi niyetli insanlar ise çoğunluktalar ama pasif, kendi arasında örgütsüz, dayanışmasız, “aman başıma bela almayayım” diye çekiniyor, uzak duruyor. Bu yüzden meydan hırsız, ahlaksız tiplere kalıyor.
6. Yargı, güvenlik vs. iflas etmiş.  Sitede sıkça hırsızlık yaşadık. Evler soyuldu. Tek birisinde bile failler bulunmadı, hiçbirisi ceza almadı. Polis hakimden, hakim polisten şikayetçi. Emniyet sürekli güvenlik kamerası takın, dikenli tel vs. yapın diyor. Sonra da “Basın parayı, özel güvenlik tutun” deyiveriyor. Mağdur olarak başvuruyor, sadece öğüt dinliyorsunuz. Yöneticilerin bile can güvenliği yok.
Velhasıl site, mahalle, ilçe ya da kent yönetimi memleket yönetmenin aynasıdır.
“Bana sitelerin, apartmanların, kasabaların nasıl yönetildiğini söyle, sana ülkenin nasıl yönetildiğini söyleyeyim”, durumu yani…
Hani “siyaset esnafı” için iş zamanı, iyi işler, bol kazançlar diliyorum.
Ama “siyaset esnafı” dışındaki idealistler var ya…
Yüce tanrı asıl onlara sabır ve güç versin…