6 Eylül 2015 Pazar

İhracat alarm veriyor...





İhracat alarm veriyor!


Son aylarda memlekette güzel bir şey olsun da yazayım diye bekleyip duruyorum… Ama ben bekledikçe her şey tepetaklak gidiyor. Türkiye’nin bir yanı, her geçen gün biraz daha yangın yerine dönüyor. Dolar her yeni güne yeni rekorla başlıyor. İşe siyasi belirsizlik de eklenince özellikle ekonomide, işin varacağı yeri tahmin etmek bile zorlaşıyor. Örneğin ekonominin yumuşak karnı ihracat düştükçe düşüyor.
Sevgili okurum, ta 12 Eylül darbesinin asıl gerekçelerinden saydığım ünlü 24 Ocak Kararları’ndan itibaren, Türkiye ekonomisinde “ihracat”a özel bir misyon biçildi… Öyle ki memleketi kalkındıracak yegâne şeyin ihracat olacağı muştulandı. Hatırlarım, rahmetli Özal yıllarında ihracat haberlerini seferberlik, cephede zafer kazanma haberi gibi sunardık! Çalıştığımız gazeteler en küçük ihracat haberlerini bile manşet yapabiliyordu. Hiç unutmam, Ankara Atpazarı’nda Çorumluların Almanya’ya bir kamyon mercimek satmasını bile heyecanla haber yapmıştık!
Evet sahnenin önünde hep ihracat vardı; ihracat yapanlar Akıncı Beyi gibi madalyalarla ödüllendirilir, en küçük ihracat artışı gururla açıklanırdı. Hatta ekonomimiz “ihracata dönük ekonomi” olarak tanımlanırdı; ama sahnenin arkasında asıl numara ithalattı…  
Bu yazıyı yazarken, cumhuriyet dönemi boyunca dış ticaret dengemizdeki gelişmelere baktım da... Çok ilginç. Türkiye ihracat-ithalat dengesini sadece, Atatürk’ün “devletçi” politikalarının etkili olduğu 1930’lu yıllarda sağlayabilmiş… Devlet denk bütçe ve dengeli  dış ticareti sadece 1929-47 arasında görmüş. Hatta dış ticaret fazlası verilmiş her yıl…
Fakat savaş sonrası ABD’nin kuyruğuna takıldığımızdan itibaren dış ticaret açığı kronik hale gelmiş.  Öyle bir çark kurulmuş ki, bugün bu açıkların kapatması için memleketin batması lazım!
Şaka değil!
Zira, yuvarlak rakamlarla Türkiye’nin ihracatı 150 milyar dolarsa ithalatı 250 milyar dolardır. 
Bakınız, ithalat deyince insanlar lüks otomobiller, cep telefonları, makyaj malzemeleri, yabancı marka elbiseleri düşünüyor ve cari açıkların azalması için “yerli araba alalım, yerli sigara içelim” gibi komik formüller üretebiliyor!
Oysa, gazın ayağı hiç öyle değil.
Bugün evinize tek bir ithal mal almasanız bile bununla cari açığı kapatmanız mümkün değil. Çünkü tüketicinin satın aldığı bütün ithal malların toplam ithalat içindeki payı sadece yüzde 10 civarında! İthalatın yüzde 70’den fazlası sanayiden tarıma her alanda kullanılan hammadde ve ara mallar, kalanı da makine teçhizat, petrol, doğalgaz vs.
Memlekette fabrikalar yerli bir şey kullanmaktan tamamen uzaklaşmış, hepsi cayır cayır ithal malla çalışıyor! İthalatın kesilmesi demek bu fabrikaların durması demek! 
Çark böyle kurulmuş.
Bu yüzden bizde dış ticaret açıkları sadece kriz dönemlerinde biraz azalıyor! 
Yani cari açığın azalması demek, bu yapıda,  eyvah kriz geliyor demek!
Yüksek cari açıklar, patlamaya hazır bomba gibi yanı başımızda bekliyor ve yaklaşık 10’ar yıllık aralarla memleketi krize sokuyor. “Cari Açık Ekonomisi” olarak tanımladığım sistemin kriz mekaniği işte bu…
Dolar 3 TL olunca, ihracat patlar” diyenler!
Hayal görüyorsunuz…
Bunun olması için yurtdışına satacağınız malın tamamen yerli girdili olması lazım. Örneğin armut, şeftali, zeytin veya mermer, maden ürünü vs. ihraç ediyorsanız tamam, dolar yükselince köşe olursunuz... Çünkü ucuz para (TL) ile üretmiş, pahalı para (döviz) ile satmışsınızdır. Yabancı rakiplerinizle fiyat rekabeti de yapar, ortalığı hallaç pamuğu gibi atabilirsiniz!
Ama maalesef ihraç edilen malların çok büyük bölümü dövizle satın alınan hammadde ve aramalarla, makine ve teçhizatla, ithal enerjiyle, gazla üretiliyor. Sadece gariban işçiye verdiğiniz düşük ücret de sizi kurtarmaz. Bu yüzden dolar artınca bayram falan edemezsiniz.  
Ve yıllık 40-50 milyar doların altına düşmeyen cari açıklara rağmen de bu ihracat politikası maalesef sürdürülemiyor.
Bunu görmek için aşağıdaki tabloya bakmak yeterli.
Tabloda görüldüğü gibi, 2000-2008 döneminde ihracat istikrarlı olarak artıyor. 2008 sonunda patlak veren küresel krizin de etkisiyle patinaja giriliyor ve son 7-8 yıldır,  130-155 milyar dolar bandı arasına sıkışıp kalmışız. 
2014’de 157,5 milyar dolar olan ihracatın bu yıl 140 milyar dolara düşebileceği tahmin ediliyor.
Ağustos ayında ihracat 2014 Ağustosuna göre yüzde 5 azalarak 10,4 milyar dolara gerilemiş. Ama Ocak-Ağustos dönemine baktığınızda düşüş yaklaşık yüzde 9’a ulaşmış. Yılın ilk 8 aylık ihracatı 104,4 milyar dolardan 95,1 milyar dolara düşmüş. Düşüş sanayi mamullerinde ortalama yüzde 12 olurken, örneğin madencilikte yüzde 14,6, çelikte yüzde 23, savunma sanayi ve havacılıkta yüzde 8, otomotivde yüzde 9,8, elektrik elektronikte yüzde 14.


Peki ihracat nereye gidiyor?
Efendim, grafiğe bakınca ilk görülen şey şu: 2023 için açıklanan 500 milyar dolar ihracat tamamen hayal!
Yani AKP hükümetinin yeni Türkiye vizyonu ile açıkladığı 2023'de ihracatı 500 milyar dolara çıkarma hedefi, çöktü...Geçmiş olsun!
7 senedir patinajdan çıkamayan ihracat, 8 sene sonra nasıl dörde katlanacak ki!  
8 Haziran’da yaşanan sandık iradesini boşa çıkarma gayreti, 2 Kasım’da da nükseder ve kaostan çıkılıp “yapısal reformlar” gündeme gelmezse, yeni bir ivme yakalama şansı görünmüyor. 
Ancak siyasi iktidar bunları görecek durumda değil.
Üstelik ateşle oynuyor.
Örneğin Suriye, Irak ve İran ile yeni gerginliklere yelken açılıyor.
Dikkatinizi çekerim, Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı 3 ülke sırasıyla Almanya, İngiltere ve Irak…
Irak, özellikle de Kuzey Irak sadece ihracat değil, ciddi inşaat ve petrol işleriyle de büyük bir partner. Esad’a kızıp Suriye pazarından olan Türkiye, Kürtlere operasyon yapacağım diye Irak pazarını da riske atıyor gibi…
Unutmadan... İhracat pazarı listesinde 9. sırada İran, 12. sırada Mısır var!
Yani ihracat tarafı resmen SOS veriyor!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder