Orman köylerini yeni sakini Katarlılar mı?
Doğa gezilerimizde 2 Şubat 2020 Pazar günü Bursa’nın Keles ilçesine bağlı Epçeler
ve Dağdibi köyleri (mahalle) arasındaki ormanlarda yürüdük. Uludağ’ın güney eteğindeki bu köyler,
karla kaplı tepelerin aşağısında, yemyeşil ormanları, coşkun akarsuları ile eşsiz
güzelliğe sahip.
“Ah, keşke burada yaşasam..” diye, kolayca
iç geçireceğiniz bir yer.
Ancak burada yaşayan
insanların derin bir yoksulluk, edilgenlik, “zorlukları kader sanıp kabulleniş”, bir türden “öğretilmiş çaresizlik” içinde olmaları
insanın içini acıtıyor.
Peki ilanihaye, sonsuza
kadar bu böyle mi gidecek?
Doğrusu, yaşlı ve
emeklilere terk edilip hızla nüfus kaybeden kırsal kesimin, modern kentleşmeye
ve kalkınmaya uygun şekilde yeniden dizayn edileceğine, bu zengin doğanın cıvıl
cıvıl, tertemiz, huzurlu bir yaşam alanı
haline geleceğine ilişkin hiçbir ipucu
göremiyoruz.
Bunun ötesinde, kulağımıza
gelenlere bakılırsa, bu doğa harikası topraklarda başta Katar olmak üzere bol
paralı zengin yabancılar hızla toprak edinmeye çalışıyor. Maalesef, yabancı
talancılar en büyük desteği de, bu memleket topraklarını, en azından batılı
standartlarda imar ve ihya edip kendi insanı için bir cennete çevirmekle
görevli olan “üst makamlar”dan alıyormuş.
EMEKLİ MAAŞI EN BÜYÜK GELİR…
Koza Dağcılık rehberliğindeki
araçlarımız, 70 civarında doğaseverle Keles
yoluna, oradan Pınarcık, Dağdibi ve Epçeler köyüne ulaştı. Bu köylerin tamamı orman köyü. Her ne kadar
başta çilek, kiraz olmak üzere pek çok meyve sebze yetiştirilebilse de pratikte
bunlar hızla irtifa kaybetmiş. Arazi, özellikle tarlaların çoğu boş.
1190 rakımlı Epçeler’deki kahvehanede sabah çayımızı
içerken, köylülerle sohbette manzara şu:
“- Burada nasıl geçiniyorsunuz?
-
Köyümüzde her şey var. Havası, buz gibi suları, yeşillik… Tarım ve
hayvancılık yapıyoruz .
-
Sırf tarım ve hayvandan kazandığı parayla geçinen aile var mı hiç?
-
Yok, öyle değil... Onlar kendi
ihtiyacımızı karşılıyor. Meyvemizi sebzemizi kendimiz yetiştiriyoruz. Bazı arkadaşlar
inek, koyun besliyor. Süt yoğurt yapıyor, yiyor. Kurbanda da üç beş baş satanlar
oluyor.”
Anlıyorum ki, herkesin
ana gelir kaynağı emekli maaşları ve şehirde çalışan yakınları…
“Eskiden (şu kadar bin) koyun vardı bu köyde..”, “(Şu kadar) ton süt
satardık” deniyor.
Ama belli ki onlar hep “eskide” kalmış.
Zira, hem köyde tarım ve
hayvancılıkla uğraşacak genç nüfus kalmamış, hem de üretici “elini neye attıysa zarar etmiş, usanmış,
pişman etmiş” !
Son yıllarda en çok gelir
getiren ürün çilek ve kirazmış.
OKULUN TABELASI KALMIŞ
Epçeler’de gayet güzel bir bina
görüyorum. Duvarında İlköğretim
Okulu
tabelası asılı.
Seviniyorum, zira köylerde
artık okul kalmamış.
“Şanslısınız” dediğimde, durumu köylü açıklıyor:
“Ooo sen tabelaya bakma. O binayı biz yaptık, kendi imkânlarımızla. Dünya
para, emek verdik. Çok güzel bir okul oldu. Fakat birkaç sene önce devlet okulu
kapattı. Şu anda kapalı, boş. Köyde fazla çocuk da kalmadı.”
Köyün nüfusu 430 falan
görünüyor ama, “kışın 40-50 hane kalıyor,
onlar da yaşlı ve emekli” imiş.
İki hafta önce “keşif” için yürüdüğümüz rotada, köyden
itibaren kar vardı. Yer yer buzluydu. Ancak bugün köyün içinde kar erimiş. Oldukça dik bir traktör yolundan yukarı,
tepesi karla kaplı ormana tırmanıyoruz.
Bugün hava güllük
güneşlik..
Ormana girince, arkamızı Uludağ’ın karlı tepelerine dönüp bolca
hatıra fotoğrafı çekiyoruz.
Mavi göğün altında, yemyeşil
çam ormanında, bembeyaz karın üstüne rastgele koşup eğlenerek fotoğraf çekmek,
kar topu oynamak…
Epçeler’den itibaren, yukarı,
sola doğru çıktıktan sonra sağa dönüyoruz ve hafif bir meyille vardığımız yer
bir yayla olmalı…
YAYLADA KAR TOPU OYNAMAK!
Tabi eskiden yaylaymış,
demek daha doğru.
Burada koyun, keçi, sığır
barınağı, çevirmesi yerine orman işletmesi tarafından kestirilen ağaçların
tomruk parçaları var.
Rotamızın en yüksek noktası
1620 metre.
Açık ve yumuşak havada,
güneş ışığı ile eriyen karın, ağaçların tepesinden aşağıya su damlası olarak
düştüğü bu eski yaylada her birimiz bir tomruk üzerine ya da bir ağaç dibindeki
kuruluğa, bazen tam karın üstüne sırt çantamızı koyarak mola veriyor, karnımızı
doyuruyoruz.
Hava çok güzel.
İnsanların içindeki “çocuk” fırlıyor bir anda ve çoğumuz
kendini kar topu oynarken, kar üstünde yatıp yuvarlanırken buluyor kendisini!
Çocukluğu yaylada geçmiş
birisi olarak kendimi cennette gibi hissediyorum… Düşünsenize sadece yaz
aylarında gittiğimiz yaylada kışın kar topu oynamak da varmış kaderde! Üstelik onca güzel insanla…
Kartopu eğlencesinden
sonra yola düşüyoruz.
Bugün yaklaşık 15
kilometrelik rotanın nerdeyse 13-14 kilometresi karlı.
Ormanda, son bir hafta
içinde yeni kar yağmış ve eski izlerimiz kaybolmuş.
Çığır açma işi yine
gençlere ve “genç kalanlara”
kalıyor!
Gökyüzü müthiş mavi..
Uludağ’ın tepesindeki
bembeyaz kar, beyaz bulutlara sanki bütünlemiş; nereye kadar tepe, nereye
kadarı bulut kestirmeye çalışıyorsunuz.
Ve bu masmavi gökyüzünde
yarım ay!
Artık yatay bir traktör
yolundan inişe geçiyoruz.
Önümüzde, köpek ya da
kurda ait bir ayak izi dikkat çekiyor.
İzler kanlı. Her 2-3 metrede bir kan lekesi görüyorsunuz. Hayvan yaralı mıydı, yoksa, ağzında bir et
parçası mı vardı anlayamadık. Sadece bir süre önce uzaktan bir av tüfeği sesi
duyduğumu hatırladım.
Aşağı doğru inerken, uzaktan
Dağdibi Göletini görüyoruz.
Dağdaki irili ufaklı
derelerin suyu burada toplanmış. Arazi sulamak için.
Bir yandan arazi sulamak,
toprağın verimini artırmak için ciddi paralar harcayıp sulama göletleri yapan,
diğer yanda tarımı yapılamaz hale getiren ve tarlaların terk edilmesine yol
açan bir devlet idaresi… Bu nasıl bir çelişki, diye geçiriyorum içimden…
KAMPİNG TESİSİ…
Ve yolumuzun üstünde,
solda, Uludağ Kamping diye yeni kurulan
bir tesis görüyoruz. Sahibi Bursa’daki
işlerini tasfiye edip turistik bir yer yapmaya karar veren bir karı koca. Bizim
Koza Dağcılık’ı biliyorlar, onlar da
bir dönem bizim gibi yürümüşler.
Bizi gayet sıcak
karşılıyorlar, en büyük çaydanlıklarıyla bize çay ikram ediyorlar.
Tesis değişik bir model.
Burada kahvaltı dahil yemek verilmiyormuş. Ortak bir mutfak var, herkes kendi
yemeğini orada kendisi yapıyormuş. Küçük bungalov tarzı, 2-3 kişinin kalabileceği
4- 5 yer var. Daha çok kamp meraklılarına hitap ediyormuş. İsteyen buraya kendi
çadırını da kurabiliyormuş.
Arkada Uludağ, manzara çok güzel... Hatıra
fotoğrafları çekiyoruz.
DAĞDİBİ…
Buradan aşağıda kar gittikçe
azalıyor . 1155 metre yükseklikteki Dağdibi köyünde kar neredeyse hiç kalmamış.
Dağdibi 280 civarında nüfusu ile Epçeler’den daha küçük ve sanki biraz
daha fakir bir köy gibi.
Görkemli geleneksel ahşap
evler çürümeye terk edilmiş.
Köylerde mimarinin durumu
çok tuhaf. Düşünsenize, belki 100-150 sene insanlara kucak açan alt katı taş
duvar, üstü ağaç, toprak sıvalı sıcacık evler tamamen çürümeye terk edilirken,
yeni evlerin tamamı, ömrü maksimum 50-60 sene ile sınırlı tekdüze beton-tuğla evler yapılıyor.
Bu evlerin neredeyse tamamında yalıtım yok ve zaten çok azında baca tütüyor. Zira kışın boşmuş, yazları kullanılıyormuş.
Dağdan köye inişte, rotayı
değiştiriyor rehberimiz Harun hocamız.
Zira köye
inen traktör yolu üzerinde bir ağıl var ve keşif için önünden
geçerken koyunları bekleyen köpeklerin saldırısına uğramış, canımızı zor
kurtarmıştık. İmdat için bağırıp çağırmamızı da kimse duymamıştı.
Bugün arkadan, araziden
iniyoruz köye.
Artık Dağdibi kahvehanesinde akşam yorgunluk çayı ve fırsat olursa köylülerle sohbet zamanı.
Artık Dağdibi kahvehanesinde akşam yorgunluk çayı ve fırsat olursa köylülerle sohbet zamanı.
Orman köylüleri, televizyon çağından önce tamamen “izole” yaşardı. Kentlerde olup
bitenlerden tamamen bihaberdiler.
Mesela kimse siyaset konuşmazdı. Herkesin gündemi, tarla, ekim dikim, koyun, yayla...
Sadece seçim zamanı “okula gidip rey atardı” o kadar.
Mesela kimse siyaset konuşmazdı. Herkesin gündemi, tarla, ekim dikim, koyun, yayla...
Sadece seçim zamanı “okula gidip rey atardı” o kadar.
Şimdi bakıyorum, laf dönüp
dolaşıp hemen siyasete geliyor.
GÜNDEM SURİYE,TRUMP, PUTİN…
Herkesin evinde bir
televizyon…
Biricik eğlence, zaman geçirme, sohbet yeri olan kahvehanelerde daha büyük ve sürekli açık bir televizyon ekranı.
Biricik eğlence, zaman geçirme, sohbet yeri olan kahvehanelerde daha büyük ve sürekli açık bir televizyon ekranı.
Memleket ne güzel olacak
da, ah şu dış düşmanlar, muhalefet partileri falan olmasa!…
Bizim orman köylümüz dürüst
insanlardır.
Söylenene inanırlar.
Hele söyleyen devlet
yetkilisi ise hiç tereddüt etmezler.
Ordu, asker, güvenlik
dedin mi akan sular durur.
Ancak sürekli televizyon
dinlemek, “memleket meselelerine kafa
yormaktan”mıdır nedir, kendi yaşadıkları sıkıntılarla yüzleşmek, kendi
yaşam alanlarını güzelleştirme, ortak iş yapma, çalışma, üretme konusundan uzak
bulurlar kendilerini.
Gündemleri kendi
yaşadıkları sorunlar değil, Trump, Putin
şunu dedi, bunu yaptı…
Çıplak gözle yoksulluğunu
gördüğünüz insanların kahvehanedeki demir sandalyede “peşin satan”ı andıran oturuşlarını bence sosyolog mu, psikolog mu.. mutlaka bilim adamlarının araştırması
lazım!
Biraz sohbet ettiğinizde,
bu insanların aslında her şeyin farkında olduklarını da görüyorsunuz..
Bu “tembel” görüntülerin ardında, ülkenin tarım ve kırsala yönelik
politikalarının yarattığı “yılgınlığı” fark ediyorsunuz.
İnsanlar mevcut durumun
farkında ama, “öğretilmiş çaresizlik”ler
onları
“tevekkül”e itmiş.
Dağdibi köyünde de okul yok. Bu,
çocuk; ve nihayet aslında “gelecek yok” demek!
Soruyorum: “20-30 sene sonra nasıl bir Dağdibi olur? Mesela senin oğlun, kızın, torunun buraya gelir mi?”
- - Oğlum emekli olunca gelmeyi düşünüyor. Arada ziyarete geliyor. Köyümüz güzel. Ama
çocuklar, okul, iş falan, gelmesi çok zor.
-
Peki torununuz köyde yaşamak ister mi?”
Bu sorununun yanıtı,
herkeste aynı: “Yooo, sadece dedeyi
görmek için arada geliyor. Biz olmasak
adını anmazlar buranın”…
KATARLILAR ARAZİ TOPLUYORMUŞ!
Eee kardeşim ne olacak bu
ata topraklarının, bu doğa cennetlerinin geleceği??
Kulağıma gelen sözleri
aynen size aktaracağım.
Ama bu sözleri bana Dağdibi köyü kahvehanesindeki insanlar
söylemedi, uyarayım.
Doğa yürüyüşleri
kapsamında Keles, Orhaneli dâhil pek
çok köyü, ormanı dolaştık.
Kulağıma şöyle şeyler
geliyor:
“Falanca (Köy adını vermiyeceğim,
zira sadece bir köyde değilmiş) köye,
birkaç Arap geliyor. Adamlarda para çok. Köyden büyük araziler satın almak
istiyorlar. Köylüler karşı çıkıyor, yabancıya toprak satmayız diye
diretiyorlar. Ancak bir süre sonra
telefonlar gelmeye başlıyor. ‘Sen nasıl öyle dersin, niye satmazsın. Devlet
buna izin veriyor da sana ne oldu’ deniyor. Ardından kaymakamlık, olmayınca
valilik devreye giriyor. ‘Size ne kardeşim, burası benim tapulu yerim,
istediğime satarım’ direnmeleri üzerine..
Bu kişiler hakkında soruşturma açılıyor… Adamlar ne yapsın devletle başa
çıkacak hali yok. Lanet olsun diye arazileri satıyorlar. Adamlar Katarlıymış…
Dünya kadar arazi almışlar. Ama Allahın sopası yok ki… Siyasi şeyler, savaş
filan derken, Katarlar kendi telaşesine düşmüş, başladıkları inşaatlar da yarım
kalmış. Ama yer artık onların…”
İLGİNÇ MÜZE…
Dağdibi köyünde sıradışı bir “müze” görüyorsunuz. Yakın zamana kadar
insanların ekip biçmekte kullandığı aletler, içeride rastgele üst üste
konulmuş. Binanın ön cephesine ise artık çoğu hiç kullanılmayan bu aletlerin
resimleri çizilmiş. Kağnıdan, dövene,
övendereye, tırpana, oraka, semere… bir zamanlar gündelik yaşamın bir parçası
olan aletlerin basit resimlerini görebiliyorsunuz.Çay ve sohbetten sonra, bizi bekleyen minibüslere binip evin yolunu tutuyoruz.
Strange "water hack" burns 2 lbs in your sleep
YanıtlaSilMore than 160,000 men and women are losing weight with a simple and SECRET "liquids hack" to burn 1-2 lbs each and every night while they sleep.
It's very simple and works every time.
This is how to do it yourself:
1) Take a glass and fill it with water half glass
2) Proceed to use this amazing HACK
and become 1-2 lbs skinnier as soon as tomorrow!