6 Şubat 2020 Perşembe

EPÇELER, DAĞDİBİ…


Orman köylerini yeni sakini Katarlılar mı?

 


Doğa gezilerimizde 2 Şubat 2020 Pazar günü Bursa’nın Keles ilçesine bağlı Epçeler  ve Dağdibi köyleri (mahalle) arasındaki ormanlarda yürüdük. Uludağ’ın güney eteğindeki bu köyler, karla kaplı tepelerin aşağısında, yemyeşil ormanları, coşkun akarsuları ile eşsiz güzelliğe sahip.

“Ah, keşke burada yaşasam..” diye, kolayca iç geçireceğiniz bir yer.
Ancak burada yaşayan insanların derin bir yoksulluk, edilgenlik, “zorlukları kader sanıp kabulleniş”, bir türden “öğretilmiş çaresizlik” içinde olmaları insanın içini acıtıyor.
Peki ilanihaye, sonsuza kadar bu böyle mi gidecek?
Doğrusu, yaşlı ve emeklilere terk edilip hızla nüfus kaybeden kırsal kesimin, modern kentleşmeye ve kalkınmaya uygun şekilde yeniden dizayn edileceğine, bu zengin doğanın cıvıl cıvıl, tertemiz, huzurlu bir yaşam alanı
haline geleceğine ilişkin hiçbir ipucu göremiyoruz.
Bunun ötesinde, kulağımıza gelenlere bakılırsa, bu doğa harikası topraklarda başta Katar olmak üzere bol paralı zengin yabancılar hızla toprak edinmeye çalışıyor. Maalesef, yabancı talancılar en büyük desteği de, bu memleket topraklarını, en azından batılı standartlarda imar ve ihya edip kendi insanı için bir cennete çevirmekle görevli olan “üst makamlar”dan alıyormuş.


EMEKLİ MAAŞI EN BÜYÜK GELİR…

Koza Dağcılık rehberliğindeki araçlarımız, 70 civarında doğaseverle Keles yoluna, oradan Pınarcık, Dağdibi ve Epçeler köyüne ulaştı. Bu köylerin tamamı orman köyü. Her ne kadar başta çilek, kiraz olmak üzere pek çok meyve sebze yetiştirilebilse de pratikte bunlar hızla irtifa kaybetmiş. Arazi, özellikle tarlaların çoğu boş.
1190 rakımlı Epçeler’deki kahvehanede sabah çayımızı içerken, köylülerle sohbette manzara şu:

“- Burada nasıl geçiniyorsunuz?
-       Köyümüzde her şey var. Havası, buz gibi suları, yeşillik… Tarım ve hayvancılık yapıyoruz .
-       Sırf tarım ve hayvandan kazandığı parayla geçinen aile var mı hiç?
-       Yok, öyle değil...  Onlar kendi ihtiyacımızı karşılıyor. Meyvemizi sebzemizi kendimiz yetiştiriyoruz. Bazı arkadaşlar inek, koyun besliyor. Süt yoğurt yapıyor, yiyor. Kurbanda da üç beş baş satanlar oluyor.”

Anlıyorum ki, herkesin ana gelir kaynağı emekli maaşları ve şehirde çalışan yakınları…

Eskiden (şu kadar bin) koyun vardı bu köyde..”, “(Şu kadar) ton süt satardık” deniyor.
Ama belli ki onlar hep “eskide” kalmış. 
Zira, hem köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşacak genç nüfus kalmamış, hem de üretici “elini neye attıysa zarar etmiş, usanmış, pişman etmiş” !
Son yıllarda en çok gelir getiren ürün çilek ve kirazmış.

OKULUN TABELASI KALMIŞ

Epçeler’de gayet güzel bir bina görüyorum. Duvarında İlköğretim
Okulu tabelası asılı.
Seviniyorum, zira köylerde artık okul kalmamış.
Şanslısınız” dediğimde, durumu köylü açıklıyor:
Ooo sen tabelaya bakma. O binayı biz yaptık, kendi imkânlarımızla. Dünya para, emek verdik. Çok güzel bir okul oldu. Fakat birkaç sene önce devlet okulu kapattı. Şu anda kapalı, boş. Köyde fazla çocuk da kalmadı.”
Köyün nüfusu 430 falan görünüyor ama, “kışın 40-50 hane kalıyor, onlar da yaşlı ve emekli” imiş.

İki hafta önce “keşif” için yürüdüğümüz rotada, köyden itibaren kar vardı. Yer yer buzluydu. Ancak bugün köyün içinde kar erimiş.  Oldukça dik bir traktör yolundan yukarı, tepesi karla kaplı ormana tırmanıyoruz.
Bugün hava güllük güneşlik..
Ormana girince, arkamızı Uludağ’ın karlı tepelerine dönüp bolca hatıra fotoğrafı çekiyoruz. 
Mavi göğün altında, yemyeşil çam ormanında, bembeyaz karın üstüne rastgele koşup eğlenerek fotoğraf çekmek, kar topu oynamak…

Epçeler’den itibaren, yukarı, sola doğru çıktıktan sonra sağa dönüyoruz ve hafif bir meyille vardığımız yer bir yayla olmalı…

YAYLADA KAR TOPU OYNAMAK!

Tabi eskiden yaylaymış, demek daha doğru.
Burada koyun, keçi, sığır barınağı, çevirmesi yerine orman işletmesi tarafından kestirilen ağaçların tomruk parçaları var.
Rotamızın en yüksek noktası 1620 metre.

Açık ve yumuşak havada, güneş ışığı ile eriyen karın, ağaçların tepesinden aşağıya su damlası olarak düştüğü bu eski yaylada her birimiz bir tomruk üzerine ya da bir ağaç dibindeki kuruluğa, bazen tam karın üstüne sırt çantamızı koyarak mola veriyor, karnımızı doyuruyoruz.
Hava çok güzel.

İnsanların içindeki “çocuk” fırlıyor bir anda ve çoğumuz kendini kar topu oynarken, kar üstünde yatıp yuvarlanırken buluyor kendisini!
Çocukluğu yaylada geçmiş birisi olarak kendimi cennette gibi hissediyorum… Düşünsenize sadece yaz aylarında gittiğimiz yaylada kışın kar topu oynamak da varmış kaderde!  Üstelik onca güzel insanla…
Kartopu eğlencesinden sonra yola düşüyoruz.
Bugün yaklaşık 15 kilometrelik rotanın nerdeyse 13-14 kilometresi karlı.
Ormanda, son bir hafta içinde yeni kar yağmış ve eski izlerimiz kaybolmuş.

Çığır açma işi yine gençlere ve “genç kalanlara” kalıyor!
Gökyüzü müthiş mavi..
Uludağ’ın tepesindeki bembeyaz kar, beyaz bulutlara sanki bütünlemiş; nereye kadar tepe, nereye kadarı bulut kestirmeye çalışıyorsunuz.

Ve bu masmavi gökyüzünde yarım ay!
Artık yatay bir traktör yolundan inişe geçiyoruz.
Önümüzde, köpek ya da kurda ait bir ayak izi dikkat çekiyor.  İzler kanlı. Her 2-3 metrede bir kan lekesi görüyorsunuz.  Hayvan yaralı mıydı, yoksa, ağzında bir et parçası mı vardı anlayamadık. Sadece bir süre önce uzaktan bir av tüfeği sesi duyduğumu hatırladım.  
Aşağı doğru inerken, uzaktan Dağdibi Göletini görüyoruz.

Dağdaki irili ufaklı derelerin suyu burada toplanmış. Arazi sulamak için.
Bir yandan arazi sulamak, toprağın verimini artırmak için ciddi paralar harcayıp sulama göletleri yapan, diğer yanda tarımı yapılamaz hale getiren ve tarlaların terk edilmesine yol açan bir devlet idaresi… Bu nasıl bir çelişki, diye geçiriyorum içimden…

KAMPİNG TESİSİ…


Ve yolumuzun üstünde, solda, Uludağ Kamping diye yeni kurulan bir tesis görüyoruz. Sahibi Bursa’daki işlerini tasfiye edip turistik bir yer yapmaya karar veren bir karı koca. Bizim Koza Dağcılık’ı biliyorlar, onlar da bir dönem bizim gibi yürümüşler.
Bizi gayet sıcak karşılıyorlar, en büyük çaydanlıklarıyla bize çay ikram ediyorlar.

Tesis değişik bir model. Burada kahvaltı dahil yemek verilmiyormuş. Ortak bir mutfak var, herkes kendi yemeğini orada kendisi yapıyormuş. Küçük bungalov tarzı, 2-3 kişinin kalabileceği 4- 5 yer var. Daha çok kamp meraklılarına hitap ediyormuş. İsteyen buraya kendi çadırını da kurabiliyormuş.
Arkada Uludağ, manzara çok güzel... Hatıra fotoğrafları çekiyoruz.

DAĞDİBİ…


Buradan aşağıda kar gittikçe azalıyor . 1155 metre yükseklikteki Dağdibi köyünde kar neredeyse hiç kalmamış.
Dağdibi 280 civarında nüfusu ile Epçeler’den daha küçük ve sanki biraz daha fakir bir köy gibi.
Görkemli geleneksel ahşap evler çürümeye terk edilmiş.
Köylerde mimarinin durumu çok tuhaf. Düşünsenize, belki 100-150 sene insanlara kucak açan alt katı taş duvar, üstü ağaç, toprak sıvalı sıcacık evler tamamen çürümeye terk edilirken, yeni evlerin tamamı, ömrü maksimum 50-60 sene ile sınırlı  tekdüze beton-tuğla evler yapılıyor.

Bu evlerin neredeyse tamamında yalıtım yok ve zaten çok azında baca tütüyor. Zira kışın boşmuş, yazları kullanılıyormuş.
Dağdan köye inişte, rotayı değiştiriyor rehberimiz Harun hocamız. Zira köye
inen traktör yolu üzerinde bir ağıl var ve keşif için önünden geçerken koyunları bekleyen köpeklerin saldırısına uğramış, canımızı zor kurtarmıştık. İmdat için bağırıp çağırmamızı da kimse duymamıştı.
Bugün arkadan, araziden iniyoruz köye.
Artık Dağdibi kahvehanesinde akşam yorgunluk çayı ve fırsat olursa köylülerle sohbet zamanı.
Orman köylüleri, televizyon çağından önce tamamen “izole” yaşardı. Kentlerde olup bitenlerden tamamen bihaberdiler. 
Mesela kimse siyaset konuşmazdı. Herkesin gündemi, tarla, ekim dikim, koyun, yayla...
Sadece seçim zamanı “okula gidip rey atardı” o kadar.

Şimdi bakıyorum, laf dönüp dolaşıp hemen siyasete geliyor.

GÜNDEM SURİYE,TRUMP, PUTİN…

Herkesin evinde bir televizyon…
Biricik eğlence, zaman geçirme, sohbet yeri olan kahvehanelerde daha büyük ve sürekli açık bir televizyon ekranı.
Memleket ne güzel olacak da, ah şu dış düşmanlar, muhalefet partileri falan olmasa!…
Bizim orman köylümüz dürüst insanlardır.

Söylenene inanırlar.
Hele söyleyen devlet yetkilisi ise hiç tereddüt etmezler.
Ordu, asker, güvenlik dedin mi akan sular durur.
Ancak sürekli televizyon dinlemek, “memleket meselelerine kafa yormaktan”mıdır nedir, kendi yaşadıkları sıkıntılarla yüzleşmek, kendi yaşam alanlarını güzelleştirme, ortak iş yapma, çalışma, üretme konusundan uzak bulurlar kendilerini.
Gündemleri kendi yaşadıkları sorunlar değil, Trump, Putin şunu dedi, bunu yaptı…  

Çıplak gözle yoksulluğunu gördüğünüz insanların kahvehanedeki demir sandalyede “peşin satan”ı andıran oturuşlarını bence sosyolog mu, psikolog  mu.. mutlaka bilim adamlarının araştırması lazım!
Biraz sohbet ettiğinizde, bu insanların aslında her şeyin farkında olduklarını da görüyorsunuz..
Bu “tembel” görüntülerin ardında, ülkenin tarım ve kırsala yönelik politikalarının yarattığı “yılgınlığı” fark ediyorsunuz.
İnsanlar mevcut durumun farkında ama, “öğretilmiş çaresizlik”ler onları
tevekkül”e itmiş.
Dağdibi köyünde de okul yok. Bu, çocuk; ve nihayet aslında “gelecek yok” demek!
Soruyorum: “20-30 sene sonra nasıl bir Dağdibi olur? Mesela senin oğlun, kızın, torunun buraya gelir mi?”
-       - Oğlum emekli olunca gelmeyi düşünüyor. Arada ziyarete geliyor. Köyümüz güzel. Ama çocuklar, okul, iş falan, gelmesi çok zor.
-       Peki torununuz köyde yaşamak ister mi?”
Bu sorununun yanıtı, herkeste aynı: “Yooo, sadece dedeyi görmek için arada geliyor. Biz olmasak  adını anmazlar buranın”…


KATARLILAR ARAZİ TOPLUYORMUŞ!

Eee kardeşim ne olacak bu ata topraklarının, bu doğa cennetlerinin geleceği??
Kulağıma gelen sözleri aynen size aktaracağım.
Ama bu sözleri bana Dağdibi köyü kahvehanesindeki insanlar söylemedi, uyarayım.
Doğa yürüyüşleri kapsamında Keles, Orhaneli dâhil pek çok köyü, ormanı dolaştık.

Kulağıma şöyle şeyler geliyor:
“Falanca (Köy adını vermiyeceğim, zira sadece bir köyde değilmiş) köye, birkaç Arap geliyor. Adamlarda para çok. Köyden büyük araziler satın almak istiyorlar. Köylüler karşı çıkıyor, yabancıya toprak satmayız diye diretiyorlar. Ancak  bir süre sonra telefonlar gelmeye başlıyor. ‘Sen nasıl öyle dersin, niye satmazsın. Devlet buna izin veriyor da sana ne oldu’ deniyor. Ardından kaymakamlık, olmayınca valilik devreye giriyor. ‘Size ne kardeşim, burası benim tapulu yerim, istediğime satarım’ direnmeleri üzerine.. 
Bu kişiler hakkında soruşturma açılıyor… Adamlar ne yapsın devletle başa çıkacak hali yok. Lanet olsun diye arazileri satıyorlar. Adamlar Katarlıymış… Dünya kadar arazi almışlar. Ama Allahın sopası yok ki… Siyasi şeyler, savaş filan derken, Katarlar kendi telaşesine düşmüş, başladıkları inşaatlar da yarım kalmış. Ama yer artık onların…”

İLGİNÇ MÜZE…

Dağdibi köyünde sıradışı bir “müze” görüyorsunuz. Yakın zamana kadar
insanların ekip biçmekte kullandığı aletler, içeride rastgele üst üste konulmuş. Binanın ön cephesine ise artık çoğu hiç kullanılmayan bu aletlerin resimleri çizilmiş.  Kağnıdan, dövene, övendereye, tırpana, oraka, semere… bir zamanlar gündelik yaşamın bir parçası olan aletlerin basit resimlerini görebiliyorsunuz.

Çay ve sohbetten sonra, bizi bekleyen minibüslere binip evin yolunu tutuyoruz.












1 yorum:

  1. Strange "water hack" burns 2 lbs in your sleep

    More than 160,000 men and women are losing weight with a simple and SECRET "liquids hack" to burn 1-2 lbs each and every night while they sleep.

    It's very simple and works every time.

    This is how to do it yourself:

    1) Take a glass and fill it with water half glass

    2) Proceed to use this amazing HACK

    and become 1-2 lbs skinnier as soon as tomorrow!

    YanıtlaSil