9 Temmuz 2019 Salı

Balaban-Balıklı Kanyon-Kanlıgöl…



Doğa gezilerimizde dün (07 Temmuz 2019 Pazar) Yıldırım ilçesinde Erikli’nin hemen yukarısındaki Balaban’dan yukarı Balıklı Kanyonuna çıktık. Kanyon boyunca irili ufaklı şelalelerin keyfini çıkararak Kanlıgöl’e ulaştık. Buraya neden “Kanlıgöl” dendiğini bilmiyorum, ama kanyonda yürürken, sıcakta oluşan terle daldığım Kanlıgöl suyu, tahminlerimin çok ötesinde soğuktu ve bir an sanki şoka girip kalbim duracak sandım!
Temmuz sıcağı ile boğuştuğumuz Bursa’da, hemen birkaç kilometre  uzaklıkta yaşadığımız bu serinlik, aslında bu kentin doğasının hiç de sandığımız kadar merhametsiz olmadığını kanıtlıyor.  Dağlarımız, ovalarımız, dereler, kanyonlar, ormanlar…
Her birisi, günlük yaşamımızı zenginleştirmede, burnumuzun dibindeki saklı hazineler gibi duruyor.

Koza Dağcılık rehberliğinde bu hafta doğa yürüyüşüne katılan dostlarımız iki gruba ayrıldı. Gruplardan birisi minibüsleriyle Uludağ Bakacak’a gitti. Onlar Bakacak’tan Erikli Yayla’ya, oradan Kanlıgöl tarafına  geldi ve Kanlıgöl’ün yaklaşık iki kilometre üzerinde bir başka şelale başında bize katıldılar.
Benim de katıldığım grup ise minibüslerle Balaban Mahallesi’nin üst kotlarına vardık. Ve araçlardan inerek, asfalt yolun hemen kenarından oldukça meyilli bir yerde ormana girdik.
Doğa yürüyüşlerine katılanların sürekli artıyor olması, yeni yeni insanları aramızda görmek keyif verici. Bu arada tabi yaz tatilleri, sıcaklar, deniz kenarlarının çekiciliği vs. de katılmaları etkiliyor.
Balaban mahallesinden başlayıp; kısa bir yürüyüş sonrası Balıklı Kanyonu’na girdik. Kanyon burada içi kocaman kayalarla dolu bir dere…
Dere aşağı kotlarda susuz..
Yukarı çıktıkça derede su görmeye başlıyoruz. 

Yukarı çıktıkça derenin suları çoğalıyor ve biz Balıklı Kanyonda ilerledikçe bir sürü irili ufaklı “şelale” görmeye başlıyoruz.
Bazen kanyonun kenarındaki patikalardan, bazen kanyonun içinden, kayalara basa basa, bazen ayakkabıyı suya sokarak çapıl cupul ilerliyoruz.
Rota oldukça yokuş ve kanyonun içindeki kayalarda herhangi bir sakatlık olmasın diye oldukça rahat, güvenli ilerliyoruz. Bugünkü rotamız toplam 10 kilometre gibi, mesafe olarak, ama siz kilometreye bakmayın...


SU DAĞITIM MERKEZİ!

Bazen üç metrelik bir kaya engelini aşmak, tırmanmak için dakikalarca beklemeniz, uğraşmanız gerekiyor.
Kanyonda su miktarının arttığı noktada kendimizi bir an “su dağıtım merkezi” gibi bir yerde bulduk… 
Burada deredeki su için sağlı sollu iki su kanalı yapılmış.
Beton su kanallarının birisi Balaban, Fikyekızık tarafına gidiyor, diğeri Hamamlıkızık tarafına..

Anlaşılan bu kanallar yıllar önce arazi sulamak için yapılmış. Ancak şimdi bu su kanallarının içinde kalın su boruları  dikkat çekiyor. Bunlar içmesuyu taşıyor olmalı. Ara sıra su kaynaklarına bağlanmış “loger” gibi noktalar görüyoruz.

BALIKLI KAYNONU KURUMUŞ

Sadece derede akan su değil, içilecek bütün kaynak suları dereden, kaynaklardan boruya alınıp aşağıya indiriliyor.
Buraya “Balıklı Kanyonu” denildiğine göre buralarda bir zamanlar balık tutuluyor olmalı. 
Ancak artık bunlar tarih olmuş. Zira derenin ciddi bir bölümünde hiç su yok. 
Resmen kupkuru.
Suyun olduğu yerlerde de hemen sular borulara alınmış.
Biz yukarıya doğru yürüdükçe, deredeki sular çoğalıyor, şelaleler de daha bir coşuyor.
Sarp yerleri aşarken terliyoruz.

Biz ağaçların gölgesinde yürüyoruz genellikle. Fakat yine de hava sıcak. 
Rehberimiz molaları akarsu manzarasının güzel olduğu yerlerde veriyor.
Sırtımdaki tişört terleyince ilk düşündüğüm şey, molada hemen şelalenin dibindeki su birikintisine atlamak!

KANLIGÖL…

Kanlıgöl adını duymuştum, ama kafamda bir şey canlandıramamıştım. 
Zira “göl” dediklerine göre bu sarp kayaların arasında nasıl birşey olacak, tasavvur edememiştim.
Şimdi Kanlıgöl denen şey karşımda…
Burası bildiğin şelale…
Su tertemiz görünüyor.
Sıcaktan,  terden hemen kurtulmak istiyorum…
O da ne!

Daha  ikinci adımda birden su beni yutuyor, zorunlu olarak yüzmeye başlıyorum... 
Ama o kadar  soğuk ki, bir anda nefes alamadığımı hissettim.
Can havliyle kenara doğru ilerleyip sudan çıkmaya çalıştım.
Bir anda şoka girip kalbim duracak sandım, yani o derece soğuk…
Tabi bunda, benim hiç alıştırmadan, sıcak, terli halimle öylece buz gibi suya dalmanın da etkisi oldu. 
Yaptığım yanlıştı. Ama olan olmuştu ve resmen yıldım.. 
Titremeye başladım.

Fakat müthiş serinlik, yürüyüşün bundan sonraki bölümü için ilaç gibi geldi.
Kanlıgöl’de öğle molası verdik, yemek yedik. 
Yemek molasından sonra bir grup iki kilometre yukarıdaki “Depolu çeşme” dedikleri yere yakın bir başka şelaleye doğru tırmandık.
Buraya vardığımızda, diğer grup da bir süre sonra, yukarıdan aşağı bize katıldı.
Diğer grupla birleştikten sonra biz geldiğimiz yere doğru geri döndük ve Kanlıgöl’e indik.
Diğer grup, minibüslerle Bakacak’a ulaştıktan sonra orada güzel Bursa fotoğrafları çekmiş. 
Malum, Bakacak, Bursalıların dağa bakınca, belki her gün gördükleri ve bildikleri kayalık bölge.
Dönüşte, Balıklıgöl Kanyonundaki “su dağıtım merkezi” diye tarif ettiğim yere inince rotayı sulama kanalına kırdık ve Balaban’a su götüren kanalları takip ederek Balaban sırtlarına indik.  Sonra da yürüyüş Balaban’da sona erdi.

Buradan minibüslerimize binerek, Erikli’deki bir “Cafe”de çay ve karpuz ile biraz dinlendik, sonra da evin yolunu tuttuk.

VATAN SEVGİSİ NASIL BİR ŞEY?

İnsan düşünmeden edemiyor…
Sözünü ettiğimiz yer, Bursa’da, Uludağ’ın eteğinde, yani hemen burnumuzun dibinde cennet gibi yerler.
Ama bu doğal zenginliklerimizi değerlendirmede müthiş yanlışlarımız var.
Örneğin, Uludağ deyince tepesine lüks turistik otel yaptığımız, bütün derelerini, kaynak sularını şişeleyip sattığımız, insanların rastgele piknik yaptıkları, sağı solu yiyecek içecek atıklarıyla kirlettikleri bir yer görüyoruz.
Hadi su ve turizm tarafını bir kenara bırakalım…

Balıklı Kanyonu için yürüyüş rotaları belirlenip, rotalar daha rahat, yaygın yürüyüşler için düzenlenemez mi?
Çok mu masraflıdır patika açmak, bir uçurumdan geçmek için sal yapmak vs.
Bakınız…
Şu anda oralarda taşlara sarılarak, kayarak, ağaçlardan, dallardan  tutunarak yürüyen kuşak olarak, bir ya da iki kuşak öncesi köylü olan insanlarız…
Yeni kuşaklar şehirde doğup büyüyor.  Onların ne kanyonda, ormanda yürüme alışkanlığı, ne de ilgisi, merakı, sevgisi var…

Gençlerin çoğu ne ağaçları tanıyor, ne çiçekleri, ne otları!
AVM köşeleri, apartmanlar, caddeler, sanal dünya…
Bildiğin doğaya yabancı kuşaklar geliyor…
Bu çok tuhaf bir durum…
Medyada bangır bangır vatan millet edebiyatı, savaş varmış gibi her gün şehit cenazeleri, vatan kurtarmalar,  gırtlağına kadar siyaset…
Oysa ülkesini, doğasını yani vatanını tanımayan insan onun neyini sevecek?
Doğayı, toprağı, dağı, ovayı sevmek, vatanı sevmektir…
Vatan dediğin başka nedir ki?
Velhasıl…
Örneğin belediyeler, yerel yönetimler, Bursa’nın çevresinde onlarca, belki yüzlerce yürüyüş rotası düzenleyerek, rotalarda yürümeyi  biraz daha kolaylaştırarak…Kaybolmayı önlemek için işaretler koyarak…

Ağaçları, çeşit çeşit çiçekleri, otları, bitkileri, hayvanları tanıtan görsel, tanıtıcı tabelalar koyarak…
Meraklılara ücretsiz kamp alanları düzenleyerek…
Hem yeni kuşaklara doğayı sevdirmeye çalışsalar, hem orta ve yaşlı kuşak için kentin stresinden bir kaçış kanalı açsalar…

Bu cennet vatanı daha bir severek yaşasak…
Davet bizden.

Yürümeye, doğayı, kanyonları, dağları, köyleri velhasıl memleketi tanımaya devam..





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder