60 yaşı geride bırakanlar iyi hatırlayacaklardır, çocukken böyle internet, sosyal medya vs. yoktu, sokakta “körebe” oynardık. İçimizden birisi gözlerini bezle bağlar, yakın çevresinde gezinen arkadaşlarını arar dururdu! Şimdi işsizliğin zirve yaptığı bir devirde, patronlar ne zaman “eleman bulamıyoruz” diye tuttursa aklıma bu körebe oyunu gelir. Fark şu ki, biz körebe oynarken eğlenirdik, ama şimdiki oyundan hiç kimse memnun değil. Hatta fark ediyorum ki, oynanan oyunun körebe olduğunun bile çoğumuz farkında değiliz.
Sevgili okurum, Bursa Ekonomi Gazetecileri
Derneğimizin (BEGD) geleneksel hale getirmeye çalıştığı “Ekonomi Masası”
toplantısında, geçtiğimiz hafta eğitim danışmanlık firması FAVEO’nun kurucusu ve
Genel Müdürü Barış Gül ile buluştuk. Barış Gül çalışma hayatına Yeşim’de
başlamış, İngiltere’de eğitim görmüş, 20 küsur yıldır da istihdam piyasasında
emek veren, bu alana hakim bir isim. BEGD başkanımız Nuri Yavuz’un yönettiği
toplantıda Barış Gül bize Bursa’da istihdam alanında yaşanan gerçekleri
anlattı. Fikir alışverişinde bulunduk.
Önce hatırlatayım, 2020 yılı İŞKUR
verilerine göre Bursa’da 82 bin 51 işyerinde 717 bin 664 sigortalı işçi
çalışıyor. Bursa “sanayi kenti”, “işçi kenti” biliniyor, ancak istihdamın çok
büyük bölümü KOBİ’lerde. Bin ve üzerinde
çalışanı olan sadece 26 firma var, burada toplam 58 bin 207 kişi çalışıyor. 100
ve üzerinde sigortalı çalışanı olan 890 işyeri var ve buralarda çalışan toplam
sigortalı sayısı 209 bin 379. 1 ila 19 kişi arasında çalışanı olan 76 bin 441
işyerinde toplam 266 bin 17 sigortalı var. Bu rakamın içinde 29 bin 662
işyerinde sadece tek bir sigortalı var.
Yani 3 milyon 147 bin nüfuslu Bursa’da,
kayıtdışı, sigortasız çalışanları sayarsak bir milyonun çok üzerinde bir
çalışan demektir ki, Bursa istihdamda Türkiye ortalamasının üzerinde ve “işçi
kenti” sıfatını hak etmiş sayılır.
Yıllardır eğitim alanında danışmanlık yapan binlerce kişinin işe yerleşmesine önayak olan Barış Gül, iş arayanlarla işçi arayanların buluşmasındaki zorluklara dikkat çekti. “87 bin işsiz var, 86 bin eleman aranıyor. Niye buluşma bir türlü olmuyor” dedi.
“Veri yok, örneğin, şirketler makine
mühendisinden ne bekliyor, bilmiyoruz” dedi…
Eğitimin piyasadaki işgücü talebine
göre planlanmadığını, meslek liselerinde elektrik, kaynak vs. sanayiye dönük
eğitim alan öğrencilerin AVM’lerde tezgahtarlığını tercih ettiğini anlattı… “Meslek liseleri yılda 9 bin mezun veriyor, yüzde 80’i sanayiye
gitmiyor” dedi.
Kulakları çınlasın, güzide sanayi
kuruluşlarımızdan birisinin CEO’su, “En
büyük rakibimiz Korupark AVM” demişti!
Sonuçta eğitimi planlayamayan devlet…
Kendi geleceğini planlayamayan,
herhangi bir kariyer planı yapamayan, memlekette kendisine bir gelecek
göremeyip, canını yurt dışına atma eğilimine giren gençler…
Sorun çok, konu konuyu açıyor… İşsizliği hızla artması yetmiyormuş gibi başta Suriye olmak üzere göçmenlerin, büyük ölçüde kayıtdışı daldıkları piyasada mevcut çalışanların durumu da zorlaşıyor. Örneğin küçük sanayi sitelerinde çalışanların büyük çoğunluğu artık Suriyeli. Ne var bunda demeyin, bu sadece kendi vatandaşımızın işini kaybetmesi değil. Bu insanlar sigortasız, asgari ücretin çok altında ve kaçak çalıştırılıyor. Düşük ücret, kayıt dışı çalışma baskısı artıyor…
Vee masada deneyimli ekonomi
gazetecileri olunca “Çare nedir” sorusu soruluyor.
Yanıt da belli:
Yeni yatırımlar… Yüksek teknolojili,
yüksek katma değerli üretim, ihracat…
Ancaak!
Soruyorum dostlar, bu “üretim, ihracat, istihdam” hükümetlerin
de her dönem sloganları olmamış mıdır?
Slogan, “yapısal reform” paketlerinin hepsinde aynı…
Ama sonuç: Kronik cari açıklar, kendi
kamu yatırımlarına bütçe ayıramayıp yol, köprü, hastane gibi bedava olması
gereken kamusal işleri paralı hale getirip, kar garantisi ile yabancı sermayeye
yaptıran bir kamu yönetimi… Artan işsizlik… Değil ileri teknoloji, temel gıda
maddelerinde bile dışa bağımlı olma, bin bir emekle büyütülen kuruluşların
teker teker yabancı sermayenin eline geçmesi…
Bu işte bir terslik var…
Evet evet, baştan dediğim gibi… Bu
bir körebe oyunu…
Bence gözümüze bağlanan bezi aralayıp
gerçeği görelim dostlar:
Türkiye’de ileri teknoloji de var,
üretim de... Para da kazanılıyor.
Ama sahibi biz değiliz!
İşte şeytan, bu "küçük" ayrıntıda gizli!
Çevremize bir bakalım. Tekstil
fabrikaları neredeyse tamamen fason çalışıyor. Yani işin hamallığını Türk
şirketleri yapıyor, parasını marka sahibi batılı şirketler götürüyor.
Otomotiv hem ana hem yan sanayi yabancı
markalara çalışıyor.
Bunlar sizden ileri mühendislik
hizmetleri, yüksek eğitim falan istemiyor. Tek istedikleri şey, işçi, teknisyen,
teknik resimlerine kadar hazırlayıp verdikleri siparişlerin üretimi… Makineyi
üretmen, yaratman, geliştirmen değil, sadece onu kullanman ve üretmen
isteniyor.
Bu “uluslararası” şirketler senin
ülkenin kalkınması, imarıyla falan ilgilenmez.
O ucuz işçilik, hammadde ve ara malından
yararlanmak için gelmiştir.
Kendi ülkesinde yüzde 40 Kurumlar
Vergisi’nden, çalışana ayda 3-5 bin Euro ödemekten kurtulmuş, yüzde 20 Kurumlar
Vergisi, kendi ülkesindekinin onda biri kadar ücretle burada işini yürütmektedir. Keyfi ziyadesiyle
yerindedir. Burada çevre sorumluluklarından da yırtmışlardır. Bakınız bütün derelerimiz zehir akıyor. İsviçre’de kirli akan bir akarsu göremedim.
Batılı şirketler burada ondan da kurtulur. Zira bizim kafamıza “Sanayi varsa
kirlilik normaldir” işlenmiştir!
Vee dostlar, ülkesinde çuvalla para kazananlardan yeterli vergi alamayan devlet, bir demokrasi inşa edemez…
Parayı çok kazanan kişi ve kuruluşlardan gerekli vergiyi alamayan devlet vatandaşına ücretsiz eğitim, sağlık, güvenlik, adalet, ulaşım vs. hizmeti veremez.
Sosyal devlet hiç olamaz.
Seçimle iş başına getirdiğiniz kim, hangi parti olursa olsun, sonuç değişmez.
Sadece iktidar çevresideki hortumcular değişir!
Şu gözümüzdeki bağı biraz aralamayı başaramazsak, sadece benim gibi 60’nı geride bırakanlar değil, çocuklarımız,
torunlarımız da bu oyundan yenik çıkacak…
İyi haftalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder