6 Ekim 2011 Perşembe

Savunun, dolar ‘dalgalanıyor’!




Dolar bugünlerde, her bir kilometrede yeni rekorlar kırarak ilerleyen maraton koşucusu gibi. 
Döviz kuru “dalgalı” olunca, iniş çıkışların nerede duracağını da kime bilmiyor. Doları “serbest piyasa”ya bırakmanın rahatlığı piyasada panikleri önlese de bu “dalga”, yıllık enflasyonun üç katı devalüasyon, önümüzdeki dönemde kimi canları fena halde yakacak. 



Öncelikle dikkatinizi çekmek isterim ki, dolar kurunun 1,5 liradan, 1,85-1,90’a gelmesi, 2 liranın telaffuz edilmeye başlaması,  bal gibi devalüasyondur, hem de yüksek bir devalüasyondur. Hatırlayalım, en son büyük devalüasyonu  2001 krizinde yaşamıştık ve dolar yaklaşık (bugünün sıfırları ile yapılan hesaba göre) 0,7 liradan, 1,2 liraya yükselmişti. 
“Dalgalı kur” henüz yoktu, hükümetin kontrolünde yürüyen “sabit kur” da fren tutmamıştı. Bu artışın bir gecede olması, tabi büyük bir patlamaya yol açmıştı. 
Dolar, krizin ilk aylarında 1,7 lirayı yakalamış ancak ithalatın bıçak gibi kesilmesi ile tutunamamış, uzun seneler 1,5 liranın altında seyretmişti. Ve en önemlisi,  yüzde 60 devalüasyon yaşandığı dönemde, enflasyon da o civardaydı. Yani bütün mal ve hizmetlerin bir yılda yaptığı fiyat artışını, dolar bir gecede yapmıştı!
Bugün yaşanan büyük devalüasyonu görmezden gelenlerin önce,  doların 1,5 liradan 1,9 liraya yükselmesi ile oluşan yüzde 30 civarındaki devalüasyonun, yıllık enflasyonun yüzde 7-8 olduğu bir dönemde yaşandığını görmeleri gerekiyor. Yani enflasyonun 3-4 katı bir devalüasyondan söz ediyoruz. Böyle büyük bir devalüasyonun “teğet geçeceği” falan düşünüyorsa, kusura bakmayın, bu eşyanın tabiatın aykırıdır. 2001 yılında, yüksek devalüasyonla tetiklenen kriz ülkeyi nasıl bir durgunluğa sürüklediyse, bu devalüasyon da mutlaka hükmünü icra edecektir!
Kuşkusuz ki, 2001 yılından bu yana derenin alından çok sular aktı. Ekonomi, özellikle finans sistemi batılı liberal sistemin yerleştirilmesinde önemli bir yol kat etti. Dünya Bankası’ndan gelen Kemal Derviş bunun mihmandarlığını yaptı. Bankacılık sisteminde “balonlar” patlatıldı vs. Ancak, Derviş’in  mihmandarlığını yaptığı, devletin ve başta ABD olmak üzere batının büyük desteğini alan bu model, Türkiye’de reel ekonominin temel kronik sorunlarına hiç el atmadı.
Bankalar, uluslararası bankacılık sistemindeki büyük krizlere rağmen büyük borç krizlerine girmediler. Buna, dünyadaki “ucuz döviz” de destek verdi. Yüksek faizin kokusunu alanlar dolar yağdırdı, sorun çıkmadı.
Dikkatinizi çekerim, sağ-sol koalisyonları ile Türkiye’nin topyekün izlemesi istenen programda, reel ekonominin, üretimin yeri olmadı. Üretimdeki temel kronik sorunlara hiç dokunulmadı. Tam tersine, içeride reel ekonomi dışsal rüzgarlara açık hale getirildi, adeta herşey uluslararası sermayenin çıkar ve ihtiyaçları doğrultusunda dizayn edildi. 
Mesela bunların en başında da ithalata, dolayısıyla da cari açığa dayalı büyüme politikası geliyor… 
ANASOL-D, REFAH-YOL gibi siyasi koalisyonlarla istediği neticeyi alamayacağı sonucuna varan güçler, sonuçta Ak Parti ile tek partili ikidarla, siyasi rekabet ve muhalefet tartışmalarından kurtularak, “yolundaki taşları temizleyerek”, “siyasi istikrar” içinde bu planı rahatça uygulamaya soktular.  
Son on yılda kaydedilen ve doğal olarak Ak Parti’nin hanesine yazılan bu “başarı” ve yüksek büyüme rakamları, işte bu planın sonuçlarıydı.
Bu modelin üç temel ayağı vardı: İşçilik maliyetini azaltma, dış borçlanma ve özelleştirme…
Özelleştirmede tarihi rekorlar kırıldı, taşeronluk yaygınlaştırıldı, özellikle özel sektör boğazına kadar borçlandı,  zira dolar “ucuzdu”. Bugün, TCMB’nın açıklamasına göre, toplam olarak şirketlerin 194 milyar dolar, bankaların 83,5 milyar dolar döviz borcu var. 
Bütün önemli projeler döviz kredisi ile yürüyor.
Kritik konu şu: Siz, üretim maliyetlerini azaltma, üretimi destekleme, sonuçta iç tüketim ve ihracatı artırma politikalarını bir kenara bıraktınız. 
Pahalı enerji,  düşük altyapı, pahalı arsalar, yüksek rantlar ve düşük ücretle üretimi mengene altına aldınız. 
Bir yandan düşük ücret politikası ile iç piyasada talep daralırken, diğer yandan yerli hammadde ve aramallarla çalışanlar üretim yapamaz hale geldi. 
Herkes ithal mala hücum etmeye devam etti. 
Sonuçta da ithalatınız ihracatınızın neredeyse iki katına çıktı.
İthalat bağımlısı olarak, ne zaman yüksek büyüme haberi okusak, “eyvah kriz geliyor” diye korktuk. 
Çünkü büyüme demek yüksek cari açıklar demekti!
Bu yapı aynen,  yıllar itibariyle korundu, güçlendi... 
Hiç aksamadı, cari açık verilmeyen tek bir senemiz bile olmadı. Tersine açıklar sürekli büyüdü.  
Ak Parti hükümetleri bu kronik sorunu hiç üzerine almadı, ucuz dolar ile işlerin böyle ilelebet yürüyeceğini sandı.
Şimdi tabi doların yükselmesi boşuna değil.
 “Efendim uluslararası piyasalardan gelen haberler..”
Kimse kendini kandırmasın. Evet, dolar artıyor, çünkü, açık büyük, dolar yetmiyor. Ortada 70 milyar dolar bir açık varsa, yani harcadığın kadar dolar kazanamıyorsan, kayıt dışı ticaret, hatta “kara para” da bu açığı kapamaya yemiyorsa, hiç kusura bakma, mutlaka bu dolar kıymete binecektir!
Ve tabi ki, bu önce döviz borcu olan firmaları vuracaktır. Dolar borçları için ödenecek paralar hızla çoğalırken, hiç merak etmeyin, bunun faturasını sadece firmaların patronları ödemeyecek.
 Hatta artık geçmiş kriz dönemlerinde çokça görüldüğü gibi, patronlar hemen faturayı çalışana yıkmaya çalışacaktır. 
Yüksek devalüasyon, yine geçmişte olduğu gibi durgunluğu körükleyecektir.
Dövizdeki “dalga” büyük fırtınalara gebe gibi görünüyor. Belki en güzel düş, bu ithalata dayalı büyüme modelinin masaya yatırılması ve hiç değilse orta-uzun vadede bu yaraya bir neşter vurulmasıdır. 
Ama galiba bu sadece bir düş
Zira siyaset yine sertleşiyor, içeride dışarıda yeni krizler, gerginlikler yaratılıyor.
Hükümetler, ekonomi kötüye giderken, mutlaka bir iç-dış düşman yaratmak istermiş, derler.
Kim bilir, belki de bu artan “Kürt” ve Kıbrıs gerginliğinin altında da bu vardır.
Kim bilir?
İyi pazarlar
.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder