Ekonomi muhabiri olmaktan mıdır bilmem, ekonominin her zaman siyasete baskın çıktığını düşünmüşümdür. |
Baksanıza, İtalya’da yıllardır sağduyulu insanların uyarılarına karşın saltanat süren, politik entrikalarla her hengâmeyi atlamayı başaran Berlusconi’nin sırtını yere getiren ekonomik kriz oldu.
İrlanda, Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya…
Peki, sırada ne var?
İrlanda, Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya…
Peki, sırada ne var?
2008’in son aylarında patlayan ve bugünlerde çoğu insanın “Çoktaaan geride kaldı” diye düşündüğü küresel mali kriz, özellikle Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve Çin fenomeni ile ortaya çıkan yeni dengeleri bir tür deprem testinden geçirmişti.
Ama mevcut finansal yapının, ortaya çıkan yeni duruma uygun olmadığı, kapitalizmin mabedi sayılan ABD’deki “mortgage krizi” ile kabak gibi ortaya çıktı.
Ama mevcut finansal yapının, ortaya çıkan yeni duruma uygun olmadığı, kapitalizmin mabedi sayılan ABD’deki “mortgage krizi” ile kabak gibi ortaya çıktı.
Madem, dev Amerikan firmaları işlerini, “ucuzcu cenneti” Çin’de yaptırıyor, fabrikalar bir bir taşınıyordu; öyleyse Amerika’da bir sürü insan işsiz kalacaktı.
İşini kaybetmese bile artık eski ücretini alamayacaktı.
Aynı nedenle ürettiğini daha ucuza satmak, saat başına daha az ücret almak durumundaydı.
Böyle olunca da, hiç yol kazası olmayacakmış işi ve geliri garantiymiş gibi 15-20 yıllığına borçlanarak aldığı konutun taksitlerini ödemek sorun haline gelecekti!
Aynı nedenle ürettiğini daha ucuza satmak, saat başına daha az ücret almak durumundaydı.
Böyle olunca da, hiç yol kazası olmayacakmış işi ve geliri garantiymiş gibi 15-20 yıllığına borçlanarak aldığı konutun taksitlerini ödemek sorun haline gelecekti!
Nitekim kriz böyle patlak verdi.
Eh, buna bir de dev finans kuruluşlarının yarattığı “saadet zinciri” balonu eklenince, çöküşler başlamıştı.
Eh, buna bir de dev finans kuruluşlarının yarattığı “saadet zinciri” balonu eklenince, çöküşler başlamıştı.
Amerika’da devlet, vatandaşın trilyonlarca dolarını bu finans canavarlarına, ciddi bir politik muhalefetle karşılaşmadan, tereyağından kıl çeker gibi aktarmayı başardı.
Son gösterilerde “Biz yüzde 99'uz” diyen vatandaşı da ipleyen olmadı, New York sokaklarında birkaç yüz polisi copla, gazla üzerlerine sürmek yeterli oldu.
Son gösterilerde “Biz yüzde 99'uz” diyen vatandaşı da ipleyen olmadı, New York sokaklarında birkaç yüz polisi copla, gazla üzerlerine sürmek yeterli oldu.
Aylardır haber bültenlerinde duyduğumuz “Euro krizi”konusunun altındaki de, özünde aynı konu.
Aynen Amerikalılar gibi AB üyesi ülkelerde de vatandaş, artık gelirinin yıldan yıla azaldığını görüyor.
Çünkü Avrupalı firmalar da artık Çin’i, Hindistan’ı, Uzakdoğu’yu, yani “ucuzu” keşfetti.
Çünkü Avrupalı firmalar da artık Çin’i, Hindistan’ı, Uzakdoğu’yu, yani “ucuzu” keşfetti.
AB üyesi ülkelerde vatandaş, artık daha ucuza çalışmak, ürettiğini de daha ucuza satmak zorunda.
Büyük firmalar, markalar kazançlarını artırıyor, ama içeride ekonomi canlılığını yitirince, devletin vergi gelirleri azalıyor.
Peki, sanayi bölgeleri ölüm sessizliğine bürünen, insanları işsiz kalan AB üyesi bir ülke, mevcut çarkın devamı için ne yapacak?
Tabi ki borçlanacak!
Ve hepsi de mevcut memur, işçi, emeklilik maaşlarını ödemek, “sosyal devlet” olmanın gereklerini yerine getirebilmek için, uluslararası finans kuruluşlarından deli gibi borçlandılar.
Yunanistan milli gelirinin iki katı borç aldı, İtalya’nın borcu 2 trilyon Euro’ya yaklaştı.
Ve işte zaten şu anda AB’deki krizin adı da “Borç krizi”…
“Euro krizi” falan, işin çok ufak bir bölümü.
Ne yani, şimdi Yunanistan, “Kardeşim ben Euro’dan çıkıp Drahmi’ye dönüyorum” dese, Alman ve Fransız bankaları, milyarlarca Euro alacağının üzerine ayran mı içecek!
Bir de krizin madara ettiği liderlere bir bakalım:
2009’da, ilk darbeyi İrlanda Başbakanı Brian Cowen yemişti. İş, tabi Cowen’in koltuğundan olması ile bitmedi, ülke resmen iflasını ilan etti ve ülke yönetimi IMF, Avrupa Merkez Bankası (ECB) Avrupa Birliği'nin kontrolüne geçti.
Brian Cowen, 2011 Martında yerini Enda Knny’ye devrederken, aynı ay içinde IMF yardımı ile paçayı kurtaramayan Portekiz Başbakanı Jose Socrataes 6 yıldır oturduğu koltuktan istifa etmek zorunda kaldı. Yerine Pedro Coelho seçildi.
İspanya’da Başbakan Jose Luis Rodguez Zapatero geçen sene 20 Kasım’da, seçimi de dört ay erkene alarak, apar topar gitti.
Slovakya Devlet Başkanı Ivan Gasparoviç, Başbakan Iveta Radicova’nın tüymesinden sonra şimdi hükümet kurduracak adam arıyor.
Yunanistan’da PASOK’un lideri Papandreou, her türlü siyasal tartışmadan galip çıkmış, koltuğunu korumayı başarmıştı; ama krizde pes etti, çekileceğini açıkladı.
Aynı şekilde hem siyasi muhalifleri, hem yolsuzluk ve seks davaları ile baş eden İtalyan zengini Silvio Berlusconi 17 yıllık siyaseti kötü sonla noktalıyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin yıldızının kaydığın da söyleyelim.
Bu filmin devamını göreceğinize de kalıbımı basarım.
Bütün bu ülkelerdeki gelişmelerin tipik özelliklerine bakalım:
· Hükümetler mevcut standartları koruyamayacaklarını görünce “kemer sıkma” politikalarına yöneliyor.
Kemeri zenginler değil, hep ücretli ve orta direk sıkıyor. Ücretlerinin makaslandığını, gelirinin azaldığını gören, işsiz kalan halk sokakları dolduruyor.
Kemeri zenginler değil, hep ücretli ve orta direk sıkıyor. Ücretlerinin makaslandığını, gelirinin azaldığını gören, işsiz kalan halk sokakları dolduruyor.
· Hükümet partileri hızla saygınlığını yitiriyor.
Muhalefet partileri –alternatif bir çözüm planları olmasa da- ön plana çıkıyor ve iktidar partileri siliniyor. (2002 seçimlerinde, krizin iktidarı DSP, MHP ve ANAP sandığa gömülmesi gibi)
· Yönetime “teknokrat kadro” hâkim oluyor. İpler, uluslararası finans kuruluşlarının eline geçiyor. (Yani hepsine birer Kemal Derviş buluyorlar).
· Yeni hükümetler artık ülke ekonomilerini dış borç ödeme mekanizmasına döndürüyor. Sistem tamamen uluslararası finans kuruluşları ve şirketlerin istediği şekilde şekilleniyor. (Mesela tarım sürekli kan kaybediyor, yerli üretim yerine ithalat öne çıkıyor vs. )
Kaderin cilvesi değil, ekonomi…