7 Kasım 2011 Pazartesi

Deprem içinde deprem...

Van ve Erciş’i yıkan deprem, 17 Ağustos Marmara depremini hatırlattı.
Yüzlerce insan yaşamını yitirdi, binlerce aile dondurucu kış soğuklarının hemen arifesinde, evsiz barksız kaldı. 
Ama galiba asıl depremi vicdanlarda yaşıyoruz. 


17 Ağustos 1999 sabahı erkenden foto muhabiri arkadaşım Zafer Meydan ile birlikte Yalova’ya vardığımızda, yüzlerce apartmanı yerle bir olmuş, yer yer yangın ve dumanların yükseldiği, insanların kendini battaniye veya pijama ile parklara attığı, herkesin yakın akrabalarını kurtarmaya çalıştığı, yıkıntılar arasından çığlıklar ve yardım edin seslerinin yükseldiği, bazı çökmüş binalardan cesetlerin pencerelerden sallandığı bir sahil kenti ile karşılaşmıştık.  
Telefonlar kesikti ve yaklaşık yarım saatte gezip, dolaşıp edindiğimiz bilgilerle ilk haberi, Orhangazi yakınlarına gelerek, telsizle geçebilmiştik. 
Türkiye Yalova’daki depremi böylece ilk olarak, bizden, A.A.’nın (Anadolu Ajansı) haberi ile öğrenmişti.
Gece saat 03:30 gibi yaşanan depremi, radyo ve televizyonlardan, demek ki, saat 08:00’den sonra ancak duyurulabilmişti.  
Yani, Marmaranın göbeğindeki bir sahil kentinde koskoca bir deprem olmuş da, yaklaşık 5 saat boyunca kimsenin haberi olmamıştı!
Ve ilk gün boyunca inanın, hiçbir profesyonel kurtarma çalışması yoktu. 
Sabah saatlerde Yalovalılar bir birini kurtarmakla meşguldü ve en fazla insan kurtarma bu ilk saatlerde yaşanmıştı. 
Depremden sağ kurtulanlar, can havliyle enkaz altında kalan yakınlarına ulaşmaya çalışıyorlardı. 
Yalova Valisi, çatlayan valilik binasına girememiş, pijamasıyla çevresine bazı görevlileri toplamış, kamu kuruluşlarına ait iş makinelerinin şoförlerini aratıyordu.  
Köpekli Sivil Savunma ekipleri ertesi gün ancak gelebildiler. AKUT falan bilinmiyordu. Askeri birlikler gelmişti,  ama ellerinde G3 tüfeği ile gönderilen asker sadece seyretmekle yetiniyordu. Yerli yabancı kurtarma ekipleri ancak ikinci günün sonundan itibaren gelebildiler
Şaşıracaksınız, Yalova'da ekip olarak ilk Almanları gördük. Hiç unutmam, gelen ilk köpekli ekip Almanya’dandı. Kızılay’ın çadırları üç-dört gün sonra gelebilmişti. Neyse ki havalar sıcaktı.
Tabi,  Türkiye’yi kalbinden vuran deprem, tam bir soğuk duş oldu ve aradan geçen sürede gerek depreme dayanıklı bina yapımı, gerek kurtarma vs. alanında ciddi mesafeler kaydedildi. Örneğin Van ve Erciş’e depremin ilk gününde kurtarma ekipleri gidebildi. 
Deprem fiziki yıkımın yanı sıra tam bir şok hali. İnsanlar bir anda kendilerini tam bir umutsuzluğun içinde buluyor. Canınızı sağ kurtarsanız bile, yakınlarınızı kaybetmişsiniz, evsiz kalmışsınız, sokaktasınız, yemeye içmeye yok, tuvaletinizi yapmanız bile sorun.
Tabi insanlar, doğal olarak, “Nerede bu devlet”  moduna giriyor. 
Mutlaka Van ve Erciş’te de benzer şeyler yaşanmıştır.
Ancak üzülerek yazmak zorundayım ki, ben Van’da, 7,2’den çok daha büyük ve yıkıcı bir depremi hissediyorumHem bu depremi hissetmek işin Van’a gitmem de gerekmiyor. Örneğin Ankara’nın göbeğinden çok acı şekilde hissediliyor. Bu depremin adı: vicdanlardaki bölünme…
Günlerdir “sosyal medya”da sergilenen sorumsuzluğu, kışkırtıcı mesajları izliyoruz. Kendilerini “milliyetçi” sananlar Kürt-Türk düşmanlığını kışkırtmak için elinden geleni yapıyor. Ağıza alınmaz küfürler, “Van’a gıda göndereceğime, köpek maması alırım, hiç olmazsa köpekler ihanet etmez” ile simgeleşen tepkiler sözde PKK ve BDP’ye gönelik gösterilse de doğrudan Kürt’lere hakaret anlamı taşıyor ve bunu artık bu hakaretlerin sahipleri de gizlemiyor!
Facebook’ta bir dosya: “BDP’li belediye başkanının elini sıkmayan emniyet müdürü”, aslan, kaplan, kahraman Türk…paylaş, beğen, alkışla!
Sonra biraz bu mesajların kaynağına bakıyorsunuz, birkaç çok ilginç: “Özel Kuvvetler”, “Özel Harekat Polisi” vs.  
Yakın tarihimizde radikal sol veya alevi kesime yapılan benzer saldırıların arkasında yine bu güçler vardı, ama ortalıkta “ülkücü”ler görünüyordu. Bazı ülkü ocağı derneklerinin bu depremde Van’a kamyonlarla battaniye vs. göndermesi gerçekten önemli. 
Ama bu güçlerin yeni gruplar oluşturduklarını da hisseder gibiyim.
Efendim “Bunlar insan olsa yardımı yağmalamazlar” diyenlere soruyorum: Siz Yalova’da, Gölcük’te benzer yağmalamalar olmadı mı sanıyorsunuz?
Siz eğer düzenli ve de yeterli bir yardım ağı organize edemiyorsanız; depremde insan psikolojisidir, ulaşabildiği şeye, hücum ediyor.  
Ama şimdi Van ile Yalova da aynı değil! 
Bizde bölücülüğü sadece PKK yapmıyor, maşallah “Türk milliyetçileri” de ondan geri kalmıyor. Ve sonuçta artık bölge insanı başına ne gelse, “Bu bize Kürt olduğumuz için yapılıyor” önyargısı taşıyor.
İş zor… Yardım işini polise askere verdiğinizde, onlar zaten bölge nüfusunu potansiyel PKK’cı görüyor ve ona göre davranıyor...
Bu hafta, sözü, usta meslektaşımız Mehmet Ali Birand’ın köşesinden alıntıyla noktalamak istiyorum.
 Birand,  şöyle diyor:  
Bölgede iki devlet var. Birisi BDP-KCK, diğeri TC. Devleti. TC.  Devleti çok güçlü. Polisi, askeri,  parası, dev olanaklarıyla yenilmesi son derece zor bir olgu.  Ancak halkın kalbini çalan, inandığı ses ise BDP-KCK örgütü.
Bizler istediğimiz kadar birliktelik nutukları atalım, devletin şefkat dolu elinden söz edelim. Bölge çoktan bölünmüş bile. İnsanların kafalarında bölünmüş, siyah ve beyaz gibi… Bizlerin bu durumu görmezden gelerek bir yerlere varabileceğimizi de sanmıyorum.
Tren kaçmış. Treni tekrar yakalamanın yolu temelden bir tutum değişimi gerektiriyor. Buna da kimsenin niyeti yok. Kavga, dövüş… Halklar arasında uçurum giderek artıyor. Bunu görmek için birkaç günlüğüne bölgeye gidin, sokaktaki insanları dinleyin, ardında da resmi yetkililerin nabzını tutun yeter.”
Galiba asıl deprem, bu!
İyi pazarlar
.

 30 Ekim 2011, Pazar 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder