19 Aralık 2011 Pazartesi

Lafa değil ‘bütçeye’ bakarım!


Aralık ayı, devlette “bütçe ayı.” Kamu kurumları, gelecek yıl bütçeden ne kadar pay alacağının derdine düşer. TBMM gece gündüz çalışır, ziyaretçi kabul edilmez, vekiller tam takım hazır bulunur. Yoğun görüşmeler yapılır. Ama bu nasıl bir “görüşme” ise, hükümet bütün istediklerini alır, muhalefet bütçede beş kuruşluk değişiklik yapamaz. 

Ankara’da, meclisteki bütçe görüşmelerini, denk geldikçe, izliyorum. İnanın, buna“tiyatro” dersek, sanatçılara ayıp olur! Ortada, bırakın siyasi parti gruplarının iradelerini, tek tek milletvekillerinin “vicdani” olarak aktif katılımını ortadan kaldıran bir yapılanma söz konusu. Sanki bütçe yasası meclise sadece okunup onaylanmak için getirilmiş!

İktidar partisi milletvekilleri, bütçe üzerinde çok genel konuşuyor, ayrıntıya, rakama girmiyor.  Böyle olunca da olay “icraatın içinden”e dönüyor. Muhalefet milletvekillerinin verdiği bütün önergeler, içeriğine de pek bakılmaksızın reddediliyor. Örneğin asgari ücretten vergi alınmaması, muhtar ücretlerinin asgari ücret seviyesine çıkarılması önergeleri anında reddedildi. 
Üstelik,  Bakan Mehmet Şimşek’in, “Bu tür önergeler Anayasaya aykırıdır” demesi çok ilginçti.
Mecliste bütçe harcamalarını artırıcı önerge verilemez” dedi.
 Hani, demek geçiyor içinizden, “Madem kılına dokunulmayacak, neden bunun adına bütçe görüşmesi diyoruz!”
Görüşülen bütçenin kendisi olamayınca, tabi herkes bol bol politika konuşuyor; polemikler, bardaklar havada uçuyor.
İşin aslı… Bütçe, rejimin en hayati mekanizmasıdır. Bir devletin evrensel, çağdaş değerlere ne kadar yakın/uzak olduğunu nerden anlayacaksınız? Elbette meydanlarda söylenen kuru laflara bakarak değil, parayı kimden alıp kime verdiğine bakacaksınız. Para nereye gidiyorsa, önceliğiniz odur!
Elbette burada bütçeyi kapsamlı analiz etme şansımız yok. Ama sadece cetvel ve icmallere bakarak, vardığım sonuç şu: 
Devlet 2012 yılında da vergilerin büyük bölümünü ücretli kesimden ve dolaylı vergilerle tüketiciden alacak. Faiz, rant ve sermaye kesimi yine yakayı kurtaracak.
Patron” Mehmet Şimşek, vergi yükünü para kazanandan alıp “tüketici” durumundaki vatandaşa yıkan yüksek oranlı dolaylı vergi eleştirilerini yanıtlarken, “Maalesef doğru. Ama bu, vergi ve kazançlardan alınan verginin çok düşük olmasından kaynaklanıyor” dedi. 
İyi de, bunu düzelmek partinizin adındaki “adalet” in gereği değil mi? Vergini parayı çok kazananlardan almak kimin görevi!
Peki, bütçe nereye gidecek? Eğitim, sağlık ve SGK’yı bir yana bırakırsanız, üst gelir gruplarına, devleti vatandaşın tepkisinden koruyan-maalesef sadece bu yönü ile ele alınan- “emniyete”, askere. Diyanet, yine birçok bakanlıktan fazla para alacak.
İşte rakamlar…
Gelirler: 2012’de net 323 milyar liralık toplam bütçe gelirinin 300,9 milyar lirası vergi. Bunda gelir ve kazançlardan alınan para topu topu 86,7 milyar lira. Bunun 56,7 milyarı Gelir Vergisi, 30 milyar lirası Kurumlar Vergisi. Yani bu ülkedeşirketler, kurumlar, çalışanların yarısı kadar bile vergi vermiyor! Gelir Vergisi’nin 52 milyar lirası tevkiften, yani maaşlı çalışan işçi ve memurdan alınıyor. İşyeri sahiplerinin bulunduğu beyana dayalı kesimden alınan verdi sadece 3,5 milyar lira.
131,2 milyar lira dahilde alınan mal ve hizmet vergisi. Bunda 50 milyar KDV, 70,3 milyar ÖTV. Buna  dış ticaret ve muamelelerden alınan vergiler (58,9), Damga Vergisi (7,3), harçlar (9,4), teşebbüs ve mülkiyet gelirleri (9,4) para cezası (6,9) ekleniyor.
Bütçeden en yüksek miktarı alan kurumlar ise şöyle: Maliye Bakanlığı: 88,5,Hazine 64, 7, Milli Eğitim 38,1, Çalışma ve Sosyal Güvenlik 31,5, Milli Savunma18,2, Sağlık 14,3, Emniyet G. Müdürlüğü 12,1, G. Tarım ve Hayvancılık 10,4, Aile ve Sosyal Politikalar 8,8, Adalet Bakanlığı 5,2, Jandarma G. Komutanlığı4,9, Gençlik ve Spor Bakanlığı 4, 4, Diyanet İşleri Başkanlığı 3,8,  İçişleri  2,5, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı 2, 2 milyar lira.
Gider toplamı 350,8 milyar. Buna 26 milyar hazine yardımını ekleyince, açığın boyutunu siz hesaplayın.
İyi pazarlar


19 ARALIK 2011, Pazartesi 

16 Aralık 2011 Cuma

Merkozy’ ve ‘Yeni Avrupa’


Avrupa ekonomisinin son 10 yılda rekabet gücünü yitirmesi, “Euro bölgesi”ni büyük bir borç krizine sürükledi. Çıkış, yeni patron “Merkozy”nin iki dudağında. Merak etmeyin, iflas falan etmeyecekler. Ama Avrupa artık “medeniyet”, “refah” çıtasını hayli indirecek. 


Sevgili okurum, bu köşeden uluslararası ekonomik gelişmeleri analiz etmeye çalışırken dikkat çektiğim şeylerden birisi “küresel sermaye”nin Çin, Hindistan gibi ucuz emek ve hammaddeye yönelmesi ile kapitalizmin kaleleri Avrupa, ABD gibi merkezlerin rekabet gücünü hızla yitirmeleriydi.
Bugün Avrupa’da “Euro krizi” diye ifade edilen şeyin ardındaki gerçek tam da bu. Avrupalı dev firmalar üretimlerini Uzakdoğu’ya kaydırdı, işleri tıkır tıkır yürüyor. Ama Fransız, Alman vatandaş işini kaybediyor, eskisi gibi kazanamıyor. 

Vergi vs. gelirleri azalan devletler, mevcut standartları korumak için o kadar borçlandı ki, artık bu borçlar ödenemez hale geliyor. Yunanistan’ı kilitleyen buydu. Devlet emeklinin maaşını ödeyemez hale geldi. İtalya, İspanya, Portekiz vs. de aynı durumda.
Fransa da farklı değil. S&P kredi notunu boşuna düşürmedi. Kamu borçları 1,7 trilyon Euro’ya tırmanmış. Bu, YSYİH’nın yüzde 86,2’si demek. Fransa, emperyalist devlet geleneğini bir türlü bırakamayıp asker-silahlanma giderlerini yüksek tuttuğu için ekonomide zayıf kaldı. Bu yüzden Fransızlar, alttan alta Almanya’ya gıpta ederler. 

Geçen hafta Der Spiegel’de bir yazı çıktı ve Courrier International bunu Fransızcaya çevirip yayınlayınca okuma şansım oldu. Yazıda ülkenin rekabet gücünün nasıl yerlerde sürüldüğü anlatılıyor. Örneğin Fransızlar brüt ücret üzerinden devletin Almanya’da yüzde 28 vergi alırken, kendilerinden yüzde 49 alınmasını “felaket” olarak değerlendiriyor. 2000-2010  yılları arasında işgücü maliyetlerinin Almanya’da yüzde 19 artarken, Fransa’da yüzde 39 artması, Fransa’daki şirketleri yurtdışına “kaçma”nın eşiğine getirmiş.
Ekonomide AB’nin patronu kuşkusuz Almanya. Ama “pazarı” durumundaki ülkeler kemeri sıktıkça zora girecek.  
Herkes birbirine “kayış atma” derdinde. Yunanistan gibi zayıf ülkelerin büyüklere “kayış atma” şansı olmadığına göre, faturayı vatandaşına yıktı; “Teknokrat hükümetler” ile ipleri IMF ve Avrupa Merkez Bankası’na teslim ettiler.
Fransa, biraz işin “organizasyonu” ile öne çıkmayı planlıyor. Zaten Sarkozy, “Bakın, AB’yi krizden ben çıkardım” diyecek bir gerekçe bulamazsa, gelecek ilkbaharda sandığa gömülecek.  
Almanya, ağırlığı ekonomiye veriyor. Bütün ülkeler şakır şakır Euro istemiyor mu? Almanya para musluklarını açabildiği ölçüde bütün ülkelerin iplerini de eline almış olacak. Alman sermayesi, 2. Dünya Savaşı ile fethedemediği Avrupa kıtasını ele getirmek için önündeki bu fırsata bakıyor.
 “Merkozy” diye anılmaya başlayan Sarkozy ve Merkel ikilisinin “yeni Avrupa”planları da bu.
Ne istiyorlar?
·         Finansal ve mali denetim (İplerin tamamen Berlin’e geçmesi-İngiltere’den itiraz beklerim-, daha fazla vergi, daha az sosyal devlet.).
·         Emek piyasasının yeniden düzenlenmesi (Ücretlere sert bir fren, emeklilik yaşının yükseltilmesi, örneğin İtalya’da 66’ya çıkacakmış).
·         Vergi oranlarının uyumlu hale getirilmesi (Fakir ülkelerin daha fazla vergilenmesi).
·         Bütçe açıklarının yüzde 3’de tutulması (Fransa’da oran yüzde 7)
·         Avrupa fonlarının Euro bölgesinde kullanılması (Türkiye’ye vs. AB musluklarını kapatma).
 “Finansal kriz”, küresel sermayenin ipleri daha fazla ele geçirmesiyle çözülüyor.
Türkiye’deki 2001 krizi gibi!
Merkozy’nin kuracağı “Yeni Avrupa”,  hem devletler hem de toplum ve sınıflar arasında daha adaletsiz bir Avrupa olacak.
İyi pazarlar


12 ARALIK 2011, Pazartesi 

5 Aralık 2011 Pazartesi

Zorunlu askerlik fakire kaldı!


Kendimi bildim bileli, erkek sohbetlerinin konusu aynı: “askerlik hikayeleri”. İki erkek bir araya gelmeye görsün, laf kadın kız muhabbetinden dönüp dolaşıp askerliğe gelir ve bıkıp usanmadan konuşuruz. Komutandan yediğimiz dayağı, işittiğimiz küfrü bile iştahla anlatırız. Şimdi “adalet ve kalkınma” hükümeti, 30 bin lirayı bastıran zengin çocukları için zorunlu askerliği kaldırarak, geyik ortamlar için tam bir adaletsiz durum yarattı... 


Asker elbisesi giymemek, eline bir silah bile almamak, anlatacak askerlik hikâyesi olmamak… 
Şu zengin, paralı aile çocuklarının düştüğü duruma çok üzülüyorum… 
Zavallılar, artık erkek meclisinde tık laf edemeyecek, erkeklerin bulunduğu yerlere sokulmaya çekinecek, erkek sohbetine katılamayacak, iki laf etmeye yüzleri olmayacak! 
Şaka bir yana, “zorunlu askerlik” zengin için fiilen kaldırıldı...
Adı bile konulmadan ve adaletsizliklerle.
“Bedelli”, ne bizim toplumsal kültür ve geleneklerimize uyuyor, ne de sanıldığı gibi AB’ye…
Bedelli,  “Mehmetçik” kültürümüze kocaman bir darbe vuruyor.
Ayrıca soruyorum, hangi Avrupa ülkesinde “Ya bedava askerlik yapacaksın ya da şu kadar para vereceksin” diye bir uygulama var?
Gerçek şu ki, devletler kalabalık askerler beslemek istemiyor.
Ülke kalkınmasının yolu, askeri harcamaları kısmak, parayı askere, silaha değil eğitime, sanayiye, bilime, teknolojiye, kalkınmaya vs. ayırmaktan geçiyor.
Askerliğin “vatan borcu” sayıldığı dönemler geride kaldı.  Artık, bir vatandaşın ülkesi için yapacağı en iyi şey, eline silah almak değil.
Dev askeri bütçeler, kalkınmanın önünde bir engel olarak görülüyor. ABD gibi silah üretimini ekonomisinin can damarlarından birisi haline getiren, onunla para kazanan birkaç ülkeyi bir kenara bırakırsanız, herkes askeri harcamaları kısmak, refaha, üretime, bilime, eğitim ve sağlığa daha çok kaynak ayırmak istiyor. 
Türkiye’de bu sürece katılmak durumunda.
Ve askerlik süreleri kısalıyor. Hiç birimiz babamızdan, dedemizden dinlediğimiz gibi 5-10 sene askerlik yapmadık. Benim devremde kısa dönem 8, uzun dönem 18 aydı. Şimdi kısa 6 ay, uzun dönem 15 ay. 15 ayın ilk etapta 9 aya, ardından 6 aya düşürülmesinin hükümet kanadında hazırlık yapıldığını biliyoruz. 
Ve… zorunlu askerlik tamamen kaldırılacak, “profesyonel-paralı askerlik” gelecek.
Bakınız, zorunlu askerliğin kalktığı ülkelerden bazıları ve kaldırılma tarihleri şöyle:
ABD (1973), Belçika (1994), İngiltere (1960), Bosna Hersek (2006), Bulgaristan (2008),  Fransa (2001), Hırvatistan (2008), Hollanda (1997), İspanya (2001), İsveç (2010), İtalya (2004), Litvanya (2006), Macaristan (2004), Lübnan (2007), Polonya (2008), Romanya (2007),  Portekiz (2004), Slovenya (2003).
18 aylık askerlik sadece  Cezayir, İsrail, Kuzey Kore gibi ülkelerde kaldı.
Ayrıca zorunlu asker illa da silah altında olmak anlamına gelmiyor. Zorunlu askerlik olan ülkeler  “sivil alternatif hizmet” seçeneği sunuyor. Vatandaş kendi meslek alanında bir işte çalıştırılarak da, asker elbisesi giymeden askerlik yapmış sayılıyor. Çalışırken parasını alıyor ve normal askerlik süresi bitince ayrılıyor.
Genelkurmay, personel sayısını açıkladı. Buna göre, TSK, general/amiral (365), subay (39 bin 975), astsubay (95 bin 824), uzman jandarma (24 bin 700), uzman erbaş (40 bin 515),  yedek subay (6 bin 829), erbaş/er (458 bin 368) ve sivil memur/işçi (53 bin 424) olmak üzere toplam 720 bin kişiden oluşuyor.
Yani, her bin TC vatandaşından 10’u asker!
 “Asker millet” olmakla övünmek mi gerekiyor,  bilmiyorum.
Ama durumun AB’ye ters olduğu muhakkak. AB’de asker sayısının ülke nüfusuna oranı binde 1,4 (İsveç) ile 5,8 (Fransa) arasında değişiyor. Koskoca Almanya, asker sayısını 150 bine düşürmeyi planlıyor. Tabi Yunanistan’ı (yüzde 14) bir istisna olarak ayırmak gerekiyor. Kriz jetonun düşmesini sağladı, komşu, zorunu askerliği 2012’de kaldıracak. 
Unutmadan, “terör” çevresinde yaratılmaya çalışılan hassasiyetlerin içinin boş olduğu da kanıtlandı bence. Gerçi çözüm siyaset, hukuk, demokrasi içinde değil,  şiddet ve “bastırma”da aranıyor. Ama yönetim bu işi “mehmetçik” ile değil polis ve asker “özel” birliklerle halletmeye hazırlanıyor.  Tabi bu durumda, adı konulmamış kardeş kavgasında yer almayı vicdani açıdan reddetmek isteyenlere, vicdanlarını rahatlatacak bir formül de şaşırtıcı olmayacaktır.  
İyi pazarlar…

 

05 ARALIK 2011, Pazartesi