10 Nisan 2012 Salı

Teşvik paketi, sağ elle sol kulağı göstermek…




Başkent Ankara… Adliye Sarayı’nın önü televizyon kanallarının canlı yayın araçlarıyla dolu. Belli ki medyanın bütün ilgisi burada. Boru değil, içeride “12 Eylül yargılanıyor!” Orta yere mikrofonlar, kameralar yerleştirilmiş. İçerden gelecek iki kelimelik bir açıklama bekleniyor. Bütün kanallar burada. Hepsi yargılamadan yana. Hem iktidar, hem muhalefet partileri davacı rolünde. 12 Eylül’ün darbecilerini, işkencecilerini kimse savunmuyor…. 



Meydan, 12 Eylül yönetiminde asılan, işkencede öldürülen, “kaybolan”gençlerin resimleriyle dolu. Dönemin mağdurları adına sadece 50-60 kişi duruşma için “akredite” ediliyor. 
Davanın mağduru, milyonlar…
Ama sanık sandalyeleri bomboş…
Beklerken sıkılıp çevrede geziniyoruz. Adliye Sarayı’nın hemen karşısındaki Dil Tarih Coğrafya  Fakültesi önünde bir olay.
Kameralar bir grup gence doğrultulmuş. Grubun çevresini polis sarmış. Yaklaşıp soruyorum gençlerden birisine. Belli ki, öğrenci. “Protesto ediyoruz” diyor.

-          Neyi protesto ediyorsunuz?
-          Eli silahlı,  bıçaklı gruplar okulumuza saldırdı. Arkadaşlarımızı hastanelik etti. Bir değil, iki değil…
-          Bu durumda gidip polise başvurmanız gerekmiyor mu? 
-          Nasıl başvuracağız ki? Zaten bu saldırılar polis desteğinde yapılıyor. Polisten destek alamasalar yapamazlar.”
Bu manzara sıkıyönetim, olağanüstü hal ve 12 Eylül günlerini hatırlatıyor. Sanki soluğu ensemizde…

Evet, simgeseldi, yetersizdi, Evren ve Şahinkaya sırf resim çektirmek için bile olsa sanık sandalyesine oturtulmamıştı. Ama bu kadarı bile demokrasi açısından hepimizi umutlandırmıştı.  
Oysa caddenin karşısında gördüklerim, beni 12 Eylül’e götürdü…
Demek ki,  daha yolun çoook başındayız.
Bu gözlemi yazmaktan kendimi alamadım. Ama bu Pazar sizle paylaşmak istediğim şey, hükümetin açıkladığı yeni teşvik paketi.
Öncelikle,  belirtmek isterim ki, AK Parti hükümetinin seçim zaferlerinin kaynağı, ekonomide kaydedilen başarıydı.  2011 gibi bir yılı yüzde 8,5 büyüme ile kapatmak hiç hafife alınmamalı. Ancak dış kaynak, borçlanma ve ithalatla yaratılan bu durumun sürdürülemez olduğu da çok açık.
Maalesef teşvik paketlerinin etkisi öteden beri sınırlı kalmıştır. Hep en yüksek oranlı teşvik Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya verilir. Ancak yatırımlar buralara değil, Marmara’ya gider.  Buralara verilen teşvikler de siyasi rantın dışına pek çıkmaz.  
Gelelim Bursa’ya…
Bursa gelişmiş bölge kabul edildiği için bu teşviklerden yararlanmaz. Ancak bu sefer ilginç bir şey oldu, örneğin Mustafakemalpaşa, Uludağ ve Dağyenice’de yapılacak yatırımlar “5. Bölge” kapsamına alındı. Yani burada yapılacak yatırımlar için vergi indirimi yüzde 40, sigorta prim desteği 7 yıl, faiz desteği de Türk lirası için 5, dolar için 2 yıl olarak uygulanacak.
Mustafakemalpaşa, Uludağ ve Dağyenice’de yapılacak yatırımların teşvik kapsamına alınması kuşkusuz yatırımcılar açısından çok sevindirici. Düşünsenize,  100 liralık yatırım için cebinizden çıkacak para yaklaşık 60 liraya düşecek, işçinizin sigorta primini 7 yıl boyunca devlet ödeyecek…
Ancak, hedefiniz  “cari açığı azaltmak” olunca, iş değişiyor.  Zira Uludağ ve Dağyenice’ye yapılacak yatırım olsa olsa turizme dönük yatırım olacaktır ve onun da daha çok “TL” müşterisi  olduğunu biliyoruz.
Kanımızca, döviz kazanmak, cari açığı azaltmak için Bursa’da başta otomotiv, tekstil ve makine olmak üzere, hammadde ve ara malı üretimine teşvik hedeflenmeliydi.  Zira açık buralardan geliyor. Bu sektörlerde kullanılan makine, hammadde ve ara mallar büyük ölçüde ithal.
Örneğin Bursa’nın gururu olan yerli tramvay “İpekböceği” için Durmazlar Makine’ye teşvik var mı? Tramvay ihracatı yeni bir ihracat kapısı açacak potansiyelde.  
Alın size, enerji… Ermaksan’ın rüzgâr enerjisi için bürbin-rotor üretme girişimi olduğunu biliyoruz. Buna teşvik verilerek, ucuz fiyata yerli rüzgâr santralları yapılsa, elektrikte doğalgaz faturası azalsa fena mı olur? Şu anda ithal makineler yüksek fiyatları ile hem döviz kaybı, hem de 1000 dolar/kilovatt yatırım maliyeti senelerdir bir dirhem inmiyor.  Çıkarılmayan Volfram madeni, kara tezgâh aşamasında noktalanan tekstil makineleri üretimi vs. Liste uzun…

Duyurulur…


  
9 Nisan 2012

3 Nisan 2012 Salı

Flaş… Flaş… Şok gelişme!



Sevgili okurlarım, bu Pazar sizlere, meslek hayatımın en “atlatma”, “şok” haberini sunmanın heyecanını yaşıyorum! 


Tanıyanlarınız bilir, bir süredir Ankara’da yaşıyorum. Başkentte devlet yönetimi en üst düzeyde toplandı. Başbakan R. Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Genel Kurmay, MİT, emniyet ve Özel Kuvvetler’in başındaki bütün isimler dün gece saat 00.00 sıralarında toplanarak, devrim niteliğinde kararlar aldılar...

Hafta sonu ve herkesin tatil rehavetinde olmasından yararlanarak, basını da atlatan devlet zirvesinin, ülkenin kangren sorunlarına kalıcı çözümler getirdiği ortaya çıktı.
Edindiğim bilgilere göre, bundan böyle Türkiye’de artık kan akmayacak; kardeş kavgası, her türlü terör sona erecek. Sürpriz şekilde çıkarılmış yeni Anayasa’ya göre, artık, Kürt, Çerkez, Laz vs. bütün vatandaşlar, kendi ana dillerini istedikleri gibi kullanacak, eğitim yapabilecek; kimse konuştuğu dilden,  kıyafetinden, doğduğu bölgeden, dini inancından veya inançsızlığından dolayı sorun yaşamayacak.  Yerel yönetimler güçlendirilecek, vatandaş yönetimde daha fazla söz ve karar sahibi olacak. Kürt siyasetçilerin demokratik talepleri yerine getirilince, dağda tek bir terörist kalmamış. Herkes silahını bırakıp bu sabahtan itibaren köyüne, kasabasına, evine, işine dönmeye başlamış bile. 
Artık herkes ülkesine, hukuka, bayrağına, askerine, polisine, öğretmenine, işçisine sahip çıkacak; birbirini Türkiye Cumhuriyeti’nin kardeş ve eşit haklara sahip vatandaşı olarak kabul edecek.
Aynı şekilde artık aleviler ve diğer inanç grupları ve ateistler üzerindeki her türlü sınırlama kaldırıldı. Devlet, artık tam anlamı ile laik oldu, yani hiçbir inancı diğerinden üstün görmüyor. Diyanet İşleri Başkanlığı kapatıldı.  Devlet artık “memur din adamı”  uygulamasına son verdi. Din eğitimi ve ibadet tamamen sivil toplum kuruluşlarına bırakıldı. Cami, Cemevi, kilise vs. bütün ibadet yerleri, kendi giderlerini vakıflar ile cemaatinden toplayacağı gelirlerden karşılayacak. Devlet, isteyen her inanç grubuna ibadet ve okul için yer tahsis edecek, altyapısını götürecek, ancak ibadet,  din eğitimi ilgili kesimin kontrolünde olacak.  Devlet sadece okulları yasalara ve hukuka uygunluk açısından denetleyecek, bir grubun diğeri üzerine baskı kurmasını önleyici tedbirleri alacak.
Çocuklar nasıl Fransa’da 16 yaşına kadar zorunlu eğitime tabiyse,  burada da öyle olacakmış. Hani şu kavgalı yasa, 4,4 falan deyip 8 yılı delmek ve çocukları 10 yaştan itibaren imam okuluna çekme tuzağı değilmiş!
Hem artık devlet okullarında öğrencilere sadece fen, matematik, tarih, coğrafya, vatandaşlık, uygarlık okutulacak. Temel eğitimin amacı gençleri ezberci, dinci-kinci “kuzu” gibi itaatkar, teslimiyetçi yapmak değil, onları iyi bir vatandaş, iyi bir anne-baba, iyi bir meslek sahibiyasaya-hukuka saygılı, çalışkan, dürüst, özgür bir insan olmaya hazırlamakmış.
Memlekette fakirlikten kaynaklanan kapkaç, hırsızlık; geçimsizlikten kaynaklanan karı koca kavgaları, cinayetler; adaletsizliklere tepkiden kaynaklı “çevik kuvvet” vs. ihtiyacı olmayacağından, jandarma ve polis sayısı da hızla azaltılacak. Yetkiler, “Artık memlekette asayiş sorunu olmadığı için, polise jandarmaya yapacak iş de kalmadı. Bu yüzden bu insanları başka alanlarda istihdam etmeyi planlıyoruz” dediler.
Sık sık gördüğümüz kalkanlı robocoplar, yüzleri maskeli, ayaklı cephane gibi dolaşan polisler artık bu yüklerden kurtularak, kendilerine yeni işler bulacak ve aileleriyle yaşamanın keyfini sürecekler.  Tabi en ilginç görüntüler de teröristlerde yaşanacak. Yıllarca dağda yaşayan ve sadece silah kullanmayı bilen bu insanların artık, mağara yerine evin kapısından girme,  roket, bomba yerine mısır patlatma,  silah yerine eşlerini, sevgililerini okşamayı öğrenmelerinin zaman alacağı belirtildi.
Asıl bomba da ekonomide patladı. Geleneksel patronlar kulübü TÜSİAD ile yeni “abdestli kapitalist” MUSİAD vs. üyeleri artık kar hırsı ile vatandaşı inim inim inletmekten vazgeçecekler.  Artık iş çevirenler değil, iş yapanlar kazanacak. Gelir adaletsizliği düzelecek. Türkiye,  ithalata dayalı “açık ekonomisi”nden vazgeçti. Ülkede hiçbir yabancı üsse izin verilmeyecek, öyle “ortak tesis, ortak istihbarat” palavralarını yemeyeceğiz. Biz AB’ye değil, AB bize yalvaracak.

1 Nisan gününüz kutlu olsun!

  2 Nisan 2012