19 Şubat 2013 Salı

Soba başında gerçek hikayelerimiz…





“Doğduğu köye gitmek”, birçok insan gibi benim için de biraz “inziva”  anlamı taşır. İş “Memleketi kurtarmak” oldu mu, merak etmeyin köylerin kent merkezlerinden fazla bir farkı yoktur, yönetilen algılarımız burada da işbaşındadır. Yaratılmış önyargıları, öğrenilmiş çaresizlikleri,  taştan anıtlar gibi bulursunuz karşınızda. 
Ama konu yaşanmışlıklar, dostluklar, anılar olunca, tadına doyulmayan sohbetler insanın kafasını adeta boşaltır, bol kahkahalı sohbetlerin sonunda kafanızın içinin boşalıp hafiflediğinizi hissedersiniz. Fark ettim ki, insanı,  toplumu anlamak için en sağlam zemin burası...

Köy sohbetleri eskiden evin adeta merkezi olan “ocak” başında yaşanırdı. Şimdi, evlerde aynı zamanda yemek pişirme yeri olarak da kullanılan eski ocaklar yok. Soğuk ve uzun kış gecelerinin neşesi, odun-kömür sobasının çevresinde oluşuyor.  Zaman zaman yüksek sesli, gürültülü, bol kahkahalı sohbetlerde insanlar ne konuşuyor da böyle coşuyor diye merak ediyorsunuzdur bekli… Ama inanın burada konu hiç önemli değil. İnsanlar ne yapıp ediyor, hayatına dokunan bir şeyi mutlaka buluyorlar, hem de en sahici haliyle…

Erkek erkeğe sohbetlerin bu mevsimde ana konularından birisi av. Domuz, tavşan avı… Bu yıl bu çevrede fazla domuz yokmuş. Domuzlar mısır, buğday tarlalarına zarar verdiği için köylüler domuzu sırf öldürmek için çıkıyor ava. Öldürüp bırakıyor; kimi zaman da ölü domuzu etini köpeklerine yedirmek için eve yakın bir yere getiriyorlar. İnsanlar domuz edi yemiyor. Ama anlaşılan köpeklere verilmek için kesilen yaban domuzlarının kıpkırmızı etini iştahı çeken de olabiliyor... Şaka değil, küspe yok, hormon yok, tamamen doğal, organik, sığır eti gibi et bu… Dinimizde bu etin yenmesi niye yasaklanmış ki! Sabahtan akşama kadar dağ dere koş, takır takır fişek at, kıpkırmızı etini köpeklere ver!
Ve tabi askerlik anıları…Askerlik anılarının demirbaşlarından birisi de sopaydı. Genelde herkes komutanından yediği dayağı anlatırdı. Öyle ya, gizlenecek bir şey yok. Zaten sen “Ben askerde sopa yemedim, kimse anama sövmedi” dersen kimse sana inanmaz.. Bunlar sanki “Allahın emri”dir…
Ama dikkat ettim, son senelerde sopa azalmış. Askerlik anılarının en gözde konusu “terör”… Askerliğini  Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yapan herkesin mutlaka anlatacağı bir şeyi oluyor.
Hakim duydu, genelde “kahramanlık”… Özellikle askerliğini “özel tim”, “komando” olarak yapanlar pür dikkat dinleniyor.  Arkadaşını bir çatışmada kaybedenler; günler, hatta haftalarca dağda kalıp saç sakal bıraktıktan sonra  dönünce kapıda “terörist”diye üzerine silah doğrultulanlar..
Bazen alttan alta bu insanlarla gurur duyuyorsunuz.
Bazen de kanınız donuyor…
İşte size birkaç anekdot:
Erzincan’ın bir köyündeyiz. Çevrede terörist görüşmüş dediler. Aradık taradık bir şey yok. Sonra karakolun karşısında bir yerde kazara ortaya çıktı. Eyvah çevremizi sarmışlar dedik. Herkes eline geçen silahla rastgele ateşe başladı. Saatlerce gümbür gümbür atış yaptık. Kurşun ve bombalardan dikili ağaç kalmadı. Ateş kesildi, aradık taradık kimse yok. İki gün sonra bir çoban bağırmaya başladı, terörist burada, diye bağırıyor. Vardık ki, teröristin ellerini ayaklarını bağlamış çoban. Meğer biz ateş ederken bir yere gizlenmiş, orada da aç kalmış halsiz düşmüş. Komutan “canlı getirmeyin” dedi. Gittik, adamın eli kolu bağlı, mecbur alıp karakola getirdik. Komutan bir sürü dayak attı, sonra serbestsin defol git, dedi. Terörist vurulacağını anladı, yalvarıyor. Sonra dışarı çıkardılar. Arkasını döndüğü bir anda ateş edip öldürüldü. Kaçıyordu, vurduk diye rapor düzenlendi”.
Bizim çevrede terör kalmamıştı. Kimini öldürdük, kimisi kaçtı, dağıldılar. Fakat bu özel tim komutanı rahatsız olmaya başladı. Kasaba çok güzeldi, rahatımız yerindeydi. Vali, bakanlığa yazı yazacak, bizi Güneydoğu’ya gönderecekler diye korkup plan yapmışlar. Bir gece karakol, kaymakamlık binası vs.  tarandı. Ölen, yaralanan olmadı. Bize dışarı çıkmayın dediler. Televizyonlarda teröristler ilçeyi bastı diye haber yapıldı. Bizim komutan olayı kutlamıştı.”

“Birgün bizim Albay, kasabanın belediye başkanına takmış. ‘Hepiniz Ermenisiniz’ demiş, ana avrat sövmüş. Başkan da altta kalmamış, ‘elinden geleni yap’ falan demiş. İş inada bindi. Komutan bize, ‘Bana sağ bir terörist getirin. Makam arabasında bana yemek getirtti diye ifade verdirteceğim, içeri tıkacağım bu  pezevengi’ dedi…”
İnsanı, toplumu anlamak için soba başı sohbetlere hepimizin ihtiyacı var diye düşünüyorum.

İyi pazarlar…


11 Şubat 2013 Pazartesi

BAHÇELİ, SAĞDUYU VE PARADİGMA...

Bahçeli, sağduyu ve paradigma…





TBMM’de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret ettik. Bursa’da ekonomi basınının emektarlarından dostum Orhan Çelik, Kent Gazetesi’ndeki yazar ve yöneticilerle Ankara’ya gelip sayın Bahçeli’yi ziyaret edeceğiz, deyince ziyarete katılmak istedim. Bu fırsatı değerlendirip, ben ‘80’lerin başında üniversite öğrencisiyken, çiçeği burnunda bir öğretim üyesi olarak bir dönem “Türkiye Ekonomisi” dersine giren Bahçeli ile son gelişmelere ilişkin sohbet fırsatı yakaladım. 

Gazeteciler MHP liderini yakalayınca ne yaparsa biz de onu yaptık aslında ve konu döndü dolaştı “Terör”, “PKK” konusuna odaklandı.  Galiba pek de fena olmadı,  bu konu sadece partinin en hassas, hatta kimine göre varlık nedeni saydığı bir konu değil, aynı zamanda gündemin tepesine yerleşmiş bir konuydu.

Öncelikle dikkatinizi çekmek isterim ki, bu konu bütün siyasi partilerin ezberini bozmuş… Meclis dışındaki küçük partileri bir yana bırakalım, Ak Parti, CHP, MHP, hatta BDP bile siyasette yepyeni şeyhlerle karşı karşıya…
Bütün siyasi partiler yeni duruma uyum sağlamada gelgitler yaşıyor…
Baksanıza on senedir devleti yöneten ve adeta devletle özdeş hale gelen Ak Partihükümetinin Başbakanı bir yandan olayın demokratik, barışçı bir şekilde çözülmesi için PKK’nın lideri Öcalan ile müzakerelerin sürdüğünü duyuruyor; diğer yandan da “Biz terör örgütü ile görüşmeyiz, bu işi güvenlik birimlerimiz yapar” demek zorunluluğu hissediyor. BDP bir yandan “Muhatap biziz, hükümet Kürt sorununun çözümü için bizimle görüşmeli” diyor; diğer yandan İmralı’ya gidip Apo ile görüşmeyi de kendileri yapmak isteyecek bir kafa karışıklığı yaşıyor.
CHP, bir yandan “Sorunun çözümü için yapılan her türlü girişime, müzakereye destek” açıklıyor; diğer yandan “Apo ile görüşüyorlar” diye hükümete veryansın ediyor…
Peki bu konuda politikasını başından beri değiştirmemekle övünen MHP’de durum nedir?
MHP’de Bahçeli ile belirginleşen en önemli değişim, şiddetten, sokak kavgalarından uzaklaşmak… Bazıları hiç boşuna, “Binlerce ülkücü sokaklara dökülür” diye heveslenmesin, derim!
Bahçeli sohbet sırasında sorularımızı yanıtlarken en çok hükümetin gelgitlerinden yakındı:
PKK ne istediği konusunda net ifadeler kullanıyor, isteklerini net söylüyor. BDP de net ifadeler kullanıyor. Ama Hükümet kamuoyunu aldatma içinde. İfade ettikleri bu ‘çözüm süreci’nden neyi anladığını, bununla ne yapmak istediğini açıkça ifade etmiyor. Ortada bir ‘Analar ağlamasın’ lafıdır gidiyor… ‘Analar ağlamaya devam etsin, ağlasın’ diyen kimse var mı?”
Bahçeli, toplumun bölünmek istemediğinden emin.
Hükümet kanadı bir yandan “müzakere süreci” diyor, diğer yandan sanki PKK’cıların derdi canlarını kurtarmakmış gibi, silahını bırakanların istediği ülkeye gidebileceğinden söz ediyor.
Bahçeli hükümetin bu şekilde bir sonuç alamayacağından da emin:
Bir taraftan da dağda 27 yıl kalan biri sizce niye o kadar sene dağda kalmıştır? Siz hiç elinize silah alıp dağa çıkmak ister misiniz? Para verseler bunu yapar mısın? Bir davası, amacı olmayan insan dağa çıkar mı hiç? Silah bırakma deniyor... Siz bir yasada ufak tefek değişiklikler yaptık, falanca hakkı tanıdık dediniz diye  silah bırakacaklarını mı sayıyorsunuz?”
Kürt sorununa en katı yaklaşımıyla bilinen MHP lideri Bahçeli’nin bu tespitlerine katılmamak mümkün mü?
Ama iş çözüm noktasına gelince MHP’nin artık bütün hesaplarını şiddet değil, seçim ve oy üzerine yapan bir parti haline gediğinden şüpheye düşebiliyorsunuz.
Örneğin, Cumhurbaşkanı Gül’e sunulan resmi raporlardaki en önemli tespitlerden birisi şu: “Önce PKK’yı bitirelim, sonra Kürt sorunu çözeriz görüşü artık gerçekçi değildir”… Çünkü güvenlik öncelikli politikalar örgüte halk desteğini artırıyor!
Sonra, “Türk milletinin birliği” kaygısı…
Bu ülke sınırları içinde yaşayan şu kadar milyon insan “Ben Türk değilim kardeşim, Kürdüm” diye tutturuyorsa, Türk kavramının artık eskisi gibi algılanmadığını görmek gerekmiyor mu?
Ve madem ki demokraside aslolan vatandaşın isteği, desteği,  oyu,  rızasıdır…
O zaman kendisine Türk diyen kadar, Kürt, Çerkez, Arnavut vs. diyenlerin de kendisini bulacağı yeni ve birleştirici bir kavrama ihtiyacımız yok mu?
CKMP’nin “Milliyetçi Hareket Partisi” adını almasının yıldönümü olan 9 Şubat’ta, geleneksel millet/ulus paradigmasını gözden geçirmesi gerekmiyor mu?

4 Şubat 2013 Pazartesi

Yaşasın, 60 lira kazanıp 100 lira harcıyoruz!


  Bu yazı 04 Subat 2013, Pazartesi 12:29:42 eklenmiştir.

Gazetecilikte galiba en büyük savaş “haber” alanında veriliyor… Herkes olayı işine geldiği gibi verme peşinde… “Haber” propagandanın bir parçası olmuş. “Ben gerçek durumu olduğu gibi vereyim, yorumu okur yapsın” diyene rastlamak gerçekten zor. Üstelik bu, yoruma, çarpıtmaya en kapalı görünen ekonomi haberleri alanında bile böyle…


Sevgili okurum, bu yazı için bilgisayarın başına oturduğumda, Ankara’da bombalı bir günün akşamıydı. Başkentin en merkezi yerlerinde, TBMM’ye yakın bir bölgede, Ankaralıların sokağından bile polis araması ile geçtikleri bir yerdeki Amerikan Büyükelçiliği’nde bomba patladı, binanın girişi ceset parçalarıyla doldu.
Saklanacak, gizlenecek bir şey değildi, bütün sokaklar tutulmuş, insanlar panik içinde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bizim yöneticiler, ilk ağızda kanıksanmış refleksleriyle hemen topu taca atmaya yelteniverdi! Ortada ne fol var ne yumurta, hemen El Kaide, PKK, İran vs. senaryoları düzmeye başladılar.
Neyse ki, olay yeri ekibi çok hızlı çalıştı, kamera görüntüleriyle “canlı bomba” tespiti yapıldı, THKP-C diye bir sol bir örgütün adı zikredilmeye başlandı. Senaryolar birden değişti.  Bir ara, canlı bomba olarak adı açıklanan vatandaşın bir yerlerden çıkmasını bile  düşünmedim değil… Umarız gerçek neyse ortaya çıkar da, gerçek yerini bulur.
İnternetteki haberlere bakıyorum… Başbakan “Başbuğ’a terörist diyeni tarih affetmez” demiş… Bu insan, “Ergenekoncu” ilan edilmiş, “terör örgütü lideri” olduğu iddiasıyla hapse atılmıştı…
İyi de şu hale bakın… Basın sadece bir habercilik, aktarma işi yapmıyor, coşkulu bir taraftar edasında… Başbuğ paşayı “Terörist” yaparken de, ona terörist diyeni tarih önünde yargılamaya gönderirken de aynı kararlılıkta…
Her halükarda siyasi iktidara tam destek…
Temel saik bu…
Hani basın “Dördüncü Kuvvet” olacaktı, tarafsız, objektif olacaktı…
Hani toplumun genel çıkarı için bütün erklere, güç odaklarına yapıcı eleştiriler yönetecekti, gerçeğin sesi olacaktı, iktidar da muhalefet de bundan yararlanacaktı… Haberi olduğu gibi verip, yorumu kamuoyuna bırakacaktık…
Basının topluma gerçek faydası, “Dördüncü kuvvet” rolü budur.
Ama galiba basın patronlarının “kuvvet” ve “fayda” sözcüklerinden anladıkları çok başka!  
Bakınız, TUİK, geçtiğimiz hafta 2012 yılının dış ticaret verilerini açıkladı. Akşam televizyonlar, söz birliği etmişçesine haberi “İhracat rekoru” diye verdiler.
Aralık 2012 ihracatı, Aralık 2011 ihracatından yüzde 1,4 daha fazlaymış. Rekor bu…
İhracatın artışı, düşüşü, bunun nedenleri, sonuçları ayrı şey.
Ama gazetecilik açısından bizde işin namusu, olayı okura olduğu gibi vermektir.
30 yıla yakın ekonomi haberciliğinin içinde olan birisi olarak, gazetelerde deneyimli muhabir kalmadığını bildiğim için, bu haberi –adını yazmayacağım ama tahmin etmeniz zor değil- memleketin en büyük ve en iddialı ekonomi gazetesinden öğreneyim dedim.
Gözlerime inanamadım: Gazetedeki ihracat haberi, TUİK’in sitesinde yayımlanan basın bülteninin birebir kopyası. Metin kopyalanmış, sayfaya yapıştırılmış. Satırı satırına aynı!
TÜİK, son dönemde enflasyonu, cari açığı düşük göstermek için hesaplama yöntemleriyle oynadığı yolunda eleştiri alsa da, ülkemizin en ciddi veri merkezi.
Habercinin görevi, verileri almak, objektif bir şekilde haberleştirmektir. 
Ekonomi muhabiri, rakamların dilinden anlayan kişidir. Yoksa ekonomi gazetesinde ekonomi muhabiri de mi yok?
TÜİK açıklamasının konusu, “2012 yılı dış ticaret verileri”…
Ama koskoca ekonomi gazetesi “dış ticaret” deyince sadece ihracatı görmüş!
Evet ihracat 152,5 milyar dolara yükselmiş…
Ama gazete okuru, ithalat rakamının ne olduğunu öğrenemiyor!
İthalatın 236,5 milyar dolar olduğunu ancak TUİK sitesinin köşelerinden öğreniyoruz…Basın bülteni tamamen “asayiş berkemaldır müdürüm” vizyonuyla hazırlanmış, gazete de aynen alıp sayfasına koymuş.
Ne varmış bunda kardeşim, objektif olacağım diye gerçeği yazıp, milletin moralini mi bozayım” denilebilir mi?
İşte sorun burada… Bu tür hilelerle, siyasi iktidara yağcılık olsun diye dış ticarette her şeyi güllük gülistanlık göstermenin ne hükümete ne memlekete bir faydası var.
Türkiye 236,5 milyar dolar ithalata karşılık 152,5 milyar dolar ihracatla bir yere gidemez… Bu mekanizma bugüne kadar ülkeyi değil, sadece yönetenleri zengin etti. 
60 lira kazanıp 100 lira harcayan birisin geleceği olabilir mi?
İşte dış ticaretimizin gerçeği bu.

İyi pazarlar...