“Zorunlu din dersi Anaokullarında başlasın mı başlamasın mı?”
Bugünlerde eli mahkum bunlara kafa yoruyoruz. Anlaşılan birileri zaten kararı vermiş de, politikaya işin kamuoyunu hazırlama kısmı kalmış…
Ya da eceli gösterip sıtmaya razı etme…
İnsanın, hiddetlenip “çakma laiklikle buraya kadar” diyesi geliyor…
Sevgili okurum, oldum olası hiçbir şeyin nedensiz olmadığına inanırım. Mutlaka her şeyin bir kaynağı, bilimsel bir nedeni; tabi bir de sonucu oluyor.
Hem de öyle düşünsel, fikirsel vs. değil; bal gibi maddi, elle dokunulur; cebe, banka hesabına girecek nedenleri, sonuçları!
Hem de öyle düşünsel, fikirsel vs. değil; bal gibi maddi, elle dokunulur; cebe, banka hesabına girecek nedenleri, sonuçları!
Bu yüzden de toplumsal olay ve olguları anlamak için öncelikle ekonomiye kafa yorarım.
Ancak öyle şeyler yaşıyoruz ki…
Okullarda başörtüsü serbestliği (siz buna tesettürü özendirme planı da diyebilirsiniz) ardından, “zorunlu din eğitimi ana okullarında başlasın mı başlamasın mı” tazyiki de şeytanın yazmaya dürttüğü konulardan birisi oldu.
Televizyon ekranları, gazeteler, sanal medya… Her şeyin “özgürce” yazılıp söylendiği yerler, öyle değil mi?
Ha evet…
Her akşam ekranlarda kafamız ütüleniyor…
Bu kadar fazla konuşulan bir memlekette söylenmedik şey kalmadı diye düşünüyor insan.
Ama bakıyorsun, arkadaş laflar hep şeylerin çevresinde dolaşıyor…
“Güzel konuşma”, telaffuz, giyim, ekranda duruş, nefes tutma, diksiyon, güzel/yakışıklı olma, vücut dili kullanımı vs. şekillerle sınırlanmış…,
Yahu bu kadar laf kalabalığı içinde bir de gerçeği söyleyin, bir yaralı parmağa işeyin!…
Bursa’da yayın yapan Line TV’yi izliyorum. Değerli meslektaşım Özlem Buğday, -ki yazılarını keyifle okurum. Çok değer verdiğim kalemlerden birisidir- iktidar partisinden bir temsilci ile din eğitiminin ana okuluna kadar uzanmasını konuşuyor.
Çok seviniyorum, Özlem’in programını isleyebildiğim için. Merakla dinlemeye başlıyorum.
İktidar temsilcisi de bir eğitimciymiş…
“Pedagojiyi bir tarafa koyalım” diyor, bu eğitimci...
“Pedagojiyi bir tarafa koyalım” diyor, bu eğitimci...
Eğitimcimiz anaokulunda zorunlu din dersini pedagojiye aykırı mı buluyor yoksa, pedagojiye aykırı da olsa din eğitimini mi savunuyor, anlaşılmıyor.
Neyse…
Özlem Buğday ile Almanya’da yaşayan ortak bir tanıdıkları varmış.
Bu gurbetçi tanıdık “Almanya’da kilise okullarında din eğitimi anaokulunda başlıyor” gibi bir şey söylemiş.
AKP’li konuşmacı, “Bak işte” demeye getiriyor “Görüyorsunuz, Avrupa’nın merkezinde bile anaokullarında din eğitimi var işte!”
“Ama Almanya’da çocuklara din eğitimi veren okullar kilise okullarıdır. Siz bunu devlet okullarında yapmak istiyorsunuz. Aynı şey mi?” falan demesini bekliyorum Özlem’in...
Ama olmuyor…
Konu, en kritik noktasında karanlığa uğurlanıyor…
Karartılıyor resmen…
Halbuki laikliğin en temel niteliği devletin din eğitimine karışmamasıdır.
Ne Almanya ne de başka bir Avrupa ülkesinde devlet okullarında din eğitimi var…
Devlet din tarif etmiyor. “Din böyledir, ibadet şöyledir. Doğru budur, yanlış şudur” demiyor. İnsanlar inançlarını müdahale olmadan yaşıyor. Örneğin Avrupa'nın neredeyse bütün kentlerinde camiye kimse karışmıyor.
Giyime kuşama, saça başa da kimse takmıyor...
İnsanlar dinsel eğitim için çocuklarına temel eğilimi evde kazandırır, ardından kilise okuluna gönderir. Papazlar vs. orada yetişir.
Papaz yetiştiren bir devlet okulu bulamazsınız…
Ama bizdeki “laiklik” öyle mi?
Ama bizdeki “laiklik” öyle mi?
Bütün okullarda “din dersi” zorunlu.
“Din” dediğimiz de sadece Sünnilik mezhebi. Tek bir mezheple sınırlı.
Din adamlarının tamamı devlet okullarında yetişiyor (İmam Hatip lisesi, İlahiyat Fakültesi).
“Laik devlet”in temel kurumlarından sayılan Diyanet İşler Başkanlığı 100 binden fazla imam vs. kadrosuyla devlet bütçesinden en yüksek parayı alan kurumlardan birisi… İmamlar devlet memuru, maaşını devletten alıyor!
Ve devletin Diyanet ile kontrol altında tuttuğu dinsel alanda nüfusun önemli bir kesimi olan Aleviler, Caferiler vs. İslam ya da Hıristiyan vs. başka inanışların hiçbiri yok. Ateist, deist falan zaten bizim “laik” sistemde komple “günahkar” tanımlanmış.
Çakma laiklik dediğim şey işte bu!
Çakma laiklik dediğim şey işte bu!
Gelelim benim “çakma laiklik” sözlerime kızan, ama kendisini sahiden laik hisseden dostlara…
Maalesef dostlar, bugün “laiklik elden gidiyor” diye kaygılanıyorsunuz ya…
Bilin ki bunun kaynağı laik sandığınız yapı…
Hiç değilse bundan sonra gerçek bir laiklik hedefimiz olsun.
Devletin artık “dini kontrol altında tutuyorum”, “tekkelere tarikatlara fırsat vermiyorum” diye Diyanet’i kollamaya devam etmesinin bir anlamı yok. O konjonktür çoktan tarih olmuş.
Diyanet sistemi yıllardır dünyaya salt din, şeriat penceresinden bakan geniş bir kuşak yetiştirdi.
Gerçek bir laiklik olsaydı, devlet ne din eğitimine karışırdı ne de kimseye cami yapar imama maaş verirdi.
Sorulur:
“Laiklik nedir evladım?
- Dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır öğrenmenim…
- Aferin evladım. Bildin.”
“İslamın şartı” gibi bunu da ezberlemiştik!
Meğer bu, devletin din alanına karışmaması, insanları inanç ve ibadetlerinde tamamen özgür bırakması, her inanca ait din adamı ve ibadethanelerin masrafının cemaati tarafından karşılanması gibi bir şey değilmiş… Yani sahici bir laiklik falan değilmiş...
Belki de bu tariflerle “Dini ayrı devleti ayrı yönetme”, iki alanı farklı kesimlerin, kadroların idare etmesi falan kastediliyordu!
Ama bugün o da anlamını yitirmedi mi?
Şimdi sen cevap ver bu kazık soruya öğretmenim:
Laiklik diye diye laikliği nasıl çökertiyoruz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder