Herkesin can ve mal güvenliğini korumakla yükümlü olan,
hepimizi temsil ettiğini düşündüğümüz “devlet”
ile “katliam” gibi caniyane bir
fiili yan yana getirmek, bağdaştırmak, hiç kuşku yok ki çoğumuzu rahatsız
ediyor. En azından insanımızın ezici çoğunluğunun devletin böylesine ağır bir
sıfatla anılmasını asla istemeyeceğine kalıbımı basarım.
Ama toplumsal gerginliklerin tırmandığı dönemlerde en sık
duyduğumuz sloganlardan birisi “Katil
Devlet!”…
Türkiye’yi sarsan Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren “Barış Şehitleri” de memleketin dört bir yanında büyük kalabalıklar tarafından “Katil Devlet” sloganlarıyla uğurlandı.
Türkiye’yi sarsan Ankara Katliamı’nda yaşamını yitiren “Barış Şehitleri” de memleketin dört bir yanında büyük kalabalıklar tarafından “Katil Devlet” sloganlarıyla uğurlandı.
Dostlarım, bu yazıyla muradım, sokaktaki “Katil Devlet” çığlıklarının
anlaşılmasına katkıda bulunmaktır. Zira
kamuoyu ve bizi yönetenler bu seslere sağır oldukça bu sloganları duymaya devam
ederiz. Amaç “Katil Devlet” diye bağıranları susturmak değil, bunlara kaynaklık
eden olguları teşhir etmek, ortadan kaldırmak olmalı.
Baştan yazayım: “Katil
Devlet” çığlık ve isyanının kaynağı, çağdaş hukukun işlememesi, devlet
yönetiminin ve kamu gücünü kullananların vatandaşa adil, eşit yaklaşmaması, güvensizlik,
ötekileştirme, önyargılar, hatta “düşman hukuku”na varan uygulamalarıdır. Sonuçta
devleti yönetenlere yönelik bir tepkiden söz ediyoruz.
Canlı örnek: Daha 10 Ekim’de, Başkent Ankara’nın göbeğinde Türkiye
tarihinin en büyük toplu katliamına tanık olduk. 102 cenazemiz var,
yaklaşık 30 kişi hastanelerde can çekişiyor. Kolunu bacağını, gözünü, hatta
aklını, hafızasını yitiren onlarca kişi var.
İçişleri Bakanı
çıktı “Güvenlik zafiyeti yoktur”
dedi. Sanki “Her şey kontrolümüz altında
oldu” der gibi!
Katliamda kullanılan “canlı
bomba” iki cihatçı İŞİD militanı
çıktı. Yine anlaşıldı ki, bu teröristler meğer zaten biliniyor, izleniyormuş! “Bilyeli TNT’lerle (TNT,
NATO’nun envanterinde olan ve terör örgütlerinin normal yolla ulaşamayacağı bir
patlayıcıdır) intihar işi aslında bu katliamın çok planlı, profesyonel işi
oluşunu ele veriyor.
Katliamı gerçekleştiren tetikçi de olay yerinde parçalandığı için, bu olayı planlayanlara ulaşmak zaten zorlaşıyor.
Katliamı gerçekleştiren tetikçi de olay yerinde parçalandığı için, bu olayı planlayanlara ulaşmak zaten zorlaşıyor.
Bombanın patlamasından hemen sonra, can çekişen kalabalığa gaz bombaları
atılması…Ambulanstan önce TOMA gönderilmesi... Normalde miting alanlarında fink atan sivil polislerin, patlama
anında ortalarda olmaması… Yetmedi, hastanelerde güvenlik görevlilerinin
tutumu, “tedavi gören hastaları taciz”
haberleri… Hükümet yanlılarının basın ve sosyal medyadaki “Oh olsun”a varan yayınları.
Eski Cumhurbaşkanlarından Gül’ün
ölen insanların bağlı olduğu parti ve sendika yöneticilerine “Başsağlığı” dilemesine gösterilen
tepkiler… Soruşturmanın ağırdan alınmasından tutun da kamu hastanelerinin
yaralı yakınlarına kestiği yüklü faturalar… Cenaze törenlerine gösterilen
tahammülsüzlük… Yayın yasakları…
Özetle milyonlarca insanımız “Biz
iktidara muhalif olduğumuz için devlet bizi hasım gibi görüyor. İktidar partisi,
oy kaybından bizi sorumlu tutuyor. Polis
bu yüzden bizi düşman belliyor. Demokratik haklarımızı kullanmamızı engelliyor.
Dövüyor, gaz bombası atıyor, gözaltına alıyor. Ya doğrudan polis tarafından
vurulup öldürülüyoruz, ya da İŞİD gibi cihatçı örgütlerin bizi katletmesinin
önü açılıyor, göz yumuluyor” diye düşünüyor.
Bu yüzden katliamdan “devleti”
sorumlu görüyor.
Tabi kamu gücünü elinde bulunduranlara düşen görev, tersini
kanıtlamak; olayın faillerini,
planlayıcılarını bulup cezalandırmak, yaralılara, sakatlara vs. yardım elini
uzatmak; devletin bütün vatandaşın
devleti olduğunu kanıtlamaktır!
Ama böyle olmuyor. Dünya kadar yaşanmışlık var.
Faili "güvenlik görevlisi" olan cinayetlerde, ölen öldüğü ile kalıyor.
Toplum sanki gizli bir el tarafından ikiye ayrılmış: Devletten yana olanlar, olmayanlar... Devletten yana değilseniz (yani iktidar partisi taraftarı değilseniz) her türlü kötü muameleyi hak ediyorsunuz demektir! Eğitimde, iş yaşamında...
Faili "güvenlik görevlisi" olan cinayetlerde, ölen öldüğü ile kalıyor.
Toplum sanki gizli bir el tarafından ikiye ayrılmış: Devletten yana olanlar, olmayanlar... Devletten yana değilseniz (yani iktidar partisi taraftarı değilseniz) her türlü kötü muameleyi hak ediyorsunuz demektir! Eğitimde, iş yaşamında...
Yakın tarihimizde Kahramanmaraş,
Çorum, Sivas katliamlarından tutun da, çoğu Doğu ve Güneydoğu’da 17 binden fazla “faili meçhul” cinayet… ”Beyaz
Toros”lara bindirilip bir daha haber alınamayan, mezarı bile olmayan
binlerce insan… Madımak, Suruç, Uludere, Reyhanlı, Diyarbakır… Hatta Soma’daki 302 işçi…
Daha birkaç gün önce Kırşehir’de
adeta bir Madımak provası vardı. Bir
kitapçı dükkânı, sırf sahibi sol görüşlü diye taşlandı, yağmalandı ve ateşe
verildi. Ateş topuna dönen Madımak Oteli’nin önünde, huşu içinde,
tekbir getirerek insanların diri diri yanmasını izleyen ve bu insanları ateşe
verdiği için cennete gideceğine inanan kalabalık, sanki bu sefer Kırşehir’de
Gül Kitabevi’nin önünde toplanmıştı…
Saldırganlar saatlerce sokakta terör
estirdi, HDP binasını ve bir çarşıyı da talan etti. Adamların elinde liste, sırasıyla 5 işyerini yakıyor, 12 işyerini tahrip ediyor, talan ediyor, önüne geleni linç etmeye kalkıyor.
Ne oldu? Kameralara yansıyan “beyaz gömlekli” yabancılara, telsizli sivil polislere, kalabalığı kışkırtan yerel siyasilere ne oldu? Hangi yasal işlem başlatıldı?
Ne oldu? Kameralara yansıyan “beyaz gömlekli” yabancılara, telsizli sivil polislere, kalabalığı kışkırtan yerel siyasilere ne oldu? Hangi yasal işlem başlatıldı?
Maraş, Çorum
katliamlarının yaşandığı ’80 öncesi dönemde
sol gruplar en çok “Kahrolsun CİA MİT
Kontrgerilla” diye slogan atardı.
Devleti yönetenler “sağ-sol”
çatışması deyip, sorumluluğu ülkücülerle, sol gruplara yıkmayı başardılar. Ama yıllar sonra, bu şehirlerde iki tarafa da
silah dağıtan, kışkırtan kişilerin aynı “meçhul”
şahıslar olduğu açıklanıyordu.
Bütün bu katliamların sorumlularının gerektiği gibi
yargılandığını söyleyebilir miyiz?
En azından mağdur kesimin buna zerre kadar inanmadığını
biliyoruz.
Değil yargılama, pek çok olayda işkencecilerin,
saldırganların ödüllendirildiği, mevki makam sahibi yapıldığı düşünülüyor. Madımak
katliamında saldırganlar yıllarca “bulunamadı”. Avukatlarının sonradan milletvekili, bakan koltuklarına oturmaları
sır değil. Çokça yazılıp çizildi bunlar.
Galiba işin mantığı şu: İktidarı elinde tutan, devlete hakim
olanlar, kendilerini devletin kendisi olarak tanımlıyor ve kendi çıkarlarına ya
da politikalarına aykırı davrananları, siyasi muhalifleri “devlete karşı”, “vatan
haini” olarak ötekileştiriyor.
Güvenlik birimleri “devlet/kamu
güvenliği” deyince galiba sadece bu yönetici, muktedir kadronun güvenliğini
anlıyor...
Adalet ve yargı kurumu da maalesef, sürekli siyasi iktidarın
pozisyonuna göre kendine vazife çıkarır oldu.
Olaya, suça, fiile
göre değil, bunu kimin yaptığına, adamına göre muamele…
Son örneğe bakın: Olay “PKK
terör örgütü değildir” lafı…
Bu lafı söyleyenlerden, siyaseten “muhalif” olduğu bilinen bir baro başkanı, hukukçu kimliğine rağmen,
apar topar Diyarbakır’dan uçakla İstanbul’a getirildi, aynı gün yargılandı,
cezası da açıklandı! Ama aynı savcı, aynı lafı, yine aynı şekilde (canlı
televizyon yayınında) söyleyen AKP’li
tanınmış bir siyasetçiyi hiç görmedi
bile…
Başkent’in orta yerinde resmi kıyafetli bir polis, silahını
çekip bir göstericiyi öldürdü. Eğer ölen sol gruplara sempati duyan, hükümet
aleyhine gösterilere katılan muhalif birisi (E. Sarısülük) değil de iktidar
yanlısı olsaydı, o polis bunu yapabilir miydi? Yapsa başına ne gelirdi?
Sokağa çıkma yasağı ilan edilen Cizre’ye girmek isteyen iki
bakan HDP’li değil de AKP’li olsa, ilçeye girişi
engellenebilir miydi?
HDP’li veya CHP’li değil de AKP’li olsalar, Emniyet Müdürü, milletvekillerini “Kafana sıkarım” diye tehdit edebilir miydi? Ya da Vali “Vekil bozuntusu”
diyebilir miydi?
Bu bombalar iktidar partisinin mitinglerinde patlasa, “devletin” tutumu böyle mi olurdu
sahiden?
Evinin önünde öldürülen çocuğunun katili ortada dolaşırken,
söylediği laflar yüzünden “cumhurbaşkanına
hakaretten” yargılanan Elvan ailesinin “suçu”,
ya da “farkı” alevi ve sol görüşlü
olmaktan başka ne olabilir?
“Neden hep biz
ölüyoruz” diyor insanlar…
“Bu patlamalar, neden hep hükümete muhalif kesimlerin toplantılarında oluyor?”
sorusu var.
“Neden mahkeme,
adalet, polis, jandarma bize sahip çıkmıyor, hatta güvenmiyor, düşman belliyor.
Hedef alıyor” diye soruyor insanlar.
Kürtler, Aleviler, solcular, işçi-sendikacı kesim, sosyal
demokratlar, hatta parkını korumak isteyen şehirli, deresini ormanını korumak isteyen köylü, masum
ve demokratik isteklerde bulunan öğrenciler vs.
“Demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” olan Türkiye Cumhuriyeti, bütün bu vatandaşların
da ortak devleti değil midir? Devletin hiç ayırt etmeden herkese eşit
yaklaşması gerekmez mi?
Hiçbir insanımızın “Katil
Devlet” diye bağırmak durumunda kalmayacağı bir Türkiye dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder