1 Kasım 2015 “Tekrar
Genel Seçim” için Pazar günü sandığa gidip oy kullanacağız. Kitaba göre,
demokraside “vatandaşlık görevimizi”
yapacağız ve “ülkeyi kimin yöneteceğine
oylarımızla biz karar vereceğiz”!
Ne heyecan verici bir şey, öyle değil mi? Bir oyla, ülkeyi
yönetecek kişileri seçeceğini düşünmek!
Ama memleket öyle gerginliklerin içine sokulmuş ki, toplumun
oy verme heyecanıyla dolu olduğunu söyleyen varsa, beri gelsin…
Hiç normal, olağan
bir dönem yaşamadığımızı düşünüyorum.
İstediğimiz bir partiyi iktidar yapıp, her şeyi düzene
koyabileceğimiz umuduna kapılmak bile zor. Pekçok
bakımdan olağanüstü durumlar, yeni denklemlerle yüz yüzeyiz.
Sevgili okurum, seçim öncesinde, naçizane bir mevcut durum tespitiyle
kaygılarımı paylaşmak, ardından da ülkem için en uygun çıkış yolunun ne
olabileceğine ilişkin görüşlerimi arz etmek istiyorum.
“Olağan” olmayan şeyleri sıralayalım:
-
1. Cinayetler, özellikle “90’lı yılları” hatırlatan, hatta kullanılan teknikler ve boyut
bakımından o dönemi de çok aşan gelişmeler yaşıyoruz. Bu yazıyı yazdığım gün, Boğaziçi Üniversitesi’nin pırıl pırıl
öğrencisi Dilek Doğan’ın cenazesinde
insanlar “Katil Devlet” diye
haykırıyordu. Polis, arama için gittiği evde kendisine “İçeri ayakkabıyla girme, galoş tak” diyen genç kızı göğsünden
vurmuş. Yetmemiş, can çekiştiği hastanede aile taciz edilmiş. Kahramanmaraş'tan, katliamdan İstanbul'a kaçan Alevi bir ailenin yaşadıklarına bakın... Aynı gün Silopi’de 16 yaşındaki Mustafa Atlığ, iddiaya göre, gece polisin
rastgele yaylım ateşinde başından vurulmuş… Doğu ve Güneydoğu’da
artık bu tür olaylar “olağan” kabul
edilebiliyor.
İktidara
muhalif olduğu düşünülen kesimlere yönelik dizginsiz bir şiddet dalgası var.
Bu tür olaylarda emniyet, savcılar kör sağırı oynuyor. İnsanlar ölüyor, katillerine
bir şey olmuyor. Sadece HDP binaları değil, pek çok kentte Kürt, solcu olduğu
düşünülenlerin evlerine, işyerlerine toplu saldırıları, talan ve yakıp yıkmaları izliyoruz. 90’larda Çiller hükümeti zamanında “Öldürülecek Kürt işadamları listesi”
konuşulurdu. Şimdi Kırşehir’de
kışkırtıcıların ellerinde “yakılacak
işyeri listesi” ile dolaştığını duyuyoruz. Ankara katliamının memlekette
yarattığı yas havası dağılmamışken, yeni olaylar oluyor.
Sandık güvenliği değil,
insanların can güvenliği kalmamış! Tırmanan şiddetin iktidar oylarını
artıracağı hesapları gibi akıl tutulmaları yaşıyoruz.
Toplum ayrışıyor. Ankara katliamı için yapılan bir ankette, vatandaşın yüzde 25’i “Bombayı HDP-PKK patlattı” demiş. Elbette
bombayı kimin patlattığını kamuoyu anketi ile belirleyecek değiliz; bu
adliyenin, yargının işi. Ama anket şunu gösteriyor ki, halkın ciddi bir bölümü
10 Ekim’de Ankara’da Barış Mitingi’ne katılanlardan nefret
ediyor! Kin ve düşmanlık hisleriyle dolu, “gebersinler”
ruh haline sahip!… İşte asıl tehlikeli
olan bu nefret… Başkentin belediye başkanı bile çıkıp bu nefreti körükleyici
açıklamalar yapabiliyor. Sanki birileri ülkemi iç savaşa, yeni bir Suriye olmaya sürüklemek istiyor
hissine kapılıyorum.
- 2.
Demokratik bir rejimde asıl olan kurumlardır,
sistemin kendisidir. Örneğin eğitim, sağlık, yargı, hukuk sistemi işler. Fabrikalar,
işyerleri, piyasalar çalışır… Avrupa’da iktidar partisi, gündelik yaşamda
neredeyse hissedilmez. İnsanların çoğu başbakanın, cumhurbaşkanının adını bile
bilmez. Seçime katılım bile düşüktür. Çünkü hangi parti gelirse gelsin, orda
işleyen bir düzen vardır. Aslolan budur. Ama bizde hiç olmadığı kadar insanlar
kendilerini iktidar partisi ile kotlamış. Bir yanda, AKP iktidardan giderse
sahip olduğu her şeyi kaybedeceğini düşünen geniş bir kitle var. Diğer yanda
hükümetin kendisini mağdur ettiğini düşünen, umudunu hükümetin gitmesine
bağlayanlar… Oğlunun kızının iş bulması, falanca mahkemede süren davanın seyri için, hazırladığı doktora tezinin kabulü
için hükümetin değişmesini bekleyenler var! Daha bugün “Cemaate ait” diye bilinen bir şirketler grubuna “kayyum” tayin edildi. Devlet
bürokrasisinde, iş dünyasında pek çok insan için iktidar partisi hayat memat
meselesi… Bunlar çok tehlikeli şeyler. Zira hangi parti kazanırsa kazansın, bir taraf
huzursuz olmaya devam edecek!
- 3.
Ülkenin ekonomisi hiç iyi bir yerde değil.
Korkunç bir dış borçlanma var. Son yıllarda irili ufaklı bütün projeler dış
finansmanla yapıldı, yapılıyor. Dış borç bu sefer özel sektörün sırtında. Bir
yandan doların yükselmesi, diğer yandan ihracattaki düşüş, iç pazardaki
durgunluk dikkate alınırsa firmaların dış borç geri ödemesinde zorlanacağı ve
iflasların kapıya dayandığını düşünebiliriz. Yabancı sermaye girişinde azalma
sürüyor. Nerden geldiği belli olmayan “net
hata noksan” sürprizleriyle bu cari açığın ne kadar götürüleceği soru
işareti.
İç
pazarı canlandırmak için kredi kartları ve taksitlere gaz vermekten başka bir
önlem görünmüyor.
İnsanlar ne doğru dürüst iş bulabiliyor, ne aldıkları ücretle normal bir yaşam sürebiliyor.
Sanayi, rekabetçi gücünü hızla yitiriyor…
Ne teknoloji üretiminde bir mesafe ve vizyon var, ne de küresel rekabet için
gerekli altyapıların kurulmasında (tren yolu, raylı sistemler, ucuz enerji, arsa,
yerli girdi hammadde ve aramalı) bir çaba görülüyor. Çin ve Hindistan gibi
rekabetçi ekonomilerin rüzgârı dikkate alındığında, yerinde saymak, piyasadan
yok olup gitmekle aynı anlama geliyor.
- 4.
Dış politika kritik bir hal aldı. Suriye’de Esad’ın gidişine endekslenen politika, koşulların değişmesi ile iflas
ederken; hem İŞİD-DAİŞ, hem de PYD’ye karşı iktidarın tutumu, Suriye’deki iç savaşı Türkiye’ye bulaştırma
tehlikesini barındırıyor. Türk-Kürt,
Alevi-Sünni çatışmaları için bu alanlar hep mayınlı tarla gibi…
- 5.
Riskler, tehditler o kadar yaygınlaştı ki… Seçim
ve sandık güvenliği özellikle Doğu ve Güneydoğu’da tartışmalı. Sokağa çıkma yasakları, giriş çıkışı yasak geniş “Güvenlik Bölgeleri"... İnsanlar nasıl oy kullanacak bilmiyorum.
Daha ötesi: memlekette “oyla gelen oyla gider” kuralı da sorgulanır hale geldi. 7
Haziran’da ortaya çıkan “Millet iradesi”
bir şekilde hükümet kurulmasını sağlamadı ve Türkiye’nin yönetimi fiilen meclis iradesinin dışına çıktı.
İktidarın seçim gecesi her türlü hileye başvuracağı, hükümeti diğer partilere
vermemek için gerekirse “askeri darbe
yapacağı”na inanan pek çok insan var…
HDP’li
pek çok belediye başkanının hapse tıkılması sorgulanmıyor bile.
Sorunlar, sorunlar…
Peki çözüm nedir?
Net olan şu ki, hükümeti hangi parti kurarsa kursun, Türkiye’yi
zor bir dönem bekliyor.
Daha doğrusu, ekonomide, iç barışta (Kürt ve Alevi
sorunu ile cisimleşen), sosyal politikalarda radikal adımlar olmadan huzur, istikrar hayal…
Bu yüzden mevcut koşullarda, 1 Kasım sonrası için hükümeti CHP kurmalı… Çünkü toplumun her kesimi ile diyalogu
sürebilen tek parti CHP… Bu çok önemli.
Çözüm bekleyen sorunlar açısından bakınca, hükümette temsil edilmesi gereken en önemli partilerden birisi HDP. Başta Kürtler ve Aleviler olmak üzere
devletin kendisini dışladığını, hatta hedef aldığını düşünen sol, sosyalist,
çevreci vs. farklı halk kesimlerinin temsilcisi sayılan HDP’nin kurulacak hükümette
yer alması devlet ile gönül bağını koparan kitlelere umut verecektir. HDP’ye
şans verilirse demokrasi ve toplumsal barışın öndeki pek çok engel kalkar,
toplum rahatlar.
Ve tabi Türkiye’nin böylesi radikal bir hamleyi
gerçekleştirmesi için olmazsa olmaz parti
MHP’dir…
Evet, ezberledik: MHP asla HDP ile aynı hükümette yer almaz… HDP de MHP ile koalisyon istemez.
Ama bu düşmanlık devam ettiği sürece de bu memlekete barış, huzur gelmeyecek!
Ama bu düşmanlık devam ettiği sürece de bu memlekete barış, huzur gelmeyecek!
Memleketi iç savaşa sürüklemeye heveslenenlerin elindeki en
büyük maden bu düşmanlık değil mi?
O zaman bu ezberleri bozmanın, Türkiye'nin iyiliğini istemeyenlerin planını çökertmenin zamanıdır, diyorum…
O zaman bu ezberleri bozmanın, Türkiye'nin iyiliğini istemeyenlerin planını çökertmenin zamanıdır, diyorum…
MHP, hiç değilse CHP-HDP hükümetine dışarıdan destek verip
toplumun kutuplaşmasına dur diyebilmelidir.
Savaş ve kargaşa hükümetinin
alternatifi ancak bir Barış
Hükümeti olabilir... En büyük ihtiyacımız bu.
Partiler kozlarını TBMM
çatısı altında paylaşsın. Dövüşüyorlarsa da mecliste dövüşsünler. Ama
toplum için birlik ve barış üretilsin.
Peki AKP? AKP bu
yapıyla iktidar olursa, mevcut sorunlar artmaya devam eder. Son bir yıl bunu kanıtladı. Krizdir,
kargaşadır, belki de iç savaştır. Allah korusun. Kanımca AKP için en iyi senaryo,
seçmenin 1 Kasım’da bu gidişe dur demesidir. 1 Kasım’da kişisel hırs ve öfkeler
törpülenirse, AKP oy alamazsa, bu kesimde seçim sonrası “Yeni AKP” diyebileceğimiz bir yapıyı, derlenip toparlanmayı öngörmek
mümkün. Bunun hazırlıkları da var. Hem AKP hem de Türkiye için de en hayırlısı
budur, diye düşünüyorum.
2 Kasım’da inadına barış, birlik ve beraberlik, inadına demokrasi, adalet
kazansın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder