Bugün 9 Temmuz 2018.
Tarihi bir gün yaşıyoruz...
Ak
Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın TBMM'deki yemini ve ardından "Yeni Türkiye"nin yönetim merkezi Beştepe Külliyesi'ndeki açılış
töreniyle yeni bir dönem başlıyor.
Erdoğan bu yeni dönemin ilk "Cumhurbaşkanı" oluyor.
Adı "Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemi" ama bence fazla sürmez, adı "Başkanlık" şeklinde de değişecektir.
Bakınız, bu Yeni
Türkiye, bizim 1945'ten sonra girdiğimiz Amerikancı yolun geldiği son aşamadır.
Bayar-Menderes döneminin "Küçük Amerika"
hayallerinin gerçek olduğu yerdeyiz...
Menderes,
Demirel, Özal ve Erdoğan resimlerinin yan yana konulması
rastlantı değildi.
Türkiye
2. Dünya Savaşı sonrası dönemde Sosyalist ve Kapitalist blok
arasında bir seçim yapmış ve Amerikanın başını çektiği batı blokunda yer
almıştı.
O zaman iktidardaki CHP yönetimi, bu yola Türkiye'nin "batı medeniyeti"ni tercih etmesi, çağdaşlık mantığı ile
girmişti.
Ama "Batı",
"kapitalist sistem" Türkiye gibi ülkeleri toplum olarak kendi
aralarına almak, uzun kavgalar sonunda elde ettikleri kendi toplum değerlerine yaklaştırmak, karıştırmak için değil; salt “kendi kısa vadeli çıkarlarına göre kullanmak”
için çalışıyordu.
NATO gibi ortaklıkları bunun için yapıyordu...
Sonuçta, CHP'nin 1960'larda başlattığı "Planlı Kalkınma" dönemleri, "ithal ikamesi" modelleri, bilinen
nedenlerle işlemeyince...
Türkiye tamamen batının ucuz işgücü, ucuz hammadde
kaynağı ve vergisiz mal satacakları bir pazar haline geldi...
Çiller döneminde
imzalanan AB ile Gümrük Birliği anlaşması bunun belgesiydi.
Kendini hala Atatürk'ün
yolunda, bağımsız siyaset ve ekonomi savunucusu sanan CHP'nin bu 70 senede hep muhalefette kalması şaşırtıcı değildi...
Avrupa sosyal demokrat partilerinin yaptığı gibi
neoliberal, vahşi kapitalist politikalara alternatif ekonomi ve sosyal
politikalar üretemediler...
Ecevit'in
"halkçı" sloganlarının
sadece lafta kalması ise son umutları yok etmekten başka işe yaramadı...
"Ekonomiyi
nasıl düzelteceğiz? Elbette yabancı sermayeye güven vererek.."
diyen CHP liderlerinin kararlı adımlarla ilerleyen vahşi kapitalist gelişme
karşısında "ayak bağı"
olmaktan başka bir durumları kalmamıştı...
Evet, kendini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu
olan Atatürk'ün partisi ve devletin hakiki sahibi sanan CHP artık yeni system için
sadece bir "ayakbağıydı”…
DP,
AP, ANAP, DYP ile süren gelenek ise AKP ile rüştünü ispatlamış, yerli
yabancı büyük sermaye sahiplerini, kendi çıkarlarına en uygun parti olduğu
konusunda ikna etmişti...
Artık "Vahşi kapitalizm"; "Türkiye Cumhuriyeti",
"Parlamenter Demokrasi", TBMM gibi kurumları kolayca değiştirileceği
birer tabela haline getirmişti.
Yarın yeni bir Türkiye'ye uyanacağız...
Türkiye'de güç sahipleri, yani ben ona para, silah ve siyasete hakim olan kesimler diyorum, 70 yıllık yatırımlarının
meyvesini alıyorlar...
Hükümetin islamcı, muhafazakarlığına bakarak “Türkiye
batıdan kopacak” vs. heyülası görenler...
Hiç böyle birşey olmayacak...
Hatta tam tersine...
Hatta tam tersine...
Türkiye, batıyla her zamankinden daha yakın...
Ama "Batının
gittiği yoldan giden" değil,
"Batının
dediğini yapan"... yeni bir Türkiye...
Zaten siyasette sağcılık ve solculuk
arasındaki fark bu değil midir?
Anlayın artık,
“Sağcılar” batının dediğini yaparak, çıkarlarına uygun yapı yaratarak; “Solcular”
da batının gittiğı yoldan giderek "Batı medeniyeti"nin bir parçası
olmak gereğine inanırlar...
Osmanlıdan beri bizde siyasetin dizaynı budur…
Atatürk'ün liderliğindeki Cumhuriyet, "Batının gittiği yoldan gitmeyi" planlamıştı.
Zaten, topraklarını İngiliz, Fransız, İtalyan emperyalistlerinin işgalinden yeni kurtarmış bir Türkiye, onların lafına kanacak dereleri çoktan geçmişti...
Ne ki, zaman, konjonktür...
Atatürk'ün liderliğindeki Cumhuriyet, "Batının gittiği yoldan gitmeyi" planlamıştı.
Zaten, topraklarını İngiliz, Fransız, İtalyan emperyalistlerinin işgalinden yeni kurtarmış bir Türkiye, onların lafına kanacak dereleri çoktan geçmişti...
Ne ki, zaman, konjonktür...
1946'dan beri istikrarla
gelen kronik cari açıkların, dış ticaret açıklarının, yabancı sermaye ile kalkınma düşlerinin
getirdiği son noktadayız...
Artık ekonomi yönetimi tamamen "vahşi kapitalizm"in
temsilcilerinin eline geçecek, başka şansı yok...
"Yerli,
Milli" işi, parayı yabancı markalara basıp kendi adına ürettip,
üzerine adını yazdırdığın bir sektörden öteye geçemeyecek...
Dövizin artıp Türk parasının ucuzlamasını fırsata
çeviren "Yabancı sermayenin
teveccühü" ile karşılaşacağız.
Önümüzdeki birkaç yılda dünya kadar şirket
yabancıların kontrolüne geçecek...
Zaten bu değeri düşen varlıklara da yabancı sermaye girişi, bu "teveccüh" olmazsa, IMF kapıda bekliyor olacak...
Aylar
öncesinden komisyon kurup hazırlıklarını bile yapmışlar.
Ekonomi medyası, artık yabancı para babalarının
içerideki talanını anlatacak ballandıra ballandıra...
Tabi yeni zamları, sıkacağımız kemerleri, artan işsizliği, iflasları, pek
çok noktadan cebimize uzanacak elleri yazmaya gerek yok...
Ama mega
projelerle, yerli yabancı konsorsiyumlara kâr ve müşteri garantili yapılan
görkemli köprü, kanal, havaalanı, otoyol, hastane vs. muhteşem binalarımız olacak...
Çay, kahve, börek ve keklerin bedava olacağı
kahvehaneleri dört gözle bekliyoruz...
Her mahalleye bir, hatta bazen iki üç tane…
Selam olsun Türkiye'ye...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder