24 Aralık 2018 Pazartesi

Güzel yurdum, yuvam, memleketim... Neden sefanı el sürer, cefanı biz çekeriz...



Günün sürprizi eski meslektaşım Elif ile yürümek oldu.. 


Doğa yüyürüşlerinde dün (23 Aralık 2018 pazar) Orhaneli'ye bağlı Göynükbelen ve Topuk mahallesi civarındaki yayla ve ormanlarda gezdik. Doğrusu çoğumuz dağlarda kar olmasını umuyorduk, ama kar sadece tepelerde çok az miktardaydı. Serin, tertemiz çam ormanlarında, kâh traktör, kâh eski kağnı yollarında, kâh taşınan yollarda yaklaşık 16 kilometrelik hoş bir parkur katettik.
Koza Dağcılık'ın organizasyonunda minibüslerimiz Doğancı Barajı,  Çaybaşı, Seferiışıklar'dan Göynükbelen'e yöneldi ve burada kısa bir mola verdik.
Göynükbelen çevrenin en büyük köylerinden. Tabi şimdi orası "mahalle". Umarım "köy" dememe kızmazlar!...
Orhaneli'ye 12 kilometre uzaklıkta. Rivayete göre,  Seferiışıklar tarafından gelen Yörük Türkmenler tarafından kurulan bir köy. Ta onaltıncı yüzyıla uzanan bir geçmişe sahip. Epeydir "belde" idi, yani belediyesi vardı. Ancak büyükşehir yasasındaki son düzenleme ile bütün belde belediyeleri gibi "mahalle" oldu.

Her yer gibi göç veriyor, nüfus, ancak yine de oldukça canlı bir yer. Çevre köylerden gelen bile varmış buraya.
"Göynükbelen'i çekim merkezi yapan nedir" diye sorduğumuzda, burada arazinin daha çok ve verimli, köyün daha havadar olduğu söylendi. Özellikle civarda en fazla kiraz ve çilek üretilen, bunun için festivaller yapılan bir yer.
Mesela, ilkokul o civarda sadece bu köyde kalmış.
"Göynük" halk dilinde yanık, kül anlamlarında kullanılır. "Belen" ise yüksekçe yer, dağ sırtlarında geçit veren, çıkınca serinlenen yer gibi anlamlara gelir. Anlaşılan burada yaşamın merkezi, tarım, hayvancılık her neyse, köyün alt kotlarında geçmiş ve odun sıkıntısı da çekmemişler...
 Göynükbelen'de camiin de bulunduğu köy meydanındaki bir kahvehanede çayımızı içtikten sonra yola koyulduk.
Çam ormanlarıyla kaplı Kocayaren bölgesinden Orman İşletmesi'ne ait "Yangın Gözetleme Kulesi"ne tırmanınca bölgede çok geniş bir alan ayağınızın altında kalıyor. Çevredeki orman yangınlarını gözetleme yeri olduğu için, tepede üç katlı kule harika bir görüş alanı sağlıyor. Ancak havanın kapalı, üst kotlarda sisli olması yüzünden bu seyir terasının keyfini bir dahaki geziye erteledik...
Krom madeninden emekli bir köylü.

Yüksekliği galiba 1500 metreymiş. Ama bu kulenin bölgenin zirvesi olduğu kesin...
İnişli çıkışlı tepelerde dolaşırken, öğle molasını da bir belin üstünde verdik. (Unutmadan, "bel", "sırt", "kılıç"  aynen vücutta tarif edildiği şekillere benzeyen, dört bir yandan aşağı inilen, yani kendisi  en yüksekte olan yer anlamında... "Kılıç", tabi tepesi daha sivri, keskin olan yerlere deniyor)
Bellerden, yamaçlardan aşağı, indik "Topuk Yaylası"na...
"Topuk", sulu yerlerdeki bir tür toplu saz otudur. Genelde bataklıklarda olur. Uzun ve yuvarlak, kamışı andıran bu otların kökü birbirine yapışıktır ve "topuk" buna denir. Eskiden  köyde bunları söker kuruturduk, soğuk kış günlerinde buz gibi rüzgar gelmesin diye ev, daha çok da ağıl veya ahır duvarlarında açık yerler varsa orayı tıkamakta kullanırdık.
Küçükbaş hayvanlar bu fırsattan mahrum :(

Topuk Yaylası, pek çok yayla gibi "antik" bir yer ismi haline gelmiş! Zira kimsenin yayla yaptığı falan yok.
Dağlarda gezerken, bu mevsimde bile topuğunuzun üstüne çıkan yeşil otların  öksüz kuzular gibi öylece bekleştiğini görüyorsunuz. Kar altında kalan kurumuş otların neredeyse  tırpanla biçilecek halde uzun olduğunu görüyorsunuz...
Dağ taş ot dolu.
Ama köylü hayvancılıktan kopmuş. Sadece tek bir keçi sürüsü olduğunu duydum civarda.
Tabi hayvancılık henüz sıfır değil. Yani gezerken yazdan kalan keçi, koyun, sığır izine rastlıyorsunuz. Ama öylece kurumuş otlar, bu yaylaların öksüz kaldığının kanıtı gibi.
Topuk Yaylası'nda hayli büyücek bir sığır çiftliğinin kapısına çoktan kilit vurulmuş.
Bir zamanlar sığırları, koyunları ile bir canlılık merkezi olan çiftlik binaları; yakınlardaki terk edilmiş bir krom madeni tesisi gibi antik eserlerden birisi olma yolunda!
Maden araması yapılan bir alan. Yukarıda eski bir ocak var. 

Topuk yaylasının orta yerinden tertemiz, kaynak sularından beslenen bir derecik akıyor. Topuklar da zaten o dereciğin kenarında.
Topuk köyünün çevresinde de gayet coşkuyla akan birkaç çeşme gördük.
Derenin bir yakasında yazları kalmak için yapıldığı anlaşılan birkaç kulübe dikkat çekiyor.
Göynükbelen civarında tanınmış su şirketlerinden birisinin tesisi var.  Ama henüz köylülerin kullandığı suların, çeşmelerden akmaya devam ettiğini görmek güzel.

Sevgili okurum, Orhaneli köylerinde gezerken, insanın içini acıtan "doğa katliamı" manzaralarıyla karşılaşıyorsunuz...
Zümrüt yeşili ormanları orta yerlerden moloz yığının çeviren maden alanları...
Orhaneli'de yaygın olan mermer, linyit, krom ocakları tahribatı Topuk köyü civarında şöyle bir farklılık gösteriyor ki, buralardaki maden ocakları kapanmış, artık faal değil.
"Maden daha derinlerden çıkarılmaya başlandığı için, iş zorlaşmış, üretimden vazgeçilmiş"...
Ancak dağları delik deşik eden, devasa uçurumlar oluşturan maden ocakları öylece bırakılmış.
Yürüyüşümüzün son durağı olan Topuk köyü kahvehanesinde bir yaşlı köylüyle sohbet şansı yakalayınca sordum:
Almanların krom  çıkardığı ocaklar öylece terk edilmiş... 

"Çevrenizde pek çok krom maden ocağı gördük. Krom değerli bir maden, herhalde çok zengin olmalısınız. Bunca ocağın, kromun bu köye ne faydası oldu?"
Yanıtı şu oldu:
"Biz bu ocaklarda işçilik yaptık. Topuk köyünde çilek, kiraz falan oluyor. Hayvan yapanımız da var, ama bugün bizim burada asıl gelirimiz emekli maaşıdır... Herkes emekli. Neredeyse hepimiz de bu madenlerde çalışıp emekli olduk. Yıpranma nedeniyle 25 yıl değil 20 yıl üzerinden emekli olduk. Bunun dışında  bize bir faydası,  geliri olmadı. Normal işçi maaşı aldık."
Köyden birkaç kişi de kamyonuyla çalışıp taşımacılık yapmış. Onlar da emekli.
Civarda 10 civarında krom maden ocağı işletilmiş.
Krom ocaklarının işletilmesi 1930'lara uzanıyor. Krom ocaktan çıkarıldığı gibi, ham olarak yurt dışına satıldı. Türkiye'nin en büyük krom müşterisi bir dönem Hitler Almanyasıydı. Hitler'in savaş sanayii, buradan ihraç edilen maden cevheriyle besleniyordu. Hitler'in Türkiye'yi kendi yanında savaşa çekebilmek için kroma hayli yüksek fiyat verdiğini de okumuştuk kitaplardan.
Bu mevsimde yemyeşil otlar... 

Anlaşılan Hitler sonrası Almanlar işi büyütmüş. Artık buradaki madenleri doğrudan  kendi şirketleri ile çıkartmışlar.
Mesela Topuk köyünde öylece kaya uçurumları halinde bırakılan ocakların bir Alman şirketi tarafından çalıştırıldığını öğreniyoruz.
Hani insan, çıplak gözüyle gördükleri karşısında vurgun yemiş gibi oluyor.

Zengin ülkenin, yoksul insanları!...

Ya, normalda bir ülkenin toprağının altında değerli madenler olması büyük şanstır... Tanrının lütfudur... Onu değerlendirirsin, ülkeni daha zengin, müreffeh yaparsın...
Ama şu hale bakın...  Topraklarımızın altındaki değerli madenler, hiç işlenmeden, öylece, çok düşük  bir katmadeğerle ve ucuz fiyattan ve de yabancı şirketler tarafından yurt dışına çıkarılıyor!...
Elin adamı bizim madenimizi alıp götürüyor, işliyor, kaliteli çelikler, makineler yapıyor, biz de devasa rakamlarla onun sadık müşterisi oluyoruz...
Ve de acaip "Milliyetçiyiz", "Vatanseveriz", "Türküz", "Bu topraklar Yörük Türkmenlerinin yurdu"!
Ocaklara baktıkça, Orhaneli'de, mermer ve maden ocaklarının mevcut durumunu överken küçük dili görülen yerel yöneticiler, siyasiler geldi gözümün önüne...
"Orhaleliye yabacı sermaye geliyor"muş! (Bunu kendileri 'kazandırmanın'  gururunu yaşıyorlar!
 Son yıllarda bölgeden blok mermer (İşlenmemiş) alan Çinlilerin artık doğrudan gelip ocak işlettiklerini duymuştum)
Köyün bakkalı. Ama epeydir kapalıymış. 

"Herkese iş, ekmek geliyor"muş! (Adam, kendi madenimizin ucuz işçisi olmaya tav)
Duyan da kazanılan para yöre halkının-ya da Türkiye'nin cebine girecek sanır...
Kendi topraklarındaki krom gibi değerli bir madenin ucuz işçisi olmakla övünen, bununla yetinen insanları gördükçe, Afrika ülkeleri geçiyor gözümün önünden...
Dünyanın en değerli madenleri Altının, Gümüşün,Elmasın çıkarıldığı; ama dünyanın en yoksul insanlarını yaşadığı Afrika...
Sefasını elin sürdüğü, cefasını bizim çektiğimiz güzel yurdum...
Pazar günleri, evde, AVM köşelerinde pineklemek yerine yollara düşen onlarca insanla birlikte çevremizdeki doğal güzellikleri, çıplak gözlerimizle görebileceğimiz yalın haliyle izlemek harika bir duygu ve herkese tavsiye ederim. Yürümek, tabi yöreyi bilen insanların rehberliğinde ilerlemek...
Kerestelik çam ormanları.
Dünkü manzaraları Orhaneli'de değerli eğitimci, doğasever dostumuz Oktay Tüfekçi ile kadim rehberimiz Harun (Bayram) hocamızın sayesinde görebildik.
Binlerce teşekkür..
Doğayı, insanı ve memleketimizi tanımaya, yürümeye devam...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder