13 Eylül 2011 Salı

Ölümün şaheser kitabı!


Ne ekonomi, ne siyaset, ne İsrail… Bu hafta beni en çok etkileyen şey bir kitap oldu. Hani “Bir kitap okudum, hayatım değişti” denir ya, işte o kadar! Adı, "Ölüm benim işim"...



Ama “resmiyette” kimsenin üzerine almadığı bir iş, nasıl oluyor da hala insanlığın kaderine yön vermede başpehlivanlığa devam edebiliyor? 
Acaba, ölümü, öldürmeyi kendisi ve ülkesi için gurur duyacağı bir iş, meslek olarak görenler düşündüğümüzden çok mu fazla?
Gün gelir, alıp okurum” diye kütüphaneye koyduğum kitaplardan birisini nihayet, neredeyse 25 yıl sonra okuyabildim.  Aslında sadece Fransızca bir kitap okumuş olmak için almıştım elime “La Mort Est  Mon Métier- Ölüm benim mesleğimdir” adlı romanı. Fransa’nın seçkin yayınevlerinden Gallimard’ın 1952 yılında yayımladığı, 450 sayfalı bu kitap, gerçek yaşamdan bir kesit…  
Bir belgesel, bir dram, insanın kanını donduran bir yaşam öyküsü.
Robert Merle imzalı kitap, özetle, Hitler Almanyası’nın en büyük katliam merkezi olarak ün salan  Polonya’daki  Auschwitz toplama kampının yapımı,“kaydettiği büyük başarı (!)” ların altında bir numaralı organizatör, plan ve uygulamacı olan Rudolf Lang’ın yaşam öyküsünü konu ediniyor.  
Almanya’da sıradan, dindar, muhafazakar bir aile ve subay çocuğu olarak dünyaya gelen Rudolf’un öyküsünün aslında eğitimciler, pedagog ve sosyologlarca mutlaka analiz edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 
Ancak işin bu tarafı benim işim, “mesleğim” değil.  Bunu, belki de onların yerine “toplum mühendisliği” ile “kurşun asker”ler yaratmak isteyen birileri zaten yapıyordur!
16 yaşında askere gidip,  1. Dünya Savaşı’nda, Arap çöllerinde, haritada bile görmediği ülkelere savaşa gönderilen Rudolf,  kendisini “ülkesi için adamış” birisi.  
Hayatına anlam veren en önemli şeyler, “üstlerine bağlılık”, aldığı emirleri harfiyen yerine getirme ve bunları asla sorgulamama… 
İlk dünya savaşı sonunda, Almanya’nın yenilmesi ile açlık ve sefaletin pençesine düşen Rudolf, bir çiftlikte at bakıcısı olarak çalışırken, Almanya’da hızla etkinliği artan Nazi’lerle tanışır.  
Bekar, kimsesiz ve savaş deneyimi olan,  ağzı sıkı bu gence Naziler kancayı takar, ona en çok sevdiği “üniforma”yı sağlar, evlendirilir,  sürekli yeni rütbelerle ünlü SS birliklerine katarlar.
“Komutanım emrederse gözümü kırpmaz, vururum” diyen Rudolf, bunu yakın bir akrabasını öldürerek kanıtladıktan sora artık, Hitler’in en önemli adamlarından Himmler  ile  tanıştırılır, “en kutsal, en gizli görev” olarak toplama kamplarında görevlendirilir.
Verilen emri  sorgulamadan  yerine getirmeye kendini programlayan Rudolf,  işgal ettikleri Polonya’nın Aushwitz kasabasına yakın bir yerde, düz bir araziyi insanlık tarihinin en büyük katliam merkezi haline getirir. Tabi yavaş yavaş…
Rudolf’a üst düzey bir SS komutanı geliyor, “Göreviniz çok önemli. Önümüzdeki  6 ayda size 500 bin ünite gönderiyoruz. Planınızı  ona göre yapın” diyor.
Ünite dediği,  toplama kampına getirilen Yahudi ve solcu insan sayısı
Trenle, gizlilik içinde getirilenlerden  önce bir grup “çalışabilir” ayrılıyor, kalanı fazla beklemeden,  üzerinde “Dezenfeksiyon Salonu”  yazan gaz odalarına götürülüyor. 
İnsanlar duşa giriyormuş gibi çırılçıplak soyuluyor, ellerine sabun veriliyor. Sonra kapılar kapatılıyor, bir kutu “Cyclon B” gazı, 5 dakika içinde hepsi ölüyor.  
Her salonda, bir keresinde 200 kişi zehirleniyor.
Komutan 500 bin kişi deyine Rudolf  hesap  yapıyor:  
Bu nasıl mümkün olacak? Günde 2 bin 800 kişi eder.  Ne gaz odalarımız, ne de toplu gömme kapasitemiz buna yeter...” 
500 bin kişinin gaz odasında öldürülmesinden söz ediliyor.. Ama sorun gayet “teknik”!
Ama Rudolf’un işi bu!
Bakıyorlar ki, 200’er 200’er öldürmek, çocuk oyuncağı... 
5 dakikada bütün salonda nefesler kesiliyor, çığlıklar susuyor.  Ama bu kadar insanı toplu olarak da olsa toprağa gömmek fazla zaman alıyor...  Kuyuların derinliği 10 metreye çıkarılıyor, o da yetmiyor… 
Kamp alanında kuyu kazacak yer kalmıyor. Her yer cesetle doluyor. 
Tabi trenle getirilenlerin  sayısı sürekli artıyor. Derken, Rudolf, yakma kazanlarını “keşfediyor”.  
Gaz odasından alınan çıplak cesetler,  asansörlere alınıp, hemen bitişikte yaptırılan devasa kazanlara atılıyor.
1942’nin sonunda bu kampta günde katledilen insan sayısı 10 bine çıkıyor. 
Müthiş fabrika! 
Austwicz kasabasında gökyüzünü  yanık ceset dumanı kaplıyor.  
Ama  Rudolf, son ana kadar, olup bitenleri kampın bitişiğinde yaşayan karısından gizlemeyi başarıyor.
1945’de naziler yeniliyor  Himmler intihar ediyor. 
Rudolf, ünlü Nurenberg  savaş mahkemesine  çıkarılıyor. Suçlamaların hepsini kabul ediyor…  Sadece Amerikalı savcıya, “Öldürdüğümüz kişi sayısı 3,5 milyon değil, 2,5 milyon “ diye itiraz ediyor! 
Suçsuzum, sadece işimi yaptım. Bugün olsa yine yaparım” diyor!
"Devlet millet için yaptım, görevim buydu" kafası... 
İçimizde ne kadar Rudolf var acaba?
İyi pazarlar


11 Eylul 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder