27 Eylül 2012 Perşembe

Ekonomi ‘zam’ sinyali veriyor!

Geçtiğimiz hafta ekonomide iki önemli veri açıklandı. İlki, yılın ikinci çeyreğinde GSYİH artışının yüzde 2,9 artması, diğeri ise işsizliğin yüzde 8,9’a gerilemesiydi. Ama daha çarpıcı olanı, artan bütçe açıkları. Bence bunlar bir dizi zammın sinyali!


Gelin önce “davulun sesi”ne bakalım: Milli gelirdeki artış…
Türkiye’nin yüzde 7-8 gibi yüksek büyümeyi sürdürme şansı zaten yoktuve sistem tıkanma noktasına gelmişti. Zira büyüme kronik olarak ithalata dayanıyordu, bu yüzden de üst üste büyüme ithalat faturasını kabartıyor, döviz dengesi ve sonuçta cari denge devasa açıklar vermeye başlıyordu. Nitekim, hükümet de bu yüzden büyümede frene basmayı sağlayacak adımlar attı ve bu yıl yüzde 4-5’te kalmayı hedefledi. Aksi takdirde cari açık yüksek oranlı bir devalüasyona ve krize yol açacaktı!
Ekonomi yönetimi şimdilik bu krizi iyi yönetir görünüyor.
Ancak büyümedeki “acı fren”in mutlaka bir sonucu olacaktı, oluyor. Bunu son dönemde iş dünyasındaki yakınmalardan anlıyoruz. Gerçekten de konut ve araba satışlarından tutun, bir çok alanda piyasa yerlerde sürünüyor, ödemelerde sorunlar artıyor.
Gelelim işsizliğin azalmasına!
İstihdam verileri ve işsizlik oranı açıklamaları öteden beri sorunlu...
Sorunun büyüğü şu: TÜİK işsizleri, İŞKUR’a yapılan işsizlik başvuruları ile hesaplıyor. Halbuki, gerçekten işsiz sayısının, bu kuruma başvuranlardan çok daha fazla olduğunu herkes biliyor. İş bulma umudunu yitirenler işsizler bir yana, insanların İŞKUR’dan “umutlu” olmaması da bir vakıa… İŞKUR, başvuranlara adam gibi iş bulabilse, inanın başvuru sayısı 3’e, 5’e katlanır.
Neden?
Çünkü Türkiye’de çalışabilecek “aktif” nüfusun ancak yarısı düzgün istihdam edilebiliyor.
Düşünün memleketin nüfusu 74 milyon. Bunun 54,6 milyonu 15 yaşın üzerinde. Yaşlıları da çıkarırsak, demek ki aktif, çalışabilir nüfusumuz 30 milyon civarında.
TUİK istatistiklerine göre toplam istihdam 25,5 milyon…
Ama her nasılsa SGK istatistiklerine göre, 2010 yılı itibariyle aktif sigortalı sayısı 16 milyon196 bin 304… Bunları 14,1 milyonu zorunlu sigortalı
İstihdam 25,5 milyon, sigortalı çalışan 16 milyon ne demek?
Neredeyse 10 milyon insan sigortasız, kaçak çalışıyor demek!
SGK cephesinde yine “aktüeryal denge” sorunu…
Çünkü işçi, memur, esnaf olarak toplam 16,1 milyon kişi sigorta primi öderken, SGK’nın emekli sayısı (dosya)  8 milyon 820 bin 679. Yani aktif/pasif oranı yüzde 1,84
SGK, Yeşil kart sahibi 9.395 bin kişi ile primsiz aylık alan toplam 1 milyon 363 bin kişiye de sosyal devlet olmanın gereği, yardım yapıyor.  
Bunların içinde 5.647 Kore gazisi,  30.897 Kıbrıs gazisi, 38.776 Tütün ikramiyesi (TEKEL sigara fabrikalarının kapanması ile açıkta kalan işçilere ödenen), 290.558 Sakatlık,  55.727 Özürlü aylığı alanlar dahil.
Yine de nüfusun sigorta kapsamı dışında kalan kısmı yüzde 17.
SGK’ya geniş parantez açmamın nedeni, bütçe açığındaki rolü. Devletin son dönemde “terör” başlığı altındaki askeri harcamalarının bu bütçe açığında etkili olduğunu tahmin etmek de güç değil. Ama bu kalem net açıklanmıyor.
Gelelim güncele…
Büyüme yavaşladı demek, bakmayın TUİK rakamlarına, işsizlerin sayısı artıyor, ücretler tırpanlanıyor, gelirler azalıyor demektir…
Ve sıra devletin topladığı vergilerin azalmasına gelir… Nitekim vergi geliri artışı enflasyonun altında kaldı.
Peki devlet yönetimi, benim vergilerim azalacak diye masraflarını kısmaya mı gider?
İşte o bizde hiç olmaz…
Veee, olan oldu, geçen sene 2 milyar lira fazla veren bütçe, bu yılın ilk 8 ayında tam 8,5 milyar lira açık verdi.
Şimdi ne olacak?
Bunu bilmek için öyle ekonomi uzmanı falan olmaya gerek yok: Zamlar gelecek!
Başbakan ve Maliye Bakanı bunun sinyallerini verdi.
Söylenen “zamdan orta ve üst gelir grubu etkilenecek” lafının altında yatanı artık ezberledik: Sigara, içki, taşıt için ÖTV zammı…
Ve doğalgaz… Nasıl olsa zam için mevsim de uygun!


24 Eylul 2012
 

18 Eylül 2012 Salı

Ne zaman bitecek bu 12 Eylül!


Takvimlerin 12 Eylül 2012’yi gösterdiği gün, televizyon ekranları ve gazete manşetlerini Hakkari’de 7 Tabur’un katıldığı bir “operasyon” işgal ediyordu. Daldım, 12 Eylül 1980 günlerine gittim… 32 yıl önceki 12 Eylül’de, tutuklama, gözaltı, işkence gırla gidiyordu, her an sorgusuz sualsiz içeri atılabilirdiniz; ama bu çapta bir savaş kimsenin akına bile gelemezdi... 

Türk Silahlı Kuvvetleri, 30 yıl önce  “anarşiyi ortadan kaldırmak, devlet otoritesini yeniden tesis etmek içün” demokrasiyi rafa kaldırıp, yönetime el koymuştu!
Zaten, askeri bir darbe olmadan, ünlü “24 Ocak Kararları”nın uygulanamayacağı da anlaşılmıştı. Zira 24 Ocak Kararları,  ekonominin bel kemiği “ulusal” kuruluşları (KİT) yabancı rekabete açıp işlemez hale getirmeyi ve ülkeyi bu şekilde “dışa açmayı” hedefliyordu ve bunu, muhalefetin sesini yükseltebildiği, sendikaların grev vs. yapabildiği bir ortamda başarmak mümkün olmayacaktı.
12 Eylül, askeri bir rejimdi. Belediye Başkanları dâhil her yere asker kişiler atandı. Yönetim, dünyaya namlunun ucundan bakıyordu. Ve namlunun ucundan bakmayı bir devlet politikası haline getirdi.
Onlara göre, örneğin parasız eğitim talebi veya işçilerin ücret artışı için greve falan gitmeleri “anarşi”ydi ve  “anarşinin belini kıracak” olan sadece şiddetti, işkenceydi, tutuklamaydı, hapisti, idamdı… Radikal bir çıkış, protesto yürüyüşü vs. olduğunda hemen “sallandıracaksın üç beş tanesini” diye başlanırdı lafa…
12 Eylül, demokratik bütün tepkileri şiddetle bastırdı.
Geriye sadece şiddetin dili kaldı…
İşte PKK’yı bu 12 Eylül rejimi yarattı…
Öyle, “Apo MİT’in adamıydı” teorilerinden söz etmeyeceğim.  
12 Eylül 1980’de PKK, adını kimsenin bilmediği çok küçük bir gruptu.
12 Eylülcülerin hedef tahtasındaki örgütler listesinde belki adı bile yoktu.
O zaman Dev Yol, Dev Sol, Halkın Kurtuluşu, Partizan ana grupları altında çok sayıda sol grup vardı. Güneydoğu’da ise DDKD, Özgürlük Yolu, Kava gibi büyük gruplar vardı. Bu gruplar genellikle bir derginin adı etrafında oluşmuştu ve asıl faaliyetleri dergi-gazete çıkararak propaganda yapmaktı. Hükümetler yasal propagandaya izin vermediği için de bunu gizli, yasadışı şekilde yapıyorlardı.
Komediye bakın... Diyelim ki, Halkın Kurtuluşu gazetesi yasal şekilde basılır, bayilerde dağıtılırdı; ama alıp okuduysan, üzerinde çıkarsa doğrudan yasadışı örgüt üyesi diye karakola çekilirdin!  
Bazı küçük gruplar dışında hepsi silahsızdı. Silah dediğin de topu topu sustalı bıçak veya  tabancaydı.
Devletin korkusu, bu grupların toplumun her alanında birer radikal sol muhalif sivil toplum örgütü olarak ortaya çıkması, halkı etkilemesi, “memlekete komünizm gelmesi”ydi.
Bu örgütlere üye ve sempatizan olduğu iddiası ile yüz binlerce insan hapse atıldı, işkenceden geçti, öldürüldü, sakat kaldı, işini kaybetti, ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Üzerinde, evinde, işyerinde sol yayın bulundurdun mu, sorgusuz sualsiz yasadışı örgüt üyesi damgası yiyordun.
Sadece sol değil, radikal sağ da devletin şiddetinden nasibini aldı.
Tam,12 Eylül 4 yılda zaferini ilan etmişti ki, memleket PKK şoku ile uyandı.
Nerden çıkmıştı bu PKK?
PKK, karakollarda, cezaevlerinde işkence gören, yakınlarını yitiren, sakat kalan, hakarete uğrayan, gözünü kan ve intikam bürümüş gençleri çekti, örgütledi.
PKK ile aynı dönemde Türk solundan da TİKKO, THKPC gibi gruplar dağa çıktı.
Türk sol örgütler hayal ettikleri gibi kırsalda yoksul köylülerden destek bulamadılar.
Kürt gençlerden oluşan PKK ise gittikçe “Kürt Milliyetçiliği”ne yaklaşarak Güneydoğu Anadolu coğrafyasında taban bulmayı başardı.
Türkiye bugün, 12 Eylül askeri rejiminin meyvesi olan bu yapıyla cebelleşiyor.
Bakıyorum, aradan 32 yıl geçti,  ama “12 Eylül” mantığı devam ediyor.
Bir ara hükümetin  “açılım”ı ile yeşeren demokratik ve siyasi çözüm umudu buharlaştı ve rejim adeta “fabrika ayarlarına” döndü.
Şakası yok, 7 Tabur  “komando”, “özel harekâtçı”, “bordo bereli”… En yeni zırhlı araçlar, tank, top, F-16 savaş uçakları, insansız gözetleme araçları ve savaş helikopterleri…
Daha ötesi yok bunun...
Bu 12 Eylül ne zaman bitecek?
Devlet otoritesini halkın kalbinde kurmayı ne zaman deneyeceğiz?
İyi pazarlar

17 Eylul 2012

10 Eylül 2012 Pazartesi

‘Buraya kadar’ mı?



Sadece siyaset değil, ekonomide de sıra dışı bir dönem yaşıyoruz. Siyasi iktidarın küresel uyumla ve ipleri küresel güçlere teslim etmesi ile sağlanan onca “başarı”ya rağmen ekonomide “yerinde sayma”yı başarabilmek bile zorlaşıyor. Örneğin, otomotiv “frene basıyor”, Bursa’da konut satışları düşüyor.


Sevgili okurum, geçtiğimiz hafta güzel ülkem adeta can pazarı oldu. Kah cephanelik patladı, kah denizde kaçak mülteci teknesi battı, kah adına hala “terörist faaliyet” demekle ısrar ettiğimiz kör kavgada askerlerimiz, gençlerimiz can verdi.
Hiç kuşkusuz, ateş düştüğü yeri yakıyor ve “yanan” yüreklerin sayısı hızla artıyor. Normal, demokratik bir ülkede bunların her birisi, bakanları, hatta hükümetleri götürecek büyük skandallardır. Neredeyse skandalsız günümüz geçmiyor.
Ancak kimsenin tındığı yok.
Bunun nedenini toplum bilimciler, siyasiler araştırmalı bence.
İşin bir yanı, kamuoyunun o makamları işgal edenleri alaşağı etme mekanizmaları sorunlu. Diyelim ki, bir vatandaş veya sivil toplum örgütü veya medya toplu olarak 25 askerin ölümüne yol açan patlama ile ilgili Milli Savunma Bakanı’nın istifasını istese ne olur? Kabinenin diğer üyeleri ve Başbakan, kamuoyunu tatmin edecek bir davranışta bulunma yerine derhal buna kalkanları vatan haini ilan edip, bakanına mı sarılır sıkı sıkı?
Olmuyor, olmuyor…
Üstelik şimdi iktidar partisi, hala en güçlü parti…
AKP’yi sevmeyenler bile muhalefet partilerine bakıp, tercihini AKP’den yana yapabiliyor…
İktidar partisinin 10 yıldır artarak süren desteğinin altındaki şey, ekonomi…
 Bakınız, Türkiye’yi yönetenler neredeyse son bir asırdır, ideoloji olarak batıdan, liberalizmden yana olsalar da hep batının emperyalist büyüklerine mesafeli yaklaşmışlardı. Bağımsızlığın İngiliz, Fransız, İtalyan vs. batılı kapitalist ülkelere karşı kazanılması da bir etkendi.  1980’lerin Özal’ına kadar “liberalizm”, “kapitalizm” kimsenin kendisini yakın hissettiği şeyler değildi. “Burjuva” dendi mi, zenginlerimiz alınır, hakaret sayardı
Karma ekonomi”, “İthalat İkamesi” gibi, sosyalist dünya ile kapitalist dünya arasında durmaya çalışan; ne kapitalist, ne sosyalist olan, bu nedenle de verimlilikten uzak, tuhaf bir ekonomiye sahip olmuştuk.
Özal ile birlikte liberalizmin zembereği boşaldı ve Erdoğan döneminde, küresel ekonomi ile bütünleşme tamamlandı.
Eskiden ekonomide “başarı” demek, ülke ihtiyaçlarına göre her sektörde planlama yapmak, ülke kaynaklarını planlı, doğru harcamaktı, üretimi ve bolluğu sağlamaktı.
Şimdi “başarı” demek, ipleri tamamen “piyasaya”, küresel oyuncuların eline teslim etmek, bunun için gerekli bütün tedbirleri almak demek…
Açıkçası bu süreç ekonomide ve maddi refahın iyileşmesinde gözle görülür bir canlılık da sağladı… Artık insanlar, cebinde parası varsa her şeye sahip alma olanağına sahip. Memlekette yok yok. En son model IPhon’lar ABD ile aynı anda buradaki marketlerde satılıyor.
Para sıkıntısı yok; hazine garantisi de varsa, istediğiniz kadar borçlanabilirsiniz. Yol, köprü, baraj, hatta toplukonut, kanalizasyon dahil her türlü iş zaten dış borçlarla yapılıyor.
Borçlanabildiğiniz sürece önünüzde engel yok…
Ama “küçük” bir sıkıntı var! Hem devlet, hem de vatandaş gırtlağına kadar borçta...
Bakınız, vatandaş en çok konuta ve arabaya borçlanıyor…
Ama artık borç yiğidin gırtlağında…
Araba pazarı daraldıkça daralıyor.
Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) verilerine göre, sektörde pazar Ocak ayında yüzde 34.2, Şubat ayında yüzde 29.6, Mart ayında yüzde 17.2, Nisan ayında yüzde 18.9, Mayıs ayında yüzde 12.1, Haziran ayında yüzde 12.9, Temmuz ayında ise yüzde 1.17 daralmış.
Otomotiv artık Bursa ekonomisinin kalbi…
Avrupa pazarının daraldığı bir ortamda iç satışlar da düşünce, fatura hemen geliyor.
Nisan-Mayıs-Haziran dönemi, konut satışlarının en yüksek olduğu dönemdir… Ama bu yıl, bu aylarda Bursa’daki konut satışları TUİK verilerine göre yüzde 5 azalmış.
Ankara’daki düşüş yüzde 15. Demek ki “memur kenti” başkentte de işaretler iyi değil. Bakmayın onlarca “residens” inşaatı başlamasına, binlerce konut satış bekliyor.
Borç gırtlaktaysa, kazancın da eriyorsa evlerin arabaların cazibesi seni ilgilendirmiyor…
Bazen kendi kendime soruyorum:
Acaba memleketin yangın yerine dönmesi, artan çatışma ve şehit haberleri, reformistliği terkeden hükümetin muhalefete karşı hırçınlaşması, ekonomideki tıkanmanın bir işareti mi?
Yani “buraya kadar” mı?
İyi pazarlar.

10 Eylul 2012

3 Eylül 2012 Pazartesi

Ne et ne ot ithalatı!


Tarım ve hayvancılık maalesef politikasızlıkların, plansızlıkların kurbanı olmaya devam ediyor. Fiyatları frenlemek adına iki de bir et veya canlı hayvan ithalatına yönelen iktidar, bu yıl ilk kez kaba yem (saman ve ot) ithalatı yapılacağını açıkladı. Kulağa hoş geliyor, ama ot ithalatının sonucu et ithalatından farklı olacağa benzemiyor.
 

Ot, saman gibi kuru kaba yemlerinin ithalatı kulağa hoş geliyor.  Madem memlekette kuraklık var, yeterli ot ve saman yok, olan da pahalı satılıyor; o zaman hem üreticiyi hem de sonuçta et fiyatları ile tüketiciyi korumak için en zekice yollardan birisi yem ithalatıdır…
Ancak gelişmeler, olayın pek de bu şekilde olmayacağını gösteriyor.
Öncelikle, bu olayın Kurban Bayramı arifesine denk getirilmesi çok manidar. Malum, her yıl bu aylarda et fiyatları bir şekilde artar... Hükümetler de durumdan vazife çıkarıp tak diye ithalatı dayar!
Et ithalatı kamuoyunda tepki görüyor.
Önce vatandaş, tüketici, ithal etin kalitesinden şüpheli. Kasaplarda ithal et deyince insanlar kaçıyor. Hayvanların (örneğin kısırlaştırılmış erkek sığırların) kurban olup olmayacağı konusunda kafalar karışık.
Yetiştiriciler de tepkili. Hatırlarsınız geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda İstanbul’da kurbanlık sığır yetiştiricileri protesto gösterisi yaptı. Anadolu’nun çeşitli kentlerinden İstanbul’a getirilen hayvanların önemli bir bölümü satılamadı ve insanlar büyük bir moral kırıklığı içinde hayvanları kamyona yükleyip evlerine döndüler. 
Angus cinsi sığırlar vatan haini oldu!
Peki bu yıl Kurban Bayramı için canlı hayvan ithal edilmeyecek mi?
Anlaşılan bunun illa da resmi açıklamalarla olması gerekmiyor. Geçtiğimiz hafta örneğin devasa büyüklükteki iki gemi ile Avustralya’dan 70 bin civarında canlı hayvan getirildi, Tekirdağ Limanı ve çevresi kokudan ağıla, ahıra döndü.
Avustralya özellikle koyun açısından dünya lideri. Hiç kuşkunuz olmasın et ve canlı hayvan fiyatları da bizdekinin en az yarısıdır. Nasıl olmasın ki, Avustralya’da arazi geniş. Devlet bu işi planlamış, büyük çiftliklerin oluşmasını sağlamış. Meralar ıslah edilmiş. Otun yeşili de kurusu da bol… Çiftliklerde bizdeki gibi 40-50 koyun değil, asgari 3-5 bin koyun bakılıyor. Ucuz et mucizesinin sırrı zaten bu. Yani ithalat ile eti ucuzlatma girişimi sadece hokkabazlık girişimdir…
Bu yıl pazarlarda Avustralya’dan getirilen kurbanlık koyunlar kaç liraya satılacak, göreceğiz. Ama hayvancılığa tek kuruşluk katkısı olmayacağı kesin. 
Ot ve samana dönersek…
Ucuz kaba yem ithalatı kararnamesinin hala Cumhurbaşkanlığında bekletilmesi çok ilginç.Zira, ot ve saman sezonu çoktan geçti. Türkiye’de ot biçme ve ekin hasadı normalde Temmuz ayında biter. Eylül ayının başında insanlar otunu samanını çoktan tarladan alıp deposuna koymuştur.
Fiyatlar fırladı bile. Geçen kış tanesi 4-5 liraya satılan bir balya saman (20 kilo civarında) şimdi 7 liraya çıkmış. Patozlanmış ekin samanının tonu 400 lira olmuş. Yemlik arpanın ton fiyatı 550 liradan 600 liraya çıkmış. Kuru samanın tonu 450, yemlik arpanın tonu 600 lira…8-9 liraya satılan yonca balyası fırlamış 15 liraya.
Bakanlık, ot ve yem ithalatının Rusya ve Balkan ülkelerinden yapılmasını planlıyor. Bu ülkeler mera alanlarını iyi ıslah etmiş oldukları ve işletme büyüklükleri fazla olduğu için çiftçiler kuru ota pek para vermezler.
Kuraklık bu ülkelere hiç uğramamış mıdır? Kuru ot satışına ne kadar yaklaşırlar, bilmiyoruz. Ama en azından mevsim itibariyle ithalattaki gecikme fiyata zam olarak yansıyacaktır. Umarız, yem ithalatı kararnamesi Cumhurbaşkanı Gül’ün kulak rahatsızlığına kurban gitmez.  
Dayatılan şey şu: Ya et ithal edeceğiz, ya da ot!
Ama sonuç değişmeyecek. Nasıl ki, et/canlı hayvan ithalatı sadece birilerinin cebini  doldurdu; “ucuz ot ithal edeceğiz, et fiyatları ucuzlayacak” beklentisi de boşa çıkacak.
Hodri meydan! Kurban’a yaklaşık iki ay var. Yapın da görelim…
İyi pazarlar
.

03 Eylul 2012