31 Ekim 2012 Çarşamba

Beldelerde köy olma şoku...

Hükümet, yerel seçim tarihinin netleşmesinin hemen ardından yüzlerce belediyeyi kapatacak bir yasa tasarısı hazırladı. Görünür gerekçe, “kamu kaynaklarının verimli kullanımı”! Hadi Büyükşehir sınırlarında olanların, hizmeti Büyükşehir Belediyesi’nden alma umut ve şansları var. Peki “Siz artık köylü olacaksınız” denilen belde halkı ne yapacak? Kırsal kesimde medeniyetin çıtası daha da mı inecek? 


İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlananBüyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun TasarısıBaşbakan R. Tayyip Erdoğan’ın imzası ile 8 Ekim’deTBMM’ye sunuldu.
Ankara’daki havaya bakılırsa, hükümet uzun tartışmalardan kaçınacak, yasayı hızla çıkarmaya çalışacak. Hükümet çevreleri ise bu konuda muhalefet partilerinin meclisteki eleştirilerinden çok, belediyesi kapatılan beldelerdeki vatandaşın tepkisine, muhtemel “kazan kaldırmasına” odaklanacak
Yasa ile 13 yeni Büyükşehir Belediyesi kuruluyor. Ama sadece bu değil. Örneğin aralarında Ankara, İzmir ve Bursa’nın da bulunduğu 14 Büyükşehir Belediyesi’nde Büyükşehir Belediyesi sınırları “İl mülki sınırları” haline geliyor. Yani sadece Gemlik, Mudanya değil; artık İnegöl, Orhangazi, Orhaneli, Keles dahil bütün ilçeler Büyükşehir sınırlarına alınıyor.
Bursa’daki bütün belde belediyeleri kaldırılıyor. “Köy”ler de artık mahallestatüsüne geçiyor.  
Ve buralarda İl Özel İdareleri de tarih oluyor.
Belli ki artık, örneğin Bursa il sınırları içindeki her yerin altyapı sorunları ile Büyükşehir Belediyesi ilgilenecek. Ancak kamunun yapacağı işlerin ağırlıkla, yeni kurulacak Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi aracılığı ile planlanması öngörülüyor. Merkezin başında bir vali yardımcısı bulunacak.
Yasa tasarısının en çok can yakacak yanı, belediyelerin kapatılması…
Hadi, büyükşehir belediyesi sınırları içindeki belde belediyelerinin kapatılması bir yana… Zira vatandaş, doğrudan büyükşehir belediyesine bağlanma ve “mahalle” statüsüne geçme ile daha etkin bir hizmet beklentisi içine girebilir.
Ancak, diğer yanda, kendilerine bakacak bir büyükşehir belediyesi umudu olmayan yüzlerce belde var… Bunların durumun gerçekten vahim; belediyenin yapacağı işin kim tarafından yapılacağı çok net belirlenmemiş.
Köye dönüşecek beldelerin insanı sahiden eski “köy” günlerine dönmenin korkusunu hissetmeye başlamışlar bile.
Yasa tasarısı diyor ki, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından tespit edilen 2011 yılı Adrese Dayalı Nüfus Sayım sonuçlarına göre nüfusu 2.000’in altındaki belediyelerin tüzel kişilikleri ilk mahalli idareler genel seçiminden geçerli olmak üzere kaldırılarak bu belediyeler köye dönüştürülmüştür.”
İşte o kadar!
Ve 28 Numaralı liste...
Anadolu’nun gariban bölgeleri…
Örneğin benim doğduğum yöredeki Akarçay, Ataköy, Cihet, Dikili, Ormandibi ve Gürümlü beldeleri…
Hükümet bu kır yoksullarına tutunacak pek dal bırakmıyor.
Köy”e dönüştürülecek belde belediyelerinin personeli, makineleri, her şeyi İl Özel İdaresi’ne devrediliyor. Sadece “zorunlu ihtiyaç duyulan araç gereçler” köy muhtarlığına teslim edilebilecek.
Bu köylülere tanınacak tek şans, en yakın ilçe belediyesine “mahalle” olma… Ancak onun da 10 kilometreden uzak olmama ve katılacakları belediye tarafından kabul edilme şartı var.
Kapatılan belde belediyeleri, eskinin büyük köyleri…
Hızla nüfus kaybeden, geri bölgeler…
Belediye yokken, insanlar “belediye kurulsun, göç dursun” diyordu.
Halk bir mücadeleye girişti. Belediye kurulacak, çamur, toz toprak ve hayvan gübresi içinde yaşamaktan kurtulacaklardı. Medeniyet gelecekti…
Büyük kentlerde oturduğu halde nüfus kaydını köyünde gösteren onca insan bilirim.
Bu insanlar yaşadıkları kentlerde yıllarca en demokratik hakları olan oy kullanma hakkından feragat ettiler. Devlet belediyelere nüfusa göre ödeme yapıyordu ve bu “Devlet bizim mahalleye, ilçeye değil köyüme yardım yapsın” demekti.
Yerel seçimlerde büyük kentlerden milyonlarca insan bu beldelere taşındı.
Birçoğu bir önceki yerel seçimlerde direkten dönmüştü…
Şimdi 559 belediye ipin ucunda.
Kaderine terk edilmiş Anadolu köylüsü devletin desteğini ilk kez bu belediyelerle hissetmişti. Sokağı döşenmiş, evine içme suyu bağlanmıştı.  
Belediyeleri kapatıp “tasarruf” ettiniz…
İyi de, kırsal kesimde medeniyet nasıl  olacak?


15 Ekim 2012

Bezirganın gözü kurban pastasında!

Kurban Bayramı’na sayılı günler kaldı. Şaire “Can derdinde koyun/ Et derdinde kasap” dedirten manzaralar geliyor… Ama gelin biz, Kurban Bayramı ile yaratılan ekonomiye ve kurbanlık hayvan yetiştiricilerini bu yıl da kurban etmeye hazırlanan ithalat lobisine bakalım... 


Kurban toplumumuzun en güzel geleneklerinden birisi. Yılda birkaç günlüğüne de olsa karnı tok olanların aç insanları düşünmesi, onlara et dağıtması; adalet duygusunu hissetme açısından çok güzel.
Ayrıca kurban kesme salt bir ibadet olmaktan çıkmış. İnsanlar zengin de olsa fakir de olsa kendisini mutlaka kurban kesmek durumunda hissediyor. Çoğu insanın, maddi olanakları hiç de elverişli olmadığı halde, sırf aile fertlerini “kurban eti gözler” hale getirmemek, “komşudan aşağı kalmamak için” borç parayla da olsa bir kurban kestiğini biliyoruz.  
Öte yandan kurban,  çok da büyük bir ekonomi yaratmış duruma. Özeti şu:  
Türkiye’de son verilere göre, 11 milyon civarında sığır25 milyon civarında da koyun ve keçi var. Hayvan varlığı yıldan yıla, toplam olarak azalıyor. Anadolu’da geleneksel aile işletmeleri terk edilirken, büyük sermayeli işletmeler, çiftlikler çoğalıyor. Büyük işletmeler genelde sığır yetiştiriyor. Koyunculukta hala mera ve köy tipi üretim yaygın.   
Kurbanda her yıl kabaca 1 milyon civarında sığır, 3-4 milyon civarında da koyun kesiliyor.  
Bu nedenle hayvan üreticileri için bayram çok önemli. Yetiştiriciler, kurbanlık boğa, koç vs. yetiştirir ve toplu satışla en büyük hâsılatı kurbanda yaparlar.
Şimdi gelelim, üreticiyi kurban etme politikalarına….
Bakınız her bayram öncesinde et fiyatları yükselmeye başlar…
Hükümetler de “vatandaşa ucuz kurbanlık sağlamak” bahanesiyle hemen ithalat silahını çeker…
Hükümet ithalat iznini açıklar açıklamaz, zaten lobiler harekete geçmiştir ve limanlara yüz binlerce hayvan yığarlar…
Son iki yılda yaklaşık 1 milyon kuzu, 800 bin adet de sığır ithal edildi.
Geçen yıl, çoğu Trakya bölgesinde satışa çıkarılan ithal hayvanların bir bölümü firmaların elinde kaldı, sonradan Et Balık Kurumu’na kestirildi.
Bu yıl hükümet bir cinlik yaptı ve “et değil ot ithal edeceğiz” dedi. Her nedense henüz ot ithalatı başlamadı, ama yüz binlerce koyun ve sığır yine gemilerle ithal edildi.  
Amaçları, “vatandaşa ucuz kurban satışı” imiş!
Siz bunu külahıma anlatın!
Tek derdiniz, kurbanlık pazarında oluşan pastanın en büyük dilimini götürmek!
Avustralya’dan, eski sosyalist ülkelerden veya Afrika’dan getirilen hayvanlar Türkiye’deki fiyatların neredeyse 3’te bir fiyatına alınıyor. Örneğin en yakın komşuda, Bulgaristan’da koyunun tanesi 100 dolar. Keza Avustralya’da 100 doları verdiğin zaman koçun kralını alıyorsun.
Bu ülkeler nasıl oluyor da Türkiye’nin üçte, hatta dörtte bir fiyatına ucuz koyun üretebiliyor?
Nasıl oluyor da etin kilosu Almanya’da 4-5 Euro iken bizde 10 Euro oluyor?
Onlar yapıyor da neden Türkiye yapamasın?
Türkiye’de insanların ucuz et yemesi için neler yapmalıyız?
İthalat lobisi bunlarla katiyen ilgilenmez!
Onların tek bildiği para kazanmaktır. “Para sihirbazı”dır onlar.
Hükümetler de bilerek veya bilmeyerek bu politikalara alet olur.
Bu yıl yine tezgâh hazır. Kurban Bayramı öncesinde koyun fiyatları 500-800, sığır fiyatları da 2-7 bin lira arasında dolaşıyor.
İş artık “Kurbanlık hayvan” satışından çıktı, et satışına döndü... Hayvan gebeymiş, sakatmış, kısırlaştırılmışmış, körpeymiş, İslam dinine göre kurbanlık sayılmazmış, umurlarında değil.
Diyanetten fetva çıkarırlar olur biter!
Canlı hayvan kilo fiyatları koyunda 11-14 lira, sığırda da 10-12 lira.
Şimdi tek dertleri kilosu 4-5 liraya ithal ettikleri hayvanları, en az iki katı fiyata satmak...
Meralar kurak gitmiş, ot yem maliyetleri şuymuş, bu gidişle hayvancılık çökecekmiş…
Bu onları hiç ilgilendirmez…
Ben “İthal kurbanlık alma, bezirgâna kurban olma” diyorum!
Bayramınızı şimdiden kutlarım
.

22 Ekim 2012

8 Ekim 2012 Pazartesi

Vatandaş istemezse savaş olur mu?

Başkent Ankara, “tezkere” gündemli bir hafta geçirdi. Sanki dört gözle beklenen bomba Suriye sınırındaki Akçakale ilçesine düştü, yeni bir takvim işlemeye başladı... TBMM’den jet hızıyla bir tezkere geçti ve hükümete, yurt dışına (yani Suriye’ye) asker çıkarma, operasyon yapma yetkisi verildi. 

Tezkere tamam da, şimdi ciddi ciddi Türkiye Suriye ile savaşa mı girecek?
Bu sorunun yanıtını, “Padişah” yakıştırması yapılan Başbakanın bile bildiğini sanmıyorum.  Tezkereler bugüne kadar hep Kuzey Irak’ta operasyonlar yapmak için veriliyordu. Bir kez Irak ile (Saddam dönemi) fiilen savaşmak için girişimde bulunulmuş, ancak o ünlü “1 Mart Tezkeresi” meclisten geçmemişti.
Hükümet yine Ak Parti hükümetiydi, ama bu sefer adeta “1 Mart’ın rövanşı” alındı,iktidar partisi fire vermedi, MHP’nin de desteği ile tezkereyi kolayca çıkarttı.  
Şimdi ne olacak?
Bir yandan şöyle düşünüyorum: “Hükümet Suriye ile savaş falan istemiş olamaz. Ama önce bir savaş uçağının düşürülmesi, arkasından Akçakale’ye bomba atılması ve 5 kişinin ölümü üzerine,  Esat yönetimine ufak bir karşılık vermek, küçük bir misilleme ve esas olarak caydırıcılık amacıyla bu meclis kararını çıkarttı. Ama bu savaşın bir mantığı olmadığını hükümet de bilir. İyi oldu. Saldırırız ha, deriz Esat da tırsır, bir daha sınır bölgesinde Türkiye toprağına bomba atmaz. Savaş falan olmaz.”.
Bir yanda da bakıyorum, hani sığınmacılık insani bir durumdur, insanlar silahtan bombadan kaçmak için sınırına dayanmışsa bir tekme de sen vuramazsın, eyvallah. Ama Özgür Suriye Ordusu adı altında resmen Suriye’de karışıklık çıkaran bir gruba barınma, kamp, lojistik sağlamak…
Türkiye’nin bunu yapması için Esat yönetiminin baskıcı olması, “kendi halkını katletmesi” acaba yeter ki miydi?
Sonra “5 yıldızlı mülteci kampları”…
Depremzedelerden esirgenen imkanların bunlara sağlanmsı…
Suriye’den gelenler arasında “Bize aylık maaş ve barınma sözü verildi” sözleri…
Hatta Katar ve Suudi Arabistan krallarının bu silahlı gruplara destek için Türkiye’ye “avans” olarak 10 milyar dolar para ödediği haberlerinin hala yalanlanmamış olması.
Mülteci kampı denen yerlerde askeri eğitim verildiği iddiaları ve kamplardaki abartılı “güvenlik”…
Bunların bir mantığı var mı?
Ama bunlar oluyor ve Suriye’ye karşı söylem sürekli sertleşiyor…
Ortak Bakanlar Kurulu toplantısı ve vizelerin kaldırılmasından, 2 yıl sonra savaş hazırlığına gelinmesi…
Sanki ülkemiz sessiz sedasız, ama kararlı bir şekilde bir yere sürükleniyor.
Psikolojik olarak buna hazırlanıyoruz…
Gazetede Özgür Suriye Ordusu denilen çapulcu takımın başındaki adam poz veriyor: “Türkiye’nin sınırını koruyoruz”!
Hadi ordan! Sınırımızı korumak sana mı kaldı…
Gazete de manşetten verdiğine göre, bu kopuk takımını çok önemsiyor.
Sonra, sınırda Suriye’nin askeri hedeflerine doğru yapılan atışlar ve  “Vurduk”manşetleri…
Savaşa karşı çıkanlara “Esatçı” yaftasının yaygınlaşması..
Bugün bile, meclisten izin alınmış olmasına rağmen, ben hükumet üyesi bakanların,Ak Partili milletvekillerinin büyük bölümünün, Suriye ile savaşa girmek için çok istekli olduklarına inanmıyorum…
Topraklarımıza bomba atılmasına sessiz kalamayız” açıklaması elbette değerlidir.
Akçakale’de 5 kişinin canından olmasına tepki de haklıdır.
Ama ortalama bir vatandaş, 'devletin 3-5 kişinin intikamını almak için savaşa gireceği' iddiasını yutmaz...  
Üstelik de Edat yönetiminin olayı kaza diye açıklaması ve özür dilemesinden sonra.
Yetmedi, Esat, uçaklarına Türkiye sınırına 10 kilometreden fazla yaklaşmama talimatı verdi.
Çünkü Esat, Türkiye ile savaş istemez; savaşın en azından, kendisi açısından felaket olacağını bilir.
Ama birileri yavaş yavaş memleketi bir bataklığın içine çekmeye çalışıyor gibi hissediyorum.
Böyleyse,  olay çok ciddi; zira siyasi iktidarı kafaya almışlar.
Sırada, sağ, muhafazakâr, milliyetçi kitle var.
Dikkat ediyorum, Hatay’da, Akçakale’de vatandaşlar, savaş istemiyor, biber gazı ve cop yeme pahasına sesini duyurmaya çalışıyor.
Şimdi siyasi iktidar kendi vatandaşını mı dinleyecek, yoksa küresel güçleri ve petrol zenginlerini mi?
İyi pazarlar.


8 Ekim 2012
 

1 Ekim 2012 Pazartesi

Ya kırk katır, ya kırk satır!

Bir haftayı “zam sağanağı” ile geçirdik. Gün geçmedi ki bir şeylere zam yapılmasın. Vatandaş, “pastırma yazı” günlerinde gelen doğalgaz zammı açıklamaları ile yaklaşan kışın buz gibi soğuğunu hissetti, zam gelmeden gaz alabilmek için satış noktalarının önünde uzun kuyruklara girdi. Zam, yanlış yönetimlerin faturası olarak yine sahnedeki yerini aldı…


Sevgili okurum, geçen hafta bu köşede, devletin son bütçe rakamlarına bakarak, bunu “zam sinyali” olarak değerlendirmiştik. Çünkü ekonomi diye bir şeyin varlığından haberim olalı beri, hükümetler bütçe açıklarında hemen zamma başvuruyordu. Bütçede verilen açık, yapılan zamla vatandaştan tahsil ediliyordu. Bu sefer de öyle oldu, gelenek bozulmadı!
Lütfen, “Ne var bunda” diye düşünmeyin…
Bütçenin açık vermesi, ekonominin, sonuçta da ülkenin yanlış yönetilmesi anlamına gelir!
Çünkü, ekonomi yönetiminin öncelikli hedefi, gelir ile gider arasında bir denklik kurabilmektir. Harcamaları artırmak için önce gelirlerinizi artırmanız gerekir. Aynen aile bütçesinde olduğu gibi...
Aylık geliri bin lira olan bir vatandaş, ek kaynak yaratmadan bin 500 lira harcama yapabilir mi?
Ve bütçe açıkları daima ülkedeki sosyal dengeleri bozar, zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasına yol açar. Çünkü bu açıklar yeni zamlarla kapatılır, bu da bir dolaylı vergidir.
Hani şu en adaletsiz vergi yöntemi olarak bildiğimiz ve bizde, toplam vergilerin yüzde 70’ini tutan Dolaylı Vergi…
Gelelim bütçeye…
Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre, bu yılın Ocak-Ağustos döneminde bütçe gelirleri yüzde 10,8 artarak 220,5 milyar liraya, bütçe giderler ise yüzde 16,3 oranında artarak 229 milyar liraya ulaştı. Böylece 2011 yılının aynı döneminde 2,1 milyar lira fazla veren bütçe bu yıl 8,5 milyar lira açık verdi. Bütçe sadece Ağustos ayında 1,6 milyar lira açık vermiş.
Açığın görünen kaynakları “personel harcamaları”, “cari transferler” vs…
Sanırsın devlet memuruna, işçisine çok büyük zamlar yapmış!
Peki, o zaman bütçe neden açık veriyor?
Doğrusu bunu, açıklanan rakamlardan anlamak oldukça zor.
Yine de Maliye Bakanlığı’nın en son yayımladığı ve Ocak-Temmuz aylarını kapsayan verilerindeki “nakit açığı” rakamlarının izini sürmekte yarar var… Bu verilere göre, bütçenin bu yıl toplamda 21,1 milyar lira açık vermesi bekleniyordu. Ancak, “nakit açık” 7 ayda 22,1 milyar liraya fırladı. Peki 7 ayda oluşan rekor “nakit açığın” kaynağı ne ola?
Evet, büyümedeki hızlı yavaşlama devletin gelirlerini azaltır. Ancak yüzde 10’luk vergi artışı, bütçe açıklarının nedeninin, en azından şimdilik,  vergi tahsilatındaki düşüş olmadığını gösteriyor.
Benim aklıma son dönemde artan askeri harcamalar geliyor… Ülkeyi kan gölüne çeviren bu bela sadece can almıyor… Artık vatandaşın cebine de elini attı!
Elbette hükümet bütçe açıklarını zamla kapatmamak için kıvranıyordur.  22,1 milyar nakit açık verilen 7 ayda hazinenin net 13 milyar iç borçlanması bunun kanıtı.
Ama yetmiyor; demokrasi içinde ve siyaset kurumu tarafından çözümlenmesi gereken sorunların kartopu gibi büyümesi ülkeyi tahrip etmeye devam ediyor.
Siyasal alandaki başarısızlık, hükümetin önünü, en başarılı sayıldığı ekonomide de tıkıyor.
Ekonomide son tablo, maalesef şu:
Kırk katır mı kırk satır mı?
Ya yüksek cari açık, ya gırtlağına kadar borç, ya da sabah akşam zam!
Adaletli ve zamsız bir Türkiye dileğiyle…
İyi pazarlar
.


1 Ekim 2012