’90 doğumlu gençler üç haftada bütün siyasal algıları, kavramları, paradigmaları altüst etti. Muhalif siyasi grupları “kriminalize/terörize etmeye”, kurduğu muazzam şiddet mekanizması ile ezmeye alışmış devlet aygıtı, barışçıl eylemlere hazırlıksız yakalandı, ne yapacağını şaşırdı… Bir yandan “iyi çocuklar” dedi, sırtını sıvazladı, öte yandan onları birbirine düşürmeye; olmayınca gazlı, coplu, TOMA’lı müdahalelere devam etti. Peki şimdi, ceberut devlet anlayışında bir kırılma olacak, demokrasiye bir pencere açabilecek miyiz? |
Artık “2013 Kuşağı” diyebileceğimiz yeni bir mücadeleci genç kuşağımız doğdu.
İtiraf ediyorum, yeni kuşak beni de şaşırttı…
Biz, ’78 Kuşağı’nın bir sıra neferi olarak, olaylara büyük ölçüde “soğuk savaş” gözlükleri ile bakıyorduk… Bize göre, gündelik yaşamda karşılaştığımız irili ufaklı bütün sorunlar, bir “düzen/sistem sorunu”ydu…
Örneğin Gezi Parkı konusunda bizim kuşak olsa “İşte, görüyorsunuz, kar hırsı ile gözü dönen kapitalizm ve para babaları, şimdi de gözünü parkımıza dikti” der, duvarlara “Gezi Parkı Halkındır, Halkın Kalacak” diye yazardık...
Çözüm ise Gezi Parkı’nı kurtarmak değil, rejimi yıkmak, sosyalizmi kurmak olurdu!
Devletin polisi jandarması da zaten bizim gibileri haklamak üzere organize olmuştu! Hiç birimizin tohumuna para verilmediğinden, pisi pisine içeri atılır, işkence görürdük veya tepemize kurşun sıkılırdı… Devlet yöneticilerinin, polisin, jandarmanın gözünde “vatan haini, dış güçlerin maşası, din düşmanı” olur, “… ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan bu vatanı…” diye boyumuzdan büyük laflarla hakkımızda iddianameler hazırlanırdı.
Oysa 2013 Kuşağı işi sosyalizme falan bırakmadı!
“Parkımııı yıktırmaaam” diye tutturdu; yıkımı engellemek için parkta çadır kurdu, gece gündüz nöbet tuttu.
Polisin “Dağılın Lan” uyarısını hemen besteleyip, şarkısını yaptı, klibini çektiler!
Başbakan "Çapulcular" deyince, tepki gösterip "çapulcu sensin" demedi, çapulcu olmayı benimsedi!
Kaskı, copu, gaz fişeği, kelepçesi, TOMA’sı ile kendilerini dağıtmaya gelen polise tempo tutup şarkı söyledi, kanun kitabı gösterdiler…
Biber gazı ile gözü görmez, nefes alamaz olunca, inatları tuttu, cesarete geldiler…
Anlık acı ve savunma refleksiyle eline geçirdiği taşı TOMA’lara, polislere fırlattı, ancak öfkesine yenilmediler… Öfkesini, sokaktaki otobüs durağının camını kırarak çıkardı, ama nişan alarak kafalarına gaz fişeği atan polislerden birisini bile linç etmeye kalkmadılar..
4 “şehit”, onlarca sakat, yüzlerde yaralı verdiler…
En çok Başbakan’a kızdılar, istifasını istediler…
Dertleri, kişisel yaşam ve özgürlük alanlarına dokunulmaması, nefes aldıkları parkların ranta açılmaması, copsuz, gazsız gösteri yapabilmekti… Yedikleri gaz, herkesin gözlerini sızlattı, vicdanını harekete geçirdi...
Türkiye insanı her bölgeden, her yaştan, inanıştan, meydanlara akın etti…
Üç haftada destek için sokağa çıkan insan sayısı on milyonlara ulaştı…
Değişik siyasi parti ve gruplar, onları tam anlayamadıysa da kendi yöntemleriyle destekledi.
Yeni kuşağı en çok anlaması gereken kişi hiç kuşkusuz ki sayın Başbakan ve devlet bürokrasisiydi…
Başbakan, çeşitli çevrelerle toplantılar yapıyor…
İstanbul Valisi, sabah kan uykusunda gazla saldırıp çadırlarını yaktırdığı gençlerle, gece yarılarında toplantı yapar oldu…
Dedik ya, ne yapacaklarını bilemediler…
Bir yandan “talepler meşru” dedi, diğer yandan Başbakan, eski reflekslerle “çapulcu”, “dış güçlerin maşası”, seçimle gelmiş hükümeti darbeyle yıkmaya çalışanlar dedi… Yetmedi, “karşı mitingler” ile siyasi mücadele başlattı!
Ak Parti’ye oy verenler, parkın yıkılmasını istemek zorundaymış gibi…
Başbakan, ceberut devlet anlayışından kopamıyor mu?
“Ben, Başbakanınız olarak, ülkemin, sizlerin iyiliği için güzel bir iş yapacağımı düşünüyordum. Demek ki yanlış düşünmüşüm, madem istemiyorsunuz, parkı yıkmaktan vazçgeçiyoruz. Sizlere gereksiz şiddet kullanan, ölüm ve yaralanmalara neden olan polisler hakkında yasal işlem yapılacak vs.” demek bu kadar mı zor?
Meydanın orta yerinde 24 yaşındaki OSTİM işçisi Ethem Sarısülük'ü silahla vuran polis memurunu adalete teslim etmek, bir hukuk devletinde olması gereken standart bir uygulama değil midir?
Üstelik de, 751 Ada, 2 parsel numarasıyla tapulu yaklaşık 30 dönüm parselin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne “meydan, park, yeşil saha vb. umumi hizmetlerde kullanılmak şartı ile” verildiğinin ortaya çıktığı, Topçu Kışlası Projesi hakkında İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararı verdiği bir ortamda!
Bunlara rağmen, bu kadar samimi, barışçı, duyarlı, pırıl pırıl bir gençliğin burnunu sürtmeye, ezmeye çalışmak akıl karımıdır?
Sonuçta, bu siyasi bir kalkışma değil, demokratik bir tepki. “Türk Baharı” tanımı da yanlış. Madem “diyalog” başlatıldı, top hükümette. Başbakan’dan beklenen halkın sesine kulak vermek, demokrasiye yeni bir pencere açmak.
Ama bu fırsat tepilir, geleneksel devlet refleksleriyle gençleri kandırma, oyalama, olmazsa tepeleme yönteminde ısrar edilirse, işte o zaman yaşananları “Türk Baharını tutuşturan ilk kıvılcım” olarak kaydetmeye hazır olalım, derim.
İyi pazarlar
…
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder