Önce haberi hatırlatalım. Balıkesir’in merkez Karesi Belediye Başkanı Yücel Yılmaz “Balıkesir OSB’lerinde çalışacak, kaynak işi yapabilecek, ağır metaller alanında görevlendirilecek 24 bin 600 işçiye ihtiyaç var. Bu konuda başvuru yapanlar hemen işe yerleştirilebilir. Belediyemize 20-38 yaş aralığında 17 bin 600 kişi iş başvurusu yaptı. Bunların çoğu üniversite mezunu. Biz ise teknik eleman, işçi arıyoruz” demiş.
Yılmaz “kalifiye eleman eksikliği” nedeniyle kentteki fabrikaların yüzde 65 kapasite ile çalıştığını da vurgulamış!
Yılmaz “kalifiye eleman eksikliği” nedeniyle kentteki fabrikaların yüzde 65 kapasite ile çalıştığını da vurgulamış!
Memleketin hali işte bu…
İşsizlik diz boyu. Milyonlarca insan iş arıyor. Bakmayın TÜİK’in işsizlik oranını yüzde 10 civarında göstermesine. Halep ordaysa arşın burda!
Düşünün, kabaca 30 milyon çalışabilir nüfus içinde sigortalıların toplam sayısı sadece 15 milyon dolayında değil mi? Sadece IŞKUR'a iş başvurusu yapan 3 milyon insanı işsizden sayarak, "bütün isizler işte bu 3 milyon işte" diye işin içinden sıyrılamazsınız.
Kimse kendini kandırmasın… 4 kişilik iş için 4 bin kişinin başvurduğu bir ülkeden sözediyoruz.
Düşünün, kabaca 30 milyon çalışabilir nüfus içinde sigortalıların toplam sayısı sadece 15 milyon dolayında değil mi? Sadece IŞKUR'a iş başvurusu yapan 3 milyon insanı işsizden sayarak, "bütün isizler işte bu 3 milyon işte" diye işin içinden sıyrılamazsınız.
Kimse kendini kandırmasın… 4 kişilik iş için 4 bin kişinin başvurduğu bir ülkeden sözediyoruz.
Ama sorunun düğümlendiği yer işsizlik oranları, sayılar falan değil. Kritik nokta şu: emek arzı ile emek talebi arasındaki uyuşmazlık…
Yani işçinin aradığı şeyle patronun aradığı şey bir türlü çakışmıyor. Bu yüzden de işçi çalışacak iş, patronlar da çalıştıracak işçi aramaya devam ediyor.
Hatırlayalım, özellikle Gümrük Birliği ve Çiller dönemi ünlü 5 Nisan Kararları, -ve de krizi- sonrasında bütün fabrikalar yabancı ortak ve ISO 9000 Belgesi seferberliğine başlamıştı. O dönem öne çıkan şey “verimlilik”, emeğin verimliliğiydi. Kalifiye işçi peşindeydi patronlar.
İşsize iş bulmakla görevli İŞKUR, işi gücü bırakmış meslek edindirme kurslarına yönelmişti. Patronlar da, DOSAB- BUTGEM’de olduğu gibi kendi ihtiyaçlarına göre eleman yetiştirmek için okul açmaya soyunmuştu. Çünkü işyerleri “düz işçi” değil, küresel pazara çalışan modern seri üretime uyum sağlayacak sanayi işçisi arıyordu. Dünya standartlarında üretim yapacaklardı…
İşsize iş bulmakla görevli İŞKUR, işi gücü bırakmış meslek edindirme kurslarına yönelmişti. Patronlar da, DOSAB- BUTGEM’de olduğu gibi kendi ihtiyaçlarına göre eleman yetiştirmek için okul açmaya soyunmuştu. Çünkü işyerleri “düz işçi” değil, küresel pazara çalışan modern seri üretime uyum sağlayacak sanayi işçisi arıyordu. Dünya standartlarında üretim yapacaklardı…
Ancak, 2008 krizinin ardından yeni bir süreç başladı. Artık kalitede küresel standartlar yakalanmış, rekabetin merkezine “ucuzluk yarışı” oturmuştu. Bu yarışın açık ara öncüleri olan Çin, Hindistan vs. dünya piyasalarını sallıyor, batının pahalı markaları raflarda tozlanırken, Uzakdoğu’nun ucuz ürünleri kapitalizmin mabetlerini de istila ediyordu.
Gerçek şu: Ekonomide büyümek, hatta ayakta kalmak istiyorsan ucuza üretmek, satmak zorundasın. Başka türlü o çarkı döndüremezsin…
Peki, iyi de, ucuza üretip satmayı nasıl becereceksin?
Özet: Dünya (batı da Çin vs. ülkeler dahil) bunu fabrikanın kurulacağı arsadan, elektriğe, altyapıya, ulaşıma, iletişime vs. yatırım yaparak, maliyeti azaltma yoluna giderek becerdiler, beceriyorlar.
Ekonomideki “Karşılaştırmalı üstünlükler kuralı” gereği kendilerine avantajlı sektörler seçip onda yoğunlaşıyorlar vs.
Ekonomideki “Karşılaştırmalı üstünlükler kuralı” gereği kendilerine avantajlı sektörler seçip onda yoğunlaşıyorlar vs.
Bizde bu konularda tık yok…
Tersine, arsanın, elektriğin, suyun, gazın, internetin vs. her şeyin en pahalısı bizde! Ü
Ve üstelik sanayi de hala fasona çalışıyor…
Tersine, arsanın, elektriğin, suyun, gazın, internetin vs. her şeyin en pahalısı bizde! Ü
Ve üstelik sanayi de hala fasona çalışıyor…
“Verimlilik” deyince bizim patronların çoğunun düşündüğü tek şey şu: "İşçilerin parasını kısalım!"
Devlet de böyle, özel sektör de…
Piyasada sendikalı işyeri kalmadı… Sendika olmayan işyerinde pek çok yasanın da uygulanmadığını biliyoruz.
Bakın, Soma’daki cinayet gibi kazada literatürümüze bir sözcük girdi: “Dayıbaşı…”
Meğer “İleri Demokrasi” Türkiye’sinde, burnumuzun dibinde insanlar çağdaş maden işçisi gibi değil, asırlar öncesi feodal dönemden hortlama ırgatlık sistemi ile çalışıyormuş…
“Şirket işçi başına günlük 50 lira ödüyor. Ama paranın 25 lirası dayıbaşı alıyor.”
Ermenek’te, bunun da ötesinde manzaralara tanık olduk: Günlük 30 lira yevmiye!
Şu maden şirketinin alicengizine bakar mısınız?
Yasal aylık asgari ücreti 30’a bölüp yevmiye hesaplıyor ve işçileri “yevmiyeci” yapıyor. Adamın haftalık izni yok, pazarı, bayramı, düğünü, cenazesi, hastalığı da olmayacak… Çocuğu okula gitmeyecek. Sigorta yok, emeklilik falan hayal…
İtiraz edene TOMA, gaz…
Başa dönersek… Anlaşılan Balıkesir’de patronlara işçi lazım… Ama normal kalifiye, eğitimli vs. adam istemiyorlar.
Maazallah onlar düzenli maaş ister!
Maazallah onlar düzenli maaş ister!
İstedikleri Soma’da, Ermenek’teki gibi “işçiler…”
Belki de bu nedenle Balıkesir’de köylülerin üzerine bu kadar fazla geliniyor…
Köylülerin ellerinde kalan tek geçim kaynağı zeytin ağaçları ,belki de onlar ırgatlığa razı olsun diye sökülüyordur!…
Eğitimli, kalifiye, modern sanayi işçisi yerine, sefillik ücretine tav ırgat arayan bir “sanayi”nin ayak sesleri mi bunlar?
Sahiden şu Balıkesir’de patronların aradığı nedir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder