2 Nisan 2015 Perşembe

Gerginlik siyaseti iktidara seçim kazandırır mı?


Gerginlik iktidara seçim kazandırır mı?


İlkbaharın gelişi bir uyanıştır; buzlar erir, dereler çoşar, dere kenarlarından başlayarak çayırlar yeşerir, ağaçlar çiçek açar, kediler birbirine“mırro” yapar, gençler kızlı erkekli parkta gezmeye başlarlar… Velhasıl kara bulutların dağılıp güneşin açtığına tanık oluruz. Şükür tabiat bu baharda da yüzümüzü kara çıkarmadı. Ama memleketin sosyal havası hiç buna uygun gitmiyor… Hani ekonomide olanların bir açıklaması var. Ama siyaset geriliyor,  yeniden silah ve şiddet endişesi günbegün artıyor. . .
Ekonomi gazetecisi olarak, işin ekonomi  cephesindeki sorunların gerçekten kartopu gibi büyüdüğünü görebiliyorum. Kendi içsel dengeleri değil, dış kaynak akışı ve borçlanma, ithalat üzerine kurulan bir ekonomimiz var. Bir yandan dış piyasada dolar faizlerinin cazibesi, öte yandan özelleştirme, yer altı ekonomisi ve de tabi formel-resmi dış ticaretteki sorunlar (Mart’ta ihracat geriledi, ilk çeyrekte geçen yıla göre artış sıfır) nedeniyle dolar aldı başını gidiyor.  Dolardaki yükselişi sadece Erdoğan-TCMB yönetimi arasındaki açıklamalara bağlamak bence gerçekçi değil. Zira ekonomideki duraksamaya –ki, 2014 yılı büyüme oranının yüzde 2,9 olarak açıklanması durgunluğun belgesidir- dayalı olarak ithalatın azalması ve böylece cari açıktaki azalmaya, hatta petrol fiyatlarındaki düşüşe rağmen döviz dengesinin gittikçe bozulduğu bir vaka.  
Yani “Bak ne güzel, piyasada yaprak kıpırdamasa da cari açık düzeliyor” diye bile sevinemiyoruz, maalesef.
Yurtdışına görünürde dolar, gerçekte reel kaynak aktarımının (bunu memleketin insan emeği, doğal zenginlikleri diye de okuyabilirsiniz)  mevcut politikalarla varacağı yerin sınırlarına gelindiği anlaşılıyor. Aslında söylemden çok reel ekonomideki hareketlere bakmak gerekiyor. Ama bu analizlere burada girişmek için ne yer ne de platform uygun.
Faizler düşsün derken dolar fırladı; şimdi ne dolar aşağı iniyor, ne de faizleri yerinde saydırmak mümkün görünüyor.
Sonuçta Türkiye ekonomide yeni bir eşiğe geliyor gibi. Hani 2001 krizi sonrasında Kemal Derviş’in yönettiği türden yeni bir eşik…  Hükümetin bunların farkında olmadığını sanmam.  Ancak iktidarı yeni ihtiyaçlara uygun şekilde anında dizayn etmek ve “yola devam” etmek anlaşılan o kadar kolay olmuyor.
Hükümet ile “Saray” arasındaki son atışma ve çatışmanın kodlarının burada olduğunu tahmin ediyorum.  Ve tabi parti içinden gelen “çatlak” sesler bir işaret… Özel sektör yıllarca dövizle borçlandı… Eskiden dış borç devletindi. Dolar zamlanınca hükümetler tutuşurdu. Şimdi ateşin büyüğü özel sektöre düşüyor. Adam hükümetin has adamı da olsa canı yanıyor. Saygı, korku duvarları aşılıveriyor.  Pasta küçülünce sofrada kavga çıkabiliyor.
İktidar açısından “yola devam”ın en önemli bariyeri 7 Haziran seçimleri. AKP kendini seçimi kazanmaya mahkûm hissediyor.  Üstelik sadece hükümeti yeniden kurma değil,  yaşamı çepeçevre saran bir merkezileşmeye; yasama, yürütme, yargı ayrılığı gibi ağır aksak da olsa giden geleneksel demokratik parlamenter sistem yerine, tek bir merkezden kumanda etme gücünü elde etmeye ihtiyaç duyduklarını seziyorum. 
Tabi  meydan okuma retoriğinde, 13 yıldır her seçimde oyunu artırarak gelen ve rekorlar kıran bir ekibin şişkin egosu, meydan okuması; oy desteğinin kendilerine, toplum değerlerine uymayan eylemler için imtiyaz verdiğine inanmalarının  vs. etkisi de olmalı.  
Yoksa durup dururken, “Barış”, “Süreç” vs. derken birden niye rüzgar değişsin?  Birden askerin suratı asıldı, Uludere’de katırlar telef edildi; polise olağanüstü yetki veren İç Güvenlik Kanunu mecliste kafa göz yararak geçirildi, sonu ölümlü “operasyon”ları yeniden görmeye başladık.  
Aslında bu yasayla verilen keyfi arama, gözaltı, ateş etme vs. yetkiler polislere değil, siyasi iktidara verilmiş olarak algılanmalı. Zira normalde hukuk çerçevesinde görev yapan polisin inisiyatif kullanmasının topluma zararı olmaz… Vatandaş başı dik olarak, sahici bir soruşturmaya açık olmak durumunda. Ancak işlerin böyle yürümediğini, emir kulu durumundaki memurların pek çok şeyi istemeye istemeye yapmak zorunda kalmalarını da izliyoruz.
Hani Gaziantep’te polis şefleri bir memura, hiç istemediği halde, ite kaka zorla esnafa gaz sıktırmışlardı. Videosunu izlemeyen kalmamıştır sanırım.    
Peki bu meydan okumalar, sert rüzgar,  nefret söylemi iktidara seçim kazandırır mı?
Buna yanıt vermek o kadar kolay değil.
Geleneksel Türkiye siyasetinde, -ki, maalesef- nefret söylemi işe yarıyor. Demirel-Ecevit döneminden itibaren bizim kuşak buna yeterince tanık olmuştur.
Çünkü siyasetin yerleşik bir dizaynı var ve nefret söylemi, siyasilere her dönmede oy kazandırdı!.. Örneğin, kalkar Alevilere hakaret ederseniz, anında Sünni kesim “bunlar bizdenmiş” algısına kapılır, oyunu size verir.  Sünni halk için tek bir çaba göstermeden onlardan oy almanın bilinen en başarılı yolu bu…
Kürtlere, Ermenilere söverseniz Türk ve “milliyetçi” kesimden oyunuz garantidir…  Türkler için kılını kıpırdatmanıza gerek yoktur!
Örnekleri uzatabiliriz.
Önemli noktası şu: İktidarlar bu gerginlik siyasetine her şeyin tıkırında olduğu dönemlerde ihtiyaç duymaz…  AKP hükümetlerinin 2002-2008 dönemini böyleydi…
Gerginlik siyaseti ekonomi teklemeye başlayıp, işsizlik, belirsizlik,  piyasada kara bulutlar dolaşmaya başladığında açılan bir defterdir…
İnsanların  “Nereye varacak bu işin sonu?” diye düşünmeye başladığı dönemler…
İktidar zaten gidişatı rayına koyamamaktadır.
Muhalefetin ise toplumu ikna edecek bir alternatif hazırlaması istenmez!
Çünkü muhalefet, toplumu ikna edecek bir alternatif hazırlamayı başarırsa, iktidardakiler koltuğu ve pek çok şeyi kaybedeceklerdir.
Bu yüzden ortalığa bir sis bombası atılır! Gerginlik siyasetinin işlevi budur…
Böylece gerçek sorunlar ve çözüm arayışları gözle görünmez hale gelir.
Gerginlik körüklenir…
Herkes mevcut bilinciyle, yerleşik algılarıyla, alıştığı kompartımana koşmaya başlar.
İktidar toplumu kamplaştırmaya özen göstererek buna destek verir. Ya mevcut olaylar bu tazyike uygun yorumlanır, ya da bir şey olmuyorsa olay üretilir!  Her olay bir propaganda ve kışkırtma aletine dönüşür.  Hani ne demişti bir devlet büyüğümüz, “İki füze sallar savaş gerekçesi üretiriz”…
Ne demek şimdi bunlar?
Valla komplo teorisi yazmak gibi bir becerim olsa, yazıp zengin olurdum. Malum müşterisi çok…
Ama vatandaş olarak olanları sorgulamaya da hakkım olduğunu düşünüyorum.
Sorgulama deyince, aklıma savcılar geldi.  
Örneğin, İstanbul adliyesinde rehine alınıp odadan ölüsü çıkarılan savcı Mehmet Kiraz’ın cesedine otopsi yapıp, savcının üzerindeki kurşunların hangi silahtan çıktığı mutlaka tespit edilmelidir.  Bu yapılmadıkça soru işaretleri hep kalacak, bu “operasyon” tartışmalı olacaktır. Hükümet, savcının cenaze töreninde gazetecilere ilk kez “akreditasyon” uyguladı.
Yani bir cenaze törenini kimin izleyeceğini hükümet belirledi…
Efendim, olay hakkında hoşlarına gitmeyen haberler yaparlar mış!…
Ee iktidarın görevi o iddialar için yargıyı çalıştırmaktır. Savcı var, hakim var, laboratuarlar var, Adli Tıp var…
Bunu yapmayıp basını susturmayı tercih ediyorsanız,  tercihi gerginlik siyasetinden yana yapmış olursunuz…
Peki bu iktidara seçim kazandırır mı?
Bekleyip 8 Haziran’da göreceğiz…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder