Etnografya
müzelerinde Antik Yunan, Mısır
dönemi saçlı sakallı çıplak kral, çıplak kraliçe heykellerini gördüğümde, “Vay be, ne modern krallarmış bunlar. Ta o çağda adam çırçıplak, anadan
üryan soyunup sanatçıya poz vermiş. Mahremini orta yerde teşhir etmiş,
heykelini yaptırmış!” diye düşünürdüm.
Yıllar sonra fark ettim ki, meğer o zaman insanoğlu zaten
çıplakmış!
Ustra mı var da traş olsun!
Zara, Vakko, Nike vardı da giymedi mi yani koca krallar!
Şak diye külotu, atleti bilmediğim; göle mal meydanda girdiğimiz çocukluk günlerim geldi aklıma.
Şak diye külotu, atleti bilmediğim; göle mal meydanda girdiğimiz çocukluk günlerim geldi aklıma.
Bir de tarih kitaplarından çok çabuk soğumuştum.
Çünkü tarih savaşlar; devletler ve kralların, padişahların maceralarından ibaretti. Göktürk’lerden Osmanlı’ya, çok destan dinlemiş, okumuştum, ama örneğin bin sene önce bu insanlar ne yer ne içer, nasıl yaşarlar, gelenekleri nedir; bizim tarih kitaplarında bunları öğrenme şansımız yoktur.
Çünkü tarih savaşlar; devletler ve kralların, padişahların maceralarından ibaretti. Göktürk’lerden Osmanlı’ya, çok destan dinlemiş, okumuştum, ama örneğin bin sene önce bu insanlar ne yer ne içer, nasıl yaşarlar, gelenekleri nedir; bizim tarih kitaplarında bunları öğrenme şansımız yoktur.
Örneğin, görkemli camiler, kervansaraylar yapılmış, Sinan
gibi dev mimarlar yetişmiş. Peki Sinan hiç ev planı yapmamış mı? Hadi yoksul
halk parasızlıktan mimara ev yaptıramadı. Saray çevresi dışında kimsenin mi
doğru dürüst evi yoktu?
Sarayda yenilip içilenler hakkında kayıtlar bulunabiliyor,
ama sıradan vatandaş ne yer ne içer, geleneği, göreneği, düğünü cenazesi nedir,
nasıl olur?
Uzatmayayım, “Herodot Tarihi” epeydir duyduğum bir
kitaptı. Doğrusu, tam aradığım kitapmış.
Düşünsenize, bundan tam 2 bin 500 yıl önce insanların gerçek
yaşamlarını gözler önüne seriyor. Örneğin kadın erkek ilişkileri 2 bin 500 yıl
önce nasıldı, insanlar nasıl giyinirdi, elektrik
vs. yokken ne yapılırdı?
Herodotos, bizim Bodrum’da (İ.Ö. 490-425) doğmuş; Mısır-Habeşiştan’dan Hint, Pers, Med topraklarına, İskit’lerden Ukrayna’ya, İspanya ve Roma’ya, Libya’ya çok geniş bir alanı gezmiş.
Her bölgeden çok çarpıcı gözlemleri var. İnsan okuduğuna
inanmak istemiyor.
Dostlar, benim vardığım sonuç şu: İnsanlık hızla değişiyor, gelişiyor… Her yeni
şey, bir öncesini aşıyor. “İnsanlık” diye bildiğimiz değerleri
yaratan, insanın kendisi… Toplumsal mücadelelerin tarihi, işte toplumların,
insanlığın gelişimini sağlayan bu...
Ve bugünkü “medeni
yaşam”, işte “teşekkür ederim”
deme, “özür dilerim” deme, günlük 8
saat çalışma, birşey beklerken sıraya girme, hiç olmazsa hukuk önünde eşitlik, adalet, karşılıklı saygı sevgi,
hani “medeniyet”: peşinde koştuğumuz “Çağdaş
değerler”, “Batılı yaşam” falan var ya…
İnanın bunların büyük bölümü 20’nci yıl
başından bu yana oluşan şeyler…
Bir bakıma çok yeni, çok taze… Bunların hepsi, beğenmediğimiz
Fransız Devrimi, Ekim Devrimi, Çin
Devrimi, Atatürk Devrimleri, işte Amerikan iç savaşıyla oluşan Birleşik
Devletler vs. vs. sayesinde oluşmuş.
Yani insanlık en ileri medeniyetini, bana sorarsanız
özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra
yaratmış. Fransızların “30 Altın Yıl –Les
Trente Glorieuses” dediği dönem 1946-1976 yani…
Ötesi yok!…
Herodot Tarihi’nin
okuyunca bugün medeni, çağdaş değerlere sahip birer ulus, toplum olarak kabul
edilen kabilelerin hepsinin geçmişinde bir barbar
dönem görüyorsunuz...
Hani insanlık avcılık ve toplayıcılıktan, yerleşik hayata, ekip biçmeye, güçlü birilerinin hakimiyetine girerek devlet olmaya, sonra devlet içinde kendi varlığını fark edip vatandaş olmaya doğru evrilmişse; bu zaten insanlığın pek çok karanlığı geride bıraktığını gösteriyor.
Hani insanlık avcılık ve toplayıcılıktan, yerleşik hayata, ekip biçmeye, güçlü birilerinin hakimiyetine girerek devlet olmaya, sonra devlet içinde kendi varlığını fark edip vatandaş olmaya doğru evrilmişse; bu zaten insanlığın pek çok karanlığı geride bıraktığını gösteriyor.
Örneğin 2 bin 500 yıl öncesi kadın- erkek ilişkileri inanılır
gibi değil…
Kadınların orta malı gibi kullanımının yaygınlığı, insanların
düzenli banyo alışkanlığı olmaması, insan eti yemelerin yaygınlığı, insanların
genellikle yer altı, hendek gibi yerlerde yaşamaları, evci hayvanlarla karma
karışık haller…
Tek kişiye dayalı yönetimlerde, hükümdarların gözünde insanların vatandaşın sinek kadar değerinin olmaması…
Tek kişiye dayalı yönetimlerde, hükümdarların gözünde insanların vatandaşın sinek kadar değerinin olmaması…
Binlerce yıl insanlar güce tapmış, başlarındaki zorbayı
tanrı saymışlar!
Onun taştan heykelini yapmış, sonra karşısında boyun eğmişler!
Sevgili okurum, Herodot
Tarihi yaklaşık 500 sayfa.
Hani kişi ve yer isimlerinin antik döneme ait
olması nedeniyle insan önce yer-kişi bağlantısı kurmakta zorlanıyor.
Kitapta Türklerle ilgili bir şey yok. Demek ki Türkler henüz Orta Asya’daymış!
Kitapta Türklerle ilgili bir şey yok. Demek ki Türkler henüz Orta Asya’daymış!
Ama Lidya’dan, İonya’ya, Pontus’lara Anadolu’dan sıkça söz ediliyor.
Kendir dikkatimi çekti örneğin.
Kendir dikkatimi çekti örneğin.
İnsanlar yüzyıllarca kendirden yapmış elbiselerini. Çocukluğumda köyde ekilirdi, biçtikten sonra bağlanıp bataklığa konulur, liflerine ayrılınca çıkarır, kurutur, mengenelerde döver iplik yaparlardı. Kendir ipi elbiseye sert gelse de çul, çanta, heybe, urgan vs. yapılırdı. Çok sağlamdı.
Sonra her nasılsa yasaklanıp gitti, yazık oldu, yok artık.
Kitapta altını çizdiğim yerleri aşağıda sizlere sunuyorum. Kitabı okumaya zamanı olmayan dostların kitap
hakkında, daha doğrusu farklı kültürlerin geçmişteki fotoğrafı hakkında bilgi sahibi olmasına yardımcı olmak umuduyla…
Selamlar...
“Lidyalı halk
kızlarının hepsi de kocaya varıncaya kadar kendilerini satarlar, çeyizlerini bu
zanaatla yaparlar, zaten kocaları bile bu kızları ancak, kızın kendi isteğiyle
yanlarında tutabilirler.”
“Lidyalılar kız
çocuklarını orospuluğa bırakırlar. Bizim bildiklerimiz içinde ilk olarak altın
ve gümüş para basan ve kullanan ve ilk olarak ufak tefek ticaret işlerine
girişenler bunlardır. (s.46)
(Med’lerden
sözediyor) “Yargılarındaki doğruluk
dillere destan olmuştu.” (s.48)
“Davacılar işlerini
saraya yazılı olarak gönderiyorlardı, o da istenilen yargıyı verip geri
yolluyordu. Davalara böyle bakılıyordu.
Birisinin bir yaramazlık yaptığını öğrenince onu yakalatıp suçuna göre
ceza veriyordu ve egemenliği altında bulunan bütün ülkelerde adamları, gözleri ve kulakları vardı.” (s.49)
(Mttradates’ten söz ediyor) “Yaşadığı kadının adı Kyno’ydu. Bu isim Yunancada kancık köpek anlamına
geliyordu.” (s.52)
“Kyros(Pers
kralı) bırakıldığı yerde bir köpek tarafından emzirilmiştir. Kader yolunu çizen hikâyenin aslı budur işte.
(s.56)
“(Persler) tanrı
heykeli, tapınak, sunak yapmak gibi şeyler bilmezler. Hatta yapanlara deli
derler, bu sanırım onların tanrılara Yunanlılar gibi insan biçimi yakıştırmış
olmamalarından ileri gelir. Dinleri Zeus’a kurban kesmeyi gerektirir,
kurbanları dağ başlarında keserler ve Zeus dedikleri de tanrısal gök kubbedir.
… Sonra kurbanı
parçalarlar, etleri pişirirler, yere yumuşak otlar, özellikle yonca serer,
etleri yaygının üzerine koyarlar. Yanlarında ayakta duran bir Mag tanrıların
soy zincirini anlatan dinsel bir hava okur. Dinsel hava böyledir.” (s.59)
“Zenginler bütün bir
öküz, at, deve ya da eşeği fırında pişirip öyle sunarlar, fakirler küçükbaş hayvanlarla
yetinirler. Eğer bir karar kadeh sesleri
içinde verilmişse, ertesi gün ayılınca yeniden ayık kafa ile olur derlerse
olur, o karar yürütülür, yoksa vazgeçilir.
… Biriyle karşılaşınca
günaydın yerine ağızdan öpüşürler, eğer birisi öbüründen daha aşağı sınıftansa
o yanaktan öpülür. Eğer çok daha aşağı katmandansa
bir dizini yere koyup öbürünün karşısında secde eder.
… Bir kimsenin
kamuoyundaki değeri, önce savaştaki yiğitliği, sonra da çocuklarının sayısı ile
tartılırdı, en çoğuna sahip olan kraldan her yıl ödüller alırdı, çocuktan kuvvet çıktığına inanırlardı. 5 yaşından
20 yaşına kadar çocuklarına üç şey öğretirlerdi: ata binmek, ok atmak, doğruyu söylemek.
… Bir Pers erkek
ölüsünün bir yırtıcı kuş ya da bir köpek tarafından parçalanmadan gömülmediğini
kesinlikle söyleyemem. Ama Mag’lar için böyleydi. Biliyorum, zira herkesin gözü önünde yapılır. Persler
ayrıca gömmeden önce ölüyü balmumu ile sıvarlardı.
…Eğer bir kadın
yurttaş, bir kölenin çatısı altında yaşıyorsa yasalar çocukları özgür sayarlar,
tersine isterse yurdun en önde giden kişisi bile olsa, bir erkek yabancı bir
kadınla ya da köle bir kadınla yaşıyorsa çocukları yurttaşlık haklarından
yoksun kalırlar. (s.71)
“(duvar yapmak için) yeteri
kadar tuğla biriktirdikten sonra bunarı fırınlarda pişirdiler.
.. (kentin duvarlarında) yüz
kapı vardı, hepsi de birbirine eşit dikme ve lentolarla tunçtan yapılmıştı.”
... Babil surlarının
yapımında kullanılan katran buradan çıkarılmıştı.
...Tanrı geldiği
zamanlar büyük rahibe de her gece onunla beraber tapınağa kapanır. (Babil surları, s.73)
“Satraplar (eyalet
hükümetleri) yalnızca kısraklara aşmak
üzere sekizyüz damızlık aygır beslenirdi, kısraklarının sayısı ise on altı
bindi. Çünkü bu aygırlardan her birisi yirmi kısrağa aşabiliyordu. Av köpeği sürüsüne gelince o kadar çok Hint
köpeği vardı ki, dört büyük köy hiç geri vergi vermez yalnız bu köpeklerin
boğazına bakardı.”
“.. (Babil’de) sulama
sayesinde ekinler büyür, buğday gelişir… sulama insan eli ve sulama borularıyla
yapılır.”
“Irmağa inen kayıklar
yuvarlaktır ve deriden yapılmışlardır... Söğüt ağaçları kesip gemiler için
kaburga çatalı yaparlar, bunun üstünü dıştan deri ile kaplarlar bir tekne çıkar
ortaya, eni boyu bir, başı kıçı belirsiz.
Tekneleri böyledir. Giyimlerine gelince ketenden uzun bir gömlek
giyerler, üstüne yünden bir tane daha geçirirler. Omuzlarına küçük beyaz bir
aba atarlar. Ulusal pabuçları vardır, uzun konçlu ayakkabıya benzer, uzun saçlarının üzerine sarık
sararlar, derilerini kokularla ovarlar. Herbiri elinde sopa taşır.”
... Kocaya varma
çağına gelmiş kızları yılda bir toplarlar, hepsi bir arada bir yere
götürülürler, erkekler de gelip çevrelerini alırlar, tellal en güzellerinden
başlamak üzere, hepsini teker teker kaldırıp satışa koyar, bu iyi bir para ile
satıldıktan sonra geri kalanların en alımlısı artırmaya çıkar, bunlar satın
alanın karısı olur. Zenginler Babil’in
en güzel kızlarını alır. Güzelliğe
meraklı olmayan halk ise çirkinleri almak için üste para bile alırlar. Hiç kimsenin kızını kendi istediğine vermeye
hakkı yoktur.
… Hastalananları
kentin meydanına getirip koyarlardı, çünkü hekim yoktur... Hastaya bir şey
söylemeden geçmek yasaktır. Yoluna giderken derdinin ne olduğunu sormak
adettir.
... Bir Babilli karısıyla
her birleşmeden sonra yanar bir kokunun yanında oturup arınır, öbür yandan
karısı da aynı şeyi yapar, seher vakti ikisi de yıkanırlar, zira yıkanmadan
hiçbir kaba el süremezler, bu adet Araplarda da vardır.
Babillerin en yüz
kızartıcı adetleri de şudur. Her kadın ömründe bir kez Aphrodite tapınağında oturmalı
ve kendisini yabancı birisine vermelidir… Duvarlar içine oturan kadın birisi
gelip dizleri üzerine, onunla çiftleşmek için para bırakmadıkça oradan ayrılamaz.
Kadının para koyan erkeği reddetmesi yasaktır. Yaradılışı güzel olan kızlar
hemen döner, çirkin olanların üç dört yıl beklediği bile olurmuş. (s. 80)
(Massaget’lerden sözediyor) “Kafkaslardaki bu insanlar herkesin gözü önünde çiftleşirlermiş,
hayvanlar gibi.
… Massaget’ler
Perslerdeki inceliği bilmezler. Bu adamları denemek için sürülerimizden bir çok
hayvan öldürelim, yemekler pişirelim, konak yerlerimizde büyük bir şölen
yapalım, masrafa bakmadan şarap, yemek ne varsa hepsini dökelim (ancak
böyle mutlu olurlar)...
…Sen köle olan,
başkalarının boyunduruğu altında yaşayan Persleri özgür insanlar haline
getiren, dünyanın efendisi yapan kimsesin. (Pers Kralı Kyros’a hitaben,
s.83).
“Massaget’ler
Skyth’ler (İskitler) gibi giyerler.
Okla ve kargıyla savaşırlar. Sagaris dedikleri baltayı kullanırlar. Silahlarını
yalnız bakır ve altınla yaparlar. Kargı, mızrak uçları, baltalar hep bakırla
yapılır. Atlarının göğüs cebeleri de bakırdandır.
… Her erkek bir
kadınla evlenir ama ortak yararlanırlar… Bir kadını arzulayan bir Massaget ok
torbasını kadının arabasının önüne asar ve hiç çekinmeden onunla kalır. Ömürlerinin
yalnız şu suretle son bulmasını dilerler. Birisi iyice ihtiyarladı mı, yakınları bir araya gelir, sürülerindeki başka
bir takım hayvanlarla beraber onu da kurban ederler.
Toprağı ekip biçmezler,
sürü hayvanlarıyla ve Arax ırmağının
balıklarıyla geçinirler, içtikleri süttür. Taptıkları tek tanrı güneştir, ona at kurban
ederler. (s. 84)
(Mısır’da Nil’in yükselmesi olayı) ırmak kendiliğinden çıkar yatağından
tarlaları basar, sular, sonra çekilip yatağına döner, o zaman herkes çıkıp
tarlasına tohum serper, arkasından domuzları salar tarlaya, bunlar toprağı çiğneyerek
tohumu toprağa gömerler, artık hasat zamanını beklemekten gayrı yapacak şey
kalmaz.” S.89)
“Nasamonların dilini
anlamıyorlardı. Bunları geniş bataklıklarda geçirttikten sonra hepsi de
kendileri gibi küçük boylu kara insanların oturdukları bir kente götürdüler.
Büyük bir ırmak vardı, içinde timsahlar oynaşıyordu.” (s.95)
“(Mısırlılar) Yükleri
erkekler başının üstünde, kadınları omuzlarında taşırlar. Kadınlar ayakta
işlerler, erkekler çömelirler işerken. Tabi ihtiyaçlarını evin içinde
giderirler, ama yemeklerini dışarıda,
sokakta yerler ve bunu şöyle açıklarlar ki, utandırıcı şeyler gözden uzak tutuluyor. Utandırıcı olmayanlar
ise açıkça yapılıyor.
...Mısırlılar evlerini
hayvanlarla paylaşırlar. Başkaları arpa
buğday yer, bunlar dzeia dedikleri bir tahıldan ekmek yaparlar. Bunu ayakla,
havanla ve elle yoğururlar, elleriyle gübrelerini de tutarlar. Başka yerlerde
organları tabiat nasılsa öyle bırakılır. Yalnız mısırlılar sünnet olurlar. Giyim olarak erkekler iki parça,
kadınlar tek parça giyerler.
... İçmek için bronz
kupalar kullanırlar.. Giyimleri ketendendir. Yeni yıkanmış temiz giyinirler. Bu
konuda çok titizdirler.
… Yiyecek olarak, her
gün her biri kutsal yemekler pişirilir ve taşınır. Bunlar kasaplık hayvanların
etlerinden ve kaz etinden bol bol hazırlanır. Ayrıca bağ şarabı da verilir.
Baklaya gelince Mısırlılar bunu hiç dikmez, yemezler, rahipler bunu görmeye
bile dayanamaz, temiz bir yiyecek olarak görmezler.
.. Kurbanın başı
ayrılır, derisi yüzülür. Kafaya beddua edilip götürülür. Beddua, bütün Mısır’ın başına gelecek belalar
bu başa gelsin, anlamındadır. Mısırlılar bu yüzden ne öküz ne de başka hayvanın
başını ağzına almaz. Kurban şöyle
pişirilir. Bütün içi boşaltılır. Gövdeyi has buğday ekmeği, bal, kuru üzüm,
incir ve çeşitli kokulu bitlilerle doldurur, bolca yağ sürer ve yakarlar.
Parçalar yanarken, orada bulunanlar dövünür. Kendilerini ölesiye dövdükten
sonra eti yerler”. (s.96-97)
“Yunanlılar domuz,
öküz ve danadan gayrı hayvanların kurban edilmesini yasaklar.
… Mendesler bütün
keçileri, özellikle tekeleri kutsal sayar, teke sürüleri gezdiren keçi çobanlarına
özel saygı gösterirler. Domuza gelince,
Mısırlılar bunu temiz olmayan hayvan sayarlar.
Domuza sürtünen kişi hiçbir tapınağa sokulmaz. Domuz çobanlığı yapanlara
kimse kız vermez, domuz çobanları yalnızca kendi aralarında evlenirler. Mısırlılar tanrıya domuz kurban etmez. Selena
ve Dionysos’ta domuzlar dolunayda
kesilir. Domuz dolunay dışında kesilip
yenmez.” (s.100)
“(Mısır bayramlarından
söz ediyor) … Yolculuk ırmak üstünde yapılır. Kadın ve erkekler türküler
çağırırlar. Bazı kadınlar yol üstündeki kadınlara bağırırla, ayaküstü durup,
soyunurlar.” (s.103)
“Kadınlarla kutsal
yerlerde birleşmek ya da bir kadının kolları arasından çıktıktan sonra
yıkanmadan kutsal bir yere girmek yasaktır. Mısırlı ve Yunanlardan başka herkes
kadınlarla kutsa yerlerde de çiftleşirler ve bir kadının kollarından çıkıp yıkanmadan
tapınağa geçebilirler. Eğer bu iş
tanrıların hoşuna gitmemiş olsaydı, hayvanlar da yapmazlardı, diye düşünürler.
…Hayvanlara özel
nitelikler atfedilir. Eğer bir evin kedisi doğal bir ölümle ölürse o evde
oturanların hepsi kaşlarını kazıtırlar. Eğer ölen köpekse kafa da beraber bütün
gövde kazıtılır. Kedi öldükten sonra
özel bir mezarlığa gömülür. Köpek leşleri kutsal tabutlara konulup gömülür.
Firavun faresi de öyle.
…Kutsal yılanlar
vardır. İnsanlara hiç saldırmazlar. Boyları küçüktür ve başlarının tepsinde iki
boynuz bulunur. Ölüsü Zeus tapınağına gömülür, çünkü tanrıya adanmış oldukları
söylenir. Rivayete göre kanatlı yılanlar Arabistan’dan Mısır’a doğru uçarlar.
İblis de şöyle bir kuştur: Simsiyah, gagası kıvrıktır, pençeleri turna
pençesine benzer, yılanlarla dövüşürler.
… Mısırlılar, en
bilgili olanlardır. Ayda üç defa üç gün üst üste içlerini temizlerler; alttan üstten çıkartıcı ilaçlar kullanırlar.
Tüm hastalıkların beslenmeden geldiğine inanırlar. İnsanı hasta eden şey
alışkanlıklardan kopmaktır. Arpa şarabı içerler. Balıkları çiğ veya güneşte
kurutarak yerler. Kuşlardan çiğ veya
tuzlanmış olarak yenilenler bıldırcın, ördektir.
… Dizlerine kadar
düşen, ketenden yapılma saçaklı gömlekler giyerler. Omuzlarına beyaz yünden bir
üstlük atarlar.
… Bir hekim yalnız bir
hastalığa bakar.
(Ölü gömme) Birisi
öldü mü, evin bütün kadınları başlarına, yüzlerine çamur sürerler, sonra ölüyü
evde bırakıp sokaklara dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar,
memelerini açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler. Akrabaları da onları
izler. Erkekler de sıvanmış olarak dövünürler.” (s.109)
“Mumyalama şöyle olur:
Ölünün karnını uzunlamasına keser ve içindeki her şeyi boşaltırlar. Ceset hurma
şarabından geçirilir ve kokular sürülür.
Karnına saf mür ve kokulu kuru otlarla doldurup dikerler. Sonra 70 gün
tuzlarlar. Sonra da çıkarıp sudan geçirir, sahibine teslim ederler. Mumyalama verilen paraya göre farklılık
gösterir.
… Balık yağı, zeytin
yağı gibi aydınlanmada kullanılır.” (s. 112)
“Kral Pheron, kör olur. Bir Orakl (bilge, müneccim) ‘Senin gözlerinin açılması için bir kadın
sidiği ile yıkanması gerekiyor. Ancak bu kadın kendi kocasından başkasıyla
yatmamış olmak zorunda, der. Pheron kendi
karısı dahil pek çok kadının sidiğini dener. Çareyi yoksul bir kadında bulur.
İyileşince de sidiği gözlerine iyi gelen kadını kendine alır, iki dikili taşa
adak sunar, kenti ateşe verip yakar.”
(s.117)
“Kadın elinden çıkma
gözalıcı dokumalar. ..Şifalı ilaçları vardı, şifalı bitkilerle zehir yan yana…”
(s.118
“Kheops, (Piramitleri
yaptıran Mısır kralı) kendisini
kıyıcılığa kaptırmıştı. İnsanları Arabistan’dan Nil’e kadar taş çekmeye yollamıştı. Orda yüzbin işçi
sürekli çalışıyordu. Üç ayda bir nöbet vardı. Yer altı odaları, yolları
vs. Sadece kaldırımı 10 yıllık emeğe
maloldu… Taşlar kısa kesilmiş ağaçlardan yapılmış makinelerle yukarı
taşınıyordu. Yapı süresince işçiler ne kadar yapıturpu, baş soğan, kaç baş sarımsak yemişler,
harcanan demiri hesap edin, toplamı bin altıyüz talant gümüş tutmuş. Kheops o
kadar kötü bir adammış ki, para sıkıntısı yüzünden kızını bir geneleve
kapatmış. Kızındaki akla bakın ki, o da beraber olduğu erkeklerin kendisine birer
taş hediye etmesini istemiş ve anıtın en küçük piramidi böyle yapılmış.” (s.124)
“Para çok kıtmış. Yasa
çıkmış, birisinden borç alan bir kimse babasının ölüsünü rehin göstermek zorundaymış.
Borç ödenmediğinde, ölünce gömüleceği bir yer bulamıyormuş.
… Mısır’da yurttaşlar
yedi sınıfa bölünmüştür. Rahipler, askerler, sığırtmaçlar, domuz çobanları,
tacirler, tercümanlar, gemi kılavuzları.
… Yunanlılar el ile
yapılan bir mesleğin sahiplerini hep daha az saygın bulmuş, ancak mesleksiz
olan özellikle askerleri daima el üstünde tutmuştur. Acaba bunu Mısırlılardan mı öğrendiler?
… Mısır’da özel
ayrıcalıklı olanlar bir avuç savaşçılar, bir de rahiplerdi. Her birinin
vergisiz on iki arurae toprağı vardı. Topraktan ayrı olarak günde adam başına
beş mana pişmiş un, iki mana sığır eti, dört ölçek şarap tayınları vardı.
Kralın koruma birliği bunlardı.” (s.138)
“Perslerin kafaları o
kadar inceydi ki, bir çakıl taşına vurdun mu deliniveriyordu. Tersine
Mısırlılarınki o kadar sertti ki, taşla vursan zor kırılıyordu. Çünkü
Mısırlılar çocuk yaştan beri kafalarını kazıtırlar, güneş kemiği sertleştirir.
Dazlaklara en az Mısır’da rastlanır.
… Ölüyü mumyalamanın nedeni
de ölünce kurtlara yem olmaktan kurtarmaktır.
… Boyuna ve
bileklerine geçirilen bükülmüş altınların ne olduğunu sordu. Süs olarak
kullandığını anlattılar. .
...Ekmeği ve buğdayı
anlattılar. En uzun ömürlü insanın seksen yıl yaşayabildiğini söylediler.
Bir kabile vardı, yüz
yirmi yaşı bulurlarmış. Kral sordu, haşlanmış et yerler ve süt içerlermiş.
Meğer bu işin aslı içtikleri suymuş. Öyle ki içinde hiçbir şey yüzmüyormuş.” (s. 152)
“Kambyses gözüne
kestirmiş olduğu kız kardeşiyle hemen evlendi. Kısa süre sonra ikincisini de
aldı.” (s. 153)
“Dareios bir gün
Yunanlıları toplayıp sordu: babalarınızın ölüsünü yemek için kaç para
istersiniz? Böyle bir şeyi hiçbir paraya yapmayacaklarını söylediler. Sonra
Kallatiai denilen Hintlileri çağırdı, onlar babalarını yerlerdi, görenekleri
böyleydi. Tercümanları aracılığı ile Hintlilere anababalarının ölülerini yakmak
için kaç paraya razı olduklarını sordurdu. Hintliler bunu hakaret kabul
ettiler.” (155)
“Bir papirüs tomarı
aldı, olanı biteni yazdı.” (s.157)
“Irmağın suyu yazın
darı ve susam ekerlerken gerekliydi.”
(s.179)
“Skyth’ler
(İskitler) içkileri olan sütü elde etmek
için bütün kölelerin gözlerini oyarlar. Nasıl bakın. Köleler flüte benzeyen bir
çeşit kemik boru alırlar. Bunu kısrağın döl yatağına sokar ve ağızlarıyla
üflerler. Onlar üflerken öbürleri de kısrağı sağarlar. Neden? Sorarsanız hava
kısrağın damarlarını açar, sütün memelere inmesini sağarlar. Sağılan süt tahta
fıçılara boşaltılır. İskitlerin gözünde en iyi süt budur.
… İskitler avcılıkla
yaşar, avlanmalar şöyledir. Ağacın tepesine çıkıp av gözlerler. Çünkü bütün
ülke ormanlarla kaplıdır, her avcının hazır
bir atı vardır. Karın üstünde yatırılmıştır. Göze çarpmasın diye bir de köpek
vardır. Ağacın tepesinde hayvanı gördüler mi ok atarlar, atlarına atlayıp
kovalarlar.
.. Kadın erkek hepsi
keldir. Burunları yassı, çeneleri fırlaktır, dilleri ayrıdır. Ağaçlardan topladıkları
yemişlerle beslenirler. Yağ çıkardıkları
ağaca fındık derler... Bu ulusun sürüsü azdır. Çünkü otlakları fakirdir. Her
birisi bir ağaç altında yatarlar, kış geldi mi ağacın çevresinde çadır gibi
beyaz yünden bir örü gerilir. Yazın örtüyü kaldırırlar. Kimseye zarar
vermezler, kutsal sayılırlar.
… Kel adamlar bu dağlarda
keçi ayaklı insanların yaşadıklarını söylerler. Ama ben inanmam.
… Birisinin babası
öldü mü, bütün akrabaları ona sürü hayvanları götürüler, kurban ederler,
parçalara ayırırlar, ev sahibinin babasını da keserler ve etini öbür etlerin
arasında karıştırırlar. Bir şölen çekerler. Ölünün kafasını kazırlar, içinden
beynini çıkarırlar.
… Atlar soğuya iyi
dayanırlar, ama katır ve eşekleri hiç dayanıklı değildirler.” (s.200)
“Kızlar evlenmeden
önce saçlarını keserler, bir çubuğa dolayıp iki bakirenin mezarı üzerine koyarlar.
… İskitler)
Kendilerine saldıran hiç kimse onların ellerinden kurtulamaz ve kendileri
istemedikleri sürece kimse onları bulup bastıramaz. Öyle insanlardır ki, ne
kentleri vardır, ne kaleleri, hepsi de atlıdır ve ok atarak savaşırlar.
Evlerini peşlerinde taşırlar, zira ekip biçerek değil hayvancılıkla geçinirleri,
evleri arabalarıdır.” (s.205
“Sürüleri için en
güzel otlakları en semiz çayırları sağlar, sularında tadına doyulmaz eşsiz balıklar
kaynaşır, ayrıca suyu pek güzel içilir… Mersinbalığı denilen ve havyar çıkarılan kocaman balıkları bol
miktarda tutulur. (s. 207)
“(İskitler) Tanrılar
içinde yaranmak istedikleri Zeus ve Toprak, ki bunu Zeus’un karısı olarak
tanırlar.
…Kurban ortaya
konulur, ön ayakları bağlanır, kurbanı kesecek olan adam hayvanın arkasında
durur, ipin ucunu çeker hayvanı düşürür, hayvanı düşürürken kurban hangi
tanrıya sunuluyorsa o tanrıya dua eder. Sonra boğazına ince bir ip dolar, ipin
arasında bir sopa sokar, sopayı çevire çevire sıkar ve kurbanı boğalar. Boğulduktan sonra yüzer ve pişirirler.
… Eğer tencere yoksa
etler hayvanın iskeleti üzerine konulur,
su da katılır. Alttan kemiklerle beraber ateşlenir, kemikler pek güzel
yanar ve iskelet kemikten ayrılmış eti kolaylıkla tutar.
… (insanları) savaştan
esir alınmışsa yüz tanesinden birisi kurban edilir. Başının üzerine şarap
dökerler. Kurban edilen adamların sağ
kollarını elleriyle beraber omuz başlarından keserler, gökyüzüne doğru
fırlatırlar. Böğürlerini de kurban ettikten sonra giderler. Belirteyim ki, domuz kurban etmezler, hatta
topraklarında üretmezler bile.
… Bir İskit öldürdüğü
ilk düşmanın kanını bir kupaya doldurup içer, savaşta öldürdüğü herkesin
kafasını kesip krala götürür. Zira ancak kafa görünürse ganimetten pay alma
hakkına sahip olunur. Düşmanın kafası şöyle kesilir… Kafa derisi havlu gibi kullanılır.
İnsan derisi kalın ve pürtüksüz olur. Deriler içinde en beyazıdır. Birçokları
ölünün bütün derisini yüzer, ağaçtan bir çerçeve gerer ve at üstünde
gezdirirler. En nefret ettikleri düşmanın
kafa derisini altınla kaplar, kupa olarak kullanırlar. Hatırı sayılır konuklar
geldiğinde bu kupaları onlara gösterir, bunu soyluluk belirtisi sayar ve
övünürler.” (s.209-210)
“ (Kral mezarlarını kastediyor) mezarın içine çimen yayılır, kral üzerine konur. Ölü yere sallanmış
mızraklarla çevrilir, üzerine ağaçtan bir gölgelik konur, sazlarla örtülür,
mezarları içinde boş kalan geniş yerlere karılarından birisi, elinden içki
içtiği kimse, bir aşçı, silahtarı, ulaklarından
birisi, bir haberci ve atları boğulup konulur. Kullandığı şeylerden birer tane
ve altın kupalar konulur.
.. Aradan bir yıl
sonra, en güzel atlarından ellişer tanesi boğulur, bayırları çıkarılır, içleri
temizlenir, saman doldurulup dikilir,
iki ağaç desteğin arasında bir tekerleğin yarısı, yuvarlak yanı yere konulur,
öbür yarısı iki kazığa bağlanır.
.. Topraklarında
kenevir yetişir, tıpkı keten gibidir. Yalnız daha kalın ve büyüktür. Bunlardan
giyecekler yaparlar. Bu giyecekler ketenden mi yapılmış yoksa kenevirden mi
belli olmaz.
Keten tohumlarının
dumanına bayılırlar, onlarda yıkanma yerine geçer, çünkü gövdelerine hiç su
değdirmezler. Kadınlara gelince onlar da servi sedir günlük yongalarını
pürtüklü bir taş üzerinde iyice dövüp su katarlar, bu hamuru yüzlerine ve
gövdelerine sürerler, koklamaya doyulmaz bir koku kazanırlar ve ertesi günü bu
lapayı kaldırdıkları zaman derileri pırıl pırıl taze ve renk kazanmış olur.”
(s.212)
“Her savaşçı bir kafa kesip evine götürür, uzun bir sırığa geçirir ve kulübesinin
üstüne ta yukarısına, tam dumanın çıktığı yerin tepesine diker. Bu
nöbetçidir, bütün eve göz kulak olur.
Geçimleri savaş ve çapul üzerinedir.
… Androphag’lar,
insanların en yabanilerindendir ve ne
adalet bilirler ne yasa. Göçerdirler, İskitler gibi giyinirler, ama dilleri ayrıdır,
bu halkların içinde tek insan yiyen bunlardır.
… (Amazonlardan sözediyor)
İskitler bunlara Oiorpata der, yani ‘erkek öldürenler’. Amazonlar açık
denizde erkeklerin üzerine atılıp döve döve öldürürler. Ama gemi yönetemezler.
Dümen bilmezler. Uzaktan gelmişlerdi, İskitler bunları genç ve zorlu savaşçı
erkek sanıyorlardı. Sonra çarpışmalarda ölülere bakarken kadın olduğunu
anladılar. Bir daha öldürmemeye karar verdiler. Geleneklerinde bir kız bir
düşman öldürmeden evlenemediği için bunlar bekar kalıp ihtiyarlayan kızlardı.” (s. 223)
“İskitlerin toprağında
eşek, dolayısıyla da katır yetişmez. Bu, soğuk yüzündendir.
… İskit kralı Daeios’a
bir çavuşla armağanlar gönderdi. Bunlar bir kuş, bir fare, bir kurbağa ve beş
tane de oktu. Bu, ‘İranlılar, eğer kuş olup uçmazsanız, fare olup yerin altına
girmezseniz ve kurbağa olup bataklığa atlamazsanız yurdunuza dönemeyeceksiniz,
oklarla vurulup öleceksiniz’ demekmiş.” (s.227)
“(Lidya uluslarından söz ediyor) Görenekleri Mısır gibidir, ama Libyalılar gibi giyinirler. Kadınlar
ayak bileklerinin ikisine de bakır halka takar. Başlarının üstünde sık bir saç
kümesi taşır. Bit bulurlarsa bu parazitleri ısırır ve tükürürler. Bir de
evlenme çağına gelen kızları krala sunarlar. Kral istediğinden kızlığını alır. Bu
görenek de yalnız bunlarda vardır.
… Libya’da yaşayanlar
dört atlı araba kullanır.
… Nasamonlar çekirge
avlarlar. Güneşte kurutur sonra döverler ve elde ettikleri çekirge tozunu süte
karıştırır içerler. Kadın konusuna gelince her birisinin birçok karısı vardır.
Aşağı yukarı Massagetlerde olduğu gibi ortak kullanırlar, önlerine bir değnek
diker sonra çiftleşirler. Bir Nasamon ilk karısını aldığı zaman genç kadın ilk
geceyi davetlilerle geçirir. Gelenek bunu gerektirir. O gece birinden öbürüne
hepsiyle çiftleşir. Her biri kızla çiftleştikten sonra bir armağan verir. O da
çeyizine katar.
… Garamant’lar vardır,
insan gördüler mi kaçarlar, savaş için silahları yoktur, kendilerini
savunmasını bilmezler.
… Batıdaki Mak’lar,
enselerini tepelerine kadar kazır, yalnız tepede saç bırakırlar. İki yandan
saçlarını dibinden keserler, devekuşu derisinden kalkan yaparlar.
… Gidan’lar kadınları
ayak bileklerine deri halhal takalar, her birini bir dostu takarmış, en çoğunu
takan en gözde kadın sayılır, daha çok erkeği baştan çıkarmış demektir.
Neredeyse sadece lotos yeşimiyle beslenirler.
.... (Auseia) Bunlarda kadın herkesindi. Bir arada
yaşamazlar ve hayvan gibi çiftleşirler. Bir kadın yavrusunu doğumuna kadar
taşır, doğumdan sonra iki ay beklenir, sonra erkekler bir araya toplanır, çocuk
hangisine benziyorsa o adam çocuğun babası olur.” (s. 240)
“Bütün bu kabileler
tuz kristallerinden evler yaparlar. Çünkü Libya’nın bu bölümüne yağmur yağmaz.
Yağsa bu bloklar ayakta kalamazdı. Çıkarılan tuz bazen beyaz, bazen kırmızıya
yakın olur.
… Libyalılar
göçebedir, yedikleri et, içtikleri süttür. Mısırlılar gibi onlar da kesinlikle
inek yemez, domuz da yemezler.
… En başta kurbanın
kulağını keser, eşikten dışarı atarlar, sonra hayvanı boynunu burarak
öldürürler. Yalnız güneşe ve aya kurban keserler.
… Ölüleri oturur
biçimde gömerler, son nefesini arka üstü yatarken vermesin, oturarak ölsün diye
dikkat ederler.
(Triton ırmağı civarı)
Burası dev yılanlar, aslanlar, filler, ayılar, zehirli yılanlar, boynuzlu eşekler,
köpek başlılar, gözleri göğsünde olan
başsız hayvanlar, yaban erkekler, yaban kadınlar ve hiçbiri masalda olmayan
daha bir yığın canavar yaratıkların ülkesidir.” (s.243)
“Yeryüzünde
Hintlilerden sonra en kalabalık olanlar Trakyalılardır. Bir tek adamın komutasında
ya da tek iradeyle hareket etseler hiç yenilmez bence. Ulusların en güçlüsü ve
en kalabalığı olurlardı. Ama onlar için imkansızlık buradaydı ve bu birlik
hiçbir zaman kurulamadı.” (s.247)
“Trakyalıların şu
görenekleri vardır. Çocuklarını köle olarak yabancılara satarlar, kızlarını
kapatmazlar, istedikleri adama gitmekte serbest bırakırlar, buna karşılık ana
babalarından para karşılığı satın almış olduklarına göz açtırmazlar. Dövme yaptırmak soyluluk işaretidir. Hiçbir
iş görmemek kibarlıktır. Toprakta çalışmak şerefsizliğin en aşağısıdır. Soylu
olmak demek savaşa girmek ve başkalarını soymak demektir.
… Ölüyü üç gün önce
seyre koyarlar, çeşitli kurbanlar keserler, yanıp yakılırlar, arkasında büyük
bir şölen gelir. Ölü ya toprağa verilir,
ya da yakılıp külleri alınır. Etrafında oyunlar oynanır, en yüksek kazanç teke
tek yapılan güreş için konulan ödüldür.” (s.248)
“(Miletos’dan söz ediyor) … ülke göçler yüzünden boşalmıştı güzel ekili bir tarlaya rastladıkları
zaman sahibinin adını yazdılar. Baktılar ki adı yazılanların sayısı pek az,
döner dönmez halk meclisini topladılar ve devleti yönetmek üzere bu tarlaları
bakımlı olan kişileri seçtiler. Çünkü araziye dikkat eden kamu çıkarlarına da
dikkatli olur dediler.” (s. 254)
“Anaxandridas’ın
karısı kız kardeşinin kızıydı. Gözüne hoş görünüyordu, ama ondan çocuğu
olmamıştı. Sonra Isparta yasalarına aykırı olarak, ayrı iki kadın ve ayrı iki ev sahibi oldu.”
(s.258)
“Miletos’un
erkeklerinin çoğu uzun saçlı Perslerin ellerinde can vermişlerdir, çocukları ve
kadınlar köle olmuşlardır. Kutsal yapılar, tapınaklar yağma edilmiş,
yakılmıştır. (s. 289)
“Spartalıların
krallarına tanıdıkları ayrıcalıklar şunlardı: Bunlar Zeus, gök tanrısı Zeus
olarak iki tanrıdır. İstedikleri ülkelere karşı savaş açabilirler, savaşta
krallar önde giderler, sonda dönerler, savaşta yüz seçme adam tarafından
korunurlar, seferde istedikleri sürüyü alırlar, kesilen hayvanların yünleri ve
derileri onundur.
… Yemekten başkalarına
verilenin iki katını verirler, şarap serpme sırasında başta gelirler, kurban derileri de onların hakkıdır. İki ayda
bir de ayın yedinci günü devlet her ikisine de Apollon tapınağında büyütülmüş, kelesiz kurban, bir miktar arpa unu ve şarap
verir. Bütün oyunlarda başköşe onlarındır.
… Tek yargıcı
krallardır, ama yargı yetkileri şu durumlarda sınırlıdır. Bir kız henüz babası
tarafından nişanlanmadan baba mirasına konarsa kiminle evleneceğine onlar karar
verirler, ulusal yollarla ilgili işleri düzenlemek onlara aittir.. 28 Kişilik
yaşlılar meclisinde onlar da bulunur.
… Öldükleri zaman,
bütün Lakonia’ya atlılar çıkarılır, haber verilir. Kadınlar davul çalar gibi
tencerelere vurarak kenti dolaşır … Binlerce kişi halinde bir yerde toplanırlar,
bunlar başlarını döverlerken, bir yandan
da kadınlar çığlık atarlar. Giden kralın kralların en iyisi olduğunu
haykırırlar, eğer kral savaşta ölmüşse heykeli yapılır, zengin kumaşlar
örtülmüş bir yatağa yatırılır heykel böylece törene götürülür. Ağora on gün
kapalı kalır. On gün yas tutulur.” (s.300)
“Eğer Atinalılara
hadlerini bildirmezsem, bana da Akhamenes,… Dareios’un oğlu demesinler…” (s.
331)
“Pers kralı Kserkses’un Helespontus (Çanakkale boğazını
geçmesi ) Kserkses kamçı altında boğazı
geçen ordusuna baktı. Geçiş aralıksız on ay yedi gün yedi gece sürdü. Bir an
bir duraklama olmadı.
… Ordunun sayısı
toplam olarak yüz yetmiş mydriad kişiye yükseliyordu. (Yaklaşık 170 bin)
.. Başlarında tiara
dedikleri yumuşak keçe başlık, üstlerinde kollu zırh, bunlar balık pulları gibi
demir pullarla ve güzel işlenmiş ayaklarında geniş poturlar maden kalkanlar
yerine sorkun ağacından yapılmış kalkanlar taşıyorlardı. Kısa mızraklar büyük
yaylar ve kamış oklarla silahlanmışlardı. Kısa kemerlerinde sağ bacaklarına
sarkan harçerleri vardı. (s.345)
“Kapsienliler deri
abalar giymişti. Kamış yayları ve palaları vardı. Dizlerine kadar çıkan
çizmeleri vardı. Med yayları ve mızrakları taşırlardı.
Araplar uzun
entarilerini bir kemerle sıkıyorlar ve sağ ellerinde tersine gerebildikleri büyük
yaylar taşıyorlardı. Ethiopyia’lılar panter ve aslen postlarına bürünmüşlerdi.
Palmiye sağlarından yapılmış büyük en
az dört dirsek uzunluğunda yayları sallıyorlardı. Okları küçüktü ve kamıştan
yapılmıştı”. (s.346)
“Çünkü atlar deveden
ürküyor, kokusunu sevmiyorlardı. (Hintlilerin savaş taktiği)
… Kralın atının
ayaklarının altına bir köpek dalmış, baştan köpeği görmemiş olan at ürkmüş şaha
kalkmış ve kral Pharnukhes’u düşürmüştü, kral düşünce kusmaya başlamış, güçsüz
düşünce ordusu yenilmişti.” (s. 349)
“Yunanistan
yoksullukla süt kardeştir.” (s.352)
“Canlı adam gömmek bir
Pers göreneğidir. Kralın karısı Amerstris yeraltında hüküm süren tanrıya
yaranmak için en gözde ailelerden seçilmiş iki kere yedi Pers delikanlısını
gömdürmüştür.” (s.356)
“Gerçekten buralarda
aslan ve çok uzun boynuzlu yabanöküzü pek çoktur. Boynuzları Yunanistan’a
getirilir. “
…Pers ordusu(gemi
başına ortalama iki yüz kişi hesabıyla bin iki yüz yedi gemi ve iki yüz kırk
bin dört yüz kişi vardı. ..ve kadınları, iğdişleri, hayvanları, köpekleri
saymıyorum.
“Ah Mardonios!. Bizi
bak nasıl bir insanla dövüşe soktun. Bunlar para için değil, onur için
savaşıyorlar!” (s.399)
“(Persler artık parçalanıyor) Geçtikleri yerde ekinleri yakıyorlar, ağaçları kökünden kesiyorlar,
kentleri ve tapınakları ateşe veriyorlardı.
.. Dağların
eteklerinde birkaç Phokis’li yakalamışlar. Kadınları üst üste ırzına geçerek
öldürdüler. İnsan boyundan çok büyük iki hoplit peşlerine düşmüş, kılıçtan
geçirmiş, kovalamıştı…
… Bu adam geçimini
ticaretin en bayağısıyla sağlardı. Parlak oğlanlar satın alır, iğdiş ettirir,
sonra götürür Sardes’te Epheosos’da büyük paraya satardı. Çünkü barbar
ülkelerinde iğdişleri asıl erkeklerden daha çok para eder. Zira bunlara daha çok
güvenilir. Bu bildiğimiz Panionios çok oğlan iğdiş ettirmişti.
... Panionios’u (oğlunu)
kendi eliyle iğdiş ettirdi, baba zor altında denileni yaptı ve bu iş bitince çocukları
da babalarını iğdiş etmeye zorladı, Panionios kefaretini böyle ödedi ve
Hermotimos da yüreğini soğuttu. (s.420)
“(Denizde kaptanın
kralı kurtarmak için tayfaları denize atması olayı.) Kılavuz kaptanın başına bir altın çelenk koymuş, kralı kurtardığı
için, sonra da kafasını kestirmiş, onca Persi öldürdüğü için”. (s. 435)
“Zira yalnızca halk
yığınlarının evleri değil tiranların evleri de yoksulluk içindeydi. Yemeklerini
kralın karısı kendi eliyle pişirirdi. Ne zaman ekmek pişirse hizmetçinin ekmeği
iki kat kabarıyordu.” (s.430)
“Barbarlar duvar
yıkıldıktan sonra on binlercesi dar bir yere sıkıştı. Yunanlılar öğle bir kılıç
çaldılar ki, üçyüz bin kişilik ordudan kal kala üç bin kişi kaldı.” (s. 456)
“Persler arasında
kadından farksız sayılmak en büyük hakarettir."
... Zira dedi, onlara sert olmayan toprak enerjiden yoksun
insanlar doğurur, bir toprakta hem iyi ürün hem de değerli savaşçı yetişmez.
Persler bu sözü kabul etmişler ve yanından bambaşka duygularla ayrılmışlardı.
Kyros onları bu düşünceden kurtarmıştı ve onlar da ovalara ekin ekip köleliği
biçmektense, kısır bir toprak üzerinde imparatorluk sahibi olmayı yeğ tutmuş,
(Yunanistan’dan) ayrılmışlardı.” (s.
471)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder