23 Ekim 2016 Pazar

2.500 Yılda nerden nereye gelmişiz!






Etnografya müzelerinde Antik Yunan, Mısır dönemi saçlı sakallı çıplak kral, çıplak kraliçe heykellerini  gördüğümde, “Vay be, ne modern krallarmış bunlar. Ta o çağda adam çırçıplak, anadan üryan soyunup sanatçıya poz vermiş. Mahremini orta yerde teşhir etmiş, heykelini yaptırmış!” diye düşünürdüm.
Yıllar sonra fark ettim ki, meğer o zaman insanoğlu zaten çıplakmış!
Ustra mı var da traş olsun! 
Zara, Vakko, Nike vardı da giymedi mi yani koca krallar! 
Şak diye külotu, atleti bilmediğim; göle mal meydanda girdiğimiz çocukluk günlerim geldi aklıma.
Bir de tarih kitaplarından çok çabuk soğumuştum.
Çünkü tarih savaşlar; devletler ve kralların, padişahların maceralarından ibaretti. Göktürk’lerden Osmanlı’ya, çok destan dinlemiş, okumuştum, ama örneğin bin sene önce bu insanlar ne yer ne içer, nasıl yaşarlar, gelenekleri nedir;  bizim tarih kitaplarında bunları öğrenme şansımız yoktur.  
Örneğin, görkemli camiler, kervansaraylar yapılmış, Sinan gibi dev mimarlar yetişmiş. Peki Sinan hiç ev planı yapmamış mı? Hadi yoksul halk parasızlıktan mimara ev yaptıramadı. Saray çevresi dışında kimsenin mi doğru dürüst evi yoktu?  
Sarayda yenilip içilenler hakkında kayıtlar bulunabiliyor, ama sıradan vatandaş ne yer ne içer, geleneği, göreneği, düğünü cenazesi nedir, nasıl olur?
Uzatmayayım,  “Herodot Tarihi” epeydir duyduğum bir kitaptı. Doğrusu, tam aradığım kitapmış.
Düşünsenize, bundan tam 2 bin 500 yıl önce insanların gerçek yaşamlarını gözler önüne seriyor. Örneğin kadın erkek ilişkileri 2 bin 500 yıl önce nasıldı, insanlar nasıl giyinirdi,  elektrik vs. yokken ne yapılırdı?
Herodotos, bizim Bodrum’da (İ.Ö. 490-425) doğmuş; Mısır-Habeşiştan’dan Hint, Pers, Med topraklarına, İskit’lerden Ukrayna’ya, İspanya ve Roma’ya, Libya’ya çok geniş bir alanı gezmiş.
Her bölgeden çok çarpıcı gözlemleri var. İnsan okuduğuna inanmak istemiyor.
Dostlar, benim vardığım sonuç şu:  İnsanlık hızla değişiyor, gelişiyor… Her yeni şey, bir öncesini aşıyor.  “İnsanlık” diye bildiğimiz değerleri yaratan, insanın kendisi… Toplumsal mücadelelerin tarihi, işte toplumların, insanlığın gelişimini sağlayan bu...  
Ve bugünkü “medeni yaşam”, işte “teşekkür ederim” deme, “özür dilerim” deme, günlük 8 saat çalışma, birşey beklerken sıraya girme, hiç olmazsa hukuk önünde eşitlik, adalet, karşılıklı saygı sevgi, hani “medeniyet”:  peşinde koştuğumuz “Çağdaş değerler”, “Batılı yaşam” falan var ya…
İnanın bunların büyük bölümü 20’nci yıl başından bu yana oluşan şeyler…  
Bir bakıma çok yeni, çok taze… Bunların hepsi, beğenmediğimiz Fransız Devrimi, Ekim Devrimi, Çin Devrimi, Atatürk Devrimleri, işte Amerikan iç savaşıyla oluşan Birleşik Devletler vs. vs. sayesinde oluşmuş.  
Yani insanlık en ileri medeniyetini, bana sorarsanız özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaratmış. Fransızların “30 Altın Yıl –Les Trente Glorieuses” dediği dönem 1946-1976 yani…
Ötesi yok!…  
Herodot Tarihi’nin okuyunca bugün medeni, çağdaş değerlere sahip birer ulus, toplum olarak kabul edilen kabilelerin hepsinin geçmişinde bir barbar dönem görüyorsunuz...  
Hani insanlık avcılık ve toplayıcılıktan, yerleşik hayata, ekip biçmeye, güçlü birilerinin hakimiyetine girerek devlet olmaya, sonra devlet içinde kendi varlığını fark edip vatandaş olmaya doğru evrilmişse; bu zaten insanlığın pek çok karanlığı geride bıraktığını gösteriyor.
Örneğin 2 bin 500 yıl öncesi kadın- erkek ilişkileri inanılır gibi değil… 
Kadınların orta malı gibi kullanımının yaygınlığı, insanların düzenli banyo alışkanlığı olmaması, insan eti yemelerin yaygınlığı, insanların genellikle yer altı, hendek gibi yerlerde yaşamaları, evci hayvanlarla karma karışık haller…
Tek kişiye dayalı yönetimlerde, hükümdarların gözünde insanların vatandaşın sinek kadar değerinin olmaması…
Binlerce yıl insanlar güce tapmış, başlarındaki zorbayı tanrı saymışlar! 
Onun taştan heykelini yapmış, sonra karşısında boyun eğmişler!
Sevgili okurum, Herodot Tarihi yaklaşık 500 sayfa. 
Hani kişi ve yer isimlerinin antik döneme ait olması nedeniyle insan önce yer-kişi bağlantısı kurmakta zorlanıyor.
Kitapta Türklerle ilgili bir şey yok. Demek ki Türkler henüz Orta Asya’daymış!
Ama Lidya’dan, İonya’ya, Pontus’lara Anadolu’dan sıkça söz ediliyor.
Kendir dikkatimi çekti örneğin. 
İnsanlar yüzyıllarca kendirden yapmış elbiselerini.  Çocukluğumda köyde ekilirdi, biçtikten sonra bağlanıp bataklığa konulur, liflerine ayrılınca çıkarır, kurutur, mengenelerde döver iplik yaparlardı. Kendir ipi elbiseye sert gelse de çul, çanta, heybe, urgan vs. yapılırdı. Çok sağlamdı. 
Sonra her nasılsa yasaklanıp gitti, yazık oldu, yok artık.  
Kitapta altını çizdiğim yerleri aşağıda sizlere sunuyorum.  Kitabı okumaya zamanı olmayan dostların kitap hakkında, daha doğrusu farklı kültürlerin geçmişteki fotoğrafı hakkında bilgi sahibi olmasına yardımcı olmak umuduyla…  
Selamlar...






“Lidyalı halk kızlarının hepsi de kocaya varıncaya kadar kendilerini satarlar, çeyizlerini bu zanaatla yaparlar, zaten kocaları bile bu kızları ancak, kızın kendi isteğiyle yanlarında tutabilirler.”
“Lidyalılar kız çocuklarını orospuluğa bırakırlar. Bizim bildiklerimiz içinde ilk olarak altın ve gümüş para basan ve kullanan ve ilk olarak ufak tefek ticaret işlerine girişenler bunlardır.  (s.46)
 (Med’lerden sözediyor) “Yargılarındaki doğruluk dillere destan olmuştu.”  (s.48)
“Davacılar işlerini saraya yazılı olarak gönderiyorlardı, o da istenilen yargıyı verip geri yolluyordu. Davalara böyle bakılıyordu.  Birisinin bir yaramazlık yaptığını öğrenince onu yakalatıp suçuna göre ceza veriyordu ve egemenliği altında bulunan bütün ülkelerde adamları,  gözleri ve kulakları vardı.”  (s.49)
(Mttradates’ten söz ediyor) “Yaşadığı kadının adı Kyno’ydu. Bu isim Yunancada kancık köpek anlamına geliyordu.”  (s.52)
Kyros(Pers kralı)  bırakıldığı yerde bir köpek tarafından emzirilmiştir.  Kader yolunu çizen hikâyenin aslı budur işte. (s.56)
“(Persler) tanrı heykeli, tapınak, sunak yapmak gibi şeyler bilmezler. Hatta yapanlara deli derler, bu sanırım onların tanrılara Yunanlılar gibi insan biçimi yakıştırmış olmamalarından ileri gelir. Dinleri Zeus’a kurban kesmeyi gerektirir, kurbanları dağ başlarında keserler ve Zeus dedikleri de tanrısal gök kubbedir.
… Sonra kurbanı parçalarlar, etleri pişirirler, yere yumuşak otlar, özellikle yonca serer, etleri yaygının üzerine koyarlar. Yanlarında ayakta duran bir Mag tanrıların soy zincirini anlatan dinsel bir hava okur. Dinsel hava böyledir.”  (s.59)
“Zenginler bütün bir öküz, at, deve ya da eşeği fırında pişirip öyle sunarlar, fakirler küçükbaş hayvanlarla yetinirler.  Eğer bir karar kadeh sesleri içinde verilmişse, ertesi gün ayılınca yeniden ayık kafa ile olur derlerse olur, o karar yürütülür, yoksa vazgeçilir.
… Biriyle karşılaşınca günaydın yerine ağızdan öpüşürler, eğer birisi öbüründen daha aşağı sınıftansa o yanaktan öpülür.  Eğer çok daha aşağı katmandansa bir dizini yere koyup öbürünün karşısında secde eder.
… Bir kimsenin kamuoyundaki değeri, önce savaştaki yiğitliği, sonra da çocuklarının sayısı ile tartılırdı, en çoğuna sahip olan kraldan her yıl ödüller alırdı,  çocuktan kuvvet çıktığına inanırlardı. 5 yaşından 20 yaşına kadar çocuklarına üç şey öğretirlerdi:  ata binmek, ok atmak, doğruyu söylemek. 
… Bir Pers erkek ölüsünün bir yırtıcı kuş ya da bir köpek tarafından parçalanmadan gömülmediğini kesinlikle söyleyemem. Ama Mag’lar için böyleydi. Biliyorum,  zira herkesin gözü önünde yapılır. Persler ayrıca gömmeden önce ölüyü balmumu ile sıvarlardı. 
…Eğer bir kadın yurttaş, bir kölenin çatısı altında yaşıyorsa yasalar çocukları özgür sayarlar, tersine isterse yurdun en önde giden kişisi bile olsa, bir erkek yabancı bir kadınla ya da köle bir kadınla yaşıyorsa çocukları yurttaşlık haklarından yoksun kalırlar. (s.71)
“(duvar yapmak için) yeteri kadar tuğla biriktirdikten sonra bunarı fırınlarda pişirdiler.
.. (kentin duvarlarında) yüz kapı vardı, hepsi de birbirine eşit dikme ve lentolarla tunçtan yapılmıştı.”
... Babil surlarının yapımında kullanılan katran buradan çıkarılmıştı.
...Tanrı geldiği zamanlar büyük rahibe de her gece onunla beraber tapınağa kapanır.  (Babil surları,  s.73)
Satraplar (eyalet hükümetleri) yalnızca kısraklara aşmak üzere sekizyüz damızlık aygır beslenirdi, kısraklarının sayısı ise on altı bindi. Çünkü bu aygırlardan her birisi yirmi kısrağa aşabiliyordu.  Av köpeği sürüsüne gelince o kadar çok Hint köpeği vardı ki, dört büyük köy hiç geri vergi vermez yalnız bu köpeklerin boğazına bakardı.” 
“.. (Babil’de) sulama sayesinde ekinler büyür, buğday gelişir… sulama insan eli ve sulama borularıyla yapılır.”
“Irmağa inen kayıklar yuvarlaktır ve deriden yapılmışlardır... Söğüt ağaçları kesip gemiler için kaburga çatalı yaparlar, bunun üstünü dıştan deri ile kaplarlar bir tekne çıkar ortaya, eni boyu bir, başı kıçı belirsiz.  Tekneleri böyledir. Giyimlerine gelince ketenden uzun bir gömlek giyerler, üstüne yünden bir tane daha geçirirler. Omuzlarına küçük beyaz bir aba atarlar. Ulusal pabuçları vardır, uzun konçlu ayakkabıya  benzer, uzun saçlarının üzerine sarık sararlar, derilerini kokularla ovarlar. Herbiri elinde sopa taşır.”
... Kocaya varma çağına gelmiş kızları yılda bir toplarlar, hepsi bir arada bir yere götürülürler, erkekler de gelip çevrelerini alırlar, tellal en güzellerinden başlamak üzere, hepsini teker teker kaldırıp satışa koyar, bu iyi bir para ile satıldıktan sonra geri kalanların en alımlısı artırmaya çıkar, bunlar satın alanın karısı olur.  Zenginler Babil’in en güzel kızlarını alır.  Güzelliğe meraklı olmayan halk ise çirkinleri almak için üste para bile alırlar.  Hiç kimsenin kızını kendi istediğine vermeye hakkı yoktur.
… Hastalananları kentin meydanına getirip koyarlardı, çünkü hekim yoktur... Hastaya bir şey söylemeden geçmek yasaktır. Yoluna giderken derdinin ne olduğunu sormak adettir.
... Bir Babilli karısıyla her birleşmeden sonra yanar bir kokunun yanında oturup arınır, öbür yandan karısı da aynı şeyi yapar, seher vakti ikisi de yıkanırlar, zira yıkanmadan hiçbir kaba el süremezler, bu adet Araplarda da vardır.
Babillerin en yüz kızartıcı adetleri de şudur. Her kadın ömründe bir kez Aphrodite tapınağında oturmalı ve kendisini yabancı birisine vermelidir… Duvarlar içine oturan kadın birisi gelip dizleri üzerine, onunla çiftleşmek için para bırakmadıkça oradan ayrılamaz. Kadının para koyan erkeği reddetmesi yasaktır. Yaradılışı güzel olan kızlar hemen döner, çirkin olanların üç dört yıl beklediği bile olurmuş.  (s. 80)
(Massaget’lerden sözediyor) “Kafkaslardaki bu insanlar herkesin gözü önünde çiftleşirlermiş, hayvanlar gibi.
… Massaget’ler Perslerdeki inceliği bilmezler. Bu adamları denemek için sürülerimizden bir çok hayvan öldürelim, yemekler pişirelim, konak yerlerimizde büyük bir şölen yapalım, masrafa bakmadan şarap, yemek ne varsa hepsini dökelim (ancak böyle mutlu olurlar)...
…Sen köle olan, başkalarının boyunduruğu altında yaşayan Persleri özgür insanlar haline getiren, dünyanın efendisi yapan kimsesin. (Pers Kralı Kyros’a hitaben, s.83). 
Massaget’ler Skyth’ler (İskitler) gibi giyerler. Okla ve kargıyla savaşırlar. Sagaris dedikleri baltayı kullanırlar. Silahlarını yalnız bakır ve altınla yaparlar. Kargı, mızrak uçları, baltalar hep bakırla yapılır. Atlarının göğüs cebeleri de bakırdandır.
… Her erkek bir kadınla evlenir ama ortak yararlanırlar… Bir kadını arzulayan bir Massaget ok torbasını kadının arabasının önüne asar ve hiç çekinmeden onunla kalır. Ömürlerinin yalnız şu suretle son bulmasını dilerler. Birisi iyice ihtiyarladı mı,  yakınları bir araya gelir, sürülerindeki başka bir takım hayvanlarla beraber onu da kurban ederler.
Toprağı ekip biçmezler, sürü hayvanlarıyla ve Arax ırmağının balıklarıyla geçinirler, içtikleri süttür.  Taptıkları tek tanrı güneştir, ona at kurban ederler. (s. 84)
(Mısır’da Nil’in yükselmesi olayı)  ırmak kendiliğinden çıkar yatağından tarlaları basar, sular, sonra çekilip yatağına döner, o zaman herkes çıkıp tarlasına tohum serper, arkasından domuzları salar tarlaya, bunlar toprağı çiğneyerek tohumu toprağa gömerler, artık hasat zamanını beklemekten gayrı yapacak şey kalmaz.”  S.89)
“Nasamonların dilini anlamıyorlardı. Bunları geniş bataklıklarda geçirttikten sonra hepsi de kendileri gibi küçük boylu kara insanların oturdukları bir kente götürdüler. Büyük bir ırmak vardı, içinde timsahlar oynaşıyordu.” (s.95)
“(Mısırlılar) Yükleri erkekler başının üstünde, kadınları omuzlarında taşırlar. Kadınlar ayakta işlerler, erkekler çömelirler işerken. Tabi ihtiyaçlarını evin içinde giderirler, ama yemeklerini dışarıda,  sokakta yerler ve bunu şöyle açıklarlar ki, utandırıcı şeyler  gözden uzak tutuluyor. Utandırıcı olmayanlar ise açıkça yapılıyor.
...Mısırlılar evlerini hayvanlarla paylaşırlar.  Başkaları arpa buğday yer, bunlar dzeia dedikleri bir tahıldan ekmek yaparlar. Bunu ayakla, havanla ve elle  yoğururlar, elleriyle  gübrelerini de tutarlar. Başka yerlerde organları tabiat nasılsa öyle bırakılır. Yalnız mısırlılar sünnet olurlar. Giyim olarak erkekler iki parça, kadınlar tek parça giyerler.
... İçmek için bronz kupalar kullanırlar.. Giyimleri ketendendir. Yeni yıkanmış temiz giyinirler. Bu konuda çok titizdirler.
… Yiyecek olarak, her gün her biri kutsal yemekler pişirilir ve taşınır. Bunlar kasaplık hayvanların etlerinden ve kaz etinden bol bol hazırlanır. Ayrıca bağ şarabı da verilir. Baklaya gelince Mısırlılar bunu hiç dikmez, yemezler, rahipler bunu görmeye bile dayanamaz, temiz bir yiyecek olarak görmezler.
.. Kurbanın başı ayrılır, derisi yüzülür. Kafaya beddua edilip götürülür.  Beddua, bütün Mısır’ın başına gelecek belalar bu başa gelsin, anlamındadır. Mısırlılar bu yüzden ne öküz ne de başka hayvanın  başını ağzına almaz. Kurban şöyle pişirilir. Bütün içi boşaltılır. Gövdeyi has buğday ekmeği, bal, kuru üzüm, incir ve çeşitli kokulu bitlilerle doldurur, bolca yağ sürer ve yakarlar. Parçalar yanarken, orada bulunanlar dövünür. Kendilerini ölesiye dövdükten sonra eti yerler”.  (s.96-97)
“Yunanlılar domuz, öküz ve danadan gayrı hayvanların kurban edilmesini yasaklar.
… Mendesler bütün keçileri, özellikle tekeleri kutsal sayar, teke sürüleri gezdiren keçi çobanlarına özel saygı gösterirler.  Domuza gelince, Mısırlılar bunu temiz olmayan hayvan sayarlar.  Domuza sürtünen kişi hiçbir tapınağa sokulmaz. Domuz çobanlığı yapanlara kimse kız vermez, domuz çobanları yalnızca kendi aralarında evlenirler.  Mısırlılar tanrıya domuz kurban etmez. Selena ve Dionysos’ta domuzlar dolunayda kesilir.  Domuz dolunay dışında kesilip yenmez.”  (s.100)
“(Mısır bayramlarından söz ediyor) … Yolculuk ırmak üstünde yapılır. Kadın ve erkekler türküler çağırırlar. Bazı kadınlar yol üstündeki kadınlara bağırırla, ayaküstü durup, soyunurlar.”  (s.103)
“Kadınlarla kutsal yerlerde birleşmek ya da bir kadının kolları arasından çıktıktan sonra yıkanmadan kutsal bir yere girmek yasaktır. Mısırlı ve Yunanlardan başka herkes kadınlarla kutsa yerlerde de çiftleşirler  ve bir kadının kollarından çıkıp yıkanmadan tapınağa geçebilirler.  Eğer bu iş tanrıların hoşuna gitmemiş olsaydı, hayvanlar da yapmazlardı, diye düşünürler.
…Hayvanlara özel nitelikler atfedilir. Eğer bir evin kedisi doğal bir ölümle ölürse o evde oturanların hepsi kaşlarını kazıtırlar. Eğer ölen köpekse kafa da beraber bütün gövde kazıtılır.  Kedi öldükten sonra özel bir mezarlığa gömülür. Köpek leşleri kutsal tabutlara konulup gömülür. Firavun faresi de öyle.
…Kutsal yılanlar vardır. İnsanlara hiç saldırmazlar. Boyları küçüktür ve başlarının tepsinde iki boynuz bulunur. Ölüsü Zeus tapınağına gömülür, çünkü tanrıya adanmış oldukları söylenir. Rivayete göre kanatlı yılanlar Arabistan’dan Mısır’a doğru uçarlar. İblis de şöyle bir kuştur: Simsiyah, gagası kıvrıktır, pençeleri turna pençesine benzer, yılanlarla dövüşürler.
… Mısırlılar, en bilgili olanlardır. Ayda üç defa üç gün üst üste içlerini temizlerler;  alttan üstten çıkartıcı ilaçlar kullanırlar. Tüm hastalıkların beslenmeden geldiğine inanırlar. İnsanı hasta eden şey alışkanlıklardan kopmaktır. Arpa şarabı içerler. Balıkları çiğ veya güneşte kurutarak yerler.  Kuşlardan çiğ veya tuzlanmış olarak yenilenler bıldırcın, ördektir.
… Dizlerine kadar düşen, ketenden yapılma saçaklı gömlekler giyerler. Omuzlarına beyaz yünden bir üstlük atarlar.
… Bir hekim yalnız bir hastalığa bakar.
(Ölü gömme) Birisi öldü mü, evin bütün kadınları başlarına, yüzlerine çamur sürerler, sonra ölüyü evde bırakıp sokaklara dökülürler, eteklerini bellerine kadar kaldırırlar, memelerini açarlar ve dövüne dövüne sokak sokak gezerler. Akrabaları da onları izler. Erkekler de sıvanmış olarak dövünürler.” (s.109)
Mumyalama şöyle olur: Ölünün karnını uzunlamasına keser ve içindeki her şeyi boşaltırlar. Ceset hurma şarabından geçirilir ve kokular sürülür.  Karnına saf mür ve kokulu kuru otlarla doldurup dikerler. Sonra 70 gün tuzlarlar. Sonra da çıkarıp sudan geçirir, sahibine teslim ederler.  Mumyalama verilen paraya göre farklılık gösterir.
… Balık yağı, zeytin yağı gibi aydınlanmada kullanılır.”  (s. 112)
Kral Pheron, kör olur. Bir Orakl (bilge, müneccim)  ‘Senin gözlerinin açılması için bir kadın sidiği ile yıkanması gerekiyor. Ancak bu kadın kendi kocasından başkasıyla yatmamış olmak zorunda, der.  Pheron kendi karısı dahil pek çok kadının sidiğini dener. Çareyi yoksul bir kadında bulur. İyileşince de sidiği gözlerine iyi gelen kadını kendine alır, iki dikili taşa adak sunar, kenti ateşe verip yakar.”  (s.117)
“Kadın elinden çıkma gözalıcı dokumalar. ..Şifalı ilaçları vardı, şifalı bitkilerle zehir yan yana…” (s.118
“Kheops, (Piramitleri yaptıran Mısır kralı) kendisini kıyıcılığa kaptırmıştı. İnsanları Arabistan’dan Nil’e  kadar taş çekmeye yollamıştı. Orda yüzbin işçi sürekli çalışıyordu. Üç ayda bir nöbet vardı. Yer altı odaları, yolları vs.  Sadece kaldırımı 10 yıllık emeğe maloldu… Taşlar kısa kesilmiş ağaçlardan yapılmış makinelerle yukarı taşınıyordu. Yapı süresince işçiler ne kadar yapıturpu,  baş soğan, kaç baş sarımsak yemişler, harcanan demiri hesap edin, toplamı bin altıyüz talant gümüş tutmuş. Kheops o kadar kötü bir adammış ki, para sıkıntısı yüzünden kızını bir geneleve kapatmış. Kızındaki akla bakın ki, o da beraber olduğu erkeklerin kendisine birer taş hediye etmesini istemiş ve anıtın en küçük piramidi  böyle yapılmış.”  (s.124)
Para çok kıtmış. Yasa çıkmış, birisinden borç alan bir kimse babasının ölüsünü rehin göstermek zorundaymış. Borç ödenmediğinde, ölünce gömüleceği bir yer bulamıyormuş.
… Mısır’da yurttaşlar yedi sınıfa bölünmüştür. Rahipler, askerler, sığırtmaçlar, domuz çobanları, tacirler, tercümanlar, gemi kılavuzları.  
… Yunanlılar el ile yapılan bir mesleğin sahiplerini hep daha az saygın bulmuş, ancak mesleksiz olan özellikle askerleri daima el üstünde tutmuştur.  Acaba bunu Mısırlılardan mı öğrendiler?
… Mısır’da özel ayrıcalıklı olanlar bir avuç savaşçılar, bir de rahiplerdi. Her birinin vergisiz on iki arurae toprağı vardı. Topraktan ayrı olarak günde adam başına beş mana pişmiş un, iki mana sığır eti, dört ölçek şarap tayınları vardı. Kralın koruma birliği bunlardı.” (s.138)
“Perslerin kafaları o kadar inceydi ki, bir çakıl taşına vurdun mu deliniveriyordu. Tersine Mısırlılarınki o kadar sertti ki, taşla vursan zor kırılıyordu. Çünkü Mısırlılar çocuk yaştan beri kafalarını kazıtırlar, güneş kemiği sertleştirir. Dazlaklara en az Mısır’da rastlanır.
… Ölüyü mumyalamanın nedeni de ölünce kurtlara yem olmaktan kurtarmaktır.
… Boyuna ve bileklerine geçirilen bükülmüş altınların ne olduğunu sordu. Süs olarak kullandığını anlattılar. .
...Ekmeği ve buğdayı anlattılar. En uzun ömürlü insanın seksen yıl yaşayabildiğini söylediler.
Bir kabile vardı, yüz yirmi yaşı bulurlarmış. Kral sordu, haşlanmış et yerler ve süt içerlermiş. Meğer bu işin aslı içtikleri suymuş. Öyle ki içinde hiçbir şey yüzmüyormuş.”  (s. 152)
“Kambyses gözüne kestirmiş olduğu kız kardeşiyle hemen evlendi. Kısa süre sonra ikincisini de aldı.”  (s. 153)
“Dareios bir gün Yunanlıları toplayıp sordu: babalarınızın ölüsünü yemek için kaç para istersiniz? Böyle bir şeyi hiçbir paraya yapmayacaklarını söylediler. Sonra Kallatiai denilen Hintlileri çağırdı, onlar babalarını yerlerdi, görenekleri böyleydi. Tercümanları aracılığı ile Hintlilere anababalarının ölülerini yakmak için kaç paraya razı olduklarını sordurdu. Hintliler bunu hakaret kabul ettiler.” (155)
“Bir papirüs tomarı aldı, olanı biteni yazdı.” (s.157)
“Irmağın suyu yazın darı ve susam ekerlerken gerekliydi.”  (s.179)
“Skyth’ler (İskitler) içkileri olan sütü elde etmek için bütün kölelerin gözlerini oyarlar. Nasıl bakın. Köleler flüte benzeyen bir çeşit kemik boru alırlar. Bunu kısrağın döl yatağına sokar ve ağızlarıyla üflerler. Onlar üflerken öbürleri de kısrağı sağarlar. Neden? Sorarsanız hava kısrağın damarlarını açar, sütün memelere inmesini sağarlar. Sağılan süt tahta fıçılara boşaltılır. İskitlerin gözünde en iyi süt budur.
… İskitler avcılıkla yaşar, avlanmalar şöyledir. Ağacın tepesine çıkıp av gözlerler. Çünkü bütün ülke ormanlarla kaplıdır,  her avcının hazır bir atı vardır. Karın üstünde yatırılmıştır. Göze çarpmasın diye bir de köpek vardır. Ağacın tepesinde hayvanı gördüler mi ok atarlar, atlarına atlayıp kovalarlar.
.. Kadın erkek hepsi keldir. Burunları yassı, çeneleri fırlaktır, dilleri ayrıdır. Ağaçlardan topladıkları yemişlerle  beslenirler. Yağ çıkardıkları ağaca fındık derler... Bu ulusun sürüsü azdır. Çünkü otlakları fakirdir. Her birisi bir ağaç altında yatarlar, kış geldi mi ağacın çevresinde çadır gibi beyaz yünden bir örü gerilir. Yazın örtüyü kaldırırlar. Kimseye zarar vermezler, kutsal sayılırlar.
… Kel adamlar bu dağlarda keçi ayaklı insanların yaşadıklarını söylerler. Ama ben inanmam.
… Birisinin babası öldü mü, bütün akrabaları ona sürü hayvanları götürüler, kurban ederler, parçalara ayırırlar, ev sahibinin babasını da keserler ve etini öbür etlerin arasında karıştırırlar. Bir şölen çekerler. Ölünün kafasını kazırlar, içinden beynini çıkarırlar.
… Atlar soğuya iyi dayanırlar, ama katır ve eşekleri hiç dayanıklı değildirler.”  (s.200)
Kızlar evlenmeden önce saçlarını keserler, bir çubuğa dolayıp iki bakirenin mezarı üzerine koyarlar.
… İskitler) Kendilerine saldıran hiç kimse onların ellerinden kurtulamaz ve kendileri istemedikleri sürece kimse onları bulup bastıramaz. Öyle insanlardır ki, ne kentleri vardır, ne kaleleri, hepsi de atlıdır ve ok atarak savaşırlar. Evlerini peşlerinde taşırlar, zira ekip biçerek değil hayvancılıkla geçinirleri, evleri arabalarıdır.” (s.205
“Sürüleri için en güzel otlakları en semiz çayırları sağlar, sularında tadına doyulmaz eşsiz balıklar kaynaşır, ayrıca suyu pek güzel içilir… Mersinbalığı  denilen ve havyar çıkarılan kocaman balıkları bol miktarda tutulur.  (s. 207)
“(İskitler) Tanrılar içinde yaranmak istedikleri Zeus ve Toprak, ki bunu Zeus’un karısı olarak tanırlar.
…Kurban ortaya konulur, ön ayakları bağlanır, kurbanı kesecek olan adam hayvanın arkasında durur, ipin ucunu çeker hayvanı düşürür, hayvanı düşürürken kurban hangi tanrıya sunuluyorsa o tanrıya dua eder. Sonra boğazına ince bir ip dolar, ipin arasında bir sopa sokar, sopayı çevire çevire sıkar ve kurbanı boğalar.  Boğulduktan sonra yüzer ve pişirirler.
… Eğer tencere yoksa etler hayvanın iskeleti üzerine konulur,  su da katılır. Alttan kemiklerle beraber ateşlenir, kemikler pek güzel yanar ve iskelet kemikten ayrılmış eti kolaylıkla tutar.
… (insanları) savaştan esir alınmışsa yüz tanesinden birisi kurban edilir. Başının üzerine şarap dökerler.  Kurban edilen adamların sağ kollarını elleriyle beraber omuz başlarından keserler, gökyüzüne doğru fırlatırlar. Böğürlerini de kurban ettikten sonra giderler.  Belirteyim ki, domuz kurban etmezler, hatta topraklarında üretmezler bile.
… Bir İskit öldürdüğü ilk düşmanın kanını bir kupaya doldurup içer, savaşta öldürdüğü herkesin kafasını kesip krala götürür. Zira ancak kafa görünürse ganimetten pay alma hakkına sahip olunur. Düşmanın kafası şöyle kesilir… Kafa derisi havlu gibi kullanılır. İnsan derisi kalın ve pürtüksüz olur. Deriler içinde en beyazıdır. Birçokları ölünün bütün derisini yüzer, ağaçtan bir çerçeve gerer ve at üstünde gezdirirler.  En nefret ettikleri düşmanın kafa derisini altınla kaplar, kupa olarak kullanırlar. Hatırı sayılır konuklar geldiğinde bu kupaları onlara gösterir, bunu soyluluk belirtisi sayar ve övünürler.”  (s.209-210)
“ (Kral mezarlarını kastediyor) mezarın içine çimen yayılır, kral üzerine konur. Ölü yere sallanmış mızraklarla çevrilir, üzerine ağaçtan bir gölgelik konur, sazlarla örtülür, mezarları içinde boş kalan geniş yerlere karılarından birisi, elinden içki içtiği kimse, bir aşçı, silahtarı,  ulaklarından birisi, bir haberci ve atları boğulup konulur. Kullandığı şeylerden birer tane ve altın kupalar konulur.
.. Aradan bir yıl sonra, en güzel atlarından ellişer tanesi boğulur, bayırları çıkarılır, içleri temizlenir,  saman doldurulup dikilir, iki ağaç desteğin arasında bir tekerleğin yarısı, yuvarlak yanı yere konulur, öbür yarısı iki kazığa bağlanır.
.. Topraklarında kenevir yetişir, tıpkı keten gibidir. Yalnız daha kalın ve büyüktür. Bunlardan giyecekler yaparlar. Bu giyecekler ketenden mi yapılmış yoksa kenevirden mi belli olmaz.
Keten tohumlarının dumanına bayılırlar, onlarda yıkanma yerine geçer, çünkü gövdelerine hiç su değdirmezler. Kadınlara gelince onlar da servi sedir günlük yongalarını pürtüklü bir taş üzerinde iyice dövüp su katarlar, bu hamuru yüzlerine ve gövdelerine sürerler, koklamaya doyulmaz bir koku kazanırlar ve ertesi günü bu lapayı kaldırdıkları zaman derileri pırıl pırıl taze ve renk kazanmış olur.” (s.212)
 Her savaşçı bir kafa kesip evine götürür, uzun bir sırığa geçirir ve kulübesinin üstüne ta yukarısına, tam dumanın çıktığı yerin tepesine diker. Bu nöbetçidir,  bütün eve göz kulak olur. Geçimleri savaş ve çapul üzerinedir.
… Androphag’lar, insanların en yabanilerindendir  ve ne adalet bilirler ne yasa. Göçerdirler, İskitler gibi giyinirler, ama dilleri ayrıdır, bu halkların içinde tek insan yiyen bunlardır.
… (Amazonlardan sözediyor)  İskitler bunlara Oiorpata  der, yani ‘erkek öldürenler’. Amazonlar açık denizde erkeklerin üzerine atılıp döve döve öldürürler. Ama gemi yönetemezler. Dümen bilmezler. Uzaktan gelmişlerdi, İskitler bunları genç ve zorlu savaşçı erkek sanıyorlardı. Sonra çarpışmalarda ölülere bakarken kadın olduğunu anladılar. Bir daha öldürmemeye karar verdiler. Geleneklerinde bir kız bir düşman öldürmeden evlenemediği için bunlar bekar kalıp ihtiyarlayan kızlardı.”  (s. 223)
“İskitlerin toprağında eşek, dolayısıyla da katır yetişmez. Bu, soğuk yüzündendir.
… İskit kralı Daeios’a bir çavuşla armağanlar gönderdi. Bunlar bir kuş, bir fare, bir kurbağa ve beş tane de oktu. Bu, ‘İranlılar, eğer kuş olup uçmazsanız, fare olup yerin altına girmezseniz ve kurbağa olup bataklığa atlamazsanız yurdunuza dönemeyeceksiniz, oklarla vurulup öleceksiniz’ demekmiş.”  (s.227)

“(Lidya uluslarından söz ediyor) Görenekleri Mısır gibidir, ama Libyalılar gibi giyinirler. Kadınlar ayak bileklerinin ikisine de bakır halka takar. Başlarının üstünde sık bir saç kümesi taşır. Bit bulurlarsa bu parazitleri ısırır ve tükürürler. Bir de evlenme çağına gelen kızları krala sunarlar. Kral istediğinden kızlığını alır. Bu görenek de yalnız bunlarda vardır.
… Libya’da yaşayanlar dört atlı araba kullanır.
Nasamonlar çekirge avlarlar. Güneşte kurutur sonra döverler ve elde ettikleri çekirge tozunu süte karıştırır içerler. Kadın konusuna gelince her birisinin birçok karısı vardır. Aşağı yukarı Massagetlerde olduğu gibi ortak kullanırlar, önlerine bir değnek diker sonra çiftleşirler. Bir Nasamon ilk karısını aldığı zaman genç kadın ilk geceyi davetlilerle geçirir. Gelenek bunu gerektirir. O gece birinden öbürüne hepsiyle çiftleşir. Her biri kızla çiftleştikten sonra bir armağan verir. O da çeyizine katar.
… Garamant’lar vardır, insan gördüler mi kaçarlar, savaş için silahları yoktur, kendilerini savunmasını bilmezler.
… Batıdaki Mak’lar, enselerini tepelerine kadar kazır, yalnız tepede saç bırakırlar. İki yandan saçlarını dibinden keserler, devekuşu derisinden kalkan yaparlar.
… Gidan’lar kadınları ayak bileklerine deri halhal takalar, her birini bir dostu takarmış, en çoğunu takan en gözde kadın sayılır, daha çok erkeği baştan çıkarmış demektir. Neredeyse sadece lotos yeşimiyle beslenirler.
.... (Auseia)  Bunlarda kadın herkesindi. Bir arada yaşamazlar ve hayvan gibi çiftleşirler. Bir kadın yavrusunu doğumuna kadar taşır, doğumdan sonra iki ay beklenir, sonra erkekler bir araya toplanır, çocuk hangisine benziyorsa o adam çocuğun babası olur.” (s. 240)
“Bütün bu kabileler tuz kristallerinden evler yaparlar. Çünkü Libya’nın bu bölümüne yağmur yağmaz. Yağsa bu bloklar ayakta kalamazdı. Çıkarılan tuz bazen beyaz, bazen kırmızıya yakın olur.
… Libyalılar göçebedir, yedikleri et, içtikleri süttür. Mısırlılar gibi onlar da kesinlikle inek yemez, domuz da yemezler.
… En başta kurbanın kulağını keser, eşikten dışarı atarlar, sonra hayvanı boynunu burarak öldürürler. Yalnız güneşe ve aya kurban keserler.
… Ölüleri oturur biçimde gömerler, son nefesini arka üstü yatarken vermesin, oturarak ölsün diye dikkat ederler.
(Triton ırmağı civarı) Burası dev yılanlar, aslanlar, filler, ayılar, zehirli yılanlar, boynuzlu eşekler, köpek başlılar, gözleri göğsünde  olan başsız hayvanlar, yaban erkekler, yaban kadınlar ve hiçbiri masalda olmayan daha bir yığın canavar yaratıkların ülkesidir.” (s.243)
“Yeryüzünde Hintlilerden sonra en kalabalık olanlar Trakyalılardır. Bir tek adamın komutasında ya da tek iradeyle hareket etseler hiç yenilmez bence. Ulusların en güçlüsü ve en kalabalığı olurlardı. Ama onlar için imkansızlık buradaydı ve bu birlik hiçbir zaman kurulamadı.” (s.247)
“Trakyalıların şu görenekleri vardır. Çocuklarını köle olarak yabancılara satarlar, kızlarını kapatmazlar, istedikleri adama gitmekte serbest bırakırlar, buna karşılık ana babalarından para karşılığı satın almış olduklarına göz açtırmazlar.  Dövme yaptırmak soyluluk işaretidir. Hiçbir iş görmemek kibarlıktır. Toprakta çalışmak şerefsizliğin en aşağısıdır. Soylu olmak demek savaşa girmek ve başkalarını soymak demektir.  
… Ölüyü üç gün önce seyre koyarlar, çeşitli kurbanlar keserler, yanıp yakılırlar, arkasında büyük bir şölen gelir.  Ölü ya toprağa verilir, ya da yakılıp külleri alınır. Etrafında oyunlar oynanır, en yüksek kazanç teke tek yapılan güreş için konulan ödüldür.”  (s.248)
“(Miletos’dan söz ediyor) … ülke göçler yüzünden boşalmıştı güzel ekili bir tarlaya rastladıkları zaman sahibinin adını yazdılar. Baktılar ki adı yazılanların sayısı pek az, döner dönmez halk meclisini topladılar ve devleti yönetmek üzere bu tarlaları bakımlı olan kişileri seçtiler. Çünkü araziye dikkat eden kamu çıkarlarına da dikkatli olur dediler.” (s. 254)
Anaxandridas’ın karısı kız kardeşinin kızıydı. Gözüne hoş görünüyordu, ama ondan çocuğu olmamıştı. Sonra Isparta yasalarına aykırı olarak,  ayrı iki kadın ve ayrı iki ev sahibi oldu.” (s.258)
“Miletos’un erkeklerinin çoğu uzun saçlı Perslerin ellerinde can vermişlerdir, çocukları ve kadınlar köle olmuşlardır. Kutsal yapılar, tapınaklar yağma edilmiş, yakılmıştır. (s. 289)
“Spartalıların krallarına tanıdıkları ayrıcalıklar şunlardı: Bunlar Zeus, gök tanrısı Zeus olarak iki tanrıdır. İstedikleri ülkelere karşı savaş açabilirler, savaşta krallar önde giderler, sonda dönerler, savaşta yüz seçme adam tarafından korunurlar, seferde istedikleri sürüyü alırlar, kesilen hayvanların yünleri ve derileri onundur.
… Yemekten başkalarına verilenin iki katını verirler, şarap serpme sırasında başta gelirler,  kurban derileri de onların hakkıdır. İki ayda bir de ayın yedinci günü devlet her ikisine de Apollon tapınağında büyütülmüş,  kelesiz kurban, bir miktar arpa unu ve şarap verir. Bütün oyunlarda başköşe onlarındır.
… Tek yargıcı krallardır, ama yargı yetkileri şu durumlarda sınırlıdır. Bir kız henüz babası tarafından nişanlanmadan baba mirasına konarsa kiminle evleneceğine onlar karar verirler, ulusal yollarla ilgili işleri düzenlemek onlara aittir.. 28 Kişilik yaşlılar meclisinde onlar da bulunur. 
… Öldükleri zaman, bütün Lakonia’ya atlılar çıkarılır, haber verilir. Kadınlar davul çalar gibi tencerelere vurarak kenti dolaşır … Binlerce kişi halinde bir yerde toplanırlar,  bunlar başlarını döverlerken, bir yandan da kadınlar çığlık atarlar. Giden kralın kralların en iyisi olduğunu haykırırlar, eğer kral savaşta ölmüşse heykeli yapılır, zengin kumaşlar örtülmüş bir yatağa yatırılır heykel böylece törene götürülür. Ağora on gün kapalı kalır. On gün yas tutulur.” (s.300)
“Eğer Atinalılara hadlerini bildirmezsem, bana da Akhamenes,… Dareios’un oğlu demesinler…” (s. 331)
“Pers kralı Kserkses’un Helespontus (Çanakkale boğazını geçmesi ) Kserkses kamçı altında boğazı geçen ordusuna baktı. Geçiş aralıksız on ay yedi gün yedi gece sürdü. Bir an bir duraklama olmadı.
… Ordunun sayısı toplam olarak yüz yetmiş mydriad kişiye yükseliyordu. (Yaklaşık 170 bin)
.. Başlarında tiara dedikleri yumuşak keçe başlık, üstlerinde kollu zırh, bunlar balık pulları gibi demir pullarla ve güzel işlenmiş ayaklarında geniş poturlar maden kalkanlar yerine sorkun ağacından yapılmış kalkanlar taşıyorlardı. Kısa mızraklar büyük yaylar ve kamış oklarla silahlanmışlardı. Kısa kemerlerinde sağ bacaklarına sarkan harçerleri vardı.  (s.345)
“Kapsienliler deri abalar giymişti. Kamış yayları ve palaları vardı. Dizlerine kadar çıkan çizmeleri vardı. Med yayları ve mızrakları taşırlardı.  
Araplar uzun entarilerini bir kemerle sıkıyorlar ve sağ ellerinde tersine gerebildikleri büyük yaylar taşıyorlardı. Ethiopyia’lılar panter ve aslen postlarına bürünmüşlerdi. Palmiye sağlarından yapılmış büyük en az dört dirsek uzunluğunda yayları sallıyorlardı. Okları küçüktü ve kamıştan yapılmıştı”.  (s.346)
“Çünkü atlar deveden ürküyor, kokusunu sevmiyorlardı. (Hintlilerin savaş taktiği)
… Kralın atının ayaklarının altına bir köpek dalmış, baştan köpeği görmemiş olan at ürkmüş şaha kalkmış ve kral Pharnukhes’u düşürmüştü, kral düşünce kusmaya başlamış, güçsüz düşünce ordusu yenilmişti.” (s. 349)
“Yunanistan yoksullukla süt kardeştir.” (s.352)
“Canlı adam gömmek bir Pers göreneğidir. Kralın karısı Amerstris yeraltında hüküm süren tanrıya yaranmak için en gözde ailelerden seçilmiş iki kere yedi Pers delikanlısını gömdürmüştür.”  (s.356)
Gerçekten buralarda aslan ve çok uzun boynuzlu yabanöküzü pek çoktur. Boynuzları Yunanistan’a getirilir. “
…Pers ordusu(gemi başına ortalama iki yüz kişi hesabıyla bin iki yüz yedi gemi ve iki yüz kırk bin dört yüz kişi vardı. ..ve kadınları, iğdişleri, hayvanları, köpekleri saymıyorum.
“Ah Mardonios!. Bizi bak nasıl bir insanla dövüşe soktun. Bunlar para için değil, onur için savaşıyorlar!”  (s.399)
“(Persler artık parçalanıyor) Geçtikleri yerde ekinleri yakıyorlar, ağaçları kökünden kesiyorlar, kentleri ve tapınakları ateşe veriyorlardı. 
.. Dağların eteklerinde birkaç Phokis’li yakalamışlar. Kadınları üst üste ırzına geçerek öldürdüler. İnsan boyundan çok büyük iki hoplit peşlerine düşmüş, kılıçtan geçirmiş,  kovalamıştı…
… Bu adam geçimini ticaretin en bayağısıyla sağlardı. Parlak oğlanlar satın alır, iğdiş ettirir, sonra götürür Sardes’te Epheosos’da büyük paraya satardı. Çünkü barbar ülkelerinde iğdişleri asıl erkeklerden  daha çok para eder. Zira bunlara daha çok güvenilir. Bu bildiğimiz Panionios çok oğlan iğdiş ettirmişti.
... Panionios’u (oğlunu) kendi eliyle iğdiş ettirdi, baba zor altında denileni yaptı ve bu iş bitince çocukları da babalarını iğdiş etmeye zorladı, Panionios kefaretini böyle ödedi ve Hermotimos da yüreğini soğuttu. (s.420)
“(Denizde kaptanın kralı kurtarmak için tayfaları denize atması olayı.) Kılavuz kaptanın başına bir altın çelenk koymuş, kralı kurtardığı için, sonra da kafasını kestirmiş, onca Persi öldürdüğü için”. (s. 435)
“Zira yalnızca halk yığınlarının evleri değil tiranların evleri de yoksulluk içindeydi. Yemeklerini kralın karısı kendi eliyle pişirirdi. Ne zaman ekmek pişirse hizmetçinin ekmeği iki kat kabarıyordu.” (s.430)
“Barbarlar duvar yıkıldıktan sonra on binlercesi dar bir yere sıkıştı. Yunanlılar öğle bir kılıç çaldılar ki, üçyüz bin kişilik ordudan kal kala üç bin kişi kaldı.” (s. 456)
Persler arasında kadından farksız sayılmak en büyük hakarettir."

... Zira dedi,  onlara sert olmayan toprak enerjiden yoksun insanlar doğurur, bir toprakta hem iyi ürün hem de değerli savaşçı yetişmez. Persler bu sözü kabul etmişler ve yanından bambaşka duygularla ayrılmışlardı. Kyros onları bu düşünceden kurtarmıştı ve onlar da ovalara ekin ekip köleliği biçmektense, kısır bir toprak üzerinde imparatorluk sahibi olmayı yeğ tutmuş, (Yunanistan’dan) ayrılmışlardı.”  (s. 471)










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder