Türkiye’de olup bitenleri anlamak için ekonomide olup bitenleri anlamak gereğine bir kez daha inandım.
Düşünsenize, iğneden ipliğe
herşeyin teknolojisini dışarıdan satın alan, en büyük fabrikaların yabancı
firmalara ait olduğu, devletin bütün yatırım vs. teşviklerinden öncelikle
onların yararlandığı; bankacılık, sigortacılık, telekomünikasyon vs. en kilit sektörlerinin
yabancıların kontrolünde olduğu, en kıymetli madenleri yabancı şirketlerin
çıkarıp götürdüğü bir ülkedeyiz.
Otoyol, boğaz köprüsü, tünelleri yabancı
finans şirketlerine iş alanı olarak planlayıp, “kâr garantili” yaptırdığımız Türkiye...
Hal böyleyken, bizi yönetenlerin “yerli” ve “milli” laflarını, kendilerinin değil de kendilerine karşı çıkanların gayrimilli, dış mihrak saymalarını nasıl anlayacağız?
Bu nasıl bir “algı operasyonu”dur?
Bir hafta kadar önce Uludağ’daki
bir köyde, camiin avlusunda oturan vatandaşlarla sohbet ediyoruz.
“Burada nasıl geçiniyorsunuz. Gençler köyde kalabiliyor mu” gibi bir laf ettim.
“Burada nasıl geçiniyorsunuz. Gençler köyde kalabiliyor mu” gibi bir laf ettim.
Köylülerden, karşımda oturan kısa sakallı birisi, “Allaha şükür durumumuz çok iyi. Köyümüz
muhteşemdir. Tertemiz havamız var. İnsanlarımız şükür tevekkülüyle yetişmiştir.
Hepsi dinine, milli manevi değerlerine bağlıdır. Devletimizin yanındayız,
bağlıyız. Buradan hain çıkmaz. Köyümüze
yabacıları sokmayız, köyümüzü bozdurmayız” diye gayet kendinden emin bir
tablo çizdi.
İçlerinde galiba en genci oydu. Giyim kuşamına bakarsan, bir
ayağı köyde bir ayağı da şehirde olmalı, belli ki parayı şehirde kazanıyordu.
Daha yaşlıca olanı, bir özet yaptı:
“Burası çok eskiden kalaba bir köydü. Ama para yoktu. Bize ne yaptıysa Özal yaptı. Allah ondan razı olsun. Burada (Köyün yukarısında, devasa çukurlar oluşmuş, maden çıkarılmış, öylece bırakılmış bir yer var, görmüştüm) Alman şirket Krom madeni çıkardı. İlk defa köyümüzde bazı gençlerimiz madende çalıştı, işçi oldu, orada sigortaları ödendi, para kazandık, sonradan emekli oldular. Çilek, ahududu gibi çok güzel meyvelerimiz var ama, biz bu ziraat işini ne tamamen bırakabiliyoruz, ne de bir kazancı oluyor. Sadece süründürüyor. Aha şimdi, emekli değilsen, dışarıdan para getirenin yoksa burada işin zor. Suyu bile parayla alıyoruz, şehir gibi.”
“Burası çok eskiden kalaba bir köydü. Ama para yoktu. Bize ne yaptıysa Özal yaptı. Allah ondan razı olsun. Burada (Köyün yukarısında, devasa çukurlar oluşmuş, maden çıkarılmış, öylece bırakılmış bir yer var, görmüştüm) Alman şirket Krom madeni çıkardı. İlk defa köyümüzde bazı gençlerimiz madende çalıştı, işçi oldu, orada sigortaları ödendi, para kazandık, sonradan emekli oldular. Çilek, ahududu gibi çok güzel meyvelerimiz var ama, biz bu ziraat işini ne tamamen bırakabiliyoruz, ne de bir kazancı oluyor. Sadece süründürüyor. Aha şimdi, emekli değilsen, dışarıdan para getirenin yoksa burada işin zor. Suyu bile parayla alıyoruz, şehir gibi.”
İkinci vatandaş, oranın yakın zamana kadar belediyelik
olduğunu, büyükşehire katılıp belediye kapatıldıktan sonra ilçe belediyesine
bağlandıklarını, ancak “hizmet
alamadıklarını” vurguladı. “Burası
yeniden eski köy haline döndü. Yollara bile bakan yok” diyor.
DOST KİM DÜŞMAN KİM!
Şimdi bakınız değerli okurum...
Lafını aktardığım ilk vatandaşın “köyümüze sokmayız, yabancı” dediği, kastetiği insanlar Almanlar,
Ruslar, Yunanlılar, Ameriklılar falan değil... “Kürtler, aleviler ve çingeneler, solcu yezit çapulcu takımı!”...
Bunu sohbetin ilerleyen dakikalarında anlıyorum.
Bunu sohbetin ilerleyen dakikalarında anlıyorum.
İkinci vatandaşın şükrettiği şey ise çok çarpıcı: Adam, “Yav kardeşim, bu topraklar bizim
topraklarımız, yer altında zenginliklerimiz var, onların sahibi biziz” gibi
bir mantıkla düşünmüyor.
Yaşadığı topraklar üzerinde bir hakkı olduğunun, o toprakların gerçek sahibi olduğunun farkında bile değil!
Oradaki madenleri çıkarıp alıp götüren, kendilerine de tahrip edilmiş bir doğa bırakan yabancı şirketin köylüleri ucuz işçi olarak çalıştırmasına şükrediyor!
Yaşadığı topraklar üzerinde bir hakkı olduğunun, o toprakların gerçek sahibi olduğunun farkında bile değil!
Oradaki madenleri çıkarıp alıp götüren, kendilerine de tahrip edilmiş bir doğa bırakan yabancı şirketin köylüleri ucuz işçi olarak çalıştırmasına şükrediyor!
Hani, adama birşey diyemiyorum. Demek ki, orada, onun
önüne konulan, yararlanabileceği en iyi fırsat, köydeki madenlerini çıkaran
şirkette ucuz işçi olabilmekmiş!
BU NASIL BİR MİLLİYETÇİLİK!
Ama arkadaş, bu bizim içimize, ruhumuza işlemiş...
Biz Türkler ekonomi, iktisat denen şeyleri bir türlü
anlamamışız...
Örneğin şu “milli”,
“yerli” işi ve “milliyetçilik”...
Arkadaş,
biz neden ülkemizin maddi çıkarları, ekonomisi söz konusu olunca “milliyetçi” olmuyoruz?
Nedeeeennn?
biz neden ülkemizin maddi çıkarları, ekonomisi söz konusu olunca “milliyetçi” olmuyoruz?
Nedeeeennn?
Halbuki, batılıların en hassas oldukları şey budur...
Batılı kapitalist, senin milliyetine, inancına, ideolojine,
demokrasi veya diktatörlükle yönetilmiş olmana bakmaz.
Tek düşündüğü, maddi çıkarıdır!
Öyle, “Bizde
demokrasi var. Demokrasiniz yoksa selamı keseriz” falan duymazsınız...
Bu yüzden Amerika devletinin Ortadoğu’da en yakın müttefiki,
dostu şeriatçı, despotik Arap krallıklarıdır...
Tutturmuşuz, “Yabancı
sermayeyle, yabacı yatırımlarla kalkınma”!...
“İhracata
dönük sanayi”!
Yahu, “Parayı
veren düdüğü çalar” demiş büyüklerimiz, ama onu da anlamamakta
diretiyoruz!..
Ve niyeyse, sadece ve sadece aynı topraklarda yaşadığımız
insanlara karşı “Milli” ve de “Milliyetçi” oluyoruz!
Sanki aynı ülkede yaşamıyoruz.
Sanki sen
Türksün de karşındaki Türk ya da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil!
BİR KİTAP VE ALTINI ÇİZDİKLERİM...
Yahya S.
Tezel’in “Cumhuriyet
Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950)” kitabını okurken, fark ettim ki, Atatürk döneminin önemli çabalarına rağmen ekonomide
hala dışa bağımlı olmaktan kurtulamamışız; tersine bağımlılıklar derinleşmiş.
Türkiye
ile Batı arasındaki ilişkileri anlamanın yolu
da ekonomideki durumu anlamamıza
bağlı gibi görünüyor.
Aşağıda, yine kitabı okurken altını çizdiğim ve sizlerle
paylaşmak istediğim cümleleri bulacaksınız.
Sadece ara başlıklar ile (D.E.)’li notlar bana ait. “Tırnak” içindeki ifadeler ise yazarın, kendi yaptığı çarpıcı alıntılar.
Sadece ara başlıklar ile (D.E.)’li notlar bana ait. “Tırnak” içindeki ifadeler ise yazarın, kendi yaptığı çarpıcı alıntılar.
Elbette benim önerim, bu kitabı alıp okumanız.
Kitapta çok geniş bir kaynakça bölümü var. Akademisyenlere öneririm.
Kitapta çok geniş bir kaynakça bölümü var. Akademisyenlere öneririm.
Ama bunu yapamadıysanız, gelin Cumhuriyetin devraldığı iktisadi kaynaklardan başlayıp, Atatürk
dönemindeki çabaları, memleketin halini, kalkınmadaki gelgitleri, kapitalist ve
sosyalist tercihlere uzak durmaya çalışmanın getirdiği zorlukları ve sonunda,
yine Osmanlı’dan aldığımız mirasa pek de ters düşmeyecek şekilde, batının,
sadece kendi çıkarlarına işleyen vahşi kapitalist düzenine nasıl
eklemlendiğimizi anlamaya çalışalım.
“-1914’te 16,3
milyon olan nüfus 1923’te 13,6 milyona düştü".
TÜRKLER
İKİNCİ SINIF BİLE SAYILMAMIŞ!
- "1. Dünya Savaşı savaş
kayıpları, 400 bini cephede, kayıp, kaçak, hasta vs. toplam 1,6
milyon kişiydi."
- " 1912 yılında
imparatorlukta iç ticaretle uğraşılan 18
bin kadar işyerinin yüzde 15’i,
Türklere, yüzde 49’u Rumlara,
yüzde 23’ü Ermenilere, yüzde 19’ü levantenlere ve diğerlerine aitti.
Artizanal dükkanlar da içinde olmak üzere 6 bin 500 imalat işyerinin yüzde 12’si Türklerin,
yüzde 49’u Rumların, yüzde 30’u Ermenilerindi. Doktor, mühendis, muhasebeci gibi 5 bin 300
kadar serbest meslek mensubunun yüzde 14
ü Türk, 44’ü Rum, yüzde 22’si Ermeniydi. ... Batı
Anadolu’da çalışmakta olan 3 bin 300 imalat
sanayi işyerinin yüzde 73’ü Rumların olup, bu işyerlerindeki 22 bin işçinin
yüzde 85’i gayrimüslimdi."
- "İzmir’de 88 tane azınlıklardan, 7 tane Türk doktor vardı.
43 Eczacının teki bile Türk değildi".
- " 1921 sanayi sayımına göre, toplam 76,2 bin işçinin
çalıştığı 33 bin işyeri vardı. En fazla 5 kişinin çalıştığı bu işyerlerinin
yüzde 35’ini tekstil, elbise, yüzde 18’ini deri ve işleme, yüzde 8’i madeni
eşya yapımı ile ilgiliydi."
ANKARA-İSTANBUL
YOLU 80 SAAT!
- " 1923 yılında yalnızca iyi hava koşullarında trafiye açık olan 14 bin kilometre karayolu
vardı. Ankara-İstanbul arasında otomobil
yolculuğu yaklaşık 80 saat sürdüğü dikkate alınırsa, bu yolların ne
ölçüde yol sayılabileceği daha iyi anlaşılır."
- "1920’lerin başında yabancı şirketlerin öz varlıkları
toplamı 63 milyon sterlindi. Bunun yüzde 45’i Alman, yüzde 26’sı Fransız, yüzde
17’si İngilizlere aitti."
-
Türkiye’nin
ihracatının ithalatından fazla olduğu yıllar sadece 1930-1948 arasıdır. Ondan sonra
hep ticaret açığı verildi."
- " Yunanlıların işgalden sonra Adalar’dan Anadolu’ya getirdikleri 120 bin Rum’a Türlerden zorla
alınan arazileri dağıtmaya başlaması,
zengin Türklerle uzlaşma olanaklarının sanıldığından daha az olduğunu gösterdi.
...Köylü yığınları ise bağımsızlık hareketleri karşısında genellikle çekingen
kaldı.... Kemalistlerin Yunan güçleriyle savaşmadan önce Anadolu’nun müslüman Türk
topluluklarının içinden çıkan ayaklanmaları bastırmak zorunda kaldıkları,
Ankara hükümetinin sağladığı toplumsal desteğin fazla yaygın olmadığı
unutulmamalıdır."
BAKANLAR
DEVLET MEMURLUĞUNDAN
- "1920-1950
aralığında milletvekillerinin yüzde
47’si meclise girmeden önce kamu görelisiydi... Bu dönemde Bakanlar kurulu üyeliğine yapılan
toplam 194 atamanın yüzde 61’inde siyasete askerlik
ve devlet memurluğundan gelen kişilere görev verilmişti. Yüzde 28’i harbiyeli, yüzde 29’u
mülkiyelilerden seçilmişti. Sadece yüzde 11 atama meclise alınmadan önceki
işi büyük arazili çiftçilik, 2 atamada da ticaret erbabı olan kişilere bakanlık
görevi verilmişti."
GREVİ
YASAKLAYAN ÇALIŞMA YASASI
-
1936
yılında çıkartılan Çalışma
yasası ile işçilerin sendika kurmaları
ve grev yapmaları yasaklandı.
Sendika kurma hakkı ancak 1946’da, grev hakkı da 27 mayıs 1960 darbesi ve 1962
Anayasasından sonra yasallaştırıldı.
-
“Osmanlı
ülkesi ecnebilerin müstemlekesinden
başka birşey değidi.”
- "1923’deki İzmir’de, Türkiye
İktisat Kongresi’nden: “Türk, dinine,milletine, ..toprağına, düşman
olmayan milletlere daima dosttur, ecnebi sermayesine alehhtar değildir. Ancak
kendi yurtdunda, kendi lisanına ve kanununa uymayan müesseselerle münasebette
bulunmaz. Her türlü münnasebette fazla mutavassıf istemez.”
LOZAN
ESARETİ KALDIRDI
- "Kemalist kadro iktisadi alanlarda formel egemenliği de içeren
siyasal bağımsızlığı Lozan Antlaşması
ile sağladı. Bu anlaşma ve ek prorotokollere göre, kapitülasyonlar kaldırıldı; Osmanlı Duyun’u Umumiye İdaresi’nin Türkiye’nin
maliyesi üzerindeki denetim yetkileri iptal edildi; Türk limanları arasındaki taşımacılık
yabancılara kapatıldı (kapotaj); yeni Türk devletinin gümrük egemenliği ilk beş yıl gümrük tarifesinde bir değişiklik
yapılmaması koşuluyla kabul edildi."
- " Kemalistlerin (üstünde durdukları önemli konu) Türk
müslüman nüfus içinden güçlü
girişimciler sınıfının yaratılmasıydı. Bu sınıfın yabancı sermaye ile işbirliğine dayanması iktisadi bağımsızlığı
zedeleyen bir durum gibi görülmekteydi."
- "Türk lirası ilk kez 1946
yılında devalüe edildi.İthalat üstündeki kısıtmalalar hafifletildi".
TALANCI YABANCI ŞİRKETLER GELMİYOR
- "1924-29 arasında bazı yabancı şirketlere yatırım için ayrıcalıklı statüler tanındı. Ford Motor yılda 10 bin araç montajı
yapacaktı, ancak Dünya Buhranından sonra faaliyeti
durdu. Bursa’da da bir Japon
firması ipekli dokuma fabrikası kuracaktı (galiba bu da gerçekleşmemiş)."
- "1929-30’larda Kayseri’de lokomotif fabrikası, Samsun ve Mersin’e
liman, demiryolu vs. yatırımlar
gündeme geldi ancak, açılacak
krediler karşılığında Osmanlı
dönemindeki uygulamaları andıran ve belli bütçe kaynaklarının borcun iftası
için ayrılmasını gerektiren güvenceler verilmesini istemeleri gibi..."
- (1920’den itibaren bir Merkez Bankası kurulması, bir
Amerikalı grubun bankaya 30 milyon dolar yatırması gündemdedir, ancak sonuç alınmaz, İnönü bunu değerlendiriyor): “Komisyon, fikri çok muvakıftır.. Komisyon
orada lazım gelenlerle temas eder. Alaka uyandırır.. bir de dediğim gibi merkez
İhraç Bankamız için sermayeye ihtiyaç vardır, bu sermaye Amerikadan kabili
tedaarik midir? Bir de mütehassız isteriz. Hem işinin ehli olmalı hem de kapitalist mehafilin
tesiratından azade kalabilecek bir şahsiyet sahibi olmalıdır. Bu son nokta çok
önemlidir”
- "Türkiye’de çalışan yabancı
şirketlerin sayısı 1927’de 113 iken 1933’de 71’e indi... Yabancı bankaların
kredi hacmindeki payı 1929’de yüzde 42’den 1939’da yüzde 20’ye düştü."
- "1930’da Türk hükümetine verdiği 10 milyon dolar kredi
karşılığında Türkiye’de kibrit üretme ve ithal etme tekelini alan Amerikan
şirketi buhran ortamında gerçekleşen ilginç bir örnekti... "
- "1928-1940 arasında 24 ayrıcalıklı yabancı şirket
Türk hükümeti tarafından satın alındı. ...
yabancıların işlettiği belediye
hizmetlerinin, belli başlı başlı kentlerdeki elektrik, havagazı, su, tramvay,
telefon şirketlerinin satın alınması da
yabancı sermayeye karşı bir genel politkadan kaynaklanmadı. ... Kâr amacıyla çalışan yabancı şirketleri
eliyle işletilmesi yerine kamu kuruluşları eliyle ve çok kere karlılık
düşünülmeden işletilmesi sosyal politika
gereği yeğlendi."
BATI KREDİ VERMİYOR...
- "1931’de Maliye Bakanı Saracoğlu Amerika’ya giderek
yatırımcı girişimciler ve kredi aradı. 1932 başlarında Fransa’ya benzer ziyaretler
sürdürüldü. Türk istekleri her iki
ülkede de cevapsız kalınca Sovyetler Birliğine ve Musslolini İtalyasına
dönüldü. Başbakan İnönü 1932’de Moskova’ya ve Roma’ya gitti.. Kredi ve teknik
yardım anlaşmaları imzalandı.
...Sovyetlerden alınan borç 1938’de 14 milyon lirayı bulmuştu. Bu
faizsiz krediyi daha çok Sümerbank kullandı ve 20 yılda bu ülkeye yapılacak gıda
ihracatı ile ödenecekti..."
- "1930-1939 aralığında yabancı banka ve müteahhitlerinden
Türk hükümetinin aldığı borç 102 milyon dolardı. Osmanlı borç taksitleri ve
millileştirmelerden kaynaklı borçların taksitleri ve anapara ödemelerli 108 milyon lirayı buldu."
- "
Türkiye’nin 1940-45
arasındaki dış borçlanmaları 360 milyon liradır.
Bunun 307 milyon lirası askeri
malzemelerin alımından kaynaklıdır."
- " 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türk hükümeti geniş ölçekli
dış borçlanma ve yabancı yarıtırımlara önem veren bir ekonomi politikası izlemeyi,
bunu ülkenin iktisadi kalkınmasında temel
koşul gibi görmeye başladı. Başbakan Recep
Peker 1947’de ‘Az faizli ve uzun
vadeli dış krediler sayesinde .. kalkıma işlerimizin ana kısımlarının 5-7 sene
zarfında tahakkuk ettirilebileceğini umuyoruz’ dedi.
- "Başbakan Hasan Saka (1947), Amerika’nın
Marshall Planı’na bağladıkları umudu, “Amerika’dan daima suhulet ve yardım gördük.biz de bu büyük memlekete
karşı korekt hareket ettik. Marshall Planı yardımlarından biz de istifade
edeceğiz” diye açıkladı."
- ".. Kamu yatırımlarında ağırlık, yabancılardan gelen
baskılara uygun olarak, tarımda makineleşmeye ve kara yolları yapımına
kaydırıldı."
BATI 1950’DEN SONRA PARA MUSLUĞUNU AÇIYOR
- "1946-50 döneminde Türkiye ABD’den 496 milyon lira tutarında bağış (117 milyon dolar), 328
milyon lira (117 milyon dolar) kredi aldı. Dolar olarak alınan paraların TL karşılığı
merkez bankasına yatırılıyor, yüzde 5’i
ABD elçiliği ve misyonlarının masrafları için kullanılıyordu."
- " Dünya
Bankası 1950’de Türkiye’ye liman ve silo yapımı için 16 milyon
doları bulan iki kredi açtı. ..Türkiye’nin 1946-50
aralığında aldığı yabancı bağış ve kredilerin toplam değeri 1.094 milyon (1 milyar 94 milyon) TL idi. ... Dış açık 1947-50 arasında 1.203 milyon (1 milyar 203 milyon) TL'yi (429 milyon dolar) bulduğu, bunun 980 milyon
lirasının dış borçlanmalarla karşılandığı görülmektedir."
- " 1924’deMustafa Kemal Paşa’nın öncülüğüyle İş Bankası Kuruldu. Mustafa Kemal’ın
zengin kayınpederi (latife hanımın babası) kuruculardan birisiydi. Kuruluş
sermayesi olan 1 milyon liranın 250 bin lirası
Mustafa Kemal tarafından Kurtuluş
Savaşı’nda Hint müslümanların gönderdiği yardımlardan, bir kısmı CHP, gerisi de
devlet hazinesince sağlanmıştı. ...memlekette ‘zengin yetiştirme’ sürecinde bir hayli özel bir rol oynayan İş
Bankası’nın yöneticileri iktisat politikasını özel girişimden yana etkilemeye
çalışan güçlü bir baskı grubu oluşturdular."
- "1925’de Osmanlı Bankası’nın ayrıcalıkları kaldırılınca bir
Merkez Bankası kurulması ele alındı."
- "1923’de Chester grubuyla demiryolu yapımı anlaşması
yapıldı. Ancak bu hayal kırıklığı olunca TBMM demiryolu yapımını bütçeden
finanse etme etme yetkisi verdi hükümete. 1929’da bin kilometre demiryolu
yapılmıştı. Böylece demiryolu ağının
toplam uzunluğu 4 bin 100 km oldu. ... 1923-29 arasında karayolu
şebekesinin uzunluğu 13.900 km’den 14.400 km’ye çıkarıldı... Demiryollarında taşınan buğday miktarı 48 bin
tondan 149 bin tona yükseldi.."
- " Yönetici kadro tarafından yeğlenmiş olan kapitalist toplumsal gelişme, Türkiye nüfusunun
içinden bir işadamları sınıfının
yaratılmasını gerektirmekteydi. Bu da bazı Türklerin zenginleşmelerine bağlıydı.
.. Birçok hükümet ve parlamento üyesinin, üst düzey bürokratın ve liderlerin
yakınlarının iş hayatına atılması önemli sonuçlar getirdi. .. Yönetici kadronun bir bölümü gelişmekte
olan Türk burjuvazisinin kurucuları arasına katıldı."
- " Devlet 1920’lerin sonunda 29 özel şirkete toplam
sermayelerinin yüzde 38’ini satın alarak cari değerlerle 22 milyon lira
finansman sağlamıştı.."
İNÖNÜ’NÜN YATIRIM HEYETİ ELİ BOŞ DÖNMÜŞ
- ". Başbakan İnönü
Amerikan kapitalistlerinin Türkiye’de
yatırım yapmaları konusunda
Amerikan Dışişleri Müsteşarı Klein’den yardım
istedi. .. 1931’de Maliye Bakanı Saracoğlu
başkanlığındaki bir heyet kredi olanaklarını araştırmak ve Amerikan
kapitalistlerini Türkiye’de özelikle tekstil alanında yatırım yapmaya ikna
etmek için ABD’ye gönderdi.
Saracoğlu eli boş döndü."
- " 1931’de CHP kurultayında “devletçilik” parti programının ana ilkelerinden birisi olarak
kabul edildi. Buna göre parti özel girişimciliği topumsal düzenin temel öğesi sayacak
ve ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber,.. özel girişimin gücünün yetmediği sanayi işletmelerini kuracak ve
işletecekti. İlk sanayi programı 1934’de uygulamaya konuldu. Sümerbank bunun
örneklerinden birisi oldu."
-
(Kadro dergisi ve
arkasındaki bir grup aydın)" Ne
kapitalist ne de sosyalist olmayan bir üçüncü yol buldukları savıyla, zaman
zaman faşist önermelere de hayli yaklaştılar."
DEVLET
MEMURLARI PATRON OLMA DERDİNDE
- "1921-30 arasında kurulan şirketlerin yüzde 13’ünün girişimcisi
kamu görevinden gelmişken, bu oran 31-40 arasında yüzde 78, 1941-50 arasında
yüzde 31 idi. 1968’de en az 50 işçi alıştıran ve eskiden kurulmuş olan 230
sanayi 10 tarım ve 13 banka sigorta şirketi k kurucusunun yüzde 30’ u kamu görevinden gelmişti."
REEL ÜCRETLER DÜŞÜYOR, VURGUNLAR, ‘MİLLETİ SOYANLAR’..
- " 1930’ların
sonunda memurlar, emekliler, devlet teşebbüslerinden ücret-maaş
aylık alanların sayısı 280 bine ulaştı. ...Devlet fabrikaları ülkedeki
pamuk ve yünün büyük alıcısı durumuna geldi."
- "Emeklilere yapılan kişi başına ortalama ödemenin 1938
fiyatlarıyla gerçek değeri 1938’de 1.420 liradan 1945’de 274 liraya indi.
1950’de sadece 389 liraydı."
- "... ucuz kurlardan resmi
döviz tahsisleri elde eden ithalatçılar
büyük vurgunlar vurdular..."
"...Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 1942’de meclisi açış nutkunda
şöyle diyordu:
“Şuursuz
bir ticaret havası, haklı sebepleri çok aşan bir pahalılık belası .. Bulanık
zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan eski çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz havayı ticaret metası yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu
tüccar... büyük bir milletin hayatına küstah bir surette kundak koymaya
çalışmaktadırlar. . ticaretin ve iktisadi faaliyetin serbestliğini bahane ederek
milleti soymak hakkını hiç kimseye,
hiç bir zümreye tanımamalıyız.”
- " 1942’de tarh edilen Varlık
Vergisi 463 milyon lirayı buldu. Bunun 318 milyon lirası 43-42 yıllarında
toplandı. İstanbul’un payı yüzde 70’ti.
Tahsil edilemeyen vergi borçları 1944’de silindi... birçok yeri gayrimüslim
tacir ve sanayici perişan etmesiyle sonuçlandı. Bunlar varlıklarının bir bölümünü vergi sebebiyle devlete aktarırken önemli bir bölümü de müslüman Türk zenginlerin
eline geçti."
- " Türk
hükümeti 1947 Temmuz’unda devletçi sanayileşme politikasını yansıtan
bir kalkınma programı ile Paris’te toplanan Avrupa İktisadi İşbirliği
Komitesi’ne başvurdu. Bu programı dış
finansmanı olarak 615 milyon dolarlık dış
yardım istedi. Amerikalılar Türkiye’nin savaşa tahrip olmadığı gerekçesiyle bu başvuruyu geri çevirdiler."
- " (1947’de
Türkiye’ye gelen Thornburg başkanlığındaki
bir uzman heyeti) Ankara hükümetinin savaş sonrası kalkınma planını ‘devlet sosyalizminin aşırı bir örneği’ olarak
değerlendiriyordu . ‘Zaman geçtikçe bu sistem bütü iktisadi
faaliyetlerin şeklen hükümet ve fakat esasında parti tarafından kontrolü
manasını ifade etmiştir” deniliyordu."
SAKA, MENDERES’İN
YOLUNU AÇIYOR
- " Eylül 1947’de Ankara’da bir hükümet değişikliği
yapıldı, Halk Partisinin eski devletçi bürokratik
kadrolarından gelen Recep Peker’in yerine
Hasan Saka Başbakanlığa getirildi."
- "ABD ve Batı ülkeleri açısından, Türkiye’nin programı, Avrupa
İmar Programı’na katılmak için, tarımsal üretimini, imalat sanayi ürünleri
karşılığında Batı Avrupa’ya gıda malları ve hammadde sağlayabileceği düzeye çıkartması
olmalıydı." (Yani adamlar, Türkiye’de sanayi olmasın, sanayide bize mahkum
olsunlar, sadece paramızın bir bölümü için meyve sebze vs. versinler yeter
demeye getiriyor,d.e.)
- "1950’de mekanize pamuk ipliği endüstrisindeki 32 fabrikadan
8’i devlete aitti. Bunların 23 bin iği, özel sektöre ait 24 fabrikanın toplam 8
bin 600 iği vardı. Yün endüstrisinde 26 fabrikadan 2’si devlete aitti, ancak
özel sektörün toplam 2,8 bin iğine karşılık 2 fabrikada 38 bin iğ vardı."
- " 1950 seçimlerinden sonra Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’na verilen yetkiyle, banka, Marshall Planı özel girişim Fonu ile
ABD hükümetinden ve ayrıca Dünya
Bankasından sağlanan kredilerin Türkiye’de özel sanayi işletmelerine dağıtılması işini üstlendi."
-
Birinci Dünya Savaşı öncesinde binlerce Doğu Karadenizli çarlık Rusyasına gider, belli bir süre
çalışır, geri dönerdi. Rusya’da
fırıncılık ve pastacılık yaparak ve bu sanatları Türkiye’ye getiren
Hemşinliler gibi... 1950’de bölgede her
10 aileye 4 gurberçi işçi düşüyordu.
-
Güneydoğu
Anadolu feodalite benzeri ilişkilerin en yoğun olduğu, topraksız kırsal ailelerin yüzde 39’a ulaştığı bir bölgeydi...
AĞALIK
DESTEKLENİYOR
- " 1927’de kırsal ailelerin yüzde 17’sinin hiç toprağı
olmadığını...1950 tarım sayımında
kırsal ailelerin yüzde 15’inin çiftçi olmadığını, yüzde 3,3’ünün tamamen
başkasını arazisinde çalıştığını... yani yüzde
20’nin hiç topraksız olduğunu...
Toprağı olanların yüzde 60’ının sadece bir çift öküzü olduğu..."
- " 1924 Anayasası özel mülkleri kamulaştırmayı zorlaştıran
hükümler getirdi.. 1929’da çıkarılan bir kanuna göre, tımar, iltizam olarak Osmanlıdan ailelere verilmiş tarım alanların
.. özel mülk olarak tapuya
kaydettirilmesi için yeterli sayıldı. Sınırlar muğlak olduğu için ...bunun kaymağını kırsal kesimdeki nüfuzlu aileler
yedi. ...bazı eşraf, mütegallibe,
bu kanuna dayanarak bazı ilamlar göstererek mübadil, muhacir ve topraksız köylüyü verilen arazilerden
çıkararak, bu arazilere sahip oldular. Bunları çoğu boş hazine arazileriydi."
- "1934-38
arasında 41 bin göçmen ve 48 bin yerli topraksız aileye toplam 2,9 milyon dönüm arazi dağıtıldı."
- "18 milyon Türk’ün 15 milyonu çiftçidir. Bunun 15 milyonunun bir çoğu kendi
toprağında çalışmaz."
KOOPERATİF
VE TOPRAK REFORMU LAFTA KALIYOR..
-
“Zirai
istihsal kooperatilerinin teşkili zaruri görülmektedir” İzmir İktisat Kongresi’ne
sunulan hükümet raporundan."
-
‘Köylü
ve çiftçi üretimini ucuza satmaktan, ihtiyaçlarını pahalıya akrşılamak yüzünden
takatten düşmüştür’ dedi mecliste Menderes. (Tabi Başbakan olmadan önce.
D.E.)
- "1945’te çıkarılan Çiftçiyi
Toğraklandırma Kanunu büyük arazi sahiplerinin çıkarlarına bir tehdit olarak görüldü. Adnan Menderes, Fevzi Lütfi
Karaosmanoğlu,Emin Sazak, Halil Menteşe gibi büyük toprak sahipleri Halk
Partisinden ayrılarak, Demokrat
Partinin kuruluşuna öncülük ettiler...(kanunla ilgili) Uygulama için
gerekli tüzük 1947’yi buldu. Bu tarihte artık
büyük arazi mülklerinin kamulaştırılmasıyla
ilgili istek tamamen ortadan
kalkmıştı."
- "1945’te çıkarılan Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunu’nu yürürlüğe koymakla görevlendirilen kişi Tarım Bakanı olarak atanan Adana’nın büyük toprak ağalarından Cavit
Oral’dı. Böylece büyük özel mülkiyetin kamusallaştırılması hedefi gündemden
çıkarılmış oluyordu."
KOMÜNİZM
KAYGISI DA PARA ETMİYOR
-
(2.Dünya savaşı sonrası komünizm korkusu, Recep Peker
mecliste konuşuyor, D.E): “..çiftçi yeter
toprağa sahip edilmezse, yurttaşlar evsiz barksız bırakılırsa, iş hayatı
kavgasız esaslar üzerinde yürütülmezse, sermaye ve işçi arasında barış ve güven
sağlayacak bağlar kurulmazsa, savaş sonunda azgın seller gibi her yöne akacak
olan ideolojilerin nereden geldiği belli olmayan zehirl ietkilerin toplumu,
ulusal yapıyı içinden kaynatır ve toplum hayatını kökünden rahatsız eder. Eğer..
çiftçi ve toprak işi düzenlenirse toplumu hiçbir rüzgar sarsamaz...”
- "Köylünün
köyünde oturduğu, şalvarlıların ve kasketlilerin şıklığı bozulması diye Ankara’nın yeni caddelerine sokulmadığı
statik bir Türkiye’ydi.”
-
... ancak hükümetin dayandığı tooplumsal siyasal destekte
önemli bir yere sahip olan tacirlerin, tüccar
tefecilerin çıkarları, köylülerin
ürünlerini pazarladıkları piyasalardaki korumasız,
örgütsüz dağınık ve zayıf durumlarının
sürmesini gerektiriyordu.
KÖYLÜNÜN ÜRÜNÜ DEĞERSİZ
- " 1 kilo buğdayın yıllık ortalama fiyatı 1929’da 12,6 kuruş
iken 1931’de 4 kuruşa düştü. Birçok tacir ucuza aldığı buğdayı, destekleme
alımı yapan Ziraat Bankası’na satarak kar elde etmeye başladı..."
- "Büyük arazililere, zengin köylere verilen ziraat
kredilerinin verimlilik artırıcı yatırımlardan çok bu kişilerin tefecilik
faaliyetlerini finanse ettiği söyleyebilir."
- "Hayvan sürülerine tahsis edilen çayır ve mera alanları 1949-2000 yılları arasında 386 bin kilometrekareden 170 bin kilometrekareye
düştü. Aynı dönemde orman alanları 103 bin kilometrekareden 207 bin
kilometrekareye, tarım alanları da 152’den 263 bin kilometreye yükseldi."
- "Köylülerin iktisadi ve siyasi gücünün artırılması o
dönemin koşullarında büyük arazi sahiplerini ürkütüyordu."
YABANCI
SERMAYE İLE İLİŞKİLER
- "Büyük şehirlerdeki tacir kesimi, bir hayli uzun bir azgelişmişlik
boyunca, yabancı kapitlistlerle bağımlılık ilişkileri içinde işbirliği yapmaya
koşullandırılmışlardı. Türk tacirler ve
büyük arazi sahipleri yabancı sermaye
çevreleri karşısında iktisadi bağımsızlık
peşinde koşmak için bir neden görmüyorlardı."
- " ..Cumhuriyetten önce Tükiye’deki yabancı sermaye ülkenin dış ticaretinin genişletilmesinde hayati
öneme sahip bankacılık ulaştırma, liman
ve liman kentlerinde kent hizmetleri
sektörlerinde toplanmıştı... İmalat sanayindeki yatırımların payı çok
küçüktü."
SOVYET
KREDİLERİ BİR ‘İKAME...’
- "Sovyetlerden alınan iktisadi yardımların, Türkiye’nin kapitalist dünya piyasasına olan bağımlılığını azaltmaya yönelik bir
politikadan kaynaklanmadığını, yeni sanayileşme programı için kapitalist
metropollerden sağlanmak istenilen mali ve teknik yardımların gerçekleşmemesi nedeniyle, bunun yerine
ikame edildiğini göstermektedir."
- " Fiyatların genel düzeyi 1938-43 arasında beş kat yükselirken, sanayideki gerçek ücretler yüzde 40 azaldı. Bu da
sanayi işletmelerine olağanüstü elverişli biri piyasa sağladı"
SANAYİCİLER,
TÜCCAR VE MEMURLUKTAN GELİNCE...
" 1968’de en az 50 kişi çalıştıran ve 21-50 arasında kurulmş
olan 230 işletmenin girişimcilerinin yüzde
53’ü sanayici olmadan önce ticaretle uğraşan ya da tacir babaların
çocuklarıydı... Tacirlerin sanayici haline dönüşmesi sürecinde 1923-50 arasında,
çok kredi girişimciler açısından birincil ağırlık taşıyan ticaret etkinliklerinin
yurt dışından ithal edilen mamul parçaların monte edilmesi ya da fındık, tütün ve
zeytinyağı gibi tarım ürünlerinin ihraç edilmeden önce işlenmesi gibi etkinliklerle
tamamlanması önemli rol oynadı."
-
"1968’de en az 60 işçi çalıştıran ve 21-50 yıllarında
kurulmuş olan işletmelerdeki girişimcilerin yaklaşık yüzde 40’i iş hayatına devlet sektörlerinden atlamışlardı. Bu oran
1931-40 döneminde kurulmuş şirketlerde yüzde 78, 1941-50 arasında kurulanlarda
yüzde 31..."
- " ..fakir ailelerden gelen ve memurlukları sırasında maaşlarından biriktirdikleriyle sanayi sektörüne anlamlı fonlar yatırmaları sözkousu olamayacak
olan birçok devlet memurunun da sanayici haline geldiği
görülmektedir...Görevleri nedeniyle sanayi ile içli dışlı olmuş bürokratlar
kendilerine ortak aramış ve bulmuşlardır."
- "1950’de organize imalat sanayindeki 165 bin kişinin yüzde
46’sı devlet kuruluşlarında çalışırken, 1976’da 738 bin kişinin yüzde 35’i
devlet kuruluşlarına çalışıyordu. ..1991’de organize imalat sanayindeki toplam
942 bin kişilik istihdam içinde kamu sektörlerinin payı yüzde 25’e indi."
- "1926-29 arasında ekonomide kullanılan toplam kaynakların
yüzde 2’si yurt dışı finansmanla karşılanmıştı.. (sonradan) Avrupalık banka ve
ticari kuruluşların Türkiyeli ithalatçılara açtığı kredilerin büyük boyutlara ulaşması,
Türkiye’nin dış ticaret açıkları vermesine yol açtı."
- "Yabancı
Sermeyeyi TeşvikKanunu ve Petrol Kanunu
gibi önemli yasalar 1950’lerde Demokrat
Parti iktidarınca çıkarıldı."
- "1941-43 arasında tarım ticaret hadlerindeki gelişme ‘Yeni zengin hacıağa’ tipini
yerleştirdi... Tarlada Cadillac sürüp, Adana’da bar kapatan Hacıağa...
1950’lerin başında ithal edilen yüzlerce Cadillac, binlerce lüks otomobilin önemli
bir bölümü Adana gibi Hacıağa bölgelerine kaydı."
- " Bu büyük yabancı traktörlerin satın alınması büyük ölçüde
devlet kredi kuruluşlarının sağladığı fonlarla finanse edilmişti."
- "Sanayiin
GSYH içindeki payı 1926-30’da yüzde
15’den 1946-50’de yüzde 18’e, 1972’de
yüzde 30’a 1990’da yüzde 32’ye,
2012’de yüzde 32’ye çıktı."
......
......
Eline sağlık arkadaşım. Daha derine kazmak gerek. Aile aile yazmak, gizli anlaşmaları ortaya çıkarmak gerek. Siyaseten ortaya çıkanları irdelemek doğru olacaktır. Her şey için teşekkürler...
YanıtlaSil