31 Ağustos 2018 Cuma

Tarıma "Kulaca" ışığı...




Arkadaşlar, İnegöl ve Yenişehir’de ayçekirdeği hasat gezisi kapsamında Kulaca’daki örnek salça fabrikasını da ziyaret ettik. Tükiye’nin  en başarılı tarımsal kalkınma kooperatiflerinden birisi olan bu tesis bugünlerde sezonun en yoğun dönemini yaşıyor. Malum domates ve biberde hasat vakti. Hollanda gibi tarımsal üretim ve ihracatta başarılı bir ülkeye, büyük miktarlarda salça ihraç eden kooperatifin başkanı Ahmet Uğur, yanlış tarım politikaları yüzünden Türkiye’nin mercimek, kurufasulye ithal eder duruma gelmesine sitem etti.  
İnegöl’ün çıkışındaki Kulaca, köy kooperatifine ait salça fabrikası ile eşine pek rastlanmayan  bir başarı öyküsüne imza atıyor.
Başkan Ahmet Uğur’la Turgut Özal’lı yıllara uzanan tanışıklığımız var. Tarım  ve hayvancılık konularına meraklı, bu konularda belki de Türkiye’de en fazla haber yazan birkaç gazeteciden birisi olarak Ahmet beyle de hayli haber ve röportajlar yapmışlığım vardır.

Tabi, ziyaret benim kadar Ahmet bey için de sürpriz oldu. Gezi grubumuzun lideri  Yılmaz bey, iyi ki bizi Kulaca’ya götürmüş. Ayçekirdeği Harmanı 2018 grubu olarak Kulaca’daki salça fabrikasına girince, Ahmet abiyi karşımızda buluverdik.
Ahmet abi, gerçekten yaşamını tarımsal kaklınmaya adamış, hem buradaki Tarımsal Kalkınma Kooeratifinin kurulması ve başarısı,  hem de salça fabrikarının  büyümesi, “Kulaca Salça”nın bir marka haline gelmesine en fazla emek vermiş kişi.



Ve uzun yıllar sektörün içinde olan, tarımda bilgisine güvenilecek ender isimlerden birisi.
Ahmet abi, elinde fotoğraf makineleriyle bizi görünce, sağolsun, bizi makam odasına aldı ve çalışmaları hakkında bilgilendirdi. Ayrıca memleketteki tarımın hallerini, durumun vehametini, tabi çözüm yollarına da işaret ederek, özetleldi.
Önce Kulaca Tarımsal Kalkınma Kooperatifi hakkında bilgi verdi:
“Kooperetifi 1974’de kurduk. 1993’de ben çalıştığım yerden emekli olunca artık tamamen burada oldum.  Bugün yılda bin 500 ton salça üretim kapasitemiz var. Geçen sene Hollanda’y bin 200 ton salça ihraç ettik.”

Tabi, artık sadece Kulaca köyünün domatesi yetmiyor, fabrikaya çevre köy ve ilçelerden de domates, biber vs. alınıyor.
Tarımda birşeylerin ters gittiğini hepimiz hissediyoruz, ama Ahmet abi, kitabın ortasından konuştu:
“Maalesef yanlış tarım politikaları yıllardır uygulanageldi, sonuçta tarımda da ithalatçı duruma geldik. Kurufasulye, mercimek ithal eder durumlara düştük... Rahmetli Turgut Özal’dan itibaren hep tarım ile sanayi arasında yanlış bir hesap yapıldı.  Sanayiyi büyüteceğiz diye hep tarım geri plana itildi.  Halbu ki, tarım dediğin, tarımsal sanayi olmadan zaten olmaz. Türk tarımı, serbest piyasa adı altında batının, Avrupa ülkelerinin gelişmiş tarımıyla haksız bir rekabete sokuldu. Bizde maalesef verimlilik batıya göre yüzde 50 düşük. Kalite yok... Bunların hepsi bilerek yapıldı. Senin şu kadar tapulu arazin var, al şu parayı demekle tarım desteklenmez. Herkes birbirini kandırma derdinde.
Biz ne tarımı ne sanayiyi adam gibi destekledik. Hem devlet olarak hem de vatandaş olarak 10 lira kazanıp, 15 lira harcama derdindeyiz. 150 milyar ihracat yapar, 250 milyar dolar ithalat yaparsız... Kendi altyapımızı kurmak, verimliliği artırmak, rekabet gücü elde etmek varken, tarımı sanayiyi haksız bir rekabete soktuk. Ne varsa borçla yapmaya kalktık.”

Ahmet abi sadece eleştirmez, çözümünü de gösterir:  
“Bizim tarımda  çıkış noktası, önce ürün planlaması olacak... Geçen sene domates 17 kuruştu, bu sene 70 kuruş.
Şimdi domatesi iyi para ediyor  diye, gelecek sene bakın, saksılara bile domates ekilecek, aşırı üretim olacak, fiyat düşecek 10 kuruşa...
Çiftçi yine hüsraya uğrayacak...
Hal Yasası çıkarıldı, orada maddeler var, çiftçinin gelecek yıl neyi üreteceğini görebilmesini lazım, ama uygulanmıyor. Ne ekeceğini Hal Müdürlüğüne bildirecek, piyasa ona göre oluşacaktı.
Ama nerde?
Çiftçinin en önemli kuruluşu tarımsal birlikler, kooperatiflerdir.
Bakın, Marmarabirlik, Fiskobirlik vs. hepsi devlet kuruluşu. Çiftçiyi takan yok. Hiçbirinde demokrasi işlemiyor.
AB ile görüşmelerde, ‘Sizin tarım nüfusunuz çok fazla. Düşürün, şu şu yatırımları yapın, size uyum için 6,5 milyar Euro yardım yapacağız’ dendi. Sözde köylerde güzel şeyler olacaktı, Avrupa’daki gibi... Ama ne oldu?
Sen gidip dağ köylerini, büyükşehir ugulaması ile ‘mahalle’ yaptın, ‘köy’ olmaktan çıkardın. Şimdi diyorsun ki ’köydeki nüfus azaldı’... Sen kimi kandırıyorsun?
Tabi o para da gelmedi. İş yapmaya gelince yokuz.
Her yere cami yapıyoruz. Halbuki,  en iyi  ibadet çalışmaktır.”

Hollanda’ya ihracatı çok önemsiyor:
“Biz Kulaca Kooperatifi olarak geçen sene 1 milyon dolar ihracat yaptık. Bu sene bu rakamın çok üzerine çıkmayı planlıyoruz.  Bakınız Hollanda, en fazla biber üreten ilk 30 ülke arasında hiç yok... Ama biber salçası ihracatında dünyada ikinci...”
Eleştirileri  her düzeyde dile getiriyor, ama ortada bir terslik var:
“Maalesef bizde, doğruyu söylediğiniz, eleştirdiğiniz zaman, hemen ters anlaşılıyor. İktidar olsun, muhalefet olsun her partiyi eleştirebilmeliyiz. Ama bizde adam çıkıp yalan da söylese, ‘bizden’ deyip inanıyoruz.”
Kur yükselince salça ihracatçısı domatesi kapışıyor:  
“Bu sene domates fiyatlarının artmasında, döviz kurundaki artışın büyük etkisi var. Diyelim 1 Euro’ya sattığın salçadan 4-5 lira yerine 7,2 lira kazanıyorsun. İhracatta kar artıyor. Öyle olunca salça firmaları domatesin kalitesine bile bakmadan, hatta tarladan çamuruyla falan ne varsa alıyor. Salça patronları kendi arasında organize değil, adeta herkes domates alma yarışındalar... Tabi bu da maliyetleri artırıyor. Seneye ne olacak? Satabilecek misin?”
Domates ve tarım konusunda sahici bir uzman bulmuşken arkadaşlarımız “hormon”, “GDO”, kanser riski  konularında sorular sordular.

Ahmet Uğur,  GDO konusunu şöyle açıkladı:
“Genetik değişiminde iki yöntem var. Eğer bir ürüne kendi türünden bir gen ekleniyorsa, orada sorun yok. Örneğin bir esmer ile bir sarışının evlenmesinden, ya da zenci ile beyazın evliliğinden sakat çocuk olur mu? Olmaz, ikisi de insan  sonuçta. Verimlilik artsın, katı madde oranı fazla olsun diye domateste çok çalışmalar oldu, Ar-Ge ile elde edilen salçalık sanayi domatesi diye bir çeşidimiz var. Mesela bizim orijinal, doğal domatesimiz çok lezzetlidir,  harikadır, ama erken bozulur. Şekli biraz yamuktur. Ama sanayi domatesi daha serttir, dayanıklıdır, al top oyna.. Bunlarda sorun yok.
Ama farklı türden bir gen ekleniyorsa, işte orada sorun var... Mesela mısır, soya fasulyesi gibi gıdalalara balık geni ekleniyor.
Bunları tüketen insanlarda uzun vadede çok farklı, ucube şeyler olabililir. Ne bileyim, çocukların bir yerinde balığa benzer organ çıkabilir... Sonuçta bu bir canlıdır ve kendine ne uygunsa onu alır, siz ne yaparsanız yapın.”
Ahmet abi, kimyasal ilaç ve gübre kullanımının ise tamamen bilinçli olması gerektiğini belirtiyor:
“Etkisi 3 ay sürecek bir ilacı atıyorsun bahçeye, iki ay sonra ürünü topluyor pazara sürüyorsan, o meyve sebzede ilaç kalıntısı olabilir. Tabiki de sağlığa zararlıdır... Herşeyin bir usulü var.
Mesela domatese azot gübresi iyidir, ama aşırı miktarda azot gübresi atarsan tarlaya, ürettiğin domates erken bozulur.”

Kulaca’daki fabrikada mevsimin en harekektli günleri yaşanıyordu. Bir yandan traktörlerle getirilen domatesler tazyikli suyla temizlenerek üretim bandına yüklenirken, bir yandan kırmızı yağlık biberler dışarıda öbek öbek toplanan işçilerce ayıklanıyor.
“Acılı” salça ve kahvaltılık türlerde kullanılan biberin işlendiği bant ise ayrı. Küçük kırmızı yağlık bibere benzeyen çeşitlerin keskin acı kokusunu, birkaç metre uzaktan hissedebiliyorsunuz.
Fabrikada çalışan mevsimlik işçilerin  büyük bölümünün de Urfa yöresinden geldiğini öğrendik.
Gruptaki herkes gördüklerinden memnun olmalı ki, dönüşte hepimiz fabrikadaki satış noktasından domates, biber salçası ve kahvaltılık hafif acılı çeşitler satın aldık.

29 Ağustos 2018 Çarşamba

Ayçiçeği üreticisini Çin çarpmış!





Doğa yürüyüşleri grubundan tanıdım Yılmaz beyin (Yılmaz Ergül) önerisiyle dün bir grup arkadaş, aldık ellerimize fotoğraf makinelerini, İnegöl ve Yenişehir’de ayçiçeği hasatını izlemeye gittik.
Açıkçası, Yenişehir ve İnegöl yöresinde son birkaç yıldır ayçiçeği ekimindeki artış dikkat çekici düzeydeydi. Bir zamanlar biber, pancar ve domates ekili alanlarda şimdi en çok ayçiçeği ve silajlık mısır görünüyordu.
Ayçiçek Harmanı 2018” adı ile sanal alemde oluşturulan grup olarak ilk durağımız İnegöl’de en çok ayçiçeği ekilen köylerden birisi olan Şehitler mahallesi oldu.
Şehitler, 250 hanelik dense de anlaşılan insanların çoğu dışarda yaşıyor. Düşünün ki, ilkokul kapatılmış. Yani burada genç yok, çocuk yok...
Bursa-İnegöl yoluna yakın, verimli topraklara sahip güzel bir köy. Köy meydanında, cami ve birkaç kahvehanenin yanında iki tabela dikkatimi çekti. Birisi “Şehitler Mahallesi Tarımsal Kalkınma Kooperatifi”, diğeri özel bir şirkete ait “Çerezlik Tohumluk Ayçekirdeği Alım Satım”... 
Güneşli güzel bir günde, köy ortasındaki gölgelere oturmuş çoğu emekli insanlara sorunca, camında “Tarımsal Kalkınma Kooperatifi” yazılı işyerinde herhangi faaliyet olmadığını öğrendim. Bu kooperatif, pek çok örnekte olduğu gibi, “Hangi işe bulaştıysa sonuç alamamış”, hep hayal kırıklığı ile artık felç olmuş kooperatiflerden birisi haline gelmiş.
Köy çevresinde pek çok yerde ayçiçeği hasatı tamamlanmış. 

Hasat, buğday hasatında kullanılan patozu andıran, traktörün krank miline bağlanan bir zirai aletle yapılıyor. . Ayçiçeği başakları bu alete atılıyor, çekirdekler burada başaktan ayrılıyor.  Sonradan selektörler vasıtası ile içsiz veya bozuk çekirdekler ayrılıyor ve satış yerine götürülüyor.
Tabi fotoğraf için görsellik açısından en çekici olan, patoz ve özellikle kurutma aşaması.
Köylüler ayçekirdekilerini kurutmak için kimi zaman ürün kaldırılmış tarlanın üzerine serdikleri naylon hasırların üzerinde kurutuyorlar. Kimi zaman da, Ege’deki üzüm kurutma gibi asfalt yollar seriyorlar.
Ayçekirdeği” demişken... Meğer üretici, “ayçiçeği” adını, yağ fabrikalarına verilen ve rengi siyah olanlanlar için kullanıyormuş.
Bizim kuruyemişçilerden, marketlerden satın aldığımız, çitleyip park bahçeleri çöp yığını haline getirdiğimiz çekirdeklerin adı “Ayçekirdeği” imiş.  Tabi bunların rengi siyah değil, beyaz oluyormuş.
Şehitler’de, kahvehanede çayımızı içerken, kahve isteyice manzara değişti.

Burada, kahve istedin mi, anında kuru çekirdek kahve senin için orta yerde duran mini değirmene konuluyor ve elle çevirerek kahveyi çekiyorlar. (Meraklıyız ya, kendi kahvemizi kendimiz çektik)
Konu ayçekirdeği üreticileriyle sohbet etmeye gelince, “bir dokun bin ah işit” durumuyla karşılaştık.

Meğer adamlar dert küpü olmuş, ektiğine,  diktiğine bin pişman...
Dinledikçe biz de hak vermiyor değiliz.
Bakın neler dinledik:
Şehitlerde çoğumuz ayçiçeği ekiyoruz.
Eskiden pancar ekiyorduk, ama kotaydı, yasaktı derken, o iş bitti. 8-10 senedir de ayçiçeğine yöneldik.
Bu sene bizim en kötü senemiz.  Hükümet Çin’den ayçiçeği ithal etmeye başlayınca, fiyatlar yerle bir oldu.
Geçen sene 7 liraya sattığımız bir kilo ayçiçeğini şimdi 5 liraya bile satamıyoruz.
Üstelik, bu sene üretim, verim neredeyse yarıya  düşük.

Geçen sene bir dönüm tarladan 250 kilo ayçekirdeği almıştık, bu sene 150 kilo ayçekirdeği aldık.
80 liralık bir torba taban gübre şu an 160 lira olmuş.
40 liralık şeker gübresi oldu 80 lira.
Daha ekim zamanına birkaç ay var. Kaça yükselir Allah bilir.
Sene  seneden kötüye gidiyor.
Gelecek sene ne yapacağımızı, tarlaya ne ekeceğimizi şaşırdık. Çünkü zarara çalışırız. Patates mi ekeriz, silajlık mısır mı, bakacağız.”

Üstüste ayçiçeği ekmenin de sıkıntıları  ortaya çıkmış.
Köylü “zümbül yaptı” diyor. Ayçekirdeğinin  dibinde biten bu “mavi çiçekler”, tarlayı mahvediyor, büyük rekolte kaybına yolaçıyormuş.  “İlacı var, ama kutusu 500 lira. İki dönüme bile yetmiyor. Çok pahalı, alamıyoruz” diyorlar.
Üreticilerden “Gelecek sene hiçbirşey ekmeyeceğim. Hiç olmazsa zararım olmaz” diyeni duydum.
Ama silaj ekmeye niyetlenenler de var.
Mısır silajında üretici Tarım Kredi Kooperatifi ile sözleşmeli ekim yapıyormuş.
TKK sözleşmeyle, mısır silajını tonu 200 liradan satın almayı taahhüt etmiş.  
Bir dönüm tarladan yaklaşık 6 ton silaj çıkarmış.

Yani bu sene ay çekirdeğinden dönüm başına, 150 kilo ürün için yaklaşık 600 lira alacak olan üretici, gelecek sene silajlık 600 ton mısır ile bin 200 lira ciro elde etmeyi hesaplıyor.
Ama evdeki hesap pek çarşıya uyacağa da benzemiyor.
Zira “icar” durumu oldukça yaygınmış. Yani şehirlere taşınmış pek çok insan tarlasını kiraya (icara) vermiş. İcar için üretici dönüm başına  200-300 lira ödüyor. İlaç, mazot, gübre fiyatlarındaki artışı kestirmek bile mümkün olmuyor.
Şehitler’de, köylerde alşageldiğimiz ahır kokusunu hissetmeyince sordum, “Hayvancılık nasıl”?
Yıkılmış veya bomboş hayli ahır görünüyor.

Hayvan besleyen aile sayısı 15-20 civarındaymış.  Ama anlaşılan hepsi  3-5 başlık ve sadece evin ihtiyacını karşılamaya yönelik bir çaba içindeler.
Mesela köyde yazları 8 aylığına ortak çoban tutmuşlar. Çobanın önünde kaç mal var dedim, “60-70” dediler.
“Hayvancılık yapamıyoruz, ot yem pahalı” deyince, anladım  ki, köylüde kendi ot yem üretimlerine göre hayvan bakma yok. İster sığır ister koyun olsun, “fabrika yemi almak zorundasın” diyorlar. Gerçekçesi, “hayvan daha fazla süt veriyor. Evdeki otla o kadar süt vermiyor...”

Bölgede, çifçiden en fazla ayçekirdeği satın alan firma durumundaki  Damlalılar Ayçekirdeği Alım Satım ve Eleme Tesisinde, köydeki ilk kademe selektörlerden çok daha yüksek kalite ve kapasiteli eleme tesisleri var. Çiftçinin traktörle getirip havuzlara boşalttığı ayçekirdekleri burada ağırlık, boy, iç dolgunluğu ve renk durumuna göre ayrıştırılıyor. Selektördeki kameralar tek tek çekirdekteki renkleri tararken, üzerinde en küçük siyah leke olan  çekirdeklera ayrılıyor. Bunlardan bir kısmı hayvan yemi olarak (tonu 300 lira) satılıyor, bir kısmı da yağlık olarak veriliyor.
İnegöl ve Yenişehir bölgesinde yılda 8-10 bin ton ayçekirdeği üretildiği, bunun yaklaşık yarısının bu tesisten geçtiği ifade ediliyor. Bu tesiste elde edilen ayçiçekleri, fırınlarda kavrulmak ve paketlenmek üzere değişik şehirlerdeki firmalara gönderiliyor.

Türkiye’de ayçiçeğinin ana üretim bölgesi Trakya biliriz. Doğru, ama ayçekirdeğinin merkezi Bursa’ymış ve özellikle tohum buradan gidermiş. Bu da, Bursa ayçekirdeğinin diğer illerden kaliteli olmasına bağlanıyor.

Üretici açısından, Yenişehir’de de manzara aynıydı. Yenişehirliler,  kendi ürünlerinin daha kaliteli olduğunu söylüyor, ama ben anlamadım.
Ayçekirdeği hasatı yapılan yerlerde, saman gibi patozların rüzgarına savrulan ve öylece arazinin üzerinde  bırakılan başak atıklarını merak ettim.
Meğer bunlar ayrıca serilip kurutulamayınca hemen çürüyormuş. İnsanlar bunlarla uğraşmıyor ve yüzlerce ton kaliteli denebilecek hayvan yemi çürüyüp heba oluyor.

Çiftçide 4,5, markette 50 lira!

Bir son dakika bilgisi...
Önceki gün, süpermarketlerin birinde 100 gram ayçekirdeğinin fiyatının 3 lira olduğunu görmüş, çok şaşırmıştım. 
Yani çiftçiden 4,5 liraya alınan ayçekirdeği tüketiciye kilosu 30 liradan satılıyordu. 
Ancak bu birşey değilmiş.
Dün bir başka süpermarkette, yine 100 gramlık ayçekirdeği paketinin fiyatı 5 liraydı. 
Yani çiftçiden kilosu 5 liranın altında alınan ayçekirdeği, vatandaşa tam 50 liradan satılıyor! 


22 Ağustos 2018 Çarşamba

Zenginliğin kaynağı eğitim, teknoloji...



Mübarek bayram gününde, bir ekonomi gazetecisi olarak eğitim ile zenginlik arasındaki bağa dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Bakınız, nedir eğitimin temel boyutları?
1.  Bilimsel çalışma, icat, yeni teknolojiler vs.
2.  Sanayi, tarım, ticaret, hizmet vs. bütün sektörlere nitelikli eleman yetiştirme.
3.  Sosyalizasyon. Yani çağdaş toplum değerlerine uygun, uyumlu bireyler yetiştirmek.
Bence biz maçı daha ilk maddede kaybediyoruz.
"Dakka bir gol bir" durumundayız...
Çünkü bir ülkenin zenginleşmesi, kalkınması bilimde, teknolojide geldiği yere bağlıdır.
Dünyanın en zengin şirketleri artık petrol şirketleri, araba markaları değil...
Microsoft, Facebook, Twitter, Amazon, Google çoktandır liste başı.
Bir Apple’ın geliri Türkiye'nin milli gelirinden fazla... 
Cirosu 1 trilyon doların üzerine çıkmış! 
(Biz hala 700 milyarlardayız)
 Sanayi Toplumu”, “Bilgi Toplumu” derken artık “Ağ Toplumu” konuşuyor.
Ama...
Eğitim sistemimiz bunlardan çok uzak...
U.Ü’de Tekstil ve Otomotiv bölümleri hem yeni açıldı, hem sanki “sektöre eleman yetiştirme” düzeyinde...
ABD’deki Stanford Üniversitesi’nden çıkan firmaların trilyonlarca dolar cirosu olduğu gerçeği bize hiçbirşey anlatmıyor.
“Silikon Vadisi” galiba sadece turistik bir yer!
Üniversitemizin sadece adı “3. Nesil”...
Haa, “Teknopark” mı dediniz?
Burada sadece “Bazı şirketler üretim yapıp vergi kaçırıyor, rektörlük de kira geliri elde ediyor!”...
Haksızlık yapmayayım. 
Bütün kabahat eğitim kurumlarında değil.  
Bizim hükümetlerimiz “yabancı sermaye ile kalkınma” saplantısı içinde.
İş dünyamız, herşeyi ithal etmeye alışmışlar...
Teknolojinin en yoğun kullanıldığı otomotiv sektörü tamamen yabancı lisansör firmaların verdiği işi yapıyor.
Tekstil sektörünün büyük bölümü fason çalışıyor.
Pek çok sanayi kuruluşumuz araştıran, yenilik peşinde koşan mühendis istemiyor!
Bütün istediği, kendisine teknik resimlerine kadar ayrıntılı verilmiş siparişi üretmek, makineleri çalıştırmak, çarkı döndürmek...
Yani “ara eleman”!
Şimdi anladınız mı?
.. Niye üniversitelerin eğitim bakımından zayıf kaldıklarını/bırakıldıklarını... 
... İş bulma konusunda üniversite mezunlarının meslek lisesi ya da eğitimsiz gençlerden daha çok zorlandıklarını...
... Rektör olmak için Prof. falan olmaya  bile gerek olmadığını...

Zengin, kalkınmış, başı dik bir Türkiye’ye ancak çağdaş eğitim, bilim ve teknolojiyle ulaşacağımız  inancıyla,

İyi Bayramlar.


Not: Bu yazı Bursa Gazeteciler Cemiyetimizin çıkardığı Marmara Bayram gazetesi için yazılmıştı. Ancak bir terslik oldu, gazetede yer almadı. Buradan sizlerle paylaşmak istedim. 

8 Ağustos 2018 Çarşamba

Dolar kaç lira olacak?



Hepimiz, gerginleşen siyasal gündeme ve dolardaki hızlı artışa kilitlendik...

2001 krizinin ardından uzun süre 1,5- 2 TL aralığında istikrar bulduktan sonra son birkaç yılda 2 liradan 5,4 liraya tırmanan dolar, hiç de hesap etmediğimiz gelişmelere yol açmaya aday görünüyor.

Psikolojik sınır” sayılan 5 TL çok çabuk aşıldı.
Peki  dolar daha nereye kadar yükselecek?

Türk Lirası nereye kadar değer kaybedecek?


Sevgili okurum, siz siyasi tartışmaları, yok efendim Trump şöyle dedi, adamlarla papaz olduk, yok doların düşmesi için duaya çıkalım, yok muhalefet partileri dolar yükselsin istiyor, yok lobi, yok hükümete komplo, tuzak, efendim Amerika dolar üzerinden Türkiye'ye, daha doğrusu Cumhurbaşkanına operasyon yapıyor gibi büyük laflar vs. bunların hepsini bir yana bırakın.  
Bunlar günlük döviz süpekülatörlerine malzeme olmaktan, kısa vadeli iniş çıkışlara yol açmaktan başka bir işe yaramadı, yaramıyor, yaramayacaktır.
Ekonomi  diye bilim var, onun kuralları var ve esasen bu yaşananlar da uyguladığınız ekonomi ve maliye politikalarının bir sonucudur.
Önce duruma bakalım...
TCMB’nın Mayıs ayında yayımladığı Kısa Vadeli Dış Borç İstatistikleri’ne göre, Türkiye’nin Mayıs sonu itibarıyla, kısa vadeli dış borç stoku, 2017 yıl sonuna göre yüzde 4,8 artışla 123,3 milyar ABD dolarına ulaştı.
Bunun içinde  bankalar kaynaklı kısa vadeli dış borç stoku yüzde 2 oranında artarak 68,1 milyar ABD dolarına,  diğer sektörlerin kısa vadeli dış borç stoku yüzde  8,5 oranında artarak 55,1 milyar ABD doları düzeyine yükseldi. 
Tabi, ödenecek borçların artması kamu olmasa da bankaları uyandırmış. Bankaların yurt dışından kullandıkları kısa vadeli krediler, 2017 yıl sonuna göre yüzde  3 azalarak 16,6 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmiş.  Yani yeni borçlar için hafif frene basılmış.  

Borçlu bazında incelendiğinde, büyük çoğunluğu kamu bankalarından oluşan kamu sektörünün kısa vadeli borcu 2017 yıl sonuna göre yüzde  8,1 artarak 23,9 milyar ABD doları olurken, özel sektörün kısa vadeli dış borcu yüzde  4 oranında artarak 99,3 milyar ABD doları olmuş.
Yani önümüzdeki  bir yıl içinde ödenmesi gereken (kısa vadeli) borçların çok büyük bölümü özel sektörün borcu.

HEYBEDEKİ TURPA BAKIN!

Sonuçta  normal vadesi  bir yıl olan toplam borç 123,3 milyar dolar.
Sıkı durun...
Bir de bu “Normal vade” dışında, vadesinde ödenmemiş, sonuçta da bir yıl içinde ödenmesi  gereken borç var.
TCMB açıklamasından okuyalım:
“ 2018 Mayıs sonu itibarıyla, orijinal vadesine bakılmaksızın vadesine 1 yıl veya daha az kalmış dış borç verisi kullanılarak hesaplanan kalan vadeye göre kısa vadeli dış borç stoku, 180,6 milyar ABD doları düzeyinde gerçekleşmiştir.
...Borçlu bazında değerlendirildiğinde, toplam stok içinde kamu sektörünün yüzde 17,1, Merkez Bankası’nın yüzde  0,3,  özel sektörün ise yüzde 82,6 oranında paya sahip olduğu gözlenmektedir.”
Şimdi çıktı mı kısa vadeli borçların miktarı 123,3+180,6=303,9 milyar dolara...
Peki bu borca karşılık döviz kazancı nedir?
Elbette bu kadar dolar borcu olan şirketlerin dolar geliri de vardır.
Ancak, “Orijinal vadesine bakılmaksızın” sütunundaki rakamlara bakarsan, şirketler halihazırda borçlarını zaten ödemekte müthiş zorlanıyor.
Aylar önce, şirketlerin döviz borçlarının, döviz varlıklarının üçte birisi seviyesinde olduğu yazılmıştı...
Reel sektörün kazançlarının ortalama yarısının “finansman”a ayrılması ayrı bir dert, ama ona girmeyelim.
Yani...
Borç dağ gibi ama para kazanmak için piyasalar da hiç iyi değil.
Hatta, bir bakanımız, “İhracata bastırmak zorundayız” gibi, iç pazardan umudunu kesen bir söz söyleyebildi.
Şirketlerin TL kazançları hızla geriliyor.
Hani devletin darphanesi var, içeride borca sıkıştı mı basıverir milyarlarca TL’yi... Ama özel sektörün bu şansı yok.

TL İLE DOLAR BULABİLİR MİSİN?
                                      
Peki, diyelim  özel sektörün TL kazançları artmış olsa, bu 300 milyar doları bulabilecek  mi?
Yine TCMB verilerinden:
Cari işlemler açığı, bir önceki yılın Mayıs ayına göre 516 milyon ABD doları artarak 5.885 milyon ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda, on iki aylık cari işlemler açığı 57.637 milyon ABD doları olmuştur.”
Yani cari hesap dengesinde de  57,8 milyar dolarlık açık var.
Dışarıdan sıcak para girişi şöyle dursun, açıklamada, “Birincil gelir dengesi kalemi altında yatırım geliri kaleminden kaynaklanan net çıkışlar, bir önceki yılın aynı ayına göre 218 milyon ABD doları artarak 1.100 milyon ABD doları olmuştur” deniyor.
Doğrudan yatırımlardan kaynaklanan net girişler, bir önceki yılın aynı ayına göre 703 milyon ABD doları azalarak 429 milyon ABD doları olarak gerçekleşmiştir” deniyor.
“Portföy yatırımları 1.015 milyon ABD doları tutarında net çıkış kaydetmiştir” deniyor.
Yurtdışı yerleşiklerin hisse senedi piyasasında ve devlet iç borçlanma senetleri piyasasında sırasıyla 24 milyon ABD doları ve 1.169 milyon ABD doları net satış yaptığı görülmektedir” deniyor.
“Resmi rezervlerde bu ayda 2.823 milyon ABD doları rezerv azalışı gözlenmiştir” deniyor...

DOLAR NEREDE DURACAK?


Durum buyken...
Şimdi mesela Trump her gün Türkiye hakkında methiyeler düzse, ekranlarda Trump ile Erdoğan’ın her gün “çaaakk” lı fotoğrafları çıksa, bütün siyasi partiler hükümetin başarısı için dua etse, bütün vatandaşlar oyunu Ak  Parti’ye vereceğine yemin billah etse... Muhalefet partileri ipe götürülse, ne bileyim camilerde sabahlara kadar dolar insin diye hutbeler okutsak, Türk lirasının değerini koruyabilir miyiz?
Hayııır...
Kimse alacağından öpücükle falan vazgeçmez...

Acil dolar lazım. Talebi çok, yetmiyor, bu yüzden kıymete biniyor!

Bankalarda 80 milyar civarında dolar mevduatına el koysak bile yetmez, sadece fırtınayı depreme çevirmiş oluruz. 

Peki kaç liraya kadar yükselir dolar?
İşte zurnanın zırt dediği yer burası.
Rakam verme olanağım yok, çünkü elimde yeterli veri yok.
Ancak formül şu:
Yıllık ihracatı 150 milyar dolar civarında dolaşan Türkiye’nin bir yılda 200-300 milyar dolar parayı normal yoldan elde etme şansı yok.
Dolar, “yabancı sermaye” ile gelecek...
Yabancı sermaye niçin gelecek?
Türkiye’nin varlıkları o kadar ucuzlayacak ki, adamların ağzının suyu akacak...
İşte ozaman...
Yani kelepire gelecekler...

‘KELEPİR NOKTASI’ KAÇ TL?

Ufak tefek satışlar oldu. İşte Banvit dahil pek çok firma satıldı.
Ancak para girişi çok cılız olduğuna göre,  5 lira yabancı sermayeyi kesmedi!
6 TL keser mi?
7 TL keser mi?
1 Dolar 8 TL olursa yabancı para babalarını keser mi?
Yeterince kelepir kabul edilir miyiz?
Tabi işin içine siyasi istikrarsızlık, diğer ülkelerle süren ağız dalaşı (içimde Trump ve ABD ile krizin iki tarafta da bilerek yaratıldığı, bu kelepirleşme sürecinin hızlandırılmak istendiği gibi bir his var. Çünkü hımbıl bir papaz için ülkeyi maceraya sürükleyecek kadar basit hesapları olamayacağını düşünüyorum) da giriyor ve spekülatörlerin işi kolaylaşıyor.
Bu durum, “kelepir”e düşme sürecini, dolardaki değer artışını hızlandırıyor.

İşte şimdi ülke olarak beklediğimiz, bu “kelepir” noktasına gelmek!

Yandaş” denen kalemler, yabancı sermaye çevrelerine “Türkiye’de herşey ucuzladı, hadi tam alma zamanı” diye “milli, yerli”(!)mesajlar veriyorlar.
Veee her döviz krizinde izlediğimiz film...
2001 krizinde bu “kelepir noktası” 1,6-1,7 TL kabul edilmişti.
Zira kriz öncesinde dolar bugünkü rakama göre 0,6 TL (60 kuruş) civarındaydı.
Krizde dolar üç kata kadar yükselmişti.
2001 krizi, vatandaş için acı reçeteler, zamlar, yüksek faizlerle, pek çok şirketin yabancıların eline geçmesi ile sona ermiş,  Derviş Paketi yabancı sermayenin önüne kırmızı halı sermişti...
Filmimiz yine aynı...