Arkadaşlar, İnegöl ve Yenişehir’de ayçekirdeği hasat gezisi kapsamında Kulaca’daki örnek salça fabrikasını da
ziyaret ettik. Tükiye’nin en başarılı
tarımsal kalkınma kooperatiflerinden birisi olan bu tesis bugünlerde sezonun en
yoğun dönemini yaşıyor. Malum domates ve biberde hasat vakti. Hollanda gibi tarımsal üretim ve
ihracatta başarılı bir ülkeye, büyük miktarlarda salça ihraç eden kooperatifin
başkanı Ahmet Uğur, yanlış tarım
politikaları yüzünden Türkiye’nin mercimek,
kurufasulye ithal eder duruma gelmesine sitem etti.
İnegöl’ün çıkışındaki Kulaca, köy
kooperatifine ait salça fabrikası ile eşine pek rastlanmayan bir başarı öyküsüne imza atıyor.
Başkan Ahmet Uğur’la Turgut
Özal’lı yıllara uzanan tanışıklığımız var. Tarım ve hayvancılık konularına meraklı, bu
konularda belki de Türkiye’de en fazla haber yazan birkaç gazeteciden birisi
olarak Ahmet beyle de hayli haber ve röportajlar yapmışlığım vardır.
Tabi, ziyaret
benim kadar Ahmet bey için de sürpriz oldu. Gezi grubumuzun lideri Yılmaz
bey, iyi ki bizi Kulaca’ya götürmüş. Ayçekirdeği
Harmanı 2018 grubu olarak Kulaca’daki salça fabrikasına girince, Ahmet
abiyi karşımızda buluverdik.
Ahmet abi, gerçekten
yaşamını tarımsal kaklınmaya adamış, hem buradaki Tarımsal Kalkınma
Kooeratifinin kurulması ve başarısı, hem
de salça fabrikarının büyümesi, “Kulaca Salça”nın bir marka haline
gelmesine en fazla emek vermiş kişi.
Ve uzun yıllar
sektörün içinde olan, tarımda bilgisine güvenilecek ender isimlerden birisi.
Ahmet abi, elinde
fotoğraf makineleriyle bizi görünce, sağolsun, bizi makam odasına aldı ve çalışmaları
hakkında bilgilendirdi. Ayrıca memleketteki tarımın hallerini, durumun
vehametini, tabi çözüm yollarına da işaret ederek, özetleldi.
Önce Kulaca Tarımsal Kalkınma Kooperatifi
hakkında bilgi verdi:
“Kooperetifi 1974’de kurduk. 1993’de ben
çalıştığım yerden emekli olunca artık tamamen burada oldum. Bugün yılda bin 500 ton salça üretim kapasitemiz
var. Geçen sene Hollanda’y bin 200 ton salça ihraç ettik.”
Tabi, artık
sadece Kulaca köyünün domatesi yetmiyor, fabrikaya çevre köy ve ilçelerden de
domates, biber vs. alınıyor.
Tarımda
birşeylerin ters gittiğini hepimiz hissediyoruz, ama Ahmet abi, kitabın
ortasından konuştu:
“Maalesef yanlış tarım politikaları yıllardır
uygulanageldi, sonuçta tarımda da ithalatçı duruma geldik. Kurufasulye,
mercimek ithal eder durumlara düştük... Rahmetli Turgut Özal’dan itibaren hep
tarım ile sanayi arasında yanlış bir hesap yapıldı. Sanayiyi büyüteceğiz diye hep tarım geri plana
itildi. Halbu ki, tarım dediğin,
tarımsal sanayi olmadan zaten olmaz. Türk tarımı, serbest piyasa adı altında
batının, Avrupa ülkelerinin gelişmiş tarımıyla haksız bir rekabete sokuldu.
Bizde maalesef verimlilik batıya göre yüzde 50 düşük. Kalite yok... Bunların
hepsi bilerek yapıldı. Senin şu kadar tapulu arazin var, al şu parayı demekle
tarım desteklenmez. Herkes birbirini kandırma derdinde.
Biz ne tarımı ne sanayiyi adam gibi destekledik.
Hem devlet olarak hem de vatandaş olarak 10 lira kazanıp, 15 lira harcama
derdindeyiz. 150 milyar ihracat yapar, 250 milyar dolar ithalat yaparsız... Kendi
altyapımızı kurmak, verimliliği artırmak, rekabet gücü elde etmek varken,
tarımı sanayiyi haksız bir rekabete soktuk. Ne varsa borçla yapmaya kalktık.”
Ahmet abi sadece
eleştirmez, çözümünü de gösterir:
“Bizim tarımda
çıkış noktası, önce ürün planlaması olacak... Geçen sene domates 17
kuruştu, bu sene 70 kuruş.
Şimdi domatesi iyi para ediyor diye, gelecek sene bakın, saksılara bile
domates ekilecek, aşırı üretim olacak, fiyat düşecek 10 kuruşa...
Çiftçi yine hüsraya uğrayacak...
Hal Yasası çıkarıldı, orada maddeler var,
çiftçinin gelecek yıl neyi üreteceğini görebilmesini lazım, ama uygulanmıyor.
Ne ekeceğini Hal Müdürlüğüne bildirecek, piyasa ona göre oluşacaktı.
Ama nerde?
Çiftçinin en önemli kuruluşu tarımsal birlikler,
kooperatiflerdir.
Bakın, Marmarabirlik, Fiskobirlik vs. hepsi devlet
kuruluşu. Çiftçiyi takan yok. Hiçbirinde demokrasi işlemiyor.
AB ile görüşmelerde, ‘Sizin tarım nüfusunuz çok
fazla. Düşürün, şu şu yatırımları yapın, size uyum için 6,5 milyar Euro yardım
yapacağız’ dendi. Sözde köylerde güzel şeyler olacaktı, Avrupa’daki gibi... Ama
ne oldu?
Sen gidip dağ köylerini, büyükşehir ugulaması ile ‘mahalle’
yaptın, ‘köy’ olmaktan çıkardın. Şimdi diyorsun ki ’köydeki nüfus azaldı’...
Sen kimi kandırıyorsun?
Tabi o para da gelmedi. İş yapmaya gelince yokuz.
Her yere cami yapıyoruz. Halbuki, en iyi
ibadet çalışmaktır.”
Hollanda’ya
ihracatı çok önemsiyor:
“Biz Kulaca Kooperatifi olarak geçen sene 1 milyon
dolar ihracat yaptık. Bu sene bu rakamın çok üzerine çıkmayı planlıyoruz. Bakınız Hollanda, en fazla biber üreten ilk
30 ülke arasında hiç yok... Ama biber salçası ihracatında dünyada ikinci...”
Eleştirileri her düzeyde dile getiriyor, ama ortada bir
terslik var:
“Maalesef bizde, doğruyu söylediğiniz, eleştirdiğiniz
zaman, hemen ters anlaşılıyor. İktidar olsun, muhalefet olsun her partiyi
eleştirebilmeliyiz. Ama bizde adam çıkıp yalan da söylese, ‘bizden’ deyip
inanıyoruz.”
Kur yükselince
salça ihracatçısı domatesi kapışıyor:
“Bu sene domates fiyatlarının artmasında, döviz
kurundaki artışın büyük etkisi var. Diyelim 1 Euro’ya sattığın salçadan 4-5
lira yerine 7,2 lira kazanıyorsun. İhracatta kar artıyor. Öyle olunca salça
firmaları domatesin kalitesine bile bakmadan, hatta tarladan çamuruyla falan ne
varsa alıyor. Salça patronları kendi arasında organize değil, adeta herkes domates
alma yarışındalar... Tabi bu da maliyetleri artırıyor. Seneye ne olacak?
Satabilecek misin?”
Domates ve tarım
konusunda sahici bir uzman bulmuşken arkadaşlarımız “hormon”, “GDO”, kanser
riski konularında sorular sordular.
Ahmet Uğur, GDO konusunu şöyle açıkladı:
“Genetik değişiminde iki yöntem var. Eğer bir
ürüne kendi türünden bir gen ekleniyorsa, orada sorun yok. Örneğin bir esmer
ile bir sarışının evlenmesinden, ya da zenci ile beyazın evliliğinden sakat
çocuk olur mu? Olmaz, ikisi de insan
sonuçta. Verimlilik artsın, katı madde oranı fazla olsun diye domateste
çok çalışmalar oldu, Ar-Ge ile elde edilen salçalık sanayi domatesi diye bir
çeşidimiz var. Mesela bizim orijinal, doğal domatesimiz çok lezzetlidir, harikadır, ama erken bozulur. Şekli biraz
yamuktur. Ama sanayi domatesi daha serttir, dayanıklıdır, al top oyna..
Bunlarda sorun yok.
Ama farklı türden bir gen ekleniyorsa, işte orada
sorun var... Mesela mısır, soya fasulyesi gibi gıdalalara balık geni ekleniyor.
Bunları tüketen insanlarda uzun vadede çok farklı,
ucube şeyler olabililir. Ne bileyim, çocukların bir yerinde balığa benzer organ
çıkabilir... Sonuçta bu bir canlıdır ve kendine ne uygunsa onu alır, siz ne
yaparsanız yapın.”
Ahmet abi, kimyasal
ilaç ve gübre kullanımının ise tamamen bilinçli olması gerektiğini belirtiyor:
“Etkisi 3 ay sürecek bir ilacı atıyorsun bahçeye,
iki ay sonra ürünü topluyor pazara sürüyorsan, o meyve sebzede ilaç kalıntısı
olabilir. Tabiki de sağlığa zararlıdır... Herşeyin bir usulü var.
Mesela domatese azot gübresi iyidir, ama aşırı
miktarda azot gübresi atarsan tarlaya, ürettiğin domates erken bozulur.”
Kulaca’daki
fabrikada mevsimin en harekektli günleri yaşanıyordu. Bir yandan traktörlerle
getirilen domatesler tazyikli suyla temizlenerek üretim bandına yüklenirken,
bir yandan kırmızı yağlık biberler dışarıda öbek öbek toplanan işçilerce
ayıklanıyor.
“Acılı” salça ve
kahvaltılık türlerde kullanılan biberin işlendiği bant ise ayrı. Küçük kırmızı
yağlık bibere benzeyen çeşitlerin keskin acı kokusunu, birkaç metre uzaktan
hissedebiliyorsunuz.
Fabrikada çalışan
mevsimlik işçilerin büyük bölümünün de
Urfa yöresinden geldiğini öğrendik.
Gruptaki herkes
gördüklerinden memnun olmalı ki, dönüşte hepimiz fabrikadaki satış noktasından
domates, biber salçası ve kahvaltılık hafif acılı çeşitler satın aldık.