31 Ağustos 2018 Cuma

Tarıma "Kulaca" ışığı...




Arkadaşlar, İnegöl ve Yenişehir’de ayçekirdeği hasat gezisi kapsamında Kulaca’daki örnek salça fabrikasını da ziyaret ettik. Tükiye’nin  en başarılı tarımsal kalkınma kooperatiflerinden birisi olan bu tesis bugünlerde sezonun en yoğun dönemini yaşıyor. Malum domates ve biberde hasat vakti. Hollanda gibi tarımsal üretim ve ihracatta başarılı bir ülkeye, büyük miktarlarda salça ihraç eden kooperatifin başkanı Ahmet Uğur, yanlış tarım politikaları yüzünden Türkiye’nin mercimek, kurufasulye ithal eder duruma gelmesine sitem etti.  
İnegöl’ün çıkışındaki Kulaca, köy kooperatifine ait salça fabrikası ile eşine pek rastlanmayan  bir başarı öyküsüne imza atıyor.
Başkan Ahmet Uğur’la Turgut Özal’lı yıllara uzanan tanışıklığımız var. Tarım  ve hayvancılık konularına meraklı, bu konularda belki de Türkiye’de en fazla haber yazan birkaç gazeteciden birisi olarak Ahmet beyle de hayli haber ve röportajlar yapmışlığım vardır.

Tabi, ziyaret benim kadar Ahmet bey için de sürpriz oldu. Gezi grubumuzun lideri  Yılmaz bey, iyi ki bizi Kulaca’ya götürmüş. Ayçekirdeği Harmanı 2018 grubu olarak Kulaca’daki salça fabrikasına girince, Ahmet abiyi karşımızda buluverdik.
Ahmet abi, gerçekten yaşamını tarımsal kaklınmaya adamış, hem buradaki Tarımsal Kalkınma Kooeratifinin kurulması ve başarısı,  hem de salça fabrikarının  büyümesi, “Kulaca Salça”nın bir marka haline gelmesine en fazla emek vermiş kişi.



Ve uzun yıllar sektörün içinde olan, tarımda bilgisine güvenilecek ender isimlerden birisi.
Ahmet abi, elinde fotoğraf makineleriyle bizi görünce, sağolsun, bizi makam odasına aldı ve çalışmaları hakkında bilgilendirdi. Ayrıca memleketteki tarımın hallerini, durumun vehametini, tabi çözüm yollarına da işaret ederek, özetleldi.
Önce Kulaca Tarımsal Kalkınma Kooperatifi hakkında bilgi verdi:
“Kooperetifi 1974’de kurduk. 1993’de ben çalıştığım yerden emekli olunca artık tamamen burada oldum.  Bugün yılda bin 500 ton salça üretim kapasitemiz var. Geçen sene Hollanda’y bin 200 ton salça ihraç ettik.”

Tabi, artık sadece Kulaca köyünün domatesi yetmiyor, fabrikaya çevre köy ve ilçelerden de domates, biber vs. alınıyor.
Tarımda birşeylerin ters gittiğini hepimiz hissediyoruz, ama Ahmet abi, kitabın ortasından konuştu:
“Maalesef yanlış tarım politikaları yıllardır uygulanageldi, sonuçta tarımda da ithalatçı duruma geldik. Kurufasulye, mercimek ithal eder durumlara düştük... Rahmetli Turgut Özal’dan itibaren hep tarım ile sanayi arasında yanlış bir hesap yapıldı.  Sanayiyi büyüteceğiz diye hep tarım geri plana itildi.  Halbu ki, tarım dediğin, tarımsal sanayi olmadan zaten olmaz. Türk tarımı, serbest piyasa adı altında batının, Avrupa ülkelerinin gelişmiş tarımıyla haksız bir rekabete sokuldu. Bizde maalesef verimlilik batıya göre yüzde 50 düşük. Kalite yok... Bunların hepsi bilerek yapıldı. Senin şu kadar tapulu arazin var, al şu parayı demekle tarım desteklenmez. Herkes birbirini kandırma derdinde.
Biz ne tarımı ne sanayiyi adam gibi destekledik. Hem devlet olarak hem de vatandaş olarak 10 lira kazanıp, 15 lira harcama derdindeyiz. 150 milyar ihracat yapar, 250 milyar dolar ithalat yaparsız... Kendi altyapımızı kurmak, verimliliği artırmak, rekabet gücü elde etmek varken, tarımı sanayiyi haksız bir rekabete soktuk. Ne varsa borçla yapmaya kalktık.”

Ahmet abi sadece eleştirmez, çözümünü de gösterir:  
“Bizim tarımda  çıkış noktası, önce ürün planlaması olacak... Geçen sene domates 17 kuruştu, bu sene 70 kuruş.
Şimdi domatesi iyi para ediyor  diye, gelecek sene bakın, saksılara bile domates ekilecek, aşırı üretim olacak, fiyat düşecek 10 kuruşa...
Çiftçi yine hüsraya uğrayacak...
Hal Yasası çıkarıldı, orada maddeler var, çiftçinin gelecek yıl neyi üreteceğini görebilmesini lazım, ama uygulanmıyor. Ne ekeceğini Hal Müdürlüğüne bildirecek, piyasa ona göre oluşacaktı.
Ama nerde?
Çiftçinin en önemli kuruluşu tarımsal birlikler, kooperatiflerdir.
Bakın, Marmarabirlik, Fiskobirlik vs. hepsi devlet kuruluşu. Çiftçiyi takan yok. Hiçbirinde demokrasi işlemiyor.
AB ile görüşmelerde, ‘Sizin tarım nüfusunuz çok fazla. Düşürün, şu şu yatırımları yapın, size uyum için 6,5 milyar Euro yardım yapacağız’ dendi. Sözde köylerde güzel şeyler olacaktı, Avrupa’daki gibi... Ama ne oldu?
Sen gidip dağ köylerini, büyükşehir ugulaması ile ‘mahalle’ yaptın, ‘köy’ olmaktan çıkardın. Şimdi diyorsun ki ’köydeki nüfus azaldı’... Sen kimi kandırıyorsun?
Tabi o para da gelmedi. İş yapmaya gelince yokuz.
Her yere cami yapıyoruz. Halbuki,  en iyi  ibadet çalışmaktır.”

Hollanda’ya ihracatı çok önemsiyor:
“Biz Kulaca Kooperatifi olarak geçen sene 1 milyon dolar ihracat yaptık. Bu sene bu rakamın çok üzerine çıkmayı planlıyoruz.  Bakınız Hollanda, en fazla biber üreten ilk 30 ülke arasında hiç yok... Ama biber salçası ihracatında dünyada ikinci...”
Eleştirileri  her düzeyde dile getiriyor, ama ortada bir terslik var:
“Maalesef bizde, doğruyu söylediğiniz, eleştirdiğiniz zaman, hemen ters anlaşılıyor. İktidar olsun, muhalefet olsun her partiyi eleştirebilmeliyiz. Ama bizde adam çıkıp yalan da söylese, ‘bizden’ deyip inanıyoruz.”
Kur yükselince salça ihracatçısı domatesi kapışıyor:  
“Bu sene domates fiyatlarının artmasında, döviz kurundaki artışın büyük etkisi var. Diyelim 1 Euro’ya sattığın salçadan 4-5 lira yerine 7,2 lira kazanıyorsun. İhracatta kar artıyor. Öyle olunca salça firmaları domatesin kalitesine bile bakmadan, hatta tarladan çamuruyla falan ne varsa alıyor. Salça patronları kendi arasında organize değil, adeta herkes domates alma yarışındalar... Tabi bu da maliyetleri artırıyor. Seneye ne olacak? Satabilecek misin?”
Domates ve tarım konusunda sahici bir uzman bulmuşken arkadaşlarımız “hormon”, “GDO”, kanser riski  konularında sorular sordular.

Ahmet Uğur,  GDO konusunu şöyle açıkladı:
“Genetik değişiminde iki yöntem var. Eğer bir ürüne kendi türünden bir gen ekleniyorsa, orada sorun yok. Örneğin bir esmer ile bir sarışının evlenmesinden, ya da zenci ile beyazın evliliğinden sakat çocuk olur mu? Olmaz, ikisi de insan  sonuçta. Verimlilik artsın, katı madde oranı fazla olsun diye domateste çok çalışmalar oldu, Ar-Ge ile elde edilen salçalık sanayi domatesi diye bir çeşidimiz var. Mesela bizim orijinal, doğal domatesimiz çok lezzetlidir,  harikadır, ama erken bozulur. Şekli biraz yamuktur. Ama sanayi domatesi daha serttir, dayanıklıdır, al top oyna.. Bunlarda sorun yok.
Ama farklı türden bir gen ekleniyorsa, işte orada sorun var... Mesela mısır, soya fasulyesi gibi gıdalalara balık geni ekleniyor.
Bunları tüketen insanlarda uzun vadede çok farklı, ucube şeyler olabililir. Ne bileyim, çocukların bir yerinde balığa benzer organ çıkabilir... Sonuçta bu bir canlıdır ve kendine ne uygunsa onu alır, siz ne yaparsanız yapın.”
Ahmet abi, kimyasal ilaç ve gübre kullanımının ise tamamen bilinçli olması gerektiğini belirtiyor:
“Etkisi 3 ay sürecek bir ilacı atıyorsun bahçeye, iki ay sonra ürünü topluyor pazara sürüyorsan, o meyve sebzede ilaç kalıntısı olabilir. Tabiki de sağlığa zararlıdır... Herşeyin bir usulü var.
Mesela domatese azot gübresi iyidir, ama aşırı miktarda azot gübresi atarsan tarlaya, ürettiğin domates erken bozulur.”

Kulaca’daki fabrikada mevsimin en harekektli günleri yaşanıyordu. Bir yandan traktörlerle getirilen domatesler tazyikli suyla temizlenerek üretim bandına yüklenirken, bir yandan kırmızı yağlık biberler dışarıda öbek öbek toplanan işçilerce ayıklanıyor.
“Acılı” salça ve kahvaltılık türlerde kullanılan biberin işlendiği bant ise ayrı. Küçük kırmızı yağlık bibere benzeyen çeşitlerin keskin acı kokusunu, birkaç metre uzaktan hissedebiliyorsunuz.
Fabrikada çalışan mevsimlik işçilerin  büyük bölümünün de Urfa yöresinden geldiğini öğrendik.
Gruptaki herkes gördüklerinden memnun olmalı ki, dönüşte hepimiz fabrikadaki satış noktasından domates, biber salçası ve kahvaltılık hafif acılı çeşitler satın aldık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder