9 Kasım 2020 Pazartesi

Düşük faiz de inşaatı kesmedi…



Türkiye’de yaklaşık 150-200 milyar lira yıllık cirosu ile reel sektörün en büyük bölümü haine gelen inşaatı,  sadece faiz oranlarını düşürerek kurtarmaya çalışmak ya gerçekleri görmemek, ya da başka niyetler taşımaktı.  



Vee oldu olacak olanlar! Temmuz’da düşük faizle artan satışlar, yeniden 0,65 öncesine geriledi. Ekonomi yönetiminin daha gerçekçi politikalar üretmesi için daha kaç şirket batacak, ne faturalar ödeyeceğiz merak ediyorum.


Bursa’da inşaatçıların çatı örgütü haline gelen İnşaat Müteahhitleri Sanayici ve İş İnsanları Derneği (İMSİAD) başkan ve Yönetim Kurulu üyeleri ile Mudanya yolu üzerindeki dernek merkezinde inşaat sektörünü konuştuk. Bursa Ekonomi Gazetecileri Derneği (BEGD) üye ve yönetimi olarak katıldığımız toplantıda hem bizim başkan Nuri Yavuz ve İMSİAD’ın başkanı Mustafa Andıç hem de üye ve yöneticiler olarak, “sosyal mesafe”yi de koruyarak,  sektörü masaya yatırma fırsatı bulduk.

Rakamlarla sektörün son durumu gözler önüne serilirken, 1050 Konutlar semti için hazırlanan Kentsel Dönüşüm Projesi dikkat çekti. İMSİAD “kat karşılığı inşaat” haline dönüşen “kentsel dönüşüm”e 1050 Konutlarda alternatif sayılabilecek proje için başta yerel yönetim olmak üzere Bursa kamuoyundan destek bekliyor.

 

İŞTE RAKAMLAR…


 

İMSİAD Başkanı Mustafa Andıç, inşaat sektörünün son 3 yıllık performansını rakamlarla ortaya döktü. Özeti şu: Hem Bursa’da hem Türkiye genelinde inşaat sektörü bütün çabalara, teşviklere, kampanyalara rağmen 2018 yılı seviyesinin yaklaşık yarısına ulaşabildi.

İSTİHDAM: Türkiye’de Ocak 2018’de yaklaşık 2 milyon 200 bin kişi inşaat sektöründe çalışırken istihdam Nisan 2020 de dip yaptı ve 1 milyon 237 milyona düşüyor. Ancak Mayıstan itibaren bir kıpırdanma var ve çalışan sayısı Temmuz 2020’de 1 milyon 610 bine yükseldi


YABANCILARA KONUT SATIŞI:Bursa’da yabancılara konut satışı hayli inişli çıkışlı. Ocak 2018’de 161 olan daire sayısı Mayıs’ta 109 a düşüyor. Rakam ekim ayında zirve yapıp 448 konuta yükseliyor. Ancak ondan sonrası sürekli düşüyor ve Nisan 2020’de yabancılara sadece 21 konut satılabiliyor.

YAPI RUHSATLARI: Türkiye’de son üç yılda (Rakamlar yılın ilk yarısı için geçerli) alınan yapı ruhsatları 2019’da hızla düşerken, bu yılın ilk yarısında artış görünüyor.

Ruhsat alan bina sayısı 2018’de 56 bin 954 iken 2019’da 22 bin 878’e düşüyor, 2020 da 33 bin 291’e yükseliyor.

Daire sayısı aynı tarihlerde 361 bin 492’den 1


22 bin 752’ye düşüp bu sene 212 bin 231’e yükseliyor. Değer (bunu sektörün cirosu olarak kabul edebiliriz) olarak da 99 milyar liradan yaklaşık 50 milyon liraya düşüp bu sene 77,3 milyar liraya yükseldi.

Peki, Bursa’da durum nedir?

Aynı dönemde ruhsat alan konut sayısı bin 986’dan 644’e düşüyor, bu sene bin160’a yükseliyor.

Daire sayısı 12 bin 50’den bin 958 e düşüyor, bu senenin ilk yarısında 5 bin 797’ye yükseliyor.


Yani Türkiye’de inşaat sektörü son dönemdeki hafif hareketlere karşılık, hala 2018’I yakalamaktan çok uzak.

Rakamlar, Bursa’da inşaat sektörünün de Türkiye genelindeki seyri izlediğini gösteriyor. Ancak Bursa’nın farkı, hem düşüş hem toparlanmaların ortalamanın çok üzerinde ve keskin olduğunu gösteriyor.

 

‘KONUT FİYATLARI ARTMAK ZORUNDA’

 

İMSİAD Başkanı Andıç, yüzde 0,64 oranındaki faizin etkisi ile konut satışlarının artmaya başlaması üzerine hem konut fiyatlarının hem inşaat maliyetlerini aşırı artışına dikkat çekiyor. “Arsa fiyatları iki buçuk misline kadar arttı. Son 4 ay içinde çimento yüzde 15, demir yaklaşık yüzde 40 zamlandı” diyor.

Salgın ve bölgesel siyasi sorunlar yüzünden yabancılara satışta sıkıntı varmış. Örneğin Bursa’da en çok konut satın alanlar Araplar olurken, son dönemde Suudi Arabistan yönetiminin vatandaşlarına “Türkiye’de aldığınız gayrimenkulleri satın, yeni yer almayın” yollu baskıları olduğu ifade ediliyor.

Dolayısıyla da “Konut fiyatları artmak zorunda” imiş.

İyi de piyasanın durumu belli. Zaten satışlar sorunlu. Sıkıysa zam yap!

Eee ne olur?

“Sektörde daralma yaşanıyor, yaşanacak”

 

DÜŞÜK FAİZ BURAYA KADAR…

 


Sevgili okurum, faiz oranları paranın, finansın yönünü değiştirmede etkilidir, eyvallah. Ancak vatandaşın konut sorununda çok sınırlı bir etki yapabilir.

Bana sorarsanız, inşaat sektörünün bir ülke ekonomisinde bu kadar öne çıkması normal bir durum değildir… Zira ekonominin esas motoru mal ve hizmet üretimidir.

Bina yapmak asıl amaç olamaz. Bir süre sonra takatiniz tükenir, dımdızlak kalırsınız.

Türkiye’de inşaatın öne çıkmasını maruz gösterebilecek tek şey, ülkenin deprem riski ile karşı karşıya olmasıdır.  Depreme dayanıksız binaların sayısı milyonlarla ifade ediliyor.

Ama inşaat sektörünün buna çözüm bulmak üzere bir yapılanması yok.

Eğri oturup doğru konuşalım… “Kentsel Dönüşüm” dediğimiz şey, bir tür “Kat karşılığı inşaat” durumu haline gelmiştir. Devlet mevcut binaların güçlendirilmesi ya da özellikle dar gelirlilerin güvenli konut ihtiyacına dönük ucuz/bedava arsa üretip, vergi vs. desteklerle inşaat sektörünün maliyetini düşürüp binaları hızla dönüştürme gibi bir hedef maalesef koyamadı. Sadece “emsal artışı” ile kat yüksekliklerini artırıp, kat karşılığı inşaat modeline destek vermiş oldu!

Ve asıl mesele şu: Deprem dayanıklı konut ihtiyacının esas kitlesi olan dar ve sabit gelirli kesim mevcut ekonomik işleyişle hızla kan kaybediyor!

Siz bankada kredi faizlerini düşürseniz kaç yazar? Hatta hiç faiz almazsanız ne olur?

Çalışanların ücretleri ortada… Esnaf sanatkâr malum…

100 metrekare konutun inşaat maliyeti 350 bin lira” diyor İMSİAD Başkanı. Arsaydı, müteahhit karıydı 700 bin liradan aşağı satın alamıyorsunuz.

Şimdi, banka bu paranın tamamını kredi olarak verse ve hiç faiz de almasa kaç yazar?

700 bin lirayı 10 yılda düzenli ödeyebilecek kaç kişi vardır Türkiye’de?

Bırakın 10 seneyi, kimin tek bir yıl iş garantisi var?

 

150 KONUTLARA FARKLI BİR KENTSEL DÖNÜŞÜM

 


İMSİAD Başkanı Andıç, Organize Sanayi Bölgesi’nin karşısında “1050 Konutlar” olarak bildiğimiz Akpınar Mahallesi için, mevcutlardan çok farklı bir kentsel dönüşüm projesi hazırlamış ve Büyükşehir Belediyesi’nden destek bekliyor.

Projenin diğer kentsel dönüşüm projelerinden asıl farkı şu: Buradaki daire sahipleri mevcut evlerinin yerine, aynı ölçülerde yeni dairelere sahip olacaklar ve ceplerinden para çıkmayacak.  Ancak bölgede yüksek katlı binalar da  yapılmayacak. Zemin artı 7 kat. Bölgede 2 bin 900 daire yıkılacak, 2 bin 296 daire yapılacak.

Peki, müteahhit parayı nereden çıkaracak?

Projenin finansmanı, bölgeye yapılacak ticari alanlardan elde edilecek.

Nasıl?

Bölge toplam 423 dönüm. Bunun114 dönümü oradaki konut sahiplerine tapulu. Kalanı kamuya aitmiş.

Mudanya yoluna bin 450 metre cephe var.

Arkaya konutlar, yol kenarına ticari alanlar yapılacak.

AVM yerine çarşı mağazalar planlanıyor. Ayrıca çok amaçlı inşaatlar olacak… İsteyen kafe restoran, isteyen büro, isteyen lise, üniversite açabilecek!

Projenin bugünün fiyatlarıyla yaklaşık 1,5 milyar liralık bir yatırım olacağı ifade ediliyor.


Projenin gerçekleşmesinde kilit kurumlardan birisi Büyükşehir Belediyesi. Özellikle planlama açısından. Tabi başka jandarma olmak üzere bölgedeki kamu kuruluşlarının da buradan taşınması gerekiyor. Konunun Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’a iletildiği ifade ediliyor. Umarız destek verilir ve Bursa’da farklı bir kentsel dönüşüm örneği yaşanır.

Tabi diğer kritik konu da başta perakende sektörü olmak üzere, özellikle hizmet kesiminin yeni projeye vereceği destek…

Her ne kadar konjonktür zorlu olsa da,  uygun modeller yaratılabilirse, buradaki ticari alanlar çok cazip olabilir, ticari alanlar açısından da sıradışı bir model gerçekleşmiş olur.

 

 

 

 


7 Kasım 2020 Cumartesi

Atatürk Ormanı: Bursa'nin nefes alma alanı

 

 


Atatürk Ormanı

 

Doğa muhteşem... 

Ama sadece ticari alanlar mı temiz tutulur?

 

Doğa gezilerinde 4 Kasım 2020 Çarşamba günü ilk kez farklı bir yol izledik ve Bursa'nın nefes ama mekânlarından birisi olan, çam ormanlarıyla kaplı Atatürk Ormanı ve çevresinde yürüdük.


Doğanın alabildiğince cömert olduğu bu kentte, çam ormanlarının arasından geçen derelerin, çevrenin haline bakınca insan ister istemez şunu soruyor:

Nerede devlet ve yerel yönetimlerimiz?

Bu toplum sadece, para kazanılan ticari alan ve çevresine mi sahip çıkar, çöpünü toplar?

Kalan her yer, her köşe doğal bir çöplük müdür?

Hadi devlet, belediyeler, bizi yönetenler ne yaptığını bilmiyor, sorumsuz...

Peki, insanımız neden yaşadığı doğaya, memleketine, toprağına sahip çıkmaz!

Vatan, memleket bizim kendi evimiz değil midir?

 


 

Sevgili okurum, madem bulaşıcı hastalık riski var, toplu yürümeler sorunlu, o zaman haydi hatun, sırt çantasını kapıp çevreyi dolaşalım, dedim.

Hüdavendigar Parkı'ndan başlayıp Saklı Vadiye, Atatürk Ormanı'na daldık.

Hüdavendigar Parkı, yakın zamana kadar kavak ağaçlarıyla kaplı yarı bataklık alan Bursa'nın en önemli rekreasyon alanlarından birisi oldu, malum...


Atatürk Ormanı olarak düzenlenen yeri de doğrusu çok iyi gezmemiştim. Sadece belediyenin barbekü, mangal yeri, çardak vs. yaptığı, girişlerde de para aldığı bir yer olarak biliyordum.

Dikkaldırım yakınlarındaki Hidavendigar Parkın'dan, suyun akışına doğru yürüyoruz. “Odunluk Parkı” yazısını ve güzergâh boyunca park manzaralı konutları, siteleri görünce yıllar öncesinin Odunluk Köyü Muhtarı, namı diğer “Deli Mehmet” geliyor gözümün önüne. Uzun seneler Ziraat Odası’nda Bursa çiftçisinin hakkını hukukunu, siyasilerin ve bürokratların yüzüne dobra dobra konuşarak savunan Mehmet abinin mahallesi artık buharlaşmış… Yaşıyorsa, ömrü uzun olsun…


Odunluk Parkından bir süre sonra derenin iki yakasındaki "ıslah" çalışması bitiyor, yerini yaban otları, çalı ve ağaçla çevrili, oldukça bakımsız bir derenin kıyısında yürümeye başlıyorsunuz.

 

BATAKLIK KUŞLARI

 

Kargalar, benim "su kargası" diye tanımladığım martılar, adını pek de bilmediğim tatlısu kuşları karşılıyor sizi...

Doğa güzel, toprak verimli...


Derenin kenarında, bir noktadan sonra yapılaşma yok, ancak dere boyunca devam eden toprak yolda yürürken, kendinizi vahşi batı filminde hissedebiliyorsunuz.

Yol kenarlarına bazen inşaat molozları, bazen eski ev eşyaları atıldığını görüyorsunuz.

Sanırsınız bu "Sakli Vadi" bir çöplük!

Hani piknikçilerin attığı su, pet şişeleri, içki şişeleri, naylonlar, yiyecek içecek atıkları vs. arada kaynıyor.

 

SORUMSUZLUK DİZ BOYU...

 


Bir kaç noktada, burnumuza kesif bir lağım kokusu geldi. Baktık ki, toprak yolun kenarına, kocaman torbalarda kesilmiş büyük  ve küçükbaş hayvanların işkembeleri, kemikleri atılmış...

Tabi doğanın cömertliği ile insanımızın sefaletini görünce ilk tepkiniz "Nerede belediyeler... Madem burası bir doğa parkı, insanların gezip dolaşma yeri, niye temizlenmez" şeklinde oluyor...

Biraz ilerde yol kenarlarında üzerinde bir belediyemizin adı yazılı çöp torbalarını, içinde toplanmış çöpleri görünce biraz rahatlıyoruz.


Dikkatli bakınca fark ediyorsunuz ki, o torbalara sadece cam ve pet şişe gibi geri dönüşebilir çöpler toplanmış!

Tabi inşaat atıklarının, molozların, hayvan leşlerinin, kokmuş işkembelerin geri dönüşüm değeri olmadığı için anlaşılan belediyelerin ilgisini çekmiyor!

Birazdan belediyeye ait bir çöp arabası görüyoruz.  Yol kenarlarında toplanan (geri dönüşebilir cinsten) çöp torbalarını toplaya toplaya ilerliyor...

Bu dereyi yazın da görmüştüm.

Her ne kadar "Saklı" dense de bu dereyi pek çok Bursalı biliyor ve sıcak yaz günlerinde derenin ortasına masa sandalye atıp, ayaklarını suyun serinliğine bırakarak piknik yapanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil.

Hüdavendigar ve Odunluk Parkı'ndan Orhaneli yolu kıyısındaki Gokart'a kadar dere boyunca olan yol toprak yol. Yaz aylarında piknikçiler yolun sağına soluna park ediyordu. Bugün hava serin, hafif yağışlı ve ortada piknikçi yok.


Dere boyunca kâh patika kah bu toprak yoldan, kah derenin içinden ilerliyoruz.

Dere boyunca birkaç ekili, sahipli alan var. İnsan bu kadar verimli arazilerde pırlanta gibi bahçeler görmek istiyor; ancak bahçelere ve derme çatma barınaklara baktığınızda insanların amacının burada birşey yapmak değil, sadece yeri, araziyi elde tutmak olduğu düşüncesine kapılıyorum.

Orhaneli yoluna çıkınca bir patikadan yukarı, tepeye doğru yöneliyoruz.

 

GENİŞ PİKNİK ALANI

 


İlk gördüğümüz inşaat galiba bir ticari tesis. Ama ne olduğunu anlamadım.

Tepeye yaklaştığınızda düzenli piknik alanları ile karşılaşıyoruz. Meğer buraya asfalt yoldan geliniyormuş. Yol boyunca sağlı sollu barbekü/mangal yerleri, çardaklar ve piknik alanlarında en önemli şey olduğunu düşündüğüm WC'ler... Burada toprak altında "hobit WC" dediğim bir yer bile gördük..


Atatürk Ormanı'nın zirvesi diyebileceğim noktada Büyükşehir Belediyesi'ne ait “sosyal tesisler” var.  Restoran, kafe vs.tarzında.  Görkemli bir kapısı var. "1889 Bursa" yazıyor. Önünden geçiyoruz.

 

EXSTREM PARK

 

Atatürk Ormanında Extrem Park adında bir yer olduğunu duymamıştım.


Engelli çocuklar adına yapılan "At Biniciliği ve Evcil Hayvan Çiftliği" gibi özellikle çocuklara, gençlere hayvan sevgisini aşılamayı hedefleyen tesislerden sonra piknik alanları içinde ilerlerken en ilginç levha "Extrempark" yazılı olandı.

Extrempark, çam ağaçlarının arasında, içinde dağ kızağından, golf, atıcılık, okçuluk, yapay çim kayağı gibi pek çok etkinlik yapılabilen, geniş bir alanda kurulmuş. 

Serde dağcılık merakı olunca Hüdavendigar Parkı'nda bir tırmanma kulesi dikkatimi çekmişti. Yukarıda da doğa yürüyüşçülerinin gözde etkinlik alanlarından birisi olan kampçılık için bir bölüm açılmış.

Alıyorsun çadırını, gösterilen yere kuruyorsun...


Çadırı kuracağın ve ateş yakabileceğin yer var.  Kullanabileceğin WC de var. "Ücretsiz" diyor bir çadırının önünde oturan iki gençten birisi.. "Sadece giriş ücreti var. 24 saat için 30 lira"

Extrempark'tan sonra dönüş yoluna geçiyoruz.

Evet... Doğa çok cömert...

Tepede "Yalancı portakal" denen bir ağacı ilk kez görmüştüm.

Aşağıya inerken patikanın kıyısında küçücük pembe meyvelerin menengiç olduğunu bilmek de güzeldi.

Bir tutam topladıktan sonra, yaklaşık 12 kilometre yol tepip hoş bir gün geçirmiş olarak evin yolunu tuttuk.


Artık İlk kez Gaziantep'te içtiğim menengiç kahvesini evde her denediğimizde Atatürk Ormanı'nı hatırlayacağız...

Yürümeye, doğayı, kentleri, dağı, taşı, nihayet memleketi tanımaya devam...

 

 

 

 

 

10 Eylül 2020 Perşembe

Kirazlıyayla, Derbent: Zenginliği ele giden topraklar…


 

Doğa yürüyüşleri kapsamında 30 Ağustos 2020’de Yenişehir’e bağlı Süleymaniye’den maden şirketlerinin faaliyeti yüzünden hızla yaşanmaz hale gelmeye başlayan Kirazlıyayla köyüne (mahalle), oradan İznik’e bağlı Derbent’e yaklaşık 18 km yürüdük.

İznik ve Yenişehir arasındaki tepelerin iki yamacında havadar, mümbit topraklara sahip bölge halkı “madencilik” faaliyetinden dertli mi dertli...


Doğrusu, insan yaşananları görünce, tahrip edilen doğaya mı; tarlasını, bahçesini sulayamaz hale gelen köylülerin haline mi; şehit kanlarıyla sulanmış bu topraklarda anamızın ak sütü gibi bize helal olan, bizim olan yeraltı zenginliklerimizin yabancı şirketlere teslim edilmesine mi üzüleceğini bilemiyor!

30 Ağustos Zafer Bayramı günü Koza Dağcılık rehberliğinde pandemiye karşı maskelerimizi takıp, “sosyal mesafe”mizi de korumaya çalışarak, yaklaşık 48 kişilik doğaseverle Süleymaniye köyüne vardık. Sabah çaylarını köy kahvesinde içtik.


 

SÜLEYMANİYE

 

Süleymaniye ormanın eteğinde oldukça şirin bir yer. Diğer bütün “mahalle”ler gibi burası da adeta yaşlı ve emeklilerin yaşadığı bir yer olmuş. Burada da son yıllarda, yaşamını büyük şehirlerde sürdüren insanların yaptığı “yazlık evler”, “hobi bahçeleri” görüyorsunuz.

Köylerde traktörden çok otomobil olması, ortalıkta hayvana pek rastlanmaması dikkat çekiyor.


Süleymaniye’den yukarı önce traktör yolları, sonra patikaları izleyerek meyilli ormanlık alandan tepelere doğru yükseliyoruz.

Bölgede ekinler çoktan hasat edilmiş. Pek çok tarla hiç ekilmemiş. Ayçiçeği ekiminin yaygınlığı dikkat çekici. Gündöndü başakları kurumuş, hasat zamanı. Birkaç noktada yola serip ayçekirdeği kurutan üreticileri görüyoruz.


 

HEM İZNİK GÖLÜ HEM YENİŞEHİR OVASINI GÖRMEK…

 

Önce coğrafyayı tarif etmeye çalışayım... İznik ile Yenişehir arasında bir tür sıradağ var. Tepeye çıktığınızda bir yanda İznik Gölü’nü, bir yanda Yenişehir Ovası’nı görüyorsunuz. Tepenin bir yamacında İznik’e bağlı Göllüce, Mustafalı, Derbent, diğer yamacında Yenişehir’e bağlı Reşadiye, Kozpınarı ve Yenişehir Ovası

Süleymaniye köyü meydanı

İznik’e bağlı Derbent’in nufusu 2013’den 2019’a 500’den 440’a gerilemiş. Aynı dönemde Yenişehir’e bağlı Süleymaniye’nin nüfusu 180 den 160’a, Kirazlıyayla’nın nüfusu 140’dan 120’ye düşmüş.

Köylerde eğitim olmadığı için eski okul binaları harabeye dönmüş.

Rehberimiz bizi mümkün olduğunca ormanlık alandan yürütüyor.


Orman “bozuk baltalık” denen meşe ormanı.

Hava sıcaklığı mevsim normallerinin üzerinde, yaprak kımıldamıyor.

Tepeye çıkınca hem serinlik başladı hem de harika bir manzarayla karşılaştık.

Kirazlıyayla’ya yaklaşırken bir keçi sürüsü görüyoruz.


Diz boyunda kurumuş otlara bakarsan, bu bölgede hayvancılık kalmamış... Bu yüzden sürüyü ve çobanı görünce seviniyorum.

 

KİRAZLIYAYLA’DA DUYGU DOLU ANLAR…

 

Kirazlıyayla’ya birkaç yüz metre yaklaşınca bizi ellerinde Türk bayrakları ile köylü kadınlar karşılıyor. Bizim köyü ziyaret edeceğimizi, maden şirketine karşı verdikleri hak mücadelesinde kendilerine moral vermek istediğimizi, yanlarında olduğumuzu duymuşlar.


Hiç tanımadıkları insanların sırt çantalarıyla kadınlı erkekli grup halinde kendilerine destek için geldiğini görünce duygulanan, gözyaşı dökenlere tanık olduk.

Tabi, halkın akla hayale gelmeyecek şeytanlıklarla sürekli birbirine karşı fişeklendiği bir ülkede tanımadığın insanların birbirine gösterdiği bu içtenlik, dayanışma duygusu, samimiyet karşısında gözyaşı dökmeseniz bile burnunuzun direği sızlıyor, nefes alış verişiniz hızlanıyor.

 


MADEN ŞİRKETİNE ÖFKE…

 

Yürüyüş grubumuz “Koza Dağcılık Olarak Kirazlıyayla Köylülerini Selamlıyoruz” yazılı bir pankart ve Karadeniz çalgısı tulum eşliğinde, bize katılan köylü kadınlarla birlikte köy meydanına girdi.


Burada köylüler maden şirketinin daha şimdiden köyü susuz bırakmaya başladığını, sulama göletine el koyduğunu, şirketin açtığı sondajlar yüzünden su kaynaklarının kuruduğunu anlattılar.

Bir dokun bin ah işit:

“- Suyumuzu, yolumuzu kestiler. Bahçelerimizi sulayamadık. Sulama olmayınca mahsul alamadık. Bizim köyün yoluna asfalt yapılmazken şirkete otoyol gibi yol yapıldı.”


“- Su almaya gittiğimiz Kamışlıgöl yolunu Albay’larının söz vermesine rağmen jandarmalar kapattılar.  Şu anda fidanlarımızı, domates biberimizi sulayamıyoruz. Göletten su alamıyoruz. Köylü tepki gösterince jandarma gelip bize baskı kurmaya çalışıyor. Biz devletimize karşı değiliz, maden şirketine, haksızlığa karşıyız.”

“- Valiyle kaymakamla görüşemiyoruz.  Bizi kabul etmiyorlar. Belediye başkanı  (isim veriyor) köyü sattı. Oy verdik, seçtik, şimdi niye bizim yanımızda değil.”


Öfke, hayal kırıklığı…

Doğayı korumak yaşamı, insanı korumaktır.

Dolayısıyla doğayı tahrip edenlere karşı verilen mücadeleye destek olmak doğaseverlerin, yurdunu sevenlerin görevidir diye düşünürüm.

Burada Yenişehir Çevre Platformu ile Koza Dağcılık adına yapılan açıklamada kısaca köylülerin, Bursa’daki akademik odaların ve STK’ların verdiği mücadele sonunda mahkemenin maden faaliyetinde “Yürütmeyi durdurma kararı” verdiği açıklandı.


Ancak her ne kadar mahkeme kararı nedeniyle faaliyet “şimdilik” dursa da ne köylüler ne de STK’lar şirketin inadından vazgeçeceğine inanıyor.

Mücadeleye devam” havası var.

 

‘EY GÜZEL DEVLETİMİZ…”

 

35 senedir gazetecilik yapıyorum. Türlü sloganlar gördüm. Ama köy meydanına asılmış pankarttaki yazıya bakar mısınız:


“Ey Bizim Güzel Devletimiz Köyümüze Dokunma Huzurumuzu Bozma”!..

Pankartın asıldığı yerin önünde, “devlet”i temsil eden bir jandarma aracı ve görevli jandarmalar.

Devletine, hükümetine yürekten bağlı insanların yaşadığı derin hayal kırıklığı…

Köylülerden kulağımıza gelen laflara bakın: “Jandarma burada mağdur olan bizim değil, huzurumuzu bozan, bizi susuz bırakan gavurun maden şirketini koruyor...”


Karakola götürülen kadınları tehdit etmişler. Bu madene karşı çıkarsanız kocalarınız, çoluğunuz çoğunuz mimlenir, yedi ceddiniz devlet kapısında iş bulamaz”…

Üzüntü verici.

 

NELER OLUYOR

 

Gelin maden meselesine bakalım.


Resmi bilgilere göre Bursa’nın Yenişehir ilçesine bağlı Kirazlıyayla köyünde Meyra Madencilik adlı firma “Çinko-Kurşun-Bakır Zenginleştirme Tesisi ve Atık Barajı Projesi” yürütüyor.

Köy tamamen ruhsat alanında.

Şirket Reşadiye köyüne uzanan geniş bir arazide maden çıkarma ruhsatı almış. Ruhsat 1/25,000 ölçekli H23-a4 paftası içinde.

Saha Yenişehir’e 14, Gemlik limanına 76 km uzaklıkta.

 


MEYRA MADENCİLİK

 

Projenin sahibi Meyra Madencilik, üç mühendis tarafından 2012’de kurulup, 2013’de bu bölgede kurşun, çinko ve bakır ocağı bulur. Bir yıl sonra yasal izinlerini tamamlayıp maden cevheri üretip satmaya başlar. 2017’de kurşun, çinko, bakır potansiyelinin büyük olduğu sonucuna varılır.


Artık kazanılacak para büyüktür ve şirket yabancılara satış kıvamına gelmiştir!

2018’de şirketin yüzde 60 hissesi Delta Star Enerji ve Madencilik A.Ş’ye geçer. Artık Meyra, Lübnan kökenli uluslararası Delta Group’un bir firmasıdır.

Delta Group ballı bir iş yakalamıştır. Zira son 15 yıldır dünyada maden ve metal fiyatları rekor üstüne rekor kırmakta, maden cevheri para basmaktadır. Çin’deki yüksek büyüme maden metal sektörünü parlatmıştır.


Meyra der ki, “Türkiye’nin dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla, Bursa Yenişehir de başlatmış olduğu kurşun, çinko ve bakır madenciliği…

“Ülkemizin maden zenginliğini yeryüzüne çıkarmak, ekonomiye kazandırmak ve ülkenin sanayi ürünlerinde dışa bağımlılığını azaltmak amacı ile..”

Peki Türkiye’yi böylesine “yerli ve milli” amaca ulaştıracak şirketin patronu kimdir?

Delta Group’un, dolayısıyla Meyra Madencilik’in patronu Mehmet Habbab, Lübnan kökenli olmakla birlikte ABD’de yetişir, iş hayatına 1970’de ABD firması Smith Corona adı ile büro ekipman şirketi kurarak başlar.

On sene içinde Türkiye pazarına girer. 

Allah” yürü ya kulum demiştir!


1980’lerin başında Delta Petroleum Co. şirketini kurarak petrol ve gaz işine girer. Akdeniz’de ve Karadeniz’de büyür, depoları, tankerleri, Türkiye’de yüzden fazla akaryakıt istasyonu ile lider petrol hizmet ve ticaret şirketlerinden biri olur. 1985 yılından bu yana Irak’ın ana tedarikçilerinden biridir.  2012 yılında Türkiye’de madencilik işine girer, krom madenciliğinde ilk on şirketten birisi olur.

Mehmet Habbab, bürokrasi ve iş dünyasında çevre edinir. DEIK’teki Türk-BAE (Birleşik Arap Emirlikleri) İşadamları Konseyi Başkanlığı, Türk-Lübnan İşadamları Konseyi Başkan Yardımcılığı, Orta Doğu İşadamları Konseyi Başkan Yardımcılığı görevlerini yapar. Türk-Arap İşadamları Federasyonu Başkanı olur.

Delta’nın CEO’su Sami Habbab, 2018’de Meyra Madencilik’te işin başına geçer.

 

YAPILACAK İŞİN ASLI NEDİR?

 

Kirazlıyayla’da köyün kapladığı alandan daha fazla alanda maden çıkarılıyor. Şimdi buraya “Zenginleştirme ve Flotasyon Tesisi” inşaatına başlandı. Yani bölgeden Bakır, Kurşun ve Çinko madeni çıkarılacak, açık ocak sistemi ile, yüzde 99’a kadar saflaştırılacak. 

Yani maden cevheri taşından toprağından arındırılarak saflaştırılıp maden cevheri olarak başta Çin olmak üzere dünya pazarına satılacak. 

Binlerce ton taşın toprağın içinden bakır, çinko ve kurşun cevherinin ayıklanması işi de anlaşılan su ile yapılacak ki, köylülerin susuzluktan yakınmalarının nedeni anlaşılıyor.

Köylüler çok tepkili, kararlı ancak devleti arkasına alan şirketin mahkeme kararını kale alıp pes edeceğine inanmak da saflık olur.

Vatandaş olarak yeraltı zenginliklerinin çıkarılıp ekonomiye kazandırılması,  ülkenin dışarıya bağımlılığının azaltılması fikir olarak hepimizi heyecanlandırıyor. Ancak bu parlak sloganlarla yapılan işlerde madenlerin öylece çıkarılıp yurt dışına götürüldüğü, parayı sadece yabancı şirketlerin kazandığı, ham maden olarak  ihraç edildiği için zaten düşük katma değerle çalışıldığı.. vs. vs.

Sonuçta Afrika ülkelerinde olduğu gibi yeraltı zenginliklerimizin bize değil yabancılara kazandıracak şekilde kullanıldığı da hepimizin malumu…

Eee geriye bize sadece tahrip edilen doğamız, zehirlenen arazimiz, talan edilen yeraltı zenginliklerimiz mi kalacak!??

Kendi yeraltı zenginliklerimizi kendi insanımızın çıkarıp, ham değil işlenip hak ettiği değeri alarak satılması, parasını bizim insanımızın, devletimizin kazanması; doğamızın, bölge insanımızın, köylülerimizin, yaşamın velhasıl ülkenin korunmasının, kalkınmasının bir yolu yok mudur kardeşim!

Kirazlıyayla insanı bizi bağrına basıyor, lokma ikram ediyor ve dostça ayrılıyoruz.

Allah yardımcıları olsun, sabır ve güç versin.

 

ARAPLARIN ROMANOV ÇİFTLİĞİ

 


Kirazlıyayla’dan sonra tepelerde İznik Gölü manzaralı güzel fotoğraflar çekerek yürümeye devam ediyoruz.

Öğle yemeği molası ormanın içinde, tarihi bir çeşmenin başında… 

Çeşmenin uzun petekleri (hayvanların su içmesi için yapılan yalak ) bir zamanlar burada büyük koyun, keçi, sığır sürüleri sulandığının kanıtı gibi…

Çeşmenin başında tulum eşliğinde halay çekiyor, dinleniyoruz.

Hedefimiz Derbent..

Ormandaki patikalardan sonra açık alana girince bir keçi sürüsüne rastlıyorum. Çobanın hayvanlara iyi baktığını fark ediyorum.

Bir  Arap zenginine ait koyun ağılı

Eee güz geldi. Eskiden Ekim ayına “Koç ayı” derdik. Hayvanlar semirmiştir ve keçilere teke, koyunlara  koç katımı zamanıdır…

Çobanla ayaküstü sohbet ediyoruz.

Hemen önümüzde çadır tipli kocaman bir koyun ağılı…

Biraz ileri gidince Romanov  sürüsü çıkıyor karşımıza..

Hani şu tek seferinde 4-5 kuzu doğuran, et verimi yüksek Rusların koyun cinsi Romanov..


Dünyalar benim oluyor… Çiftlik çok modern, planlı, başarılı görünüyor.

“Helal olsun Derbent köyünde böyle başarılı girişimciler varmış” diye çok seviniyorum. 

Ama sevincim çobanla konuşurken yarım kalıyor. Meğer bu ağılın sahibi bir Arap zenginmiş. Civarda böyle altı çiftliği, yüzlerce koyunu varmış. Bizim fakir köylüye sadece asgari ücretle çobanlık düşmüş.

Maden ocaklarımız, en büyük fabrikalarımız gibi meralarımız, yaylaklarımız da ele çalışır olmuş!..

 

Derbent’e giden asfalt yola çıkınca artık sıcaktan terlemiş, yorulmuştuk.

Araçlarımıza binip evin yolunu tutuyoruz.  


Yürümeye, dağları, köyleri, gölleri, yaylaları, meraları velhasıl memleketi tanımaya devam…