Atatürk Ormanı
Doğa muhteşem...
Ama sadece ticari alanlar mı
temiz tutulur?
Doğa gezilerinde 4 Kasım 2020 Çarşamba günü ilk kez farklı bir yol izledik ve Bursa'nın nefes ama mekânlarından birisi olan, çam ormanlarıyla kaplı Atatürk Ormanı ve çevresinde yürüdük.
Doğanın alabildiğince cömert
olduğu bu kentte, çam ormanlarının arasından geçen derelerin, çevrenin haline
bakınca insan ister istemez şunu soruyor:
Nerede devlet ve yerel yönetimlerimiz?
Bu toplum sadece, para kazanılan ticari alan ve
çevresine mi sahip çıkar, çöpünü toplar?
Kalan her yer, her köşe doğal bir çöplük müdür?
Hadi devlet, belediyeler,
bizi yönetenler ne yaptığını bilmiyor, sorumsuz...
Peki, insanımız neden
yaşadığı doğaya, memleketine, toprağına sahip çıkmaz!
Vatan, memleket bizim kendi
evimiz değil midir?
Sevgili okurum, madem
bulaşıcı hastalık riski var, toplu yürümeler sorunlu, o zaman haydi hatun, sırt
çantasını kapıp çevreyi dolaşalım, dedim.
Hüdavendigar Parkı'ndan başlayıp Saklı Vadiye, Atatürk Ormanı'na daldık.
Hüdavendigar Parkı, yakın zamana kadar kavak ağaçlarıyla kaplı yarı bataklık alan Bursa'nın en önemli rekreasyon alanlarından birisi oldu, malum...
Atatürk Ormanı olarak düzenlenen yeri de
doğrusu çok iyi gezmemiştim. Sadece belediyenin barbekü, mangal yeri, çardak
vs. yaptığı, girişlerde de para aldığı bir yer olarak biliyordum.
Dikkaldırım yakınlarındaki Hidavendigar Parkın'dan, suyun akışına doğru yürüyoruz. “Odunluk Parkı” yazısını ve güzergâh boyunca park manzaralı konutları, siteleri görünce yıllar öncesinin Odunluk Köyü Muhtarı, namı diğer “Deli Mehmet” geliyor gözümün önüne. Uzun seneler Ziraat Odası’nda Bursa çiftçisinin hakkını hukukunu, siyasilerin ve bürokratların yüzüne dobra dobra konuşarak savunan Mehmet abinin mahallesi artık buharlaşmış… Yaşıyorsa, ömrü uzun olsun…
Odunluk Parkından bir süre sonra derenin iki
yakasındaki "ıslah"
çalışması bitiyor, yerini yaban otları, çalı ve ağaçla çevrili, oldukça
bakımsız bir derenin kıyısında yürümeye başlıyorsunuz.
BATAKLIK KUŞLARI
Kargalar, benim "su kargası" diye
tanımladığım martılar, adını pek de bilmediğim tatlısu kuşları karşılıyor
sizi...
Doğa güzel, toprak verimli...
Derenin kenarında, bir
noktadan sonra yapılaşma yok, ancak dere boyunca devam eden toprak yolda
yürürken, kendinizi vahşi batı filminde hissedebiliyorsunuz.
Yol kenarlarına bazen inşaat
molozları, bazen eski ev eşyaları atıldığını görüyorsunuz.
Sanırsınız bu "Sakli
Vadi" bir çöplük!
Hani piknikçilerin attığı
su, pet şişeleri, içki şişeleri, naylonlar, yiyecek içecek atıkları vs. arada
kaynıyor.
SORUMSUZLUK DİZ BOYU...
Bir kaç noktada, burnumuza
kesif bir lağım kokusu geldi. Baktık ki, toprak yolun kenarına, kocaman
torbalarda kesilmiş büyük ve küçükbaş
hayvanların işkembeleri, kemikleri atılmış...
Tabi doğanın cömertliği ile insanımızın sefaletini
görünce ilk tepkiniz "Nerede belediyeler... Madem burası bir doğa parkı,
insanların gezip dolaşma yeri, niye temizlenmez" şeklinde oluyor...
Biraz ilerde yol kenarlarında üzerinde bir belediyemizin adı yazılı çöp torbalarını, içinde toplanmış çöpleri görünce biraz rahatlıyoruz.
Dikkatli bakınca fark
ediyorsunuz ki, o torbalara sadece cam ve pet şişe gibi geri dönüşebilir çöpler
toplanmış!
Tabi inşaat atıklarının,
molozların, hayvan leşlerinin, kokmuş işkembelerin geri dönüşüm değeri olmadığı
için anlaşılan belediyelerin ilgisini çekmiyor!
Birazdan belediyeye ait bir
çöp arabası görüyoruz. Yol kenarlarında
toplanan (geri dönüşebilir cinsten) çöp torbalarını toplaya toplaya ilerliyor...
Bu dereyi yazın da
görmüştüm.
Her ne kadar
"Saklı" dense de bu dereyi pek çok Bursalı biliyor ve sıcak yaz
günlerinde derenin ortasına masa sandalye atıp, ayaklarını suyun serinliğine
bırakarak piknik yapanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil.
Hüdavendigar ve Odunluk Parkı'ndan Orhaneli yolu kıyısındaki Gokart'a kadar dere boyunca olan yol toprak yol. Yaz aylarında piknikçiler yolun sağına soluna park ediyordu. Bugün hava serin, hafif yağışlı ve ortada piknikçi yok.
Dere boyunca kâh patika kah
bu toprak yoldan, kah derenin içinden ilerliyoruz.
Dere boyunca birkaç ekili,
sahipli alan var. İnsan bu kadar verimli arazilerde pırlanta gibi bahçeler görmek
istiyor; ancak bahçelere ve derme çatma barınaklara baktığınızda insanların
amacının burada birşey yapmak değil, sadece yeri, araziyi elde tutmak olduğu
düşüncesine kapılıyorum.
Orhaneli yoluna çıkınca bir
patikadan yukarı, tepeye doğru yöneliyoruz.
GENİŞ PİKNİK ALANI
İlk gördüğümüz inşaat galiba
bir ticari tesis. Ama ne olduğunu anlamadım.
Tepeye yaklaştığınızda düzenli piknik alanları ile karşılaşıyoruz. Meğer buraya asfalt yoldan geliniyormuş. Yol boyunca sağlı sollu barbekü/mangal yerleri, çardaklar ve piknik alanlarında en önemli şey olduğunu düşündüğüm WC'ler... Burada toprak altında "hobit WC" dediğim bir yer bile gördük..
Atatürk Ormanı'nın zirvesi diyebileceğim
noktada Büyükşehir Belediyesi'ne ait
“sosyal tesisler” var. Restoran, kafe vs.tarzında. Görkemli bir kapısı var. "1889 Bursa" yazıyor. Önünden
geçiyoruz.
EXSTREM PARK
Atatürk Ormanında Extrem Park adında bir yer olduğunu duymamıştım.
Engelli çocuklar adına
yapılan "At Biniciliği ve Evcil
Hayvan Çiftliği" gibi özellikle çocuklara, gençlere hayvan sevgisini
aşılamayı hedefleyen tesislerden sonra piknik alanları içinde ilerlerken en
ilginç levha "Extrempark" yazılı olandı.
Extrempark, çam ağaçlarının arasında,
içinde dağ kızağından, golf, atıcılık, okçuluk, yapay çim kayağı gibi pek çok
etkinlik yapılabilen, geniş bir alanda kurulmuş.
Serde dağcılık merakı olunca
Hüdavendigar Parkı'nda bir tırmanma kulesi dikkatimi çekmişti. Yukarıda da doğa
yürüyüşçülerinin gözde etkinlik alanlarından birisi olan kampçılık için bir
bölüm açılmış.
Alıyorsun çadırını, gösterilen yere kuruyorsun...
Çadırı kuracağın ve ateş
yakabileceğin yer var. Kullanabileceğin
WC de var. "Ücretsiz"
diyor bir çadırının önünde oturan iki gençten birisi.. "Sadece giriş
ücreti var. 24 saat için 30 lira"
Extrempark'tan sonra dönüş
yoluna geçiyoruz.
Evet... Doğa çok cömert...
Tepede "Yalancı portakal" denen bir ağacı
ilk kez görmüştüm.
Aşağıya inerken patikanın
kıyısında küçücük pembe meyvelerin menengiç olduğunu bilmek de güzeldi.
Bir tutam topladıktan sonra, yaklaşık 12 kilometre yol tepip hoş bir gün geçirmiş olarak evin yolunu tuttuk.
Artık İlk kez Gaziantep'te içtiğim menengiç kahvesini
evde her denediğimizde Atatürk Ormanı'nı
hatırlayacağız...
Yürümeye, doğayı, kentleri,
dağı, taşı, nihayet memleketi tanımaya devam...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder