7 Kasım 2020 Cumartesi

Atatürk Ormanı: Bursa'nin nefes alma alanı

 

 


Atatürk Ormanı

 

Doğa muhteşem... 

Ama sadece ticari alanlar mı temiz tutulur?

 

Doğa gezilerinde 4 Kasım 2020 Çarşamba günü ilk kez farklı bir yol izledik ve Bursa'nın nefes ama mekânlarından birisi olan, çam ormanlarıyla kaplı Atatürk Ormanı ve çevresinde yürüdük.


Doğanın alabildiğince cömert olduğu bu kentte, çam ormanlarının arasından geçen derelerin, çevrenin haline bakınca insan ister istemez şunu soruyor:

Nerede devlet ve yerel yönetimlerimiz?

Bu toplum sadece, para kazanılan ticari alan ve çevresine mi sahip çıkar, çöpünü toplar?

Kalan her yer, her köşe doğal bir çöplük müdür?

Hadi devlet, belediyeler, bizi yönetenler ne yaptığını bilmiyor, sorumsuz...

Peki, insanımız neden yaşadığı doğaya, memleketine, toprağına sahip çıkmaz!

Vatan, memleket bizim kendi evimiz değil midir?

 


 

Sevgili okurum, madem bulaşıcı hastalık riski var, toplu yürümeler sorunlu, o zaman haydi hatun, sırt çantasını kapıp çevreyi dolaşalım, dedim.

Hüdavendigar Parkı'ndan başlayıp Saklı Vadiye, Atatürk Ormanı'na daldık.

Hüdavendigar Parkı, yakın zamana kadar kavak ağaçlarıyla kaplı yarı bataklık alan Bursa'nın en önemli rekreasyon alanlarından birisi oldu, malum...


Atatürk Ormanı olarak düzenlenen yeri de doğrusu çok iyi gezmemiştim. Sadece belediyenin barbekü, mangal yeri, çardak vs. yaptığı, girişlerde de para aldığı bir yer olarak biliyordum.

Dikkaldırım yakınlarındaki Hidavendigar Parkın'dan, suyun akışına doğru yürüyoruz. “Odunluk Parkı” yazısını ve güzergâh boyunca park manzaralı konutları, siteleri görünce yıllar öncesinin Odunluk Köyü Muhtarı, namı diğer “Deli Mehmet” geliyor gözümün önüne. Uzun seneler Ziraat Odası’nda Bursa çiftçisinin hakkını hukukunu, siyasilerin ve bürokratların yüzüne dobra dobra konuşarak savunan Mehmet abinin mahallesi artık buharlaşmış… Yaşıyorsa, ömrü uzun olsun…


Odunluk Parkından bir süre sonra derenin iki yakasındaki "ıslah" çalışması bitiyor, yerini yaban otları, çalı ve ağaçla çevrili, oldukça bakımsız bir derenin kıyısında yürümeye başlıyorsunuz.

 

BATAKLIK KUŞLARI

 

Kargalar, benim "su kargası" diye tanımladığım martılar, adını pek de bilmediğim tatlısu kuşları karşılıyor sizi...

Doğa güzel, toprak verimli...


Derenin kenarında, bir noktadan sonra yapılaşma yok, ancak dere boyunca devam eden toprak yolda yürürken, kendinizi vahşi batı filminde hissedebiliyorsunuz.

Yol kenarlarına bazen inşaat molozları, bazen eski ev eşyaları atıldığını görüyorsunuz.

Sanırsınız bu "Sakli Vadi" bir çöplük!

Hani piknikçilerin attığı su, pet şişeleri, içki şişeleri, naylonlar, yiyecek içecek atıkları vs. arada kaynıyor.

 

SORUMSUZLUK DİZ BOYU...

 


Bir kaç noktada, burnumuza kesif bir lağım kokusu geldi. Baktık ki, toprak yolun kenarına, kocaman torbalarda kesilmiş büyük  ve küçükbaş hayvanların işkembeleri, kemikleri atılmış...

Tabi doğanın cömertliği ile insanımızın sefaletini görünce ilk tepkiniz "Nerede belediyeler... Madem burası bir doğa parkı, insanların gezip dolaşma yeri, niye temizlenmez" şeklinde oluyor...

Biraz ilerde yol kenarlarında üzerinde bir belediyemizin adı yazılı çöp torbalarını, içinde toplanmış çöpleri görünce biraz rahatlıyoruz.


Dikkatli bakınca fark ediyorsunuz ki, o torbalara sadece cam ve pet şişe gibi geri dönüşebilir çöpler toplanmış!

Tabi inşaat atıklarının, molozların, hayvan leşlerinin, kokmuş işkembelerin geri dönüşüm değeri olmadığı için anlaşılan belediyelerin ilgisini çekmiyor!

Birazdan belediyeye ait bir çöp arabası görüyoruz.  Yol kenarlarında toplanan (geri dönüşebilir cinsten) çöp torbalarını toplaya toplaya ilerliyor...

Bu dereyi yazın da görmüştüm.

Her ne kadar "Saklı" dense de bu dereyi pek çok Bursalı biliyor ve sıcak yaz günlerinde derenin ortasına masa sandalye atıp, ayaklarını suyun serinliğine bırakarak piknik yapanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil.

Hüdavendigar ve Odunluk Parkı'ndan Orhaneli yolu kıyısındaki Gokart'a kadar dere boyunca olan yol toprak yol. Yaz aylarında piknikçiler yolun sağına soluna park ediyordu. Bugün hava serin, hafif yağışlı ve ortada piknikçi yok.


Dere boyunca kâh patika kah bu toprak yoldan, kah derenin içinden ilerliyoruz.

Dere boyunca birkaç ekili, sahipli alan var. İnsan bu kadar verimli arazilerde pırlanta gibi bahçeler görmek istiyor; ancak bahçelere ve derme çatma barınaklara baktığınızda insanların amacının burada birşey yapmak değil, sadece yeri, araziyi elde tutmak olduğu düşüncesine kapılıyorum.

Orhaneli yoluna çıkınca bir patikadan yukarı, tepeye doğru yöneliyoruz.

 

GENİŞ PİKNİK ALANI

 


İlk gördüğümüz inşaat galiba bir ticari tesis. Ama ne olduğunu anlamadım.

Tepeye yaklaştığınızda düzenli piknik alanları ile karşılaşıyoruz. Meğer buraya asfalt yoldan geliniyormuş. Yol boyunca sağlı sollu barbekü/mangal yerleri, çardaklar ve piknik alanlarında en önemli şey olduğunu düşündüğüm WC'ler... Burada toprak altında "hobit WC" dediğim bir yer bile gördük..


Atatürk Ormanı'nın zirvesi diyebileceğim noktada Büyükşehir Belediyesi'ne ait “sosyal tesisler” var.  Restoran, kafe vs.tarzında.  Görkemli bir kapısı var. "1889 Bursa" yazıyor. Önünden geçiyoruz.

 

EXSTREM PARK

 

Atatürk Ormanında Extrem Park adında bir yer olduğunu duymamıştım.


Engelli çocuklar adına yapılan "At Biniciliği ve Evcil Hayvan Çiftliği" gibi özellikle çocuklara, gençlere hayvan sevgisini aşılamayı hedefleyen tesislerden sonra piknik alanları içinde ilerlerken en ilginç levha "Extrempark" yazılı olandı.

Extrempark, çam ağaçlarının arasında, içinde dağ kızağından, golf, atıcılık, okçuluk, yapay çim kayağı gibi pek çok etkinlik yapılabilen, geniş bir alanda kurulmuş. 

Serde dağcılık merakı olunca Hüdavendigar Parkı'nda bir tırmanma kulesi dikkatimi çekmişti. Yukarıda da doğa yürüyüşçülerinin gözde etkinlik alanlarından birisi olan kampçılık için bir bölüm açılmış.

Alıyorsun çadırını, gösterilen yere kuruyorsun...


Çadırı kuracağın ve ateş yakabileceğin yer var.  Kullanabileceğin WC de var. "Ücretsiz" diyor bir çadırının önünde oturan iki gençten birisi.. "Sadece giriş ücreti var. 24 saat için 30 lira"

Extrempark'tan sonra dönüş yoluna geçiyoruz.

Evet... Doğa çok cömert...

Tepede "Yalancı portakal" denen bir ağacı ilk kez görmüştüm.

Aşağıya inerken patikanın kıyısında küçücük pembe meyvelerin menengiç olduğunu bilmek de güzeldi.

Bir tutam topladıktan sonra, yaklaşık 12 kilometre yol tepip hoş bir gün geçirmiş olarak evin yolunu tuttuk.


Artık İlk kez Gaziantep'te içtiğim menengiç kahvesini evde her denediğimizde Atatürk Ormanı'nı hatırlayacağız...

Yürümeye, doğayı, kentleri, dağı, taşı, nihayet memleketi tanımaya devam...

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder