28 Haziran 2020 Pazar

BİR DOĞA HARİKASI: ARAS ŞELALESİ




Dünyayı ve haliyle Türkiye’yi aylardır esir alan “Koronavirüs”, “Covit-19” salgınında yaşanan olumlu gelişmelerin ardından grup olarak ikinci doğa yürüyüşümüzde hedef Aras’tı…

35 senedir Bursa’da yaşadığım halde varlığından yeni haberdar olduğum doğa harikası Aras!
Bursa’nın en büyük akarsuyu Nilüfer Çayı’nın ana kaynaklarından birisi olan Aras…
Düşünsenize kayaların arasında mağara gibi devasa bir “göz”den çıkan buz gibi soğuk, tertemiz su 15 metre yükseklikteki kayanın üzerinden büyük bir coşku ile önünüze, dereye düşüyor…
Tek bir “göz”den çıkan bildiğim en büyük su kütlesi…

Aras Vadisi, Aras Deresi ve Aras Şelalesi
Önce Aras’ın nerede olduğunu hatırlatayım: Aras Şelalesi, Bursa’nın Keles ilçesine bağlı Soğukpınar köyü (mahallesi) Ketenlik Yayla’nın üzerinde bulunuyor. Yaklaşık 1700 metre yükseklikte çıkan Aras suyu, Nilüfer Çayı’nın ana su kaynaklarında birisi. Aras suyu buradan Karaıslah köyü yakınlarında yine Bursa’nın ana içmesuyu kaynaklarından birisi olan Nilüfer Barajı’na ulaşıyor.

Uludağ’ın güney yamaçlarındaki bu eşsiz şelaleden doğa yürüyüşlerine başladıktan sonra haberim olmuş, ancak görmek bir türlü nasip olmamıştı. Hemen aşağısındaki Ketenlik Yayla’dan yaz, kış defalarca geçmiş olmamıza rağmen o şelaleye çıkma fırsatı olmamıştı.
Kısmet 21 Haziran 2020 Pazar gününeymiş.  Rehber  eşliğinde yaklaşık 40 doğasever ile araçlarımız Uludağ yolunu tuttu. Milli Park gişesine varmadan, Soğukpınar levhası ile sağa döndük ve buradan, Bağlı köyü üzerinden Soğukpınar köyüne ulaştık. Araçlarımızı köyün üstünde bırakarak yürümeye başladık.

Köyden itibaren bozuk bir toprak yolda yaklaşık 5 kilometre sonra Ketenlik Yayla’ya  ulaştık.  
Ketenlik Yayla, Orman İşletmesi’nin binası, tomruk deposu olan, her mevsim zümrüt yeşili rengini koruyan çam ormanıyla kaplı bir yer.
Tabi artık buraların adı sadece “yayla”!
Ne tek bir hayvan sürüsüne rastladık, ne bir obaya, ne de çobana. Eski obalardan iz bile göremedik. Hepsi tarih olmuş. Birkaç yaşlı dışında köyde bile burada yayla yapıldığını bilen olduğundan şüpheliyim. .

Ketenlik Yayla, şimdilerde günübirlik piknikçilerin ve kampçıların uğradığı  bir yer.
Ketenlik Yayla ve civarı su kaynaklarınca hayli zengin… Bunu bahçelere bağlanan hortumlardan, su kanallarından, BUSKİ’nin Aras Şelalesi’ne tırmanacağımız patikanın başındaki deposundan, yol üzerinde gözümüze çarpan su borularından, bölgedeki özel bir şirketin içmesuyu şişeleme tesislerinden anlıyorsunuz.

SU VE KETEN


Zaten bu yaylanın adına “Ketenlik” denmesinin hikmeti de bir zamanlar bu tertemiz ve coşkun suların aktığı derelerde insanların keten ıslatmaları olmalı.
Kendir/kenevir yakın zamana kadar kırsal kesimde çul, çuval, ip, urgan, sicim, halı, kilim vs. yapılan en önemli maddeydi. Sonbaharda tarladan hasat edilen kenevirler, derelerde, ufak su birikintilerine bastırılır, üzerine taş kaya konularak ilkbahara kadar burada ıslanıp liflerine ayrılması beklenirdi. İlkbaharda kar kalkıp havalar ısınınca buradan alınan kenevirler köye indirilir, güneşte kurutulur, mengenelerde ezilerek iplik haline getirilir, sonra eğrilerek farklı amaçlı iplikler elde edilirdi.

Anadolu’da “Keten deresi”, “Ketenlik göl”, “Ketenlik” gibi bir sürü yerin adı olmasının kaynağı da bu eski tekstil zenginliğiydi.
Tabi keten tu kaka olup terkedildikten sonra eski mengeneler, çıkrıklar, demir taraklar, keten çukurları da bir bir yok oldu. Koyun yünü, keçi kılı gibi halkın belli başlı doğal lif zenginliklerinden birisi olan keteni sadece pahalı ithal kumaşlarda görür olduk. Genç nesillerimiz, keten liflerinin demir su borularına çeşme takılmasında sızdırmaz olarak kullanılmasına bile yetişemedi. Onun yerini çoktan plastik “teflon” bantlar aldı.  
Yılın neredeyse yarısında Uludağ’ın tepelerindeki bembeyaz karın altında yemyeşil ormanlarıyla gördüğümüz Kentenlik Yayla’dan çevreye bakarken insan zamana yolculuk yapmadan edemiyor.

Ve onca su kaynağının borulara, şişelere alındığını görünce, “Önce keten gitti, şimdi sıra suda mı” diye kaygılanmadan edemiyorum.

TIRMANMA BAŞLIYOR…

Köyden Ketenlik Yayla’ya çıkan yol stabilize ve bozuk bir yol. Hayli de yokuş. Ama insanlar araçlarının yıpranmasını göze alarak bu zorlu yoldan piknik yapmaya gelmiş. Sağda solda araçları ile gelmiş, çadır kurmuş ya da piknik yapan insanları, aileleri görüyoruz. Bazı dağcı dostlarımızdan burada kamp yaptıklarını, çok memnun kaldıklarını duymuştum.

Ketenlik Yayla, Aras’a tırmanmaya başlamadan önceki son mola yeri gibi… Burada kısa süre mola verip termoslarımızdan çıkardığımız kahveleri içtikten sonra yaklaşık 2,5 kilometrelik bir yokuşa tırmanmaya başlıyoruz.
Meyil hayli fazla. Ancak şelaleye gidiş gelişlerle patika oluşmuş. Patikayı takip ederek şelaleye çıkıyorsunuz. Patikanın başında “Aras Şelalesi 2,1 Km” levhası var. Normalde bu mesafe 30-40 dakikalık yürüyüşle ulaşılabilecek bir mesafe. Ancak hayli dik bir yamaç olduğu için, grupla yaklaşık 2 saatimizi aldı.

Yolun neredeyse tamamını ormanın içinde, harika çam ağaçlarının gölgesinde yürüyorsunuz. Havanın parçalı bulutlu olması çok iyi geliyor, serinliği artırıyor.
Ayakta kurumuş, devrilip yere uzanmış devasa çam ağaçları görüyoruz. Demek ki Orman İşletmesi için bu dik yamaçlarda kerestecilik yapmak hayli zor.
Patikamız üzerinde kırmızı beyaz çizgili rota işaretleri var. Bu işaretleri görmek hepimizi mutlu ediyor. Bugün rehberimiz, liderimiz sevgili Ayhan Kazancı. Her ne kadar bu yolları avucunun içi gibi biliyor olsa da bu işaretlerin varlığı çok güzel.

Yalnız ve ilk defa geliyor olsanız da bu işaretlerle şelaleye ulaşmanız mümkün.
Veee görkemli çam ağaçlarının arasından birden gökyüzünü görmeye başladığınızda, yükseklerdeki tepelerin çıplak olduğunu fark ediyorsunuz.  
Rakım (deniz seviyesinden yükseklik) 1600-1700 metreyi aşınca orman bitiyor. 2000 metreden yukarıda tek bir ağaç bile göremiyorsunuz. 3000-3500 metreden itibaren yerde ot bile bitmiyor. “Alpinist seviye/sınır” diye bir şey...
Şelalenin olduğu noktada rakım 1700 metre imiş.
Bu derede taş, mermer, granit kayalarla çok değişik bir atmosfer var. Açık havada herşey Aras’ın tertemiz, buz gibi suyuyla, iyice yıkanmış temizlenmiş gibi…
Deredeki coşkun suların sesi, patikada ilerleyen grubun çevresinde ötüşen kuşların sesini çoktan bastırdı bile. Artık doğada duyduğumuz en baskın ses Aras suyunun sesi!

Aras vadisindeyiz. Kah derenin kıyısındaki patikadan, kah derenin içinde tertemiz taşlara basarak yukarı tırmanmaya devam ediyoruz.
Evet evet… Derede taşlar tertemiz. Üzerlerinde yosun, toprak, çamur yok.
Ve öyle olunca deredeki taşların üzerine basarak yürürken ayakkabılarımız kaymıyor.

DOĞANIN MUCİZESİ!

Vee işte!
Doğanın mucizesi diye buna derim.
Bir kayanın arasından koskoca bir şelale fışkırıyor…
Hava güneşli, ama bazı köşelerde hala kar var.
15 metre yükseklikten düşen suyun serinliğini yüz metre uzaktan hissetmeniz mümkün…
Bitişik iki mağara gibi “göz”lerden çıkıp kayalara çarptıkça, yere düştükçe, rüzgarda savruldukça köpük köpük olan buz gibi bir su…

İlk işim şelalenin tam karşısındaki kayalığa tırmanıp olabildiğince güzel şelale fotoğrafları çekebilmek.
Bol bol hatıra fotoğrafları çekiyoruz.
İnsanın hayatında görebileceği ender manzaralardan birisi.
Uludağ Küçük Zirve’nin altlarında bir yer.
Daha önce hiç görmediğim bitkiler, çiçekler görüyor, fotoğraflıyorum.
Ve eğilip dereden Aras’ın suyunu kana kana içiyorum.
İçtiğim en güzel su hissine kapılıyorum.
Sırt çantamdaki su kabını, hatta termostaki ıhlamuru boşaltıp derenin suyu ile dolduruyorum.
Şelale çevresini gezdikten sonra, biraz aşağıda, Aras suyunun kıyısında mola verip dinleniyor, karnımızı doyuruyoruz.

Ayakkabılarımı çıkarıp suya sokuyorum…
Ayağımı yarım dakika bile suda tutmakta zorlanıyorum.. Buz gibi soğuk ve uyuşturuyor…

SOĞUKPINAR…

Soğukpınar Uludağ’ın hemen eteğinde, her yanı çam ormanları ile çevrili bir köy. Covit-19 kaygısı yüzünden köy kahvesine topluca gidip insanlarla sohbet etme, hal hatır sorma, bilgi alma gibi arzu ettiğimiz şeyleri yapmaktan sakınıyoruz. Malum virüs bulaştırma riski…  Yerleşim yerine girince maskelerimizi takıyor, dağda da mümkün olduğu kadar birbirimize mesafeli yürümeye çalışıyoruz.
Sosyal mesafe”yi tanımasak da “Fiziki mesafe”ye riayet ediyoruz!
Köyde gözle gördüklerimizden, Soğukpınar’ın artık geleneksel “köy” olmaktan çoktan çıktığını, insanların sınırlı miktarda çilek, kiraz vs. üretmek dışında pek de tarım ve hayvancılıkla ilgilenmediği sonucunu çıkarıyoruz.  
Bu doğa cennetinin Bursa kent merkezine azami 30 km uzaklıkta olması pek çok insanın ilgisini çekmiş ve pek çok insan orada “bağ evi”, “hobi bahçesi”, “bahçeli ev” yapmaya başlamış.

Resmiyete bakarsanız buralar ormanlık bölge, yapılaşma,  imar falan yok…
Ama gözünüzün önünde olanlara bakarsanız, herkes bir yolunu bulup kafasına göre,  cüzdanına göre yerler yapmış.
Köyün yanında “villa mahallesi” oluşuyor gibi.
Ormanın içinde turistik tesis gibi duran bir bina, özel bir “Fen Lisesi” imiş. “Köyde Fen lisesi de neymiş” diyorsunuz ister istemez. Anlaşılan burası bir tür yatılı okul.

İmarlı, planlı olmasa da yapılaşma devam ediyor. Böyle olunca,  tarımsal faaliyetten zaten yeterli gelir elde edemeyen köylüler tarlalarını satmaya başlamış.
Soğukpınar’ın daracık sokaklarında lüks araçların olması dikkatimizi çekti. “Değirmenin suyu nereden”» diye düşünürken, “satılık arsa” yazan bir ilanda 750 metrekare, “tarla” vasfında bir yerin 450 bin liraya satıldığını öğreniyoruz.
Küçücük tarlayı 450  bin liraya satan yurdum insanının kapısına lüks bir otomobil çekmesinde şaşıracak ne var öyle değil mi?
Şelale dönüşü, aynı patikayı izliyoruz. Çıkarken hayli ter döktüğümüz bu rotayı hiç terlemeden, hem de daha az zamanda iniyoruz.
Aras’ın suyunu geride bırakıyoruz. O tertemiz sular, önce Nilüfer Barajına ve Nilüfer Çayı’na dökülecek…
Tertemiz, “birinci derece temiz su” ile başladığı yolda, yaklaşık 130 kilometre sonra, Karacabey longoz ormanı yakınlarında “4.derece kirli su” olarak Marmara’nın suyu ile birleşecek.
Kaynağında “Böylece şişelenip satılsa iki katı fiyatla satın alırım” dediğimiz su, arazilerimizi bile sulamak istemeyeceğimiz kadar kirlenecek… Kanalizasyon, sanayi atıklarımız Arasın suyunun sadece rengini simsiyah yapmayacak; şifayı zehire çevireceğiz…
Yürümeye, dağları, ormanları, köyleri, dereleri, şelaleleri, köyleri, yaylaları; velhasıl  memleketi tanımaya devam…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder